Matsuo Başo; (d. 1644, Ueno, İga – ö. 28 Kasım 1694, Osaka, Japonya), Japon haiku şairlerinin en büyüğüdür. On yedi heceden oluşan haiku’yu biçim ve anlam yönünden zenginleştirmiş, Zen Budacı ruhuyla yoğurarak sanatsal bir tür haline getirmiştir.
Haiku’yu küçük yaşta ilgi duyan Başo, önceleri edebiyat sevgisini bir yana bırakıp, bir toprak sahibinin hizmetine girdi. Efendisinin 1666’da ölmesinden sonra, samurai’ likten (savaşçı) ayrılıp kendini şiire verdi. Başkent Edo’ya (bugün Tokyo) yerleşti; çok geçmeden şair ve eleştirmen olarak ünlendi. 1679’da, adının duyulmasını sağlayan “yeni biçim”i uyguladığı ilk şiirini yazdı: “Kuru bir dala / Bir karga kondu: / Güz gecesi inmekte”.
Bu deyişteki yalın, betimleyici hava, birbirinden bağımsız iki olgu arasında kurulan benzerlik ve karşıtlık, Başo’nun üslubunun ayırt edici özelliği oldu. Başo, o sıralarda yaygın bir edebi eğlence olmanın dışında fazla bir değer taşımayan haiku’da görülen, dedikodu türü günübirlik dokundurmalardan ve biçime körü körüne bağlılıktan kaçınmaya çalıştı. Haiku’nun bayağılıktan uzak, aynı zamanda kalıcı olması gerektiğini savundu. Zen felsefesini öğrenip benimseyerek dünyanın anlamını şiirinin yalın düzeni içine sığdırmaya, küçük şeylerde saklı umutları açığa vurmaya ve bütün nesnelerin birbiriyle ilişki içinde olduğunu göstermeye çalıştı.
1684’te, çalışmalarını önemli ölçüde biçimlendirecek bir dizi yolculuğun ilkine çıktı. Yol boyunca karşılaştığı çeşitli görünümleri sergilediği haiku’lardan başka, bu şiirlerin arka planını oluşturan ve en az onlar kadar güzel olan düzyazı parçalar da bu gezilerden edindiği izlenimlerin ürünüdür. Japonya’nın kuzey bölgelerine yaptığı ziyareti anlatan Oku no hosomiçi (1694; Oku’ya Giden Dar Yol) Japon edebiyatının en güzel yapıtların-dandır.
Başo yolculukları sırasında yerel şairlerle de karşılaştı; onlara renga (zincirleme dize) kurma yarışmaları yaptı. Renga sanatında öylesine ustaydı ki, bu türdeki ürünlerini bazı eleştirmenler onun en yetkin yapıtları sayarlar. Başo renga yazmaya başladığında, birbirini izleyen dizeler arasındaki bağ, genellikle bir cinas ya da sözcük oyunuyla kurulurdu. O ise şairlerin yalnızca sözel ustalıkla yetinmeyip, dizelerini “hoş koku”, “yankı”, “ahenk” gibi ölçütleri de hesaba katarak bağlamalarını savundu.
Başo’nun şiirini anlatmak için sık sık kullanılan sabi terimi, yaşlı, solgun ve göze batmayan şeylere duyulan sevgi anlamına gelir. Bu nitelik, örneğin şu dizelerde vardır: “Krizantem kokusu… / Ve Nara’da / Bütün kadim Budalar.”
Bu şiirde, krizantemlerin baygın kokusuyla, eski başkentteki tozlu, pul pul dökülen heykellerin görsel imgesi iç içedir. Şiirinin incelikli havasına uygun bir yaşam süren Başo, çağının genel görkemine ters düşecek biçimde azla yetinen, dünya nimetlerinden uzak duran, yalın bir insan olarak kaldı. Olanak buldukça, toplumun dışına çıkıyor, Fukagova’daki muz ağacı yapraklarından yapılma kulübesine (başo-an) çekiliyordu. Takma adını da bu basit kulübeden almıştır. Ondan sonra gelen şairler Başo’ya büyük saygı göstermişlerdir.
kaynak:nkfu