‘Aptal sarışın’ etiketini üzerine büyük bir başarıyla almış, bence müthiş zeki, bir kadının biyografsinden bahsedeceğim bugün: Marilyn Monroe. Kayıtsız kalınamayacak güzelliği ile bir zamanlar kasırgalar estirmiş, herkesin başını döndürmüş bir güzellik. Kim ne derse desin sevildiği yadsınamayan, adının geçtiği her masanın soluksuz konusu olabilen, kadın figürü denildiğinde her yerde ilk akla gelen kadın. Hatta belki kadın sözcüğünün karşılığı, Marilyn Monroe.
Ne kadar övülse güzelliği anlatmaya yetmez. Çünkü aslında her şeyden önce onun baş döndüren bir aurası var. Böylesine mükemmel andığımız kadının elbette bir de sıradışı bir hayat hikayesi…
Marliyn’in babasının kimliği hala belli değil
Monroe’ye 1 Haziran 1926’da doğduğunda annesi tarafından Norma Jeane Mortenson ismi verildi. Hala kimliği resmen belli olmasa da babasının, annesinin RKO stüdyolarında birlikte çalıştığı Charles Stanley Gifford adlı satış elemanı olduğu düşünülüyor. Başkaca düşünenlere göre de babası, annesinin ikinci evliliğini yaptığı Martin Edward Mortenson da olabilir.
Marilyn’in hayatı aslında doğduğunda değil, annesi Glady Pearl Baker’e şizofreni teşhisi konulduğu gün başladı. Çünkü o gün Marliyn bundan sonraki hayatını yetimhanlerde ve bakıcı ailelerin yanında geçirmek zorunda kalacaktı.
Yedi yaşına kadar aşırı dindar bir aile olan Albert – Ida Bolender çifti ile yaşadı. Daha sonra annesi kendisini toparladı, bir ev alarak onu yanına aldı ve birlikte yaşamaya başladılar. Ancak annesinin akıl hastaklığı her gün biraz daha kendini hissettiriyordu. Bu sebeple Glady’i tekrar akıl hastanesine yatırmak zorunda kaldılar.
Artık Marlyn’in yeni evi annesinin en yakın arkadaşı Grace McKee idi. Grace de 1935’te Ervin Silliman Goddard ile evlendiğinde Marliyn’e tekrar yetimhane yolları göründü. Marliyn Los Angeles yetimhanesinde yaşamaya başladı. Grace pişmanlık yaşıyordu. İki yıl kadar sonra dayanamayıp Marilyn’i tekrar eve getirdi. Ama bu sefer de Grace’in kocası Ervin, Marilyn’i taciz etti.
Marilyn dokuz yaşına gelmişti. Yaşadığı bu acı olayın üzerine halası Olive Brunings’in yanına gönderildi. Ancak burada da halasının oğulları tarafından taciz edildi. Marilyn yaşadığı psikolojinin ağırlığına bakılmaksızın oradan oraya sürüklendi. Küçücük bedeninde açılan yaralarla Marilyn sadece göç ediyordu.
Halasından sonraki durağı Grace’in yaşlı halası Ana Lower oldu. Ancak Ana gerçekten çok yaşlıydı. Bir süre sonra sağlığı bozulmaya başladı ve Marilyn Grace’in yanına dönmek zorunda kaldı.
Marilyn 16 yaşındaydı. Komşunun 21 yaşındaki oğluyla kısa süreli bir flörtten sonra onunla evlendi. Göçebe hayatını yerleşik bir hayata taşıyacağına inanan genç bir kız olarak yeni evine taşındı. Ancak bu evlilik sadece dört yıl sürebildi. Marilyn boşandı. Artık 20 yaşında genç bir kadındı.
Boşandıktan sonra artık kendi ayakları üstünde durabilmeliydi. The Blue Book mankenlik ajansına girerek modellik yapmaya başladı ve oyunculuk – şarkıcılık kurslarına kaydını yaptırdı.
Kısa sürede The Blue Book ajansının başarılı modellerinden biri oldu. Fotoğrafları magazin dergilerinin sayfalarını süslemeye başlamıştı. Bu fotoğraflar 20th Century Fox yöneticisinin dikkatinden kaçmadı. Ben Lyon, Marilyn için bir deneme çekimi ayarladı ve altı aylık bir kontrat imzaladılar. Marilyn, Ben’in önerisiyle artık gerçekten Marliyn Monroe oldu. Norma Jeane Mortenson olan kimlik adı değişti.
Birlikte ”Scuda Hoo! Scuda Hey!” ve ‘Dngerous Years” adlı iki film çektiler. Ancak bu filmler başarısız oldu ve Marilyn Monroe sinemadan uzaklaştı. Çünkü Fox şirketi Marilyn ile yeni bir kontrat imzalamıyordu. Marilyn de modelliğe devam etti.
Modelliğe devam ederken bir yandan da oyunculuk eğitimini sürdürdü. Bu dersler ona ”Ladies of the Chours” filminde ilk kez şarkı söyleme ve dans etme imkanı verdi. Bunun ardını ”The Aspalth Jungle” ve ”All About Eve” izledi. Bu iki filmde aldığı kısa rollerle Marilyn eleştirmenlerin özellikle dikkatini çekmişti. Bu filmlerin ardından ”We’re not Married!”, ”Love Nest”,‘‘Let’s Make It Legal” ve ”As Young As You Feel” filmlerinde küçük rollerde göründü.
Marilyn küçük, önemsiz rollerde yer alsa da oldukça ilgi çekiyordu. RKO yöneticileri Marilyn’in potansiyelini ”Clash of Night” filminde değerlendirdiler. Film başarı gösterdi ve Fox Marilyn’i yeniden bünyesine almak istedi. Onu ”Monkey Business” adlı komedi filminde oynattı. Eleştirmenler artık Marilyn’in başarısına kesinlikle kayıtsız kalamıyorlardı. Her yerde onun artan ününden bahsedilir olmuştu. Hatta son iki filmin başarısı kesinlikle Marilyn’in yükselen ününe bağlıydı.
Marilyn artık başarılı bir oyuncu olarak tanınmaya başlamıştı. Ancak bunun yanında çalışılması zor bir oyuncu olarak da ünleniyordu. Sürekli setlere geç kalıyor ya da hiç gitmiyordu. Repliklerini unutuyor, performansı onu tatmin edene kadar tekrar çekimler istiyordu. Uykusuzluk ve gerginlik için kullandığı barbitüratlar ve amfetaminler onu çekilmez biri yapmıştı.
Sahne korkusu, kendine güvensizliği ve bunlara inat mükemmelliyetçi yapısı film setlerinde kendini gösteriyordu. Bu çelişkilerin sebebi elbette kullandığı ilaçlardı. Duygularını, davranışlarını düzenlemeye geçici olarak bulduğu bu çözümler giderek onu hasta ediyordu.
Aslında 50’li yıllarda ilaç kullanımı oyuncular arasında standart bir uygulama haline gelmişti. Ancak Marilyn İlaçlarıyla birlikte alkol kullanımını da artırmış bunun problemlerine çözüm olacağını düşünmüştü. Oysa bu çözümler, günden güne kötüye gitmekten aşka bir işe yaramıyordu.
1952 yapımı ”Don’t Bother to Knock” filmi ile Marilyn sonunda psikolojik sorunları olan bir çocuk bakıcısı rolüyle, başrolde oynadı. Düşük bütçeyle yapılmış B tipi bir filmdi, ancak bu filmden sonra eleştirmenler Marilyn’in daha büyük rollerde de oynayabilecek potansiyelde olduğunu yazdılar.
Marilyn, 1953 yılında oynadığı ”Niagara” adlı filmle şöhreti de tam anlamıyla yakalamış oldu. Eleştirmenler bu kez onun kamerayla müthiş uyumundan çok etkilenmişlerdi. Kocasını öldürmeye çalışan bir kadını canlandıran Marilyn Monroe, adeta kameralarla aşk yaşıyordu. Bu uyum onun şöhretini tamamen desteklemişti.
Marilyn, şöhretinin en zevkli basamağındayken bir zamanlr verdiği seksi pozlar ortaya çıktı. Olası bir skandalı son anda engellemeyi basına verdiği ifadelerle başardı. İfadesinde verdiği pozları kabullendiğini, ancak bunu parasız kaldığı için yaptığını açıkladı. Hatta bu pozlar daha sonra Playboy dergisinin ilk sayısında yayınlandı.
Şöhretinin meyvelerini tatlı tatlı yiyen Marilyn basamakları keyifle tırmanmaya devam ediyordu. Çok zorlu yollardan bulunduğu noktaya, her düştüğünde kalkmasını bilerek gelmişti. ”Gentlemen Prefer Blondes” ve ”How to Marry a Millionaire” büyük başarı kazandı. Bu filmlerin de başarısıyla artık Marilyn, A sınıfı aktrisler kategorisinde anılmaya başlandı.
Bu filmlerden sonra ”River of No Return” ve ‘‘There’s No Business Like Show Business” adlı filmleri başarılı olamasa da bunun bir önemi yoktu. O artık tam anlamıyla adını Marilyn Monroe olarak A sınıfına yazdırmıştı.
Bu dönemde beyzbol yıldızı Joe Dimaggio ile uzun süreli bir birlikteliği vardı. Marilyn bir zamanlar Norma olarak evlenmişti. Joe ile o gün Marilyn olarak evlendi. Ancak bu evlilik de sadece 9 ay sürdü.
Marilyn, stüdyo başkanı Zanuck’un kendisine ayarladığı aptal şarışın rollerinden çok sıkılmıştı. 1955’te ”The Seven Year Itch” filmini tamamladı ve kontratını iptal etti. New York’a ”Actor’s Studio” da oyunculuk okumaya gitti.
O bu durumdan sıkılmış olsa da bugün Marilyn Monroe hala bu filmler ile hatırlanıyor ve seviliyor.
Marilyn New York’daki oyunculuk eğitimi sırasında yazar Arthur Miller ile tanıştı. Arthur Miller daha sonra Marilyn’in üçüncü eşi oldu.
İşleri başarısız olan Zanuck, Marilyn’i geri dönmesi için ikna etme çabası içindeydi. Özellikle ”The Seven Year Itch”ın başarısından sonra Zanuck, Marilyn’in tüm şartlarını kabul eden bir kontrat hazırladı. Anlaşmalarına göre bundan sonra Marilyn sadece kendi onayladığı senaryolarda ve istediği yönetmenlerle çalışacaktı. Üstelik Fox dışındaki yağım şirketleir ile de çalışmakta özgürdü.
Marilyn, Fox ile anlaşması üzerine 1955’te Joshua Logan yönetmenliğinde ”Bus Stop” filminde oynadı. Bu filmdeki salon şarkıcısı Cheire rolüyle kariyerindeki eni iyi dramatik performansı gösterdi. Eleştirmenlerin ilgi odağı olan Marilyn, yine övgülere boğuluyordu. Altın Küre Ödülü’ne aday gösterilmişti.
Marilyn, aldığı mükemmel övgüleri kalbine doldurup eşi Arthur Miller ile Londra’ya gitti. Burada Laurence Olivier ile ”The Prince and the Showgirl” adlı filmi yaptılar. Bu film oldukça karışık eleştiriler aldı. Pek fazla başarı da gösteremedi. Ama yine de Marilyn Monroe’nin varlığı yetiyor ve oyunculuğuyla göz dolduruyordu.
Bu filmle Oscar denkliğinde kabul gören İtalyan David di Donatella ve Fransız Crystal Star Ödülleri‘ni kazandı. Ayrıca İngiliz BAFTA Ödülü’ne de aday gösterildi.
Filmden sonra Marilyn Londra’dan döndüğünde hamile olduğunu öğrendi. Sevinci çok uzun süremedi. Çünkü yaşadığı dış gebelikten başka bir şey değildi.
1959’da ”Some Like It Hot” filmi, Billy Wilder yönetmenliğinde kariyeri boyunca oynadığı en başarılı film oldu. Hatta bu filmdeki rolüyle Altın Küre de kazandı.
Ama madalyonun diğer yüzünde yaşanan olaylar bu kadar renkli ve yüz güldüren cinsten değildi. Her şey yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor, müthiş derecede rahatsız edici bir parlama ile kendini gösteriyordu.
Marilyn yine sete sürekli geç gelmeye, repliklerini unutmaya, hatta zaman zaman çekimlere katılmayı reddetmeye başlamıştı. Bu durum yönetmeni Billy ile aralarında büyük kavgalara sebep oluyordu.
Bir yandan da Marilyn tekrar hamile olduğunu öğrenmişti. Gerginliğinin ya da tutarsız davranışlarının sebebi hamileliği midir bilinmez ama film tamamlanmıştı ki, Marilyn düşük yaptı. Bu durum hiç dile getirmemiş olsa da onu içten içe sarsıyordu.
Bu filmden sonraki ”Let’s Make Love” ziyadesiyle başarısızdı. Ama buna rağmen filmde söylediği ”My Heart Belongs to Daddy” şarkısı ile yine adından söz ettirmeyi başardı.
Marilyn hep böyleydi. İçinde bulunduğu projeler genel anlamda başarısız olarak anılsa da o bir şekilde bireysel olarak işin içinden sıyrılıyor ve adından söz ettiriyordu.
Ayrıca yine bu filmdeki rol arkadaşı Yves Montand ile bir yasak ilişki yaşadı. İçinde yaşadığı tüm karmaşa farklı yollardan hayatını yönlendiriyordu.
Artur Miller’in senaryosunu yazdığı, 1961 yapımı ”The Misfits” filminde Marilyn, çocukluk idolü Clark Gable ile başrolü paylaştı.
Filmin çekimi boyunca Marilyn’in sorunları devam etti. Hatta iki kez yorgunluk ve sinir boşalması sebebiyle hastaneye dahi yatırıldı. Ama yine madalyonun bu yüzü kimseyi ilgilendirmedi. Film gösterime girdiğinde Marilyn ve diğer oyuncuların performansları eleştirmenlerin ilgisini çekmeye yetmişti.
Ama bir yandan da film karışık eleştiriler aldı ve fazla hasılatı olmadı. Yine de Marliyn için ağır olan bu değildi. Bu filmden sonra Marilyn ve Arthur boşandı.
Marilyn, Arthur ile ayrı olmanın sızısını taşıyamıyordu. Ya da çocukluğundan beri içinde taşıdığı her şey gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Boşanma sonrası yaşadığı depresyon sebebiyle bir süreliğine tedavi için Payne Whitney Kliniği’ne yatırıldı.
1962 yılında ”Something’s Got to Give” adlı komedi filminde oynamaya karar verdiğinde Marilyn, aynı zamanda ilk çıplak sahnelerinin de çekilmesini kabul etmişti.
Ancak bu film asla tamamlanamadı. Çünkü Marilyn sete gecikmeleri abarttı. Hatta bir gün hasta olduğunu söyleyerek sete gitmediğinde, hakkında aşk söylentileri olan J.F.Kennedy’in doğum gününde şarkı söylüyordu.
Bunun üzerine Fox, Marilyn’i kovdu. Ona tazminat davası bile açıldı. Fox, filmi tamamlamak için başka bir oyuncuyla anlaşsa da filmdeki rol arkadaşı Dean Martin başka bir aktrisle çalışmayı kabul etmediğinden Marilyn yeni bir sözleşmeyle işe geri alındı. Ancak bu da filmi tamamlamaya yetmedi.
Film çekimleri tekrardan başlamamıştı ki, Marilyn yüksek dozda aldığı sakinleştirici sebebiyle 5 Ağustos 1962’de Brentwood, Los Angeles’teki evinde hayata gözlerini kapadı. Henüz 36 yaşındaydı.
Ölümünün ardından yapılan otopsinin raporlarına göre, Marilyn yüksek dozda barbitürat alarak intihar etmişti. Ancak olay yerindeki delil yetersizliği, otopside alınan dokuların kaybolması ve görgü tanıklarının çelişkili ifadeleri yaşanan olayın intihar değil de cinayet olduğunu düşündürdü.
Hatta Kennedy ailesinin bu cinayetle bir ilgisi olduğuna dair kaıtlanmamış birçok iddia bile öne sürüldü. Yine de bu durum hala muallakta.
Tek bir gerçek varsa, o da Marilyn Monroe’nin çok erken yaşta öldüğüdü ve geri gelemeyeceğidir.
Marilyn’in bedeni eski eşi Joe Dimaggio’ya teslim edildi. Joe, Marliyn için bir cenaze töreni düzenledi ve Westwood Village Memorial Park Mezarlığı’na defnetti. Takvimler 8 Ağustos 1962’yi gösteriyordu. Marilyn Monroe, soluksuz ve sonsuz yolculuğuna uğurlandı.
Bir hayat böyle yaşandı ve bitti. Gerçekten göremediğimiz gözyaşları ve gülüşleri ile bu dünyadan giden Marilyn, geride bize kadının gerçek görselini bıraktı. Dilerim şimdi sonsuza dek huzurlu bir uykudadır…
Damla Karakuş
[email protected]
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Kaynak:Enson haber Biyografi