Knut Pedersen Hamsun; Norveçli yazardır (Lom/Garmostraet 1859-Grimstad/Nörkholm 1952).
Düzenli öğrenim göremedi. İki kez ABD’ye giderek daha uygun fırsatlar aradı, kendini yetiştirdi, hazırladı. İlk romanı Açlık (Sult) ile 1890 geniş ilgi gördü.
1920 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı, uygarlığın getirdiği ters değerlere, bozulan yaşam düzenine karşı kırsal yaşamı yüceltirken kendisini Nazi anlayışına yakın buldu (1930). Norveç’e giren Almanlarla işbirliği yaptığı için savaştan sonra tutuklanıp suçlandıysa da yaşının geçkinliği onu para cezasıyla kurtardı.
Başlıca eserleri: Nysterier (Gizemler) 1892, Pan (1894), Victoria (1898), Sonbahar Yıldızları Altında (Under Hostsjeruen) 1907, Benoni (1908), Rosa (1908), Bernfav Tilden (Çağlarının Çocukları) 1913, Segelfoss by (S. Kasabası) 1915, Dünya Nimeti (Markens Grade) 1917, Koneme Vedvandpossen (Çeşme Başında Kadınlar) 1920, Göçebe (Landsrykerere) 1927, August (1930), Men Livet Lever (Ama Yaşam Sürüyor) 1933, Ringen Slutet (Çember Kapandı) 1936. Birkaç oyunu varsa da, öykü ve romanlarının yanında sönük kalmıştır. Şiirleri: Det Vilde Kor (Yabanıl Yürek) 1904.
Başlıca eserlerinin özetleri:
Açlık, üne kavuşturan ilk romanıdır. Konu, Knut Hamsun’un iş ve ekmek arayışıyla Amerika’ya iki kez yaptığı yolculuk öncelerindeki sıkıntılar dönemini yansıtır; kaçınılmaz bir biçimde öz-yaşam öğelerini taşır. Eser, yazılarından geçim bekleyen ve ummadığı bir darlığa düşen onurlu bir aydının yoksunluklarını, bekleyiş içindeyken düştüğü umarsız yalnızlığı, açlığın düşündürdüğü en olmaz olasılıkları, kişinin yavaş yavaş onurundan da özveride bulunarak içgüdüsel gereksinimlerini karşılamak için başvurduğu ahlak dışı yordamları dile getirir.
Eser, bir gemide iş bulan anlatıcının, kendisine acımakta geç kalan kadın arkadaşından gelen parayı bencil otelci kadına fırlatıp o kentten ayrılmasıyla sonuçlanır. Aslında önemli olan öyküyü anlatan kişinin başından geçen tekil olaylar değil, açlık olgusunu son derece etkili bir biçimde betimleyen yazarın gücüdür.
Dünya Nimeti, Kuzey Norveç’in ıssız bölgelerinde emek karşılığı hükümetçe dağıtılan ham topraklara yerleşen İsak, çalışmayı ibadet değerinde sayan tutumuyla çevresini yeşertir, rastlantıyla tanıştığı İnger ile birleşerek verimli ve yeterli bir çiftliğe sahip olur (Sellenraa). Sağlıklı iki erkek çocuktan sonra doğurduğu dudağı yarık kızını, kendi kötü yazgısını çekmemesi için ortadan kaldıran İnger, cezasını hapishanede çekerken, kent yaşamının bütün kötü eğilimlerini edinirse de toprağına dönünce hepsinden kurtulur. Büyük oğul başarısız bir ticaret girişiminden sonra Amerika’ya yollanır; babasının izinde giden küçük oğul Sivert, dünya nimeti olan topraklarının yönetimini üstlenirken yaşlı ana babasına dirlik sağlar. İsak ile İnger’in gittikçe yerleşime açılan-toprak komşularını da yan çizgide sergileyen roman, Voltarie’in Candide’ini sonuçlandıran ilkeyi tez yapmış gibidir: “Il faut planter notre jardin: Bahçemizi ekip biçmeliyiz.”
kaynak:nkfu