Etiket: bilgi

Alparslan Kimdir

Sultan AlparslanAlparslan (1029 veya 1033-1072) Malazgirt Savaşı‘nı zaferle bitirerek Anadoluyu Türklerin yurdu haline getirmiş olan büyük Selçuklu hükümdarıdır.

Asıl adı Mehmet, lakabı Adud-ud-Devle’dir. Babası Çağrı Bey ölünce Horasan’a hakim olmuştu. 1063 yılında amcası Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ölünce, Türk beyleri kendisini hükümdar yapmak istemişlerdi. Fakat vezir Amid-ül-Mülk-i Kündürî’nin uğraşmaları ile sultanlığa Alp Arslan’ın kardeşi Süleyman geçirilmişti. Süleyman’ı istemeyen Türk beyleri Alp Arslan’a bağlılıklarını bildiklerinden, durumu kabul etmek zorunda kalan Kündürî’nin daveti üzerine Alp Arslan Selçuklu Hükümdarı ilan edildi. İlkin kendisini tanımak istemeyen akrabalarından bazıları ve bazı beylerle uğraşmak zorunda kaldı. Onların hepsini ve kardeşini ele geçirdiği halde sonradan affetti.

Alp Arslan 1064’te Bizans üzerine yürüdü. Gürcistan kralını haraca bağladı. Kars ve Ani şehirlerini aldı. Kendisine baş kaldıran Kirman valisi kardeşi Kavurt’u yola getirdi. Bir yıl sonra Amuderya’nın ötesine kadar uzanan bir kuzey seferinden dönüşte Melikşah‘ı kendisine veliaht yaptı. 1067’de yeniden ayaklanan Kavurt’u tekrar yola getirdi.

Aral Gölü’nün kuzeyindeki Türk boylarını emri altına almaya uğraşan Alp Arslan, bir taraftan da bazı Türk komutanlarını, Bizans üzerine akın yapmak üzere Anadolu’ya yollamıştı. Bu akıncıların saldırısına karşı koymak isteyen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes sefere çıkmak zorunda kalmıştı. Fakat Malatya’daki kuvvetlerinin Türkler tarafından yenildiğini duyunca geri döndü.

Alp Arslan 1070 ilkbaharında Bizans’a karşı yeni ve kesin bir taarruza geçmeye karar verdi. İlkin Azerbaycan’a girdi. Buradan Doğu Anadolu’ya geçerek Malazgirt kalesini, Urfa’yı aldı. Bir yıl sonra Halep’i de aldıktan sonra, Bizans’ı bırakarak Mısır üzerine yürüdü. O sırada Bizans İmparatoru’nun, ordusu ile, Azerbaycan’a doğru yola çıktığını duyunca ordusunun bir kısmını Suriye’de bırakarak geri döndü. Malazgirt ovasında karşılaşan iki ordudan Bizans ordusu kuvvetçe Selçukluların iki mislinden fazla idi. Buna rağmen büyük bir bozguna uğradılar, imparatorları da esir düştü. Alp Arslan, esir İmparatora büyük hürmet gösterdi ve onu serbest bıraktı. Böylece Malazgirt Meydan Savaşı’nın zaferle bitmesi Anadolu’da yeni bir Türk vatanının kurulmasına yol açtı.

Alp Arslan 1072’de Maveraünnehir civarında ele geçirdiği bir kalenin komutanı tarafından ağır yaralandı ve birkaç gün sonra öldü. Çok cesur bir komutan, üstün karakterli bir hükümdardı. Devleti sağlam temeller üstünde kurmak için çalışırdı. Genç yaşta ölmeseydi büyük bir cihangir olacağını bütün tarih yazarları söylemektedir. Zamanın en büyük devlet adamlarından Nizam-ül-Mülk onun veziriydi.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı (Kısaca)

Mehmet Akif ErsoyBüyük bir Türk şairidir. İstanbul’da doğdu. Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmet Tahir Efendi’nin oğludur. Babasından ve babasının arkadaşları olan medrese ileri gelenlerinden Arapça ile Farsça’yı, dini bilimleri öğrendi. Fatih Rüştiyesi’ni, İstanbul İdadisi’ni bitirdi. Genç yaşta babasını kaybetti. Halkalı’daki sivil Yüksek Baytar Mektebi’ne girdi. Burada Fransızca öğrendi, 1894’te sınıfının birincisi olarak okulu bitirdi. İmparatorluğun Rumeli, Anadolu, Suriye eyaletlerinde ödevlerde bulundu.

Mehmet Akif 1908 Meşrutiyeti’nden hemen sonra yazı ve şiir hayatına atıldı. «Sırât-ı Müstakîm» ve onun devamı olan «Sebîlu’r-Reşâd» dergilerinde başyazarlık etti; sonradan, 1911’de, kitap halinde topladığı şiirlerini burada yayınlamaya başladı. «İslâmcı» denen akımın en tanınmış lideri haline geldi. Halkalı Yüksek Ziraat Mektebi’nde, Edebiyat Fakültesi’nde müderris (ordinaryüs profesör) olarak edebiyat okuttu. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’ya inceleme gezisine gönderildi; döndükten sonra gözlemlerini yayınladı.

Kurtuluş Savaşı başlayınca Mehmet Akif Ankara’ya geçti, I. Büyük Millet Meclisi’nde Burdur milletvekili oldu. Kurtuluş Savaşı’nı bütün gücüyle destekleyerek, ateşli yazıları ile halkı canlandırdı, aydınlattı. Yazdığı İstiklâl Marşı, 1921’de B. M. M. tarafından Millî Marş olarak kabul edildi. 1925’te Kahire ye gitti, orada üniversitede Türk Edebiyatı okuttu. Ancak 11 yıl sonra, 1936’da, İstanbul’a döndü. 27 aralık 1936’da öldü. Halkın ve gençliğin katıldığı muazzam bir kalabalıkla Edirnekapı Şehitliği’ne gömüldü.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Nene Hatun Kimdir Kısa Bilgi

Nene Hatun

Nene Hatun Türk kadınının kahramanlık timsali bir kişidir. 1857 ile 22 Mayıs 1955 yılları arasında yaşamıştır. 93 Harbi olarak da bilinen 1877 ile 1878 yılları arasında yapılan Osmanlı Rus savaşı esnasında Aziziye Tabyası’nın savunulması esnasında göstermiş olduğu büyük kahramanlıklar ile adını Türk tarihine altın harfler ile yazdırmıştır. Aziziye Tabyasının savunmasına o dönemde henüz daha 20’li yaşlarda iken ve küçük yaşlarda iki çocuğunu bırakıp gelmiştir.

Ermeni çetelerinin Aziziye Tabyasındaki tüm Türk askerlerini şehit etmesi sonrasında Rus birlikleri Aziziye Tabyasına hiç bir zorluk yaşamadan girmişlerdi. Bunu haber alan Erzurum halkıda düşmanı savunmak için ölümü göze alarak daha doğrusu ölümü hiçe sayarak Tabyanın savunmasına Erzurum’un savunmasına koşmuşlar ve Nene hatun’un başlattığı direniş taa ki düşman askerleri Erzurum’u terk edene kadar devam etmiştir.

Nene Hatun’un Erzurum’da savaş esnasında türlü türlü görevleri üstlenmiş yaptığı işler destanlanmıştır. Ölümünden 3 ay öncesinde Türk Kadınlar Birliği tarafından yılın annesi seçilerek onure de edilmiştir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Saba Melikesi Belkıs Kimdir (Kısaca)

Saba Melikesi Belkıs

SABA MELİKESİ BELKIS

M.Ö. X. yüzyılda yaşadığı söylenen bir kraliçedir. Gene hikâyelere göre, bugünkü Yemen’in bulunduğu yerde bir Saba ülkesi vardı. Saba ülkesinin hakkında tarihçiler pek bilgi vermediği halde, Melike (kraliçe) Belkıs’ın adı birçok hikayelere geçmiştir. Bu arada, aynı zamanda peygamber sayılan İsrail Kralı Süleyman’la olan görüşmesinden dolayı ünü bütün dünyaya yayılmıştır.

Hikâyeye göre Belkıs, doğru sözleriyle, hakseverliğiyle komşu ülkelere de ün salan Süleyman’ı görmek isteğine kapıldı. 600 deve yükü değerli eşya ile, altın, kokular ve baharatla Kudüs’e geldi, Süleyman’ın konuğu oldu. Birçok konular üzerinde ondan bilgi edindi. Yurduna dönerken de, Süleyman’a Saba alfabesinin bir örneğini bıraktı.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Yunus Emre Hakkında Bilgi

Yunus EmreTaptuğun dergahına kırk yıl hep doğru odun taşıdığı rivayet edilen Yunus için anlatılanların ne kadarı gerçektir, bunu bilemiyoruz ama yediyüz yıldan beri hep doğruyu, güzeli, iyiyi söyleyen Yunus, elbette ki içi ile, dışı ile, katıksız bağlanışları ile gerçek bir velidir.

Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan.

diyen Yunus’un kalbi Allah’ın hazinelerinden kimbilir nanca nasip almıştı.

«Selçuklar Asrı», Anadolu’nun maddî ve manevî mânâda «Altın Asrı »dır. Bu asır faziletin dilini, kâh Yunus’un ilâhisine, kâh Mevlâna’nın semasına terketmiştir… İnanışların en katıksızı Yunus’tadır… Sözün en vecizi Yunus’tadır. İman Yunus’tadır… Aşk Yunus’tadır.

Taptuk’un dergâhında pise pişe bir kor haline geldi. Gitti her yeri nuruyla doldurdu. Ama kendisini hep o mütevazı kalıbın içinde mahviyetkâr bir ruh olarak gördü.

Taptuğu yüzüstü bırakıp dergâhtan kaçmasını herkes başka türlü yorumlar. Lâkin biz Yunus’un «Dergâha yük olmaması için kaçtığını» sanıyoruz. Yunus hangi makama erdiğini bilmiyordu… Şeyhi Taptuğa yalnız bu konuda inanmamıştı. Fakat bir âsâ, bir abâ ile dağlara düştüğü gün «Erenlerden» olduğunu başkalarından duydu. Döndüğü zaman Taptuk kendisini kabul etti ama tarizde de bulunmadan edemedi.

«— Sen ne mertebede olduğuna biz söylediğimiz zaman inanmadın da, yabancılardan duyunca mı inandın?»

Taptuk kerâmet göstermişti. Yunus Tapduğun ellerine kapandı… Yunus, seven adamdır. O serâpa aşktır. İlmi, aşk potasını yakmak için yakıt yapacak kadar aşk adamıydı… O, yaradanı seviyordu. Yaradılanı seviyordu. Bülbül gibi şakıyan Türkçesi ve tevazu ile ne güzel seslenir.

Yaradılanı hoş gör
Yaradandan ötürü

Yalnız bu iki mısra bir insanı şair, bir şairi aşk adamı yapmaya yeter.

Mübarek gecelerde buhurdanlardan ne zaman buhur kokusu yayılırsa, Yunus’un mısraları da bu kokularla birlikte uhrevî bir terennüm halinde Müslüman evlerini doldurup taşar.

Yunus, Mevlâna’nın Mesnevi’de uzun uzun anlattıklarını bir iki mısrada söyliyen bir Velidir.

Mevlâna, Yunus için hatırımızda kaldığına göre şöyle söyler : «İlimde hangi merhaleye ulaştımsa, karşımda Yunus denilen Türkmen dervişini gördüm.»

Bir başka rivayet daha vardır. Güya Yunus Mevlâna’nın Mesnevi’sini dinledikten sonra :

— Güzel, güzel ama demiş; uzun yazmışsın.

Hazret-i Mevlâna Türkmen Dervişi dediği Yunus’a sorar :

— Sen olsan nasıl yazardın?

«Ben olsam» der koca Yunus :

Etle deriye büründüm,
Yunus diye göründüm.

der. Eskişehir’de mezarı olduğu söylenir… Karaman’da Yunus’a ait bir mezar bulunduğu iddia edilir. Ama Yunus’un yattığı yer Mevlâna’nın deyimiyle «Ârif olan kişilerin kalpleri»dir…

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Kristof Kolomb Hayatı ve Keşifleri

Kristof Kolomb

KRİSTOF KOLOMB >/strong> (1451 – 1506)

Amerika’nın kâşifi, tarihin en büyük denizcilerinden biridir. İtalya’da, o devirde bizim «Ceneviz» dediğimiz Cenova’da doğdu. Babası dokumacıydı. Kolomb’un nasıl bir eğitim gördüğü hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kardeşi Fernando onun hayatı hakkında bir eser yazmıştır ki bu esere göre Kristof, Pavia Üniversitesine girmiş, orada astronomi, geometri, kozmografya okumuştur. Öte yandan, kendisi, 14 yaşından beri gemiciliğe başladığını söylemiştir. Ancak, bütün bunlar Kolomb’un tamamiyle babasının işinden uzak kaldığını göstermiyor, çünkü 1470 1473 yıllarında Cenova’da ticaretle uğraşmıştır.

Kristof Kolomb beş çocuklu bir ailenin en büyük oğluydu. Kendisinden başka iki kardeşi de denizciliğe düşkündü. Bunlardan Bartoldo daima onun sağ kolu olmuş, öbür kardeşi Diego da seyahatlerinde birlikte bulunmuştur.

İlk Seyahatler

Kristof Kolomb daha Cenova’dayken 19-21 yaşları arasında ilk defa denize çıkmaya başlamış, Ege Denizi’ne, bir, iki seyahat yapmıştır. 1476’da dört Cenova gemisinden kurulu bir filoyla İngiltere’ye giderken korsanların hücumuna uğradı. Kurtulan gemilerden biriyle Lizbon’a ulaşabildi. Bundan sonra İngiltere’ye giden Kolomb daha sonra 1477’de İzlanda’ya gittiğini de iddia eder.

1478’de yeniden Portekiz’e giden Kristof Kolomb orada bir kaptanın kıziyle evlendi. Bu arada Lâtince’yi, Portekizce’yi öğrenerek coğrafya kitaplarını incelemeye başladı, dünya hakkındaki görüşü iyice belirdi. Bu arada dünyanın yuvarlak olduğuna inanıyor, hep batıya doğru gidilirse Asya’ya ulaşılacağını ileri sürüyordu. Yalnız, iki hatası vardı. Biri, dünyayı olduğundan küçük sayması, öteki de Asya’yı olduğundan büyük tahmin etmesiydi. Ona göre, Asya’nın doğuya doğru çok yayılmış olması, gittikçe batıya yaklaştığını gösterirdi. Bütün bunlardan başka, o devirde batıya doğru açık denizlerde yolculuk eden birkaç kaptan yüzlerce fersah uzaklarda acayip yapıda sallar gördüklerini söylüyorlardı.

Büyük Plân

Kristof Kolomb, devamlı araştırmaları, görmüş – geçirmiş denizcilerle devamlı temasları sonunda, büyük batı yolculuğuna çıkmaya karar vermişti. Topladığı bilgilere göre, Asya’yı olduğundan büyük kabul ettiği için, 2.500 mil kadar batıya gitmekle Asya’nın doğusundaki adalara ulaşacığını sanıyordu. (Halbuki Kanarya Adaları’ndan Japonya’nın uzaklığı kuş uçuşu 11.000 mildir.)

Bu arada Kristof Kolomb, Portekizlilerin hizmetinde çeşitli deniz seferleri yapmış, kaptan olmuştu. Batıya gitme kararını verince Portekiz Kralı II. Juan’a baş vurarak plânını ona açtı. Kral önceleri Kolomb’un fikrini benimsediyse de çeşitli sebepler yüzünden onun istediği gemileri veremedi. Kolomb da 1484’te İspanya’ya geldi.

Burada sonradan dük olan Medina Celi Kontu ile temasa geçti, ondan büyük misafirperverlik gördü, gene onun vasıtasiyle 1486’da plânını İspanya Kraliçesi İsabella’ya açtı. Yapılan toplantı sonunda teklif orada da geri çevrildi. Kristof Kolomb yalnız seyahat için gerekli masrafın yapılmasını değil, aynı zamanda başka haklar da istiyordu. Bulduğu bütün toprakların kral naipliği ona verilecek, ele geçen ganimetten oda bir pay alacaktı; ayrıca, kendisine derhal amirallik verilmesini de istiyordu. Aynı teklif 1492 ocak ayında İspanyollar tarafından yeniden geri çevrilince, Kolomb Fransa’ya gitmeye karar verdi. Ancak, bu arada ileri görüşlü bazı İspanyollar Kraliçe İsabella’ya çok büyük bir fırsatı kaçırmakta olduğunu söyleyerek onu bu işe razı ettiler. Hemen bir haberci gönderildi, 1492 nisanında Kristof Kolomb’la İspanya sarayı arasında anlaşma imzalandı.

İlk Yolculuk

Yıllardan beri düşündüğü şeyin gerçekleştiğini gören Kolomb büyük bir hızla çalışmaya koyuldu. Birkaç ay içinde üç gemi sefere hazır duruma gelmişti. Bunlar sancak gemisi «Santa Maria» ile «Pinta» ve «Nina» adında daha küçük iki gemiydi. «Santa Maria» nın tayfası 52 kişi, ağırlığı 100 tondu; öteki iki geminin tayfası 18’er kişiydi, «Pinta» 50, «Nina» da 40 tondu. Böylece, amiral ve kaptanları ile birlikte 88 kişiden kurulu filo 3 ağustos 1492’de yola çıktı. İspanya’nın Palos limanından hareket eden gemiler 9 gün sonra Kanarya Adaları’na vardı. Burada ufak-tefek tamirlerden sonra 6 eylülde batıya doğru yola çıkıldı.

Yolculuk önceleri gayet rahat geçiyor, yelkenleri dolduran rüzgârlar gemicileri o çağın bilinmiyen ülkelerine doğru götürüyordu. 17 eylülde tayfalar arasında hoşnutsuzluk başladı. 18’inde bazı kuş sürülerine rastlanması, alçak bulutlar tayfalarda karaya yaklaştıkları kanısını uyandırdı. İki gün sonra kuşlar göründüyse de bir türlü karaya varamıyorlardı. Bundan sonra gene günlerce yollarına devam ettiler. 7 ekimde «Nina» dakiler karayı gördüklerini sandılarsa da yanılmış oldukları çabuk anlaşıldı. 11 ekimde «Pinta» dakiler denizde yüzen bir sırıkla bir sopa buldular. Sopanın üstü demirle işlenmişti. Bu, yolculara rahat bir nefes aldırdı. Aynı günün gecesi Kolomb çok uzakta bir ışık gördü. Birkaç saat sonra, 12 ekim cuma günü sabahın saat 2’sinde, «Pinta» gemisindekiler, ay ışığında, karayı gördüler.

Amerika Topraklarında

Ertesi gün öğleye doğru karaya vardılar. Kristof Kolomb, tayfanın büyük bir kısmiyle birlikte, elinde İspanyol bayrağı, karaya çıktı. Hepsi birden toprağı öperek Tanrı’ya şükrettiler. Burası Bahama takımadalarından Guanahani adasıydı. Kristof Kolomb adaya «San Salvador» adını verdi. Bu, yeni bir kıtaydı. Amerika kıtası keşfedilmişti. Yalnız, Kolomb, bunu bilmiyor, ya Çin, ya da Japonya yakınlarındaki Hindistan Adaları’na geldiğini sanıyordu. Bunun için, o adalara «Batı Hint Adaları» adı verildi, yerlilere de «Hintli» denildi. Bugün de Amerikalılar, İngilizler, daha birçok Batılılar Amerika yerlilerine (kızılderililerine) «Indian», (Hintli), Antil Adaları’ na da «West Indies» (Batı Hint) derler.

Kristof Kolomb bu ilk seferinde şu adaları keşfetti: Santa Maria de la Concepcion (bugünkü Rum Cay), Fernandina (Long Island), İsabella (Crooked Island), Juana (Küba), Hispaniola (Haiti). Bu sonuncu adadan ayrılacakları sırada dümencinin dikkatsizliği yüzünden «Santa Maria» gemisi kayalara çarparak parçalandı. Can kaybı olmadıysa da en büyük gemi elden çıkmıştı. Bunun üzerine, Kolomb tayfadan 44 kişiyi orada bıraktı. Bunlar için geminin enkazından bir kale yapıldı, oraya «La Navidad» adı verildi. Böylece Amerika’da ilk Beyazlar yerleşmiş oluyordu.

4 ocak 1493’te dönüş yolculuğuna çıkan iki gemi çok şiddetli fırtınalarla boğuştuktan sonra martta Avrupa’ya vardılar. Kolomb’un idaresindeki «Nina» önce Lizbon’a uğradı, 15 martta da hareket limanı olan Palos’a vardı. Arkasından da «Pinta» geldi. Kral Fernando ile Kraliçe İsabella Kolomb’u Barcelona’da karşılayacaklardı. Kâşifin Palos’tan Barcelona’ya gidişi muzaffer bir komutanın gidişine benzedi. Yanında, esir ettiği Kızılderililer, Yeni Dünya’dan getirdiği çeşitli hediyeler vardı. Kral ile Kraliçe onu büyük bir törenle karşıladılar. Kendisine «Okyanus Amirali», «Hint Adaları Kıral Naibi» unvanlarını verdiler.

İkinci Yolculuk

Kristof Kolomb ikinci Amerika yolculuğuna 1493 eylülünde başladı. Bu sefer 17 gemiden kurulu bir filoya komuta ediyordu. Gemilerde Amerika’da yerleşmeye giden, hepsi erkek, 1.500 kişi, birçok hayvan, orada yerleşmeye yarıyacak çeşitli malzeme vardı. Ayrıca, yerlileri Hıristiyaniaştırmak için iki de papaz götürüyorlardı. Bu defa 21 günde okyanusu geçerek doğrudan doğruya Antiller’e geldiler. Bu ikinci yolculuk sırasında ilk vardıkları ada Dominica oldu, oradan kuzeye ve batıya doğru giderek Marie Galante, Guadeloupe, Antigua, San Martin, Santa Cruz adalarına ayak bastılar, en sonunda şimdiki Puerto Rico Adası’na gelerek buraya «San Juan Bautista» adını verdiler. 22 kasımda Hispaniola (Haiti) Adası’na gidip La Navidad’ı bulduklarında, kalelerinin yakılmış, bu küçük yerleşmenin dağılmış olduğunu gördüler.

Kolomb bu İkinci seferinde Haiti Adası’nda ilk esaslı yerleşmeyi kurdu, altın madenlerini işletmeye başladı. Adayı kardeşi Diego’nun idaresine verdi. Bu yolculuğunda Jamaika’yı da keşfettikten sonra 1496’da İspanya’ya döndü.

Güney Amerika’nın Keşfi

Kolomb, 1498 yılının 30 mayısında, 6 gemiden kurulu bir filoyla üçüncü yolculuğuna başladı. Bu sefer daha çok güneye doğru gidiyorlardı. Kolomb, uzun bir yolculuktan sonra vardıkları adaya «Trinidad» adını taktı. Daha sonra batıya doğru yola devam ederek Güney Amerika’yı gördü. Burayı da önce bir ada sanmıştı. Günlerce kıyı boylarında dolaştıktan, Orinoko nehrinin çatalağzını gördükten sonra burasının büyük bir kıta durumu gösterdiğini anladı.

Öte yandan, Haiti’de yerleşenler arasında şiddetli anlaşmazlıklar, geçimsizlikler oluyor, Kıraliçe’ye Kolomb’la kardeşleri hakkında sayısız şikâyetler yapılıyordu. Bunun sonucu olarak, Kıraliçe Haiti’nin idaresini devralmak üzere Francisco de Bobadilla’yı Haiti’ye gönderdi. Bobadilla oraya varır varmaz Kristof Kolomb’Ja iki kardeşini yakalattı, zincire vurdurarak ispanya’ya göndermek üzere gemiye bindirdi. Yolda geminin kaptanı, Kolomb’a saygısından, zincirleri çıkarmak istediyse de Kolomb buna razı olmadı, Kıraliçe’nin emriyle yaptığı çalışmaların mükâfatı olan bu zincirleri taşıyarak İspanya’ya gideceğini söv-ledi, öldüğü zaman da zincirlerin kendisiyle beraber gömülmesini istedi.

Kolomb dediğini yaptı, üçüncü yolculuğundan zincirler içinde döndü. Ancak, ölümünden sonra vasiyetinin yerine getirilip getirilmediği bilinmiyor.

Kolomb, İspanya’ya gelince, saraya yazdığı bir mektup sayesinde durumunu düzeltti, hem halk, hem Kıraliçe ona karşı büyük bir sevgi beslemeye başlamıştı. 1502’de Bobadillo’yu yakalayıp memlekete göndermek üzere 30 gemiden kurulu bir filo yola çıkarıldı.

Son Yolculuk

Kolomb’un son yolculuğu 1502 mayısında başladı. Dört gemiyle, 150 kişilik tayfayla yola çıktı. Bu seferinde Jamaika’ya kadar gittikten sonra oradan batıya yöneldi, 30 temmuzda Orta Amerika’ya bugünkü Honduras’a vardı. Ondan sonra, bütün kıyı boyunca güneye doğru indi. Buradaki yerlilerden, karadan birkaç günlük yol ötede bir başka okyanus bulunduğunu öğrendi. Yalnız, oraya gidecek bir yol bulamadı, 1503 yılbaşını Panama’da bir koyda demirlediği gemisinde geçirdi. Kristof Kolomb bu dördüncü, son yolculuğunda birçok fırtınalarla karşılaştı, yerlilerle çarpıştı, birçok kayıp verdikten sonra 1504 haziranında İspanya’ya döndü.

Artık sağlığı iyiden iyiye bozulmuştu. Öte yandan Kraliçe İsabella ölmüştü, Fernando da kendisiyle pek ilgilenmiyordu. Hayatının son yıllarını hasta olarak bir köşede geçirdi, 20 mayıs 1506’da hayata gözlerini yumdu. Ölüsü 1542’de, oğlunun ölüsüyle birlikte, yakıldı, külleri Haiti adasında Dominikan Cumhuriyeti’ne getirildi.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Lamartine Kimdir

Alphonse de Lamartine

Alphonse de Lamartine (21 Ekim 1790, Mâcon, Fransa – 28 Şubat 1869, Paris, Fransa)

Ünlü bir Fransız şairi ve devlet adamıdır. Bir asilzadenin oğludur. Mâcon kasabasında doğdu. Annesi çok zeki, bilgili bir kadındı. Oğlunda sanat zevkinin uyanmasında büyük etkisi olmuştur.

Lamartine küçük yaşta Lyon’da bir okula gönderildi, orada iki yıl kaldıktan sonra, yatılı hayatın yalnızlığına dayanamadığı için kaçtı. Dört yıl da Belley kolejinde okuduktan sonra eve döndü, öğrenimine kendi başına devam etti.

Lamartine, 1811’de İtalya’ya gitti. Napoli’de, bir balıkçının kızı ile ilişki kurdu. Kız, tütün işçisiydi. Lamartine onu, Graziella adı ile anarak, bu addaki eserinde ebedileştirdi. Napoleon’un Moskova bozgunundan sonra, imparatorluk düşünce, askerliğe heves ettiyse de bu meslek sonradan hoşuna gitmediği için bundan da vazgeçti. 1816 eylülünde sağlık bakımından bir süre kalmak üzere gittiği Aix-les-Bains’de bir kadına tutuldu. Ertesi yıl, Elvire diye andığı bu genç kadın ölünce Lamartine, duygularını belirten en güzel şiirlerini yazdı. Istırap, şairi olgunlaştırmıştı. Bu şiirlerin pek meşhur olan bir tanesi de «Göl» adındadır. İlk şiir kitabı 1820 martında basıldı. On gün sonra Lamartine, Napoli elçiliğine ataşe tâyin edildi. O sırada, Cenevre’de, bir İngiliz kızı ile evlendi.

Lamartine Napoli’de bir yıl kaldı, üç yıl sonra Floransa elçiliği kâtipliğiyle gene İtalya’ya gönderildi. 1821’den 1825’e kadar Saint-Point’da bir şatoda yaşadı. Eserlerinin önemli bir kısmını burada yazdı. 1830 ihtilâli, onu yeniden harekete geçirdi. 1831 seçimlerine girdiyse de kazanamadı. 1832’de Doğu’ya uzun bir geziye çıktı. Bir yaşındayken ölen oğlunu unutamıyordu. Kızı Julia ile karısını da bu geziye götürdü. Yunanistan’ı, Suriye’yi, Filistin’i gezdiler. Kızı Beyrut’ta öldü. Kendisi de hastalandı. Bulgaristan’da bir kasabada yattı. Sonra Fransa’ya döndü. Suriye’deyken, milletvekili seçildiğini öğrendi. Meclis’te hiçbir partinin tarafını tutmamakla beraber, nutukları ile büyük bir başarı sağladı. Bu arada ölüm cezası aleyhinde, köleliğin kaldırılması lehinde, bulunmuş çocuklar, basın hürriyeti, Napolyon’un kemiklerinin Fransa’ya getirilmesi için söyledikleri çok derin yankılar yarattı. 1839 – 1842 arasında, güttüğü siyaset belirlileşti. Liberal, insancı, barışçıydı.

1843’te kesin olarak muhalefete geçti. 1847’de yayınladığı «Jirondenlerin Tarihî» adlı eseri, siyasi temayülünü belirtir. 1848 ihtilâlinde önemli rolü oldu. Geçici hükümete devlet bakanı olarak girdi. 1851 hükümet darbesi onun da siyasi hayatına son verdi.

Lamartine’in ihtiyarlığı hayli acı geçmiştir. Süse, şatafata düşkünlüğü, hesapsızlığı yüzünden beş milyon frank borca girmişti. Para kazanmak için tarih ve edebiyat konularında durmadan çalışıyordu.

Lamartine, Fransız romantik şairleri içinde en duygulu bir sanatçı olarak tanınmıştır. Fransız şiirinde gerçek lirizmin kurucusudur. Edebiyatın birçok ifade tarzlarını denemiştir. Şiirlerinin konularını, ana temalarını, daha çok, insanın kaderi karşısında vardığı düşünceler meydana getirir. İnsanın doğduğu çevrelerin ilki olan aile, sevgi ve tabiat Lamartine’i en çok düşündürmüş içlendirmiş konulardır. Ölüm belki de anlatttığı duyguların en kuvvetlisidir. Çünkü Lamartine kendi hayatında birçok ölüm olayları ile karşılaşmış, Graziella’sını, küçücük oğlunu, kızını, karısını, annesini kaybetmişti. Şiirlerinin dili çok sade, son derece ahenkli, zaman zaman benzetmeler ile süslüdür. Tarihe ait eserlerinde, gerçeklere tamamen bağlı kalmıştır.

Lamartine’in 63 cilt tutan müsveddeleri Paris Millî Kütüpanesindedir. Başlıca eserleri şunlardır:

Şiir. — «Premieres Meditations Poetiques» (İlk Şairce Düşünceler, 1820); «Nouvelles Mediations Poetiques» (Yeni Şairce Düşünceler, 1823); «La Mort de Socrates» (Sokrates’in Ölümü, 1823); «Jocelyn» (1836); «La Chute d’un Ange» (Bir Meleğin Düşüşü, 1838 )

Roman. — Graziella (1849); Raphael (1849); Genevieve (1851).

Tarih. — «L’Histoire des Girondins» (Jirondenler’in Tarihi, 1847); «L’Histoire de la Revolution de 1848 (1848 İhtilâli’nin Tarihi, 1849); L’Histoire de la Turquie» (Türkiye Tarihi, 1854- 1855); L’Histoire de la Russie (Rusya Tarihi, 1855).

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Vladimir Lenin Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

leninVladimir İlyiç Lenin (22 Nisan 1870 – 21 Ocak 1924)

Rusya’daki komünizm hareketinin öncüsü, Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan bir Rus devrimcisidir. Asıl adı Vladimir İlyiç Ulyanov’dur, İhtilal sırasında Lenin adını almıştır.

Lenin, Volga üzerindeki Simbirsk şehrinde doğdu. Babası, bir eğitim müfettişi, annesi ise orta halli bir köylü kadını idi. Lenin’in beş kardeşi de hayatlarını devrimciliğe adamışlardı. Ağabeylerinden biri 1887’de Çar III. Aleksandr’a suikast yapmakla suçlandırılarak asıldı. Bu olayın, Lenin’in hayatı üzerinde büyük etkisi olmuştur.

Lenin, lise öğrenimini Simbirsk’te yaptıktan sonra Kazan ve Petersburg üniversitelerinde hukuk okudu. 1893’te Petersburg’a gittikten sonra, Marx’ ın eserlerini incelemekten başka bir işle ilgilenmedi. «İşçi Sınıfının Kurtarılması İçin Savaşanlar Birliği» adlı bir siyasi topluluğa katıldıktan bir süre sonra, 1895’te, Sibirya’ ya sürüldü. 1900’e kadar burada kaldı, serbest bırakıldıktan sonra, Rus Sosyal Demokrat Partisi tarafından teşkilat ve propaganda için yabancı ülkelere gönderildi. 1917’ye kadar Batı Avrupa’da kaldı. Bu sırada, bazı arkadaşları ile birlikte «Iskra» (Kıvılcım) adlı devrimci bir gazete çıkardı. Bu gazete Rusya’ya da gönderiliyor, gizlice halka dağıtılıyordu. 1903’te, parti içindeki çatışmalar, Londra Konferansı’nda Lenin’in çoğunluk kazanmasını sağladı. Bolşevik partisinin kuruluşu, Londra Konferansı’nın sonucudur.

Lenin, 1903 – 1917 yılları arasında liderliğini ettiği grubun 1905 Devrimi’ne hazırlanması, Çarlık Meclisi’ne, Birinci Dünya Savaşı gerçeklerine karşı tavır alması konusunda çalıştı. 1917 devrimi üzerine Rusya’ya döndükten sonra iktidarın derhal, asker, işçi ve köylülerden meydana gelendir kurul olan Sovyetler’e verilmesi gerektiğini ileri sürdü. 1917 yılının başlangıcından ekim ayına kadar Kerenskiy hükümetine muhalefet etti. Savaşa son verilmesi, köylülere toprak dağıtımı yapılması için çalıştı. Bu tutumundan dolayı, Almanlar’la işbirliği yapmakla suçlandırıldı, bunun üzerine Lenin Finlandiya’ya sığınmak zorunda kaldı. Ağustos ayında Bolşevik partisinin hazırladığı ayaklanma yenilgiye uğradı. Ekim ayındaki ikinci ayaklanma sonunda Bolşevikler, iktidarı ele geçirdiler. Lenin, hükümetin başına geçti. Almanlar’la Ruslar arasındaki savaşın sonuçlandığını bildiren Brest – Litovsk Antlaşması’nı imzaladı. Hayatının son yedi yılını, savaşın sona erdirilmesi, iç savaşın kazanılması, Beyazlar’a, komünist aleyhtarlarına karşı konulması, açlık meselesinin ortadan kaldırılması için yaptığı çalışmalarla geçirdi. 1921’de Yeni Ekonomi Siyaseti (N. E. P.) diye tanınan plânlamayı hazırladı. 1924’te öldü, Moskova’da yapılan büyük bir kabre gömüldü. Lenin’in vücudu, özel bir işlemle, sürekli olarak muhafaza edilebilecek duruma getirilmiştir ve bugün vücudunu örten bir cam kubbenin gerisinden, bütün ziyaretçileri onu görebilmektedirler.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , , ,

John Locke Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında (Kısaca)

John Locke

John Locke (29 Ağustos 1632, Wrington, Birleşik Krallık – 28 Ekim 1704, High Laver, Birleşik Krallık)

Ünlü bir İngiliz filozofu, XVIII. yüzyılın en Önemli düşünürlerinden biridir. Düşünce hürlüğünü, eylemlerimizi akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa’daki «Aydınlanma ve Akıl Çağı» nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir.

John Locke, Bristol yakınlarında, Wrington’da doğdu. Babası küçük bir toprak sahibiydi, ibadette sadelik is-tiyen Püriten mezhebinin koyu bir tarafçı-sıydı. Locke’un daha sonra ileri sürdüğü öğrenim kuramlarında babasının büyük etkisi sezilir. Locke, yüksek öğrenimini Oxford Universitesi’nde yaptı, en çok tabiat bilimleriyle tıp okudu. Hayata atıldıktan sonra hem yazar, hem de siyaset adamı olarak çalıştı. Önce Brandenburg Dükalığı’nda İngiliz elçiliği kâtibi olarak bulundu. İngiltere’ye döndükten sonra da 8 yıl Shaftbury adında bir İngiliz aristokratının yanında özel hekimlik yaptı. 1683’te Shaftsbury’nin Holânda’ya kaçmak zorunda kalması üzerine Locke da, İngiltere’den ayrıldı. Ancak 1689’da, İkinci İngiliz Devrimi başarı kazanınca İngiltere’ye dönebildi.

Locke, bütün eserlerinde gelenek ve otoritenin her çeşidinden kurtulmak gerektiğini, insan hayatına ancak aklın kılavuzluk edebileceğini ileri sürer. Bu düşünceleriyle, liberalizmin, tabiî din anlayışının, rasyonel (akılcı) pedagojinin öncüsü olmuştur. En önemli eserleri «An Essay Concerning Human Un-derstanding» (İnsanın Anlayış Gücü Üzerine Bir Deneme), «Some Thoughts Concerning Education» (Eğitimle İlgili Bazı Düşünceler)dir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , , , , ,

Jack London Hayatı

Jack London

Jack London (12 Ocak 1876, San Francisco, Kaliforniya, ABD – 22 Kasım 1916, Glen Ellen, Kaliforniya, ABD)

Tanınmış bir Amerikan romancı ve hikâye yazarıdır. İrlandalı astrolog W. H. Chaney’in gayrımeşru oğludur. Jack’in doğumundan 1,5 yıl sonra annesi, John London adında bir adamla evlendi. John London, karısının oğlunu evlat edindi. Bakkal dükkanı işleterek, tavuk besleyip satarak, pansiyonculuk yaparak kıt kanaat geçiniyorlardı.
Jack London, sonradan, çocukluk günlerini anlatırken, yoksulluk yüzünden hayatının en tatlı çağının zevkini çıkaramadığını, bunun da daima içinde ukte olarak kaldığını söylemiştir.

Jack London, küçük yaştan okumaya merak sarmıştı. Bir yandan da para kazanmak için bulduğu her işi yapıyordu. Bir ara, Japonya, Sibirya limanlarına uğrayan bir yük gemisinde iş buldu, böylece yabancı ülkeleri görüp tanıdı. 19 yaşındayken Oakland Ortaokulu’na girdi.

Günde 18 saat çalışarak her konuda kendini yetiştirdi. Kaliforniya Üniversitesi’ne girmek istiyordu. Gösterdiği büyük gayret sayesinde bu isteği yerine geldiyse de daha ilk yılını tamamlamadan annesiyle üvey babasına yardım edebilmek için öğrenimini yarım bırakmak zorunda kaldı.

1896’da Amerika’da Klondike bölgesinde altın bulunmuştu. Jack London da, talihini denemeye, altın bölgesine gittiyse de, altın bulamadan geri döndü. Yalnız, bu altın arayıcılığı Jack London için faydalı olmuştu. Milyonlarca nüsha satılan, çeşitli dillere çevrilen eseri «The Call of the Wild» (Vahşetin Çağırışı) romanının konusunu bu maceradan almıştır.

Jack London, altın arama macerasından sonra yazı yazmaya başlamıştı. İlk hikayeleri, 1900’de «Overland Monthly» adındaki aylık dergide yayınlandı. Gene aynı yıl «The Son of the Wolf» (Kurdun Oğlu) adındaki eseri çıktı.

1903’te yayınlanan «Vahşetin Çağırışı» o güne kadar yazılan en güzel köpek hikâyesi olarak tanınmıştır. «Sea Wolf» (Deniz Kurdu), «Martin Eden», «Burning Daylight (Yanan Gün Işığı) daha çok kendi hayatını anlatan eserlerdir.

Jack London, romantik konuları, gerçek bir çevre, gerçek karakterler kullanarak işlemesiyle ün kazanmıştır. 1913’te dünyanın en çok kazanan yazarı olarak tanınmıştı.

Sürdüğü macera dolu hayat, Jack London’u çok yıpratmış, vakitsiz ihtiyarlatmıştı. Yazar, kendi hayatından ilham alarak yazdığı «Martin Eden» romanında olduğu gibi kendi eliyle hayatına son verdi.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Pierre Loti Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında (Kısaca)

Pierre Loti

Pierre Loti (14 Ocak 1850, Rochefort, Fransa – 10 Haziran 1923, Hendaye, Fransa)

Türk dostu olarak tanınmış bir Fransız romancısıdır. Asıl adı Julien Viaud’dur. Rochefort kasabasında çok denizci yetiştirmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kendisi de denizci olmak istedi, ama bu, daha çok, denizciliği değil, yalnızlığı, seyahati, doğayı sevdiğindendi. Bir savaş gemisinde güverte subayı olarak, dünyanın hemen bütün denizlerini gezdi. İlkel ülkelere karşı büyük bir hayranlık duyuyordu. Tahiti, Senegal, kendini dünyaya yeni kabul ettirmiş olan Japonya, o devrin İstanbul’u, Haliç’i Loti’yi çeken diyarlar oldu. Gördüğü yerlerle ilgili, şiir dolu romanlar yazdı. «İzlanda Balıkçısında kuzey hayatını, «Ramunço»da Bask ahalisini, «Bir Sipahinin Romanı»nda Afrika’yı, «Raarhu»da Tahiti’yi, «Madame Chrysantheme»de Çin ve Japon yaşayışını canlandırdı.

Pierre Loti’nin, İslâm ülkelerine karşı büyük bir eğilimi vardı. İstanbul’da, II. Abdülhamit devrinde yaşadığı gizli bir aşk macerasını, büsbütün acılaştırarak, «Aziyade» (Azade) ormanında canlandırdı. Haliç’in, İstanbul’un o devirde yabancılara hayli esrarlı görünen harem hayatı hakkında anlattığı hikâyeler kendi memleketinde de çok ilgiyle karşılandı. Pierre Loti «Vers Ispahan» (İsfahan’a Doğru), «Les Desenchantes» (Kırgınlar) adlı eserlerinde Doğu ülkelerinin büyüsünü dilediği gibi yaşattı. İstanbul’a birkaç defa geldi. Millî Mücadele’de Türkiye’yi kuvvetle destekledi. Hayatını, günlük notlar halinde yazıyordu. Sağlığında bunun iki cildini yayınladı. Ölümünden sonra, vasiyetine uyularak, Saint-Pierre d’Oleron’da atalarının bahçesinde, taş dikilmeden, toprağın tâ derinlerine gömüldü.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

XV. Louis Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

XV. LouisXV. Louis (15 Şubat 1710, Versay Sarayı, Versay, Fransa – 10 Mayıs 1774, Versay Sarayı, Versay, Fransa)

Fransız kralıdır. «Louis le Bien-Aime» (Sevgili Louis) diye ünlüdür. 1715’te 5 yaşında büyükbabasının babası XIV. Louis’ nin yerine geçti, 59 yıl saltanat sürdü. Devrinde Fransa, gücünün, medeniyetinin en yüksek noktasına erişti; yalnız en güçlü Hıristiyan devleti olma sıfatını kaybetti. Yerine İngiltere geçti.

XV. Louis, babası da, büyükbabası da, XIV. Louis’nin sağlığında öldükleri için, XIV. Louis ölünce, onun yerine geçti. Orleans Dukası, kral naibi oldu, naipliği 1723’e kadar 8 yıl sürdü, XV. Louis 1726’da, Lehistan Prensesi Marle Leczinska ile evlendi; bu evlenme, Fransa’nın Lehistan’ı Almanya ve Rusya’ya karşı destekleme siyasetine daha çok hız verdi.

1726’dan 1743’e kadar Kardinal Fleury’nin akıllı, iyi başbakanlığı sırasında Fransa, biraz kalkındıysa da, sonra onun kadar değerli bir başbakan bulunamadı. XV. Louis de günden güne devlet idaresini elinde toplamaya başladı. Bir gözdeler saltanatı, akıl almaz israflar, Fransa’yı perişan etti. Lehistan Veraseti savaşlarına son veren 1738 Viyana Antlaşması, Avusturya Veraseti savaşlarına son veren 1748 Aahen (Aix-la-Chapelle) Antlaşması üzerine Fransa, İngiltere ve Prusya’nın yanında sönük kaldı. 1756-63 Yedi Yıl Savaşları da, Fransa için iyi geçmedi. Fransa, pek önem de vermediği birçok sömürgesini, bu arada Kanada’yı İngiltere’ye bırakmak zorunda kaldı. Artık İngiltere, yalnız Avrupa’nın değil, Hindistan’ın büyük bölümünü de ele geçirerek, dünyanın en büyük devleti haline yükselmişti.

XV. Louis’nin saltanatı sonuna yaklaşırken, memnuniyetsizlik çok artmış, büyük fikir adamları, bir ihtilalin tohumlarını iyiden iyiye ekmişlerdi. Kralın Mine De Pompadour, Mme Du Barry gibi metresleri, Fransa’nın iç ve dış siyasetinde acıklı roller oynadılar. Osmanlı’nın Rusya’ya yenilmesi ve bunun sonunda Lehistan’ın parçalanıp büyük devletler arasından ebediyen silinmesi karşısında Fransa, hiçbir şey yapamadı. İngiltere’nin, Prusya’nın yarattığı tehlike karşısında, geleneksel düşmanı Avusturya’ya yaklaşmak zorunda kaldı. Avusturyalılardan nefret etmeye alışmış olan Fransız halkına bu durum pek ağır geldi, son derece sevilen kralı halktan uzaklaştırdı.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

Lykurgos Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

lykurgosEski Yunan tarihinde, Sparta Kanunlarını yapmış olduğu sanılan bir kimsedir. Lykurgos, Sparta’nın öteki Yunan eyaletleri arasında en güçlü duruma yükselmesini Lykurgos sağlayan idare düzeninin, askerlik kurallarının kurucusu diye anılırsa da bazı tarihçiler, hakkında anlatılmış olan hikayelerin çoğundan, hatta onun gerçekten yaşamış olduğundan bile şüphe ederler.

Ünlü tarihçi Herodotos’un anlattığına göre, Lykurgos Kral I. Agis’in oğluydu. Bazı tarih eserlerde onun Girit, Mısır, İyonya gibi ülkelerde, başkalarında ise İspanya’da, Libya’da, Hindistan’da uzun uzun yolculuk etmiş olduğu anlatılır. Lykurgos’un M.Ö. 800 de yaşamış olduğu söylenir. Bazı tarihi kaynaklara göre, gezdiği ülkelerin idare şekillerini, kanunlarını incelemiş olan Lykurgos, Sparta’ya döndükten sonra, kendisine Sparta kanunlarını düzenlemesi teklif edilmişti. Gene Herodotos’un anlattığına göre, Lykurgos, Sparta geleneklerini bütün bütün değiştirerek yepyeni bir idare düzeni kurmuştu. Özellikle askerlik alanında yaptığı değişiklikler, Sparta’ da cesur, dayanıklı, kabiliyetli askerlerin yetiştirilmesine, halk arasındaki zayıf, sıhhatsiz kimselerin yaşatılmamasına yol açmıştı.

Lykurgos, meydana getirdiği bu yeni kanunlardan, kurduğu devlet şeklinden sonra yeni bir yolculuğa çıkmak üzereyken, Spartalılar’dan, kendisi dönünceye kadar bu alanlarda hiçbir değişiklik yapmayacaklarına dair söz aldı. Sonra Sparta’dan, bir daha dönmemek üzere ayrıldı, böylece, kurduğu düzenin hiçbir zaman değiştirilmeden sürdürülmesini sağladı.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

Yahya Efendi Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

YAHYA EFENDİ ( 1553 – 1644)

Büyük Türk şairi ve devlet adamıdır. İstanbul’da doğdu. Babası 1593’te Şeyhülislâm iken 79 yaşında ölen, büyük bilgin, Ankaralı Bayramzâde Hacı Zekeriya Efendi’dir. Mükemmel bir tahsilden sonra, derece derece yükselerek 1622’de babası gibi Şeyhülislâm oldu. 27 şubat 1644’te 91 yaşında bu makamdayken öldü. Sultanselim’de babasının yanına gömüldü. 9 padişah görmüş olan Yahya Efendi, Osmanlı Şeyhülislâmlarımın en büyüklerinden bîridir. Büyük bir liyakatle makamını doldurmuş, Osmanlı tarihinin karışık devirlerinde önemli devlet hizmetlerini başarı ile yapmış, IV. Murat gibi amansız bir diktatörün ve Sultan İbrahim gibi zabtu rabta alınması çok zor bir hükümdarın üzerinde nüfuz kurmuş, saygı görmüştür. IV. Murat kendisine: «hocam» ve «babam» diye hitap ederdi.

Yahyâ, klâsik Türk şiirinin en büyük şahsiyetlerinden biridir. Baki ile Nef’î arasında yetişen Türk şairlerinin en büyüğüdür. Kendisinden sonra gelenler onu taklit etmişlerdir. Nedîm bile, yüzyıl sonra onu üstad tanımıştır. Dili çok temiz, basit ve akıcıdır. Küçük, fakat çok değerli divanı, Ibnülemin M. K. İnal tarafından mükemmel bir şekilde yayınlanmıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Thomas Mann Hakkında Bilgi

Thomas Mann

Thomas Mann (6 Haziran 1875, Free City of Lübeck – 12 Ağustos 1955, Zürih, İsviçre)

Son çağ Alman edebiyatının en ünlü yazarlarından biridir. 1929’da Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmıştır. Lübeck’te doğdu, zengin bir tüccarın oğluydu. Annesi Brezilya’dan gelin gelmişti. Thomas Mann, babası ölünce, 15 yaşında, annesi ile birlikte Münih’e taşındı. Orada bir sigorta şirketinde çalışmaya başladı. Bir yandan da, şiirler, hikâyeler yazıyordu.

«Düşmüş» adındaki bir hikâyesi onu kısa zamanda edebiyat çevrelerine tanıttı. Ondan sonra, «Buddenbrook’lar» adındaki romanı ile daha büyük ün kazandı. Thomas Mann bu eserinde, eski bir Alman ailesini ele alıyordu. Eser Fransızlar’ın biçimciliğiyle Almanlar’ın özcülüğünü birleştirmiş, Fransızlar’ın mantık tahlillerini Almanlar’a has şiir ve müzik dehası ile işlemiştir.

Yazarın en çok ilgi toplayan eseri «Zauberberg» (Sihirli Dağ)dır. Yazar, bu eserini 12 yılda tamamlamıştır. Ciğerlerinden hastalanan karısını İsviçre’de bir sanatoryuma yatırdığı zaman bu eseri yazmayı düşünmüştü. Sihirli Dağ, ondan medet uman, çeşitli ülkelerden gelme bir sürü insanla doludur. Dağ onlara takvimi unutturur, günler, aylar, yıllar, sessiz bir hiçlik içinde ebediyete doğru akar gider. Mann, bu eserinde, XX. yüzyıl insanının dertlerini açıklamaya çalışmıştır. Thomas Mann’ın bunlardan başka başlıca romanları «Josef-Tetralogie», «Lotte in Weimar», «Dr. Faustus»tur.

Almanya’da Naziler iş başına gelince, Thomas Mann’ın eserlerini yaktılar. Bunun üzerine, yazar Amerika’ya göç etti, ömrünün son yıllarını orada konferanslar vererek, çeşitli makaleler yazarak geçirdi.

Thomas Mann ile ağabeysi Heinrich Mann (1871-1950) son çağ Alman edebiyatında büyük etki yaratmış yazarlardır. Heinrich Mann’ın en tanınmış eseri «Prof. Unrat»tır. Bu eser, konusu üzerine çevrilen filimden dolayı, daha çok «Mavi Melek» diye bilinir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Pietro Mascagni Hakkında Bilgi

Pietro Mascagni (7 Aralık 1863, Livorno, İtalya – 2 Ağustos 1945, Roma, İtalya)

Tanınmış bir İtalyan opera bestecisidir. «Cavalleria Rusticana» adlı bir perdelik operası ile bir gece içinde dünya çapında bir şöhret kazanmıştır.

Mascagni, Liverno’ da doğdu. Babası çiçekçiydi, oğlunu avukat yapmak istiyordu. Mascagni ise, babasından gizli müzik dersleri almaya başlamıştı. Daha sonra amcalarından biri onu evlât edindi, Milano’da müzik öğrenimi yapmasını sağladı. Mascagni konservatuvarda uzun zaman kalmadı, gezici tiyatro truplarından birirıe orkestra şefi olarak girdi, İtalyanın hemen bütün şehirlerini dolaştı. Sonunda, bir kasabada yerleşti, piyano dersleri vererek geçimini sağlamaya çalışıyordu.

1889’da bir nota yayınevinin bir perdelik opera yarışması açtığını okudu. Kazanana verilecek para da oldukça yüksekti. Genç besteci «Cavalleria Rusticana» operasını bestelemeye koyuldu, 80 günde tamamladı. Bitirince, ortaya çıkan eserden hiç de memnun kalmadı. Yarışmaya girmekten vazgeçti. Yalnız, bestecinin karısı müsveddeleri saklı olduğu yerden çıkarıp gizlice yayınevine gönderdi, eser birinciliği kazandı. Bu opera ilk defa 1890’da Roma’daki Costanzi Tiyatrosu’nda temsil edildi, daha ilk gece büyük bir başarı kazandı. Perde indikten sonra besteci tam kırk defa sahneye çıkıp halkı selâmlamak zorunda kaldı. Mascagni’nin evini de opera seven yüzlerce kişi sarmıştı. Besteci evine ancak, arkadaki pencereden girebildi.

Mascagni, sonradan 14 opera daha bestelediyse de bunların hiçbiri «Cavalleria Rusticana» kadar başarılı olmadı. Mussolini İtalya’nın başına geçince Mascagni de faşist rejimini benimsedi, faşizmi öven şarkılar besteledi. Faşizm aleyhine kıpırdanmalar başlayınca bestecinin de durumu zorlaştı. En sonunda, Mussolini idaresi yıkılınca Mascagni’nin malına-mülküne el kondu. Besteci, 82 yaşında, Roma’da bir otelin fakir döşenmiş odasında öldü.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Yuluğ Tigin Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

YULUĞ TİGİN

Müslümanlıktan önce yetişip adı bilinen Türk ediplerinin en ünlüsü, Göktürk Yazıtlarının yazarıdır. Göktürkler’den Büyük Türk Hakanı Kapağan Kağan’ın (699-716) 3 oğlunun küçüğü ve Böğü Kağan’ın (716) kardeşi, Bilge Kağan ile Kül Tigin’in amca oğludur.

Göktürk Yazıtları’nı Bilge Kağan’ın veziri (başbakanı) Bilge Tonyukuk’un emriyle kaleme almıştır. Yuluğ Tigin, bu yazıtlarda harikulâde akıcı, çok güzel bir Türkçe ile Türk imparatorluğunun Çin boyunduruğundan kurtulmasını, Bilge Kağan’ın, kardeşi Kül Tigin’in ve babaları Kutluğ Kağan’ın hizmetlerini, kahramanlıklarını, Türk devletinin eskisi gibi nasıl ve ne emeklerle Asya’nın en büyük devleti durumuna yükseldiğini anlatır.

Bilindiği gibi Göktürk Yazıtları, Türk edebiyatının hemen hemen en önemli eseridir. Bunlar 3 yazıttır: İlki 730’da Bilge Tonyukuk tarafından diktirilmiştir. İkincisi 732’de yazılmıştır, 731’de şavaşta kahramanca ölen Kül Tigin için ağabeyisi Bilge Kağan tarafından diktirilmiştir. Üçüncüsü ise 735 tarihlidir; 734’te ölen Bilge Kağan için kaleme alınmıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

Antonin Dvorak Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Antonin Dvorak (8 Eylül 1841, Nelahozeves, Çek Cumhuriyeti – 1 Mayıs 1904, Prag, Çek Cumhuriyeti)

Bohemyalı ünlü bir bestecidir. Müziksever bir meyhanecinin oğlu olarak bugünkü Çek Cumhuriyetinde yer alan Nelahozeves köyünde doğdu. İlk müzik derslerini köy öğretmeninden aldı, altı yaşında babasının yanında keman çalmaya başladı. 1857’de Prag Konservatuvarı’na girdi. Okulu bitirince, önce bir daha sonra Çek Millî Tiyatrosu orkestrasında viyola çalmaya başladı.

Bu arada bazı besteler yaptıysa da hemen hepsini, bitirdikten kısa süre sonra yaktı. Kendini ilk tatmin eden eser olan bir opera partisyonunu orkestranın şefi ünlü besteci Smetana’ya verdi, fakat onun tavsiyesiyle geri almak zorunda kaldı. İki yıl sonra, yurtsever duygularla işlenmiş «Hymnus» adında bir kantat besteliyerek bununla ilgi çekti, bu arada öğrencilerinden Anna Cermak adında bir şarkıcıyla evlendi.

Dvorak, Avusturya Devlet Bursunu kazanarak Viyana’ya gitti, burada çağın ünlü sanat adamlarından Hanslick, Herbeck ve Brahms’la tanıştı. Bilhassa Brahms’ın öğütlerinden faydalanarak Beethoven, Schubert ve Wagner’in etkisinden kurtuldu, milletinin halk müziğine yöneldi. Bu alanda ilk verimleri olan «Slâv Dansları» büyük başarı sağladı, 1876’da küçük kızının ölümü üzerine bestelediği «Stabat Mater» ona dünya çapında ün kazandırdı.

Antonin Dvorak Amerika’da

1891’de Prag Konservatuvarı kompozisyon profesörlüğüne atandı, aynı yıl New York Millî Korıservatuvarının davetiyle Amerika’ya gitti. Yeni Dünya’da Çek göçmenleri yanında yurt hasretini dindirmeye çalışırken Amerikan halk müziği, bilhassa Afro-Amerikan ve Kızılderili folkloru üzerinde incelemeler yaptı, bunun sonucunda «Yeni Dünyadan» senfonisini besteledi. Besteci, Amerikan halkının milliyetçi bir bestecinin özlemini çektiğini biliyordu. «Yeni Dünyadan» adındaki senfonisini bu düşünceyle besteledi. Bu eser için Amerikalı şair Henry W. Longfellow’un «Hiawatha» adındaki uzun şiirinden ilham almıştı. Eserde her ne kadar Afro-Amerikan şarkılarından alınmış parçalar varsa da, esas tema tamamen Çek halk müziğinin bir devamıdır. Dvorak 1895’te yurduna döndü, Prag Konservatuvarı müdürlüğüne getirildi. Hayatının son yıllarında, yurdunun en büyük kişilerinden bîri olarak derin saygı ve sevgi gördü.

«Ben, Bohemyalı basit bir müzikçîyim. Öyle de kalmak isterim» diyen Dvorak mutlu bir aile hayatı geçirmiş, bestelerinden kalan boş zamanlarında bahçesine bakmış, güvercinler yetiştirmiş, akşamları kasaba birahanesinde çubuğunu yakarak gezilerini anlatmış, bütün davranışları ile çevresindekilere örnek olmuştur.

Dvorak XIX. yüzyılda kalkınmaya başlayan Çek millî müzik akımının en büyük temsilcilerinden biridir. Çağdaşı olan Smetana milli Çek müziğini opera sahnelerine, Dvorak ise konser salonlarına sokmuş, büyük kabiliyetiyle dünya dinleyicilerinin sevdiği eserler arasına katabilmiştir.

Dvorak’ın başlıca eserleri şunlardır:

Senfonileri. — Bazı senfonileri, kendi isteğiyle yayınlanmamıştır. Bunun için yazdığı 9 senfoninin ancak beşi numaralanmıştır: Birinci enfonî (Re majör, 1880); İkinci Senfoni (Re minör, 1885); Üçüncü Senfoni (Fa majör, 1875); Dördüncü Senfoni (Sol majör, 1889); Beşinci Senfoni: Yeni Dünya Senfonisi (mi minör), 1893). Konçertoları. — Viyolonsel Konçertosu (Si minör, 1895); Keman Konçertosu (La minör, 1880); Piyano Konçertosu (Sol minör, 1876). Orkestra eserleri. — Karnaval Uvertürü (1891); Üç Slâv Rapsodisi (1878). Piyano eserleri. — Humoresk, Slâv Dansları. Opera. — (Russalka).

Dvorak’ın bilinmiyen tarafları

ÜNLÜ Çek bestecisi Anton Dvorak sakin yaşamayı severdi. Zorda kalmadıkça mektup yazmazdı. Hele kendisinden söz edilmesini hiç istemezdi. Şöhretin zirvesine eriştiği sıralarda bir koro şefinden aldığı iltifat dolu mektup, besteciyi öfkeden hastalanacak hale getirmişti. Gayet sert bir cevap yazdı; «Kendine gel, dostum Bir yarı tanrıya hitap etmiyorsun. Ben basit bir insanım, şatafatlı sözler bana göre değil. Şimdiye kadar neysem, bundan sonra da öyle kalacağım »

Dvorak, her sabah, ormanda kuş seslerini dinleyerek yürüyüş yapardı. Kuşlara, hele güvercinlere çok meraklıydı.

Bestecinin bir başka merakı da trenlerdi. Boş vakitlerinde istasyona gider, gelen trenlerin numaralarını, içlerindeki yolcuların adlarını bir deftere kaydederdi.

Prag Konservatuvarı’nda öğretmenlik yaptığı sıralarda, ders ortasında öğrencilerden birini bir yolcunun o gün hangi trenle gideceğini öğrenmeye göndermeyi adet edinmişti. Günün birinde kızının nişanlısına da aynı görevi verdi. Delikanlı, istasyonun yolunu bile pek iyi bilmiyordu. Bu işi başaramayınca Dvorak kızını, iyi bir eş seçemediği için azarladı.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,