Franz Kafka Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında

Franz Kafka Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında

Kendi yalnızlığında insanlardan önce benliğini keşfedebilmiş adam, Franz Kafka. Yalnızlık onun dipsiz kuyusu. Çünkü Franz, yalnızlık sözcüğünü iliklerine kadar gerçekten yaşamıştır. Ya da belki  yalnız kalmayı kendisi tercih etmiştir. Bu göreceli bir kavram sonuçta.

Bu durum nasıl açıklanırsa açıklansın derin bir gerçek var ki, kalabalıklardan uzakta yaşanmış bir hayat, hatta daha da acısı babasının boynuna koca bir madolyon olarak hediye bıraktığı özgüvensizlikten doğan yalnızlık Franz’ın yaşam şekli olmuştur.

Ne zaman Franz Kafka’ya ait satırlar okusam alışkanlık haline getirdim, gözlerimi kapar o derin yalnızlığı hissetmeye çalışırım. Sonra hissederim ki, geriye sadece huzursuzluk kalır. Çünkü biz aslında hiç yalnız kalmadık. Ya da daha doğrusu bu satırların hissettirdiği huzursuzluk kadar yalnız kalsaydık, muhtemelen Camille Claudel’i delirten, bir de üstüne hastane bahçelerinin sembolü, düşünen insan heykelini yapan adam kadar kayıtsız kalamazdık hayata.

Demem o ki, biz Franz kadar güçlü olamazdık. Bizim sonumuz Camille Claudel olurdu.

Franz ne zorluk yaşamışsa yaşamış. Belki de sadece kendine acı çektirmekten hoşlanan bir psikolojik hasta bile olabilir. Ama sonucun mükemmel olması her şeyi açıklıyor benim lügatımda. Çünkü Franz, kendi dönüşümünü tamamlayıp, kendini yalnızlığın kollarına bırakacak kadar cesurmuş.

Hayat başlarken

Franz, 3 Temmuz 1883’te Prag’da dünyaya geldi. Almanca konuşan Yahudi bir ailenin çocuğu olmanın bedelini maddi – manevi ömrü boyunca ödeyecekti. Hayata başlarken normal gibi görünen filmin sahnesi ilerleyen zamanlarda gerçek hayatla buluşacaktı.

Ölümler ve Nazi zulmü

Hermann ve Julie Kafka’nın altı çocuğundan ilki olan Franz’ın iki erkek kardeşi bebekken öldüler. Üç kız kardeşi de Nazi zulmünden kurtulamadı ve toplama kamplarında katledildiler.

Sadece bunların acısı bile bir insanı kendi iç dünyasına itmeye yetecekken Franz’ın yaşadıkları hayatta bununla sınırlı kalmayacaktı. Nihayetinde o, bir insandı.

Özgüven madalyonu babasından hediye

Franz, insanı psikolojik anlamda yoracak bir çocukluk geçirirken babası da onun özgüvenini sarsacak hareketler sergiliyordu. Babasıyla hiçbir zaman anlaşamadı. Üzerindeki baba baskısıyla bir ömür yaşadı. Babasına karşı hissettiği tek duygu, nefretti. Daha sonraki yazılarında özellikle bu nefret kendini gösterecekti.

Sevgisizlik hep hayatında oldu

Aile içinde babası tarafından uygulanan baskının yanında toplum baskısı da Franz’ın içini kemirip durdu. Almanca konuştuğu için Çekler tarafından, Yahudi olduğu için de Almanlar tarafından asla sevilmedi.

Yaşadığı tüm bu kaoslar Franz’ın kalbinde sevgiyi sorgulamasına sebep oluyordu.

Franz’ın eğitim hayatı

Franz her zaman başarılı bir öğrenciydi. 1901 yılında lise öğrenimini tamamladıktan sonra 1901-1906 yılları arasında Prag’da Karl – Ferdinand Üniversitesi’ne gitti. Daha sonra hukuk okumaya karar verdi  ve 5 yıllık eğitimden sonra Albert Weber’in yanında ücretsiz hukuk stajına başladı. Amacı ceza hukuku alanında ilerlemekti.

Franz Kafka ve babası

Franz’ın yaşamındaki her adımının belirleyicisi babasıyla ilişkisi oldu. Tüm eserlerinde babası her sayfadan çıkar, bunu çıplak gözle dahi görebiliriz. Hatta gerçek bir kalbi olan okuyucu, böyle bir babanın karşısındaki Franz’ın ellerinde tutup sıkarak yok etmek istediği kalbini de görebilir. Çünkü acı ancak gerçekten hissedildiğinde paylaşılır.

Belki de suçlu en başından beri Franzdı, kim bilir. Bunu düşünmekten kendimi alamadığım bu makalenin girdabında savruluyorum. Çünkü her zorba ona itaat eden bir karakter olmasaydı, beslenip göbeklenemezdi. Sonra ayakları da büyümezdi. Sonra biz itaatkarlar o koca ayak olarak gördüğümüz sefil ayaklar tarafından ezilmezdik işte. İşte bu yüzden Franz suçlu.

Ama bir yandan da cesur ve akıllı. Çünkü o da kendisini bu acıdan besleyip göbekli bir edebiyatçı yarattı. Ve buradaki göbekli kesinlikle dahi anlamındaki ‘de’ gibi ayrı tutulacak kadar değerli olmalıydı.

Babaya Mektup

Franz Kafka’nın babası karşısında sözleriyle dile getiremediklerini kalemiyle anlattığı ”Babaya Mektup” eserinden bir alıntı:

“Çok sevgili baba,Geçenlerde bir kez, senden korktuğumu öne sürmemin nedenini sormuştun. Genellikle olduğu gibi, verecek hiçbir cevap bulamadım. Kısmen tam da sana karşı duyduğum bu korku yüzünden, kısmen de bu korkuyu gerekçelendirmek üzere, konuşurken toparlayabileceğimden çok daha fazla ayrıntı gerektiği için.

Ve şimdi burada sana yazılı bir cevap vermeyi deniyor olsam da, bu fazlasıyla eksik kalacaktır, çünkü bu korku ve onun etkileri senin karşında yazarken de ket vuruyor bana ve dahası meselenin büyüklüğü, hafızamın ve aklımın sınırlarını çok aşıyor.Bu mesele sana daima çok basit göründü, en azından benim karşımda ve hiçbir ayrım yapmadan, başka pek çok insanın karşısında söylediğin kadarıyla.

Durum sana yaklaşık olarak şöyle görünüyordu: Bütün hayatın boyunca çok çalıştın, her şeyi çocukların, özellikle de benim için feda ettin, ben ise bunun sonucunda “günümü gün ederek” yaşadım, istediğimi öğrenmek konusunda sınırsız özgürlüğe sahip oldum. Açlık kaygısı, daha doğrusu herhangi bir kaygı duymam için hiçbir nedenim olmadı; sense bunun karşılığında bir minnettarlık beklemedin. Çocukların minnettarlığını bilirsin. Ama en azından herhangi bir yakınlık, bir duygudaşlık işareti bekledin. Oysa ben eskiden beri senden saklanıp odama, kitaplara, çılgın arkadaşlara, aşırı fikirlere sığındım. Seninle asla açık konuşmadım, asla seninle Sinagog’a gelmedim, Franzensbad’da seni hiç ziyaret etmedim. Bunun dışında da aile mefhumuna hiç sahip olmadım. İşle ve senin diğer sorunlarınla ilgilenmedim. Fabrikayı senin başına sardım ve sonra da seni ortada bıraktım. Ottla’nın dikbaşlılığını destekledim ve senin için parmağımı bile kıpırdatmazken (sana bir tiyatro bileti bile getirmiyorum),  yabancılar için her şeyi yapıyorum.

Benim hakkımdaki yargını özetleyecek olursan, beni doğrudan yakışıksız ya da kötücül bir şeyle suçlamıyorsun gerçi (belki son evlilik niyetim dışında). Ama soğukluğumu, yabancılığımı, nankörlüğümü ayıplıyorsun. Ve senin tüm bunlarda, bana karşı fazla iyi olmak dışında hiçbir suçun yokken, sanki suç, bendeymiş gibi, sanki diyelim bir dümen kırma hareketiyle her şeyi farklı yapabilirmişim gibi getiriyorsun bu suçlamaları…”


Max Brod ve Franz Kafka’nın tanışması

Franz 1907’de ”Assicurazioni Generali” adlı bir İtalyan sigorta şirketinde çalışmaya başladığı sırada Max Brod ile tanıştı. Dostlukları da böylece başlamış oldu.

Max, Franz’a edebiyat hayatının kapılarını açtı. Franz’ın hayatında bir dönüm noktasıydı ve bugün onu tanıyor olmamızın da sebebi.

Franz’ın aşk hayatı

Böylesine yalnız yaşamış bir adam elbette soluğu kadınların yanında  alan o çapkınlarda olmadı. Aşkı yaşadı tabii, ama hayatına giren kadınlar üçten fazla değildi.

Felice Bauer ve Franz Kafka

Felice ve Franz iki kez nişanlandılar ama hiç evlenemediler. Onunla ikinci kez nişanlanıp ayrılması hayatında yaşadığı en ağır darbeydi aşk yolunda.

1917’de, ikinci kez nişanlanmış olan çift, Prag’da buluştular ve kesin olarak ayrıldılar. Takvimler 27 Aralık’ı gösteriyordu. Felice Berlin’e döndü.

Franz bu ayrılığın ardından soluğu dostu Max’in ofisinde aldı. Az önce Felice’yi tren garından uğurlamış ve ne yapacağını bilemez halde buraya gelmişti. Yüzü kireç kesmiş ve sertleşmişti. Kaskatı yüzüyle Max’e bakıyordu ki, birden bire ağlamaya başladı. Oturduğu koltuğa yığılıp kalmış, hıçkırıklara boğulmuş dostu Franz’ı, Max ilk kez böyle görüyordu. Bu onun için korkunç bir olaydı.

Bu olay yaşansa da bunu sadece Max biliyordu. Franz daha sonra günlüğüne, Duygusuzun tekiyim ben. Öyle bir haksızlık yaptım ki, bu yüzden zavallı kız işkence çekiyor, işkence aletini kullanan da benim.” diye yazmıştı.

Milena Jesenska ve Franz Kafka

Franz için Milena’nın aşkı bambaşkaydı. İlişkileri fazla derin ve bir o kadar da sarsıcıydı. En önemli sebebi Milena’nın aslında evli olmasıydı.

Milena sadece Franz Kafka’nın yasak aşkı olarak tanınsa da, o aslında gazeteci, köşe yazarı, çevirmen ve varoluşçu felsefeyi savunan entellektüel bir aktivistti. Kesinlikle anarşist ruhluydu. En önemlisi Nazi döneminde onlarca kişiyi katledilmekten kurtaran bir kahramandır. Ancak 1944 yılında toplama kamplarında katledilmekten kendisini, ne yazıktır ki, kurtaramayacaktır.

Franz Kafka’nın da eserlerini Çek diline çevirmektedir. Zaten ilişkileri de bu çeviriler sayesinde gelişir. Çeviriler için mektuplaşmaya başlamışlardır ki, mektupların şekli değişmeye başlar. Giderek aralarında başlayan aşk imkansız da olsa, kutsaldır.

Ne Milena’nın evli oluşu ne de farklı şehirlerde olmaları bu aşka engel olamadı. Ancak durumun vehameti özellikle Franz’ı çok yıpratıyordu.

Milena ve Franz’ın aşkı, sadece mektuplarda yaşayan bir aşk oldu. Çünkü onlar sadece üç kez buluşabildiler. Üçüncü buluşmalarında Milena Franz’ın mezarı başında ağlıyordu. Hatta günlerce orada öylece bekledi. Hatta göğün yedi kat üstünden kopup gelen örs dünyaya düşecek olsa, bu bile Milena’nın derin üzüntüsünden daha önemli olamayacaktı.

Milena’ya Mektuplar

En güzel aşk mektuplarından biri olan, birbirini hiç görmeden yazılan satırlarla duyguların bölüşüldüğü mektuplardan alıntıdır:

“Saat gecenin biri ama sana bütün gün tek kelime yazmamış olmam beni rahatsız ediyor. Uyuyamıyorum bir türlü bu düşünce ile…

Seni kaybetmekten o kadar çok korkuyorum ki Milena. Bazen düşünüyorum da, eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmüş olmam gerekecekti. Ama ben aksine mutluluk sayesinde tekrar hayata döndüm…”

Aşkın duygusunu yaşamayı, üstelik o kadına hiç  dokunmadan yaşamayı tercih etmiş bir adam, Franz. Onun gönlünden geçenlerin sizin gönlünüze de dokunabilmesini dilerim. Buna lütfen sadece kendiniz için izin verin.

Franz Kafka’nın ölümü

1917’de Franz bir gece ağız dolusu kanla uyandı. Ağustos sıcağı artık belli ki ciğerlerini de yakıyordu. Akciğer kanseri teşhisi konuldu.

Bir yıl sonra basit bir gribe yakalandığında kanser gırtlağına kadar yayıldığından artık konuşamayacaktı. Hastalığı öylesine ilerlemişti ki, cerrahi müdahale yapılamadı. Ancak onu oyuncak bebeğine mektuplar yazdırtan küçük bir kız oyaladı ve yazmaktan hiç uzak durmadı. Kafka’nın oyuncak bebeği hikayesi böyle oluştu.

3 Haziran 1924’te Franz Kafka hayata gözlerini kapadı. Sadece 40 yaşındaydı. Haziran’da ölmek zordu ve kendisinden sonra ölen anne ve babası onun mezarın yanına gömüldü.

Belli ki, Franz’ın babasıyla mücadelesi dolmamıştı.

Franz Kafka’nın vasiyeti

Franz tek dostu Max’e ölümünden sonra bütün eserlerini yakmasını vasiyet etmişti. Çünkü Franz, babasından hediye özgüvensizlik madalyonunu asla boynundan çıkarmayı başaramamıştı. Bu onun hayatındaki en büyük sorundu. Bu madalyon hangi yüzünü çevirirse çevirsin, her ışık hüzmesinde canını yaktı.

Asla iyi bir yazar olmadığını düşünüyordu. Yazmak onun için sadece dürtülerini törpülemek, haykıramadıklarını kağıda dökmekti. Yazarken adeta nefes alıyordu. Ama işte, kesinlikle iyi bir yazar değildi (!)

Kafka Müzesi

Franz o kadar iyi bir yazar değildi ki, ölümünden sonra Prag’daki evi bir müzeye dönüştürüldü. Hatta üzerine konferanslar düzenlenecek kadar kötü bir yazardı (!)

Franz, hiçbir zaman ne kadar iyi olduğunu kabul etmeden gözlerini yummuştu. Belki de o madalyon hala boynunda asılı bir ruh olarak dolaşıyordur, neden olmasın. Hatta ona arada sitem, çoğunlukla övgü dolu şu cümlelerimi naçizane karalarken beni o madolyonunun yansımasından izlediğini varsaymak istiyorum.

Tanrım, Franz… Sen ne mükemmel bir adamsın. Eğer gerçekten ütopyamdaki gibi beni duyuyorsan üç kere masaya vur. Sonra anla: Sen hep çok iyi bir yazardın. Sadece insanlar senin değerini geç anladılar…

Sevgimle…

Damla Karakuş

[email protected]

Not:

Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.

Kaynak:Enson haber Biyografi

Sen de Yorum yazmalısın bence.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir