Asıl adı Muhammed Tarağay olan Uluğ Bey, 1394 yılında Azerbaycan’ın Sultaniye şehrinde doğmuştur. Babası, Timur’un küçük oğlu Şahruh Bahadır, annesi Gevher Şad’dır.
Uluğ Bey, dedesi Timur’un sarayında itinayla yetiştirilmiştir. Devrin en iyi bilginlerinden dini ilimler, matematik, mantık ve astronomi eğitimi almıştır. Çoğu Müslüman bilim adamı gibi o da Kuran-ı Kerim’i ezberlemiştir. Şehzadeliğinden beri mimari faaliyetlere önem veren ince zevkli bir sanatkâr ve yazar olan Uluğ Bey, Arapça, Farsça, Türkçe, Moğolca ve biraz da Çince biliyordu. Çocukluğundan beri astronomiye meraklıydı.
Onaltı yaşında Mâverâünnehir bölgesinin yönetimi kendisine verilen Uluğ Bey, 38 yıl boyunca bölgenin tek hakimi olmuştur. Hükümdarlığı süresince bilimsel faaliyetlere ve mimariye büyük önem vermiştir. Devletinin başkenti Semerkand onun zamanında İslam Uygarlığının en büyük bilim, kültür ve sanat merkezi haline gelmiştir.
Uluğ Bey bilim tarihinde “Tahtta Oturan Alim” veya “Bilge Kral” olarak anılır.
• Uluğ Bey, 21 yaşında kendi adını taşıyan ünlü Semerkand Medresesi ve ona bağlı Semerkand Gözlemevini kurmuştur.
Semerkand Gözlemevi, devrin en iyi matematik ve astronomlarının çalıştığı, Gıyâseddin Cemşid el-Kâşî, Kadızâde-i Rûmi ve Ali Kuşçu gibi bilim adamlarının yöneticilik yaptıkları bir astronomi merkezi niteliğindedir. Gezegenlerin ve yıldızlan hassas gözlemlerini yapmak üzere burada bulunan astronomi aletlerinin birçoğu da Cems el-Kâşî tarafından icat edilmiştir.
• Semerkand Gözlemevinde yapılan gözlemle ve çalışmalar sonucunda astronomi tarihinin en önemli eserlerinden biri olan Uluğ Bey Zic hazırlanmıştır.
Semerkand Gözlemevi’nde başlatılan gözlemleri aralıksız otuz yıl sürdüğü bilinmektedir. Bu gözlemler sonucunda, dönemin en önemli eser olarak kabul edilen Uluğ Bey Zic’i hazırlanmıştır. Uluğ Bey Zic’i, 17. y.y.a kadar yazılmış olan astronomi kataloglarının en mükemmeliydi ve bu yüzyıla kadar hem Doğu’da hem Batı’da konumsal astronominin temel kitabı olarak kullanılmıştır. Eserde yer alan kimi hassas hesaplamalar sonucunda bulunan değerler bugünün yüksek teknolojik imkanlarıyla ulaşıldı değerlere şaşırtıcı derecede yakındır.
• Uluğ Bey’in himayesinde oluşan bilimsel birikim Osmanlı Bilim Dünyası ve Batı bilim dünyasını 17. yy a kadar etkilemiştir.
Uluğ Bey Medresesi ve Gözlemevinde çalışma imkanı bulan Kadızade-i Rumi ve Ali Kuşçu, eserleri ve yetiştirdikten talebeleri vasıtasıyla Osmanlı bilim dünyasını şekillendiren bilim adamlarıdır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Ebü’l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Rüşd’dür. Batıda Averroes diye bilinen İbn el-Rüşd, 1126’da Endülüs İslam Devleti’nin Kurtuba şehrinde doğmuştur. İslam hukuku (fıkıh) alanında birçok seçkin hukukçu yetiştirmiş bir aileye mensuptur. Hadis, kelam, tefsir, fıkıh, dil, belagat şiir gibi disiplinleri kapsayan klasik bir medrese eğitimi almıştır.
Yaşamı fıkıhtan kelama, felsefeden fiziğe ve mantıktan tıbba uzanan başarılarla doludur. Özellikle felsefe alanında yetkin bir kimliğe ulaşmasında o dönemin önemli bir kültür merkezi olan Kurtuba’da yetişmesinin ve ilk düşüncelerini burada edinmiş olmasının etkisi büyüktür. Felsefe problemlerine gösterdiği ilgi, ortaya koyduğu derin kavrayış ve eşsiz yorumları onun hem İslam Dünyası’nda hem de Batı Dünyası’nda şarih / commentator / yorumcu olarak büyük bir ün kazanmasının sebebidir. Özellikle 12. y.y.da Aristotelesçi felsefeye yeni bir boyut kazandırmış, Batıda Rönesans düşüncesinin temellerini hazırlamış bir bilim adamıdır. İslam düşüncesinin toplumsal, tarihsel ve kültürel gelişimine katkı sağlayan düşünceler geliştirmiştir. Hem dini hem de akli bilimlerde birçok yapıt kaleme almıştır.
• İbn el-Rüşd, İslam felsefesinin Batıdaki en büyük temsilcisidir.
İbn el-Rüşd’ün felsefesi ve Aristo yorumu Batı felsefe dünyasını temelden etkilemiştir. Batı’da ortaya çıkan Latin İbn Rüşdcülüğü Akımı bu etkinin göstergelerindendir.
• İbn el-Rüşd, Antik Yunan filozofu Aristoteles’in felsefesini yorumlayarak ona yeni bir şekil vermiştir.
İbn el-Rüşd Antik Yunan düşünürlerinin eserlerini okumuş, anlamış ve bunları yorumlayarak 12. yy bilim ve düşünce dünyasına yeniden kazandırmıştır. Batı Dünyası Aristoteles felsefesini İbn el-Rüşd’ün yorumlamasıyla birlikte onun kitaplarından öğrenmiştir. Aristo’nun eserlerine yazdığı 38 şerhten 28’i günümüze kadar gelebilmiştir.
• Bilim, felsefe, din ve tıp alanlarında sayısız eser vermiştir.
İbn el-Rüşd mantık alanında 46, tıp alanında 23, doğa bilimlerinde 22, metafizikte 15. dini bilimlerde 10, astronomide 5, politika ve ahlak konusunda Ver olmak üzere toplam 125 eserin sahibidir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Fethullâh b. Ebû Yezid ‘Abdullah b. ‘Abd el-Aziz b. İbrahim eş-Şirvâni eş-Şemâhrdir. Anadolu biliminin öncülerinden olan Fethullâh Şirvani’nin 1417 yılında Azerbaycan’da (Şirvan’da) dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Eğitiminin ilk yıllarını babasının yanında tamamladıktan sonra Serahs ve Tûs şehirlerinde bulunmuştur. Seyyid Şerif Cürcâni’den dersler alan Şirvâni,16-17 yaşlarında döneminin en meşhur bilim merkezi olan Sermerkand’a gitmiş; burada Uluğ Bey’in kurduğu medresede Kadızâde-i Rûmi’den mantık, fıkıh, kelam, astronomi ve geometri dersleri almıştır. 1440 yılında hocalık yapmak için Şirvan’a geri dönmüştür. II. Murat devrinde Kadızâde-i Rûmi’nin tavsiyesi üzerine Kastamonu’ya yerleşen ve daha sonra burayı fetheden Fatih’ten büyük saygı gören Fethullâh Şirvâni, Anadolu’da matematik, geometri ve astronomi bilimlerinin öğretimini başlatmıştır. İstanbul’un fethedilmesine yakın Bursa’ya gitmiş, fetihten sonra İstanbul’da Fatih Sultan Mehmed’in huzuruna çıkmıştır. 1486 yılında memleketi Şirvan’da vefat etmiştir.
• Şirvâni, matematik, astronomi, dil, mantık, edebiyat, tefsir, fıkıh, müzik, metafizik, geometri, fizik ve optik alanlarında 20’ye yakın eser kaleme almış çok yönlü bir bilim adamıdır.
Devrinin en önemli bilim merkezlerinin başında gelen Semerkand’ın en parlak dönemlerinde burada yetişen Şirvâni, birçok farklı konuda dönemin en meşhur hocalarından dersler almıştır.
• Matematik, geometri, astronomi gibi bilimlerin öğretiminin Anadolu’da yaygınlaşması için önemli çalışmaları olmuştur.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Uluğ Bey, Gıyâseddin Cemşid el-Kâşî ve Kâdızâde-i Rumi gibi birçok önemli alimden matematik ve astronomi dersi alan Ali Kuşçu Semerkand’da tahsilini tamamladıktan sonra bilgisini arttırmak amacıyla Kirman’a gitmiş; tekrar Uluğ Bey’in yanına döndüğünde ona Kirman’da kaleme aldığı Hallü eşkâli’l-kamer adlı risalesini sunarak takdirini kazanmıştır.
Uluğ Bey’in 1449 yılında şehit edilmesinin ardından, Hac’ca gitmek amacıyla Semerkand’dan ayrılan Ali Kuşçu Mekke’ye giderken Tebriz’e uğramış; burada Akkoyunlu Hükümdan Uzun Hasan’dan büyük ilgi görmüş ve bir süre sonra elçilik göreviyle İstanbul’a, Fâtih Sultan Mehmed’e gönderilmiştir. Fatih, ilmine hayran olduğu Ali Kuşçu’nun elçilik görevini tamamladıktan sonra İstanbul’a dönmesini istemiştir. Bu isteği yerine getiren Ali Kuşçu dönüşünde İstanbul’da armağanlarla karşılanır. Bir süre sonra Padişahın emriyle Ayasofya Medresesi’ne müderris tayin edilir. Bu tayin İstanbul’da astronomi ve matematik alanındaki çalışmalara canlılık getirmiştir.
Ali Kuşçu’nun derslerini sadece öğrenciler değil dönemin bilim adamları dahi takip etmişlerdir. Fatih’in Semâniye Medreselerinin ders programını Ali Kuşçu’ya yazdırdığı bilinmektedir.
Hayatının son yıllarını İstanbul’da geçiren Ali Kuşçu, 15 Aralık 1474’te İstanbul’da vefat etmiş; Eyüp Sultan Türbesi civarına defnedilmiştir.
Tam adı Kuşçuzâde Alâ’uddîn Ebû’l-Kâsım ‘Ali b. Muhammed’dir. Doğum yeri ve tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte 15. yy başında Semerkand’da doğduğu tahmin edilmektedir. Babası, Uluğ Bey’in doğancıbaşısı olduğu için “kuşçu” lakabıyla anılır. Timur Döneminde Semerkand’da yetişmiş, daha sonra Osmanlı Devleti’ne gelerek büyük bir ün kazanmış Türk astronom ve matematikçisidir.
• Ali Kuşçu Osmanlı-Türk bilim anlayışının merkezinde yer alan bir düşünür ve bilim adamıdır. Osmanlı bilim anlayışının inşasında çok önemli bir yere sahiptir.
Ali Kuşçu, en başta matematik ve astronomi olmak üzere pek çok alanda çalışmalar yapmış ve eserler vermiş bir bilim adamıdır. Bu eserlerin bir kısmı hacimli araştırmalar, bir kısmı ders kitapları bir kısmı ise belirli meseleleri ele alıp çözen risalelerdir.
Bu eserlerinde ortaya koyduğu bilim anlayışı ve yaklaşımları Osmanlı bilimine yol göstermiştir.
• Osmanlı Devleti’nin önemli astronomlarından Mirim Çelebi, Ali Kuşçu’nun torunudur.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Bedîüzzamân Ebü’l İz İsmâîl b. er-Rezzâz el-Cezeri’dir. 12. y/da Anadolu’da yetişen büyük mühendis ve otomat ustasıdır. Hayatı hakkındaki tek güvenilir bilgi otomatlar hakkında kaleme aldığı ünlü kitabının girişinde yer alan birkaç cümleden ibarettir. Adında yer alan Cezeri nisbesinden, Cezireli (Cizre) olduğu anlaşılmaktadır. Kitabında 1181-1206 yılları arasında Diyarbakır’da Artuklu Sultanlarının himaye ve hizmetinde çalıştığını ifade eder. Teknoloji tarihinin temel yapıtlarından biri olan ünlü El-Câmi’ Beyn el-İlm ve el-‘Amel el-Nâfı fî Sınaât el-Hiyel (Mekanik Alet Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamaları Hakkında) adlı kitabını, 25 yıl hizmetinde bulunduğunu ifade ettiği Artuklu hükümdarının isteği üzerine kaleme almıştır.
• Cezeri icat edip ürettiği otomatik makinalarla robotik ve sibernetik bilimlerinin temelini atmıştır.
Otomatik makinaların birkaç temel ilkesi bazı antik dönem bilim adamlarınca da bilinmekteydi. Ancak Cezeri bu ilkeleri ileri düzeyde geliştirerek bugün kullandığımız makinaların temelini oluşturacak biçimde pratik olarak uygulamıştır. Bu otomatlar bugünkü anlamıyla otomasyon sistemleri ile robotik ve sibernetik bilimlerinin temelini oluşturan otomatik makinaların ilk örnekleridir.
• Hidromekanik denge unsurlarını mükemmel derecede kullanarak geliştirdiği parçalar ile bazı sistemlerinin Batı’da ancak 16.yy’dan itibaren keşfedilebildiği bilinmektedir.
***Cezeri’nin kitabı altı kısma ayrılmış olup ilk dört kısım onar, son iki kısım da beşer bölümden meydana gelmektedir. Bu kısımlar su saatleri ve kandil saatleri, ziyafetlerde kullanılan kaplar ve sürahiler, el yıkama ve kan alma için kullanılan kaplar, çeşmeler ve mekanik yollarla hareket eden (otomatik) müzik aletleri, su pompalayan makineler, muhtelif aletler üzerinedir. Kitapta her aletin şekli renkli mürekkeplerle çizilmiş ve çalışması ayrıntılı olarak izah edilmiş; bu ayrıntılar da çeşitli renklerle gösterilmiştir. Metinde aletlerin genel açıklaması verildikten sonra imal sırasına göre parçaların teker teker yapımı anlatılarak bunların montaj usulü açıklanmış ve en sonra do o aletin çalışması hakkında bilgi verilmiştir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam künyesi, Cemşid b. Mes’ûd b. Mahmûd et-Tabib el-Kâşi, lakabı ise Gıyâseddin’dir. 1380 yılında İran’ın merkezinde yer alan Kâş şehrinde doğduğu tahmin edilmektedir. Semerkand’ın en büyük alimlerindendir. Hayatı ile ilgili bilgilerin çoğuna babasına yazdığı mektuplara ve kitaplarında verdiği kesin tarihlere dayanılarak ulaşılmıştır.
İlk eğitimini babasından alan el-Kâşî sonrasında dönemin önde gelen din, matematik ve astronomi bilginlerinden dersler almış; 1406’da Şahruh’un ve 1416’da Karakoyunlu Sultanı İskender’in hizmetinde bulunmuştur. Uluğ Bey’in davetiyle 1420’de dönemin bilim merkezi haline gelen Semerkand’a gitmiş ve kurulması istenen rasathanenin hem kuruculuğunu üstlenmiş hem de yöneticiliğine getirilmiştir.
Zîc-i Hâkanî adlı eserinin önsözünde, 1429 senesinin sonbaharında Semerkand’da öldüğü bildirilmektedir.
• El-Kâşi, matematik alanında çağının ilerisinde çalışmalar yapmış bir bilim adamıdır, özellikle Miftâhu’l-hisâb adlı kitabı Doğu matematikçilerinin yazdıkları eserlerin zirvesi olarak kabul edilir.
El-Kâşi, bu çalışmasıyla matematik bilimine şunları katmıştır:
• Günümüzde Rufini-Horner metodu olarak bilinen, tam sayıların köklerini almanın genel bir metodunu keşfetmiştir.
• Ondalık kesirlerle ilgili metodu matematiğe gerçek bir katkı niteliğindedir. Her ne kadar ondalık kesirler daha önce el-Öklidisi ve bazı Çinli bilginlerce kullanılmışsa da bu konuyu ilk defa ayrıntılı ve sistemli bir biçimde inceleyen âlim Kâşiftir.
• Ondalık kesirleri kullanmak suretiyle (pi) sayısının değerini kendinden önceki matematikçilerden daha kesin bir şekilde tespit etmiş ve 2(pi)’yi hem altmışlı (6; 16, 59,28.1,34,51,46,15,50) hem de onlu (6,2831853071795865) sayı sistemine göre vermiştir.
• Bugün Newton’un adıyla anılan binom işlemlerini (iki terimli işlem) İlk çözen matematikçidir.
• 1 derecelik yayın sinüsünü (sin 1°) kendine has bir metodla hesaplamıştır.
• El-Kâşi, bu eserinde dördüncü derece denklemleri keşfettiğini ve bu konuya ilişkin ayn bir eser kaleme alacağını söylemiş, fakat bu sözünü yerine getirmesine ömrü yetmemiştir.
• Astronomi alanında kendinden Önceki çalışmaları önemli derecede ilerleten el-Kâşî, gök cisimlerinin hacmi ve mesafeleri hakkında ince hesaplamalar yapmış; bu konuda iki alet geliştirmiştir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Ebu Reyhan Muhammed b. Ahmed el-Biruni’dir. Orta Asya’da tarihi bir bölge olan Harezm’de doğmuş, küçük yaşta babasını kaybetmiştir. Harzemşahlar tarafından korunmuş, sarayda matematik ve astronomi eğitimi almıştır. Bu dönemde daha 17 yaşındayken ilk astronomi gözlemini yapmıştır. Harzemşah Devleti Memuniler tarafından yıkılınca Biruni, İran’a gitmiş, iki yıl burada çalıştıktan sonra memleketine geri dönmüş ve ebu’l Vefa ile gök bilimi üzerine çalışmaya başlamıştır.
1017’de Gazneli Mahmut, Harzem Devleti’ni yıkınca Biruni de Gazne şehrine gelerek burada Gaznelilerin himayesine girmiştir. Sarayda büyük itibar görmüş ve Gazneli Mahmut’un Hindistan seferine katılmıştır. Hint ülkesi alınınca bir süreliğine Nendene şehrine yerleşerek bilimsel çalışmalarına burada devam etmiş, Sanskritçeyi öğrenerek Hint toplumunun yaşamı ve kültürü üzerine çalışmış, bu konuda ayrıntılı bir eser kaleme almıştır.
Buradan tekrar Gazne şehrine dönmüş ve yaşamının geri kalan kısmını bu şehirde tamamlamıştır. Bu dönem Biruni’nin en verimli zamanı sayılmaktadır. Uzun zamanda hazırladığı Tahdidu Nihayet’ü Emakin adlı eserini bu döneme denk gelen 1025 yılında tamamlar. Astronomi üzerine yazdığı Kanun-i Meyudi adlı eserini Gazneli Mahmud’un oğlu Sultan Mesud’a ithaf etmiştir. Biruni 13 Aralık 1048 yılında Gazne’de vefat etmiştir.
Biruni yaşadığı yüzyılın en büyük matematikçisi kabul edilir. Trigonometri alanındaki bazı bulgularına batılı matematikçiler ondan ancak iki asır sonra ulaşabilmiştir.
Biruni, yerin kendi ekseni etrafında dönme meselesi üzerinde durmuş, astronomik gözlem için araçların yapımını kolaylaştıran bir yöntem geliştirmiş, ekliptik düzlemi ile ekvator arasındaki açıyı neredeyse gerçekle aynı ölçüde bulmuştur.
Biruni ilk kez bir kadına sezaryanla doğum yaptırmayı başarmıştır. Şifalı otlar ve birtakım ilaçlar üzerine yazdığı
“Kitabu’s Saydane”de üçbin kadar bitkinin neye yaradığını ve nasıl kullanıldığını yazmıştır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Lütfullah b. Kutbeddin Hasan e-Tokâdî el-Hanefi’dir. Bir Osmanlı aydını olan Molla Lütfi; Sarı Lütfi, Mevlânâ Lütfi, Lütfullah Tokâdî olarak da bilinir. Doğum tarihi tam olarak bilinmese de 1440’lı yıllarda Tokat’ta dünyaya gelmiştir.
Sinan Paşa ve Ali Kuşçu gibi âlimlerden mantık, felsefe, kelâm, astronomi ve matematik gibi dersler almıştır. Fatih Sultan Mehmed’in vezirlerinden olan Sinan Paşa’nın tavsiyesiyle hazine kütüphanesinin müdürlüğüne atanmış; ancak bir süre sonra hocasıyla birlikte Sivrihisar’a gitmiştir. Sırasıyla Bursa Sultan Bayezid Han, Filibe Şihabüddin Paşa, Edirne Darülhadis ve İstanbul Semaniye Medreselerinde hocalık yapmıştır.
Oldukça ince bir zekaya ve espiri kabiliyetine sahip biri olarak tanınır. Matematik ve astronominin yanısıra iyi bir tıp bilgini olduğu, İbn Sinâ’nın Kanun adlı eserini çok iyi özümsediği bilinmektedir. Ayrıca şairdir.
Nüktedanlığıyla tanınan Molla Lütfi çevresindeki devlet erkânını ve bilginleri, hatta Fatih Sultan Mehmed’i bile latife yaparak eleştirdiğinden, bazı yüksek rütbeli memurlar tarafından sevilmeyen bir kimse olmuş; kendisini çekemeyen bu kimselerin dinsizlik suçlamalarıyla mahkemeye verilmiş ve sonunda idama mahkum edilmiştir.
• Molla Lütfi Osmanlı Devleti’nin yetiştirdiği önemli bilim adamlarındandır. Matematik, astronomi, mantık, felsefe ve kelâm alanlarında iyi bir eğitim almış; bu alanlarda yazdıklarıyla bilimin ilerlemesine katkıda bulunmuştur.
Molla Lütfi’nin çoğu Arapça olan ve 17. y.y.a kadar bilim çevrelerinin ve talebelerin elinden düşmeyen çok sayıda eseri vardır.
Mevzûâtü’l-Ulûm en önemli eseridir. Bu eserinde yüz kadar bilim dalını konularına göre ayrıntılı olarak tasnif etmiş; devlet yönetimi, ekonomi ve ahlak gibi bilimleri de dini bilimlerin içine dahil etmiştir.
Eserin başında şunu söylemektedir:
“Bu kitap küçük veya büyük hiçbir şeyi dışarıda bırakmamıştır. Ben Arabi, şer’i ilimlerin hepsinin konularını, ilkelerini, maksatlarını, hedeflerini ve tariflerini açıkladım. Bu kitap bütün bu ilimlerin bağlantı noktalarını öyle bir şekilde kaydetmiştir ki, bu konuda hiç kimse beni geçemedi.”
• Molla Lütfi iyi bir geometri alimidir. Geometri biliminin önemi ve gerekliliğini şu sözlerle tarif eder:”Geometri bilmeyen kadı (hakim) hükmünde yanılgıya düşer.”
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed b. Turhan b. Uzluk el-Fârâbî el-Türkî olan ve Batı’da Alpharabius veya Avennasar olarak tanınan Fârâbî, 870 yılında Türkistan’ın Fârâb (Otrar) şehri yakınlarında bulunan Vesiç kasabasında doğmuştur. İsminde geçen ‘Turhan”, “Uzluk” ve “Türki” ifadeleri onun Türk olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Fârâbi, dönemin önemli eğitim ve kültür merkezlerinden olan Fârâb’da iyi bir tahsil görmüş, dini eğitimini burada almış, Arapça ve Farsça’yı burada öğrenmiştir. Bilinmeyen bir tarihte bilim uğruna memleketinden ayrılarak neredeyse tüm hayatı boyunca devam edecek olan bir seyahate başlamıştır. Fârâbî bu seyahat esnasında önce Buhara, Semerkant, Merv ve Belh gibi önemli bilim ve kültür merkezlerini ziyaret etmiş, 40 yaşını geçtiği bir zamanda Bağdat’a varmıştır. Gelecekte üstad olarak adını duyuracağı mantık, felsefe ve siyaset alanlarında ileri eğitimlerini burada almıştır. Bir ara dönemin diğer önemli bilim merkezleri olan Şam, Harran ve Halep’e de gittiği ve buralarda da farklı konuları öğrenip araştırdığı bilinmektedir.
Fârâbî, eserlerinin büyük bir kısmını yazdığı Bağdat’ta yaklaşık yirmi yıl kalmıştır. Kentte meydana gelen karışıklıklar nedeniyle 941 yılında Bağdat’tan ayrılarak önce Şam’a geçmiş, oradan da Halep’e geçerek Hamdânî Emiri Seyfuddevle’nın hizmetine girmiştir, ilerleyen yaşına rağmen 948 yılında son seyahatini Mısır’a yapan Fârâbî buradan yine Şam’a dönmüş ve 950 yılında, 80 yaşındayken burada vefat etmiştir. Cenazesine, önde gelen on beş devlet büyüğüyle birlikte Emir Seyfuddevle de katılmış, devlet töreniyle Bab el-Sagır’de toprağa verilmiştir.
• Fârâbi, bilim tarihinin en büyük filozoflarındandır.
Düşünceleriyle hem İslâm Dünyasını hem de Batı’yı derinden etkilemiş olan Fârâbî, Doğu’da Mu’allim-i Evvel (Birinci Bilge) olarak adlandırılan Aristoteles’in düşünsel mirasını kusursuz biçimde anlamış, bu düşünceleri yorumlayarak daha da ileriye götürmüş ve bunları anlatmıştır. Bu bilgeliği nedeniyle Doğu Dünyası kendisine Mu’allim-i Sâni (İkinci Bilge) adını vermiştir.
• Ona göre akıl en yüce değer, bu aklı insana verense en kutlu olandır.
İslam Dini’yle ortaya çıkan, dünyaya ve insana yönelik yeni anlayışla birlikte felsefeyi Ortaçağ Hristiyan Dünyasında olduğu gibi sadece teolojik olmaktan çıkartmış, felsefenin varlık üzerine gerçek anlamıyla akılcı bir uğraş haline gelmesini sağlamıştır.
• Siyaset felsefesinde Platon’un temellendirdiği görüşleri Doğu toplumları ve İslam anlayışına göre uyarlamıştır.
Fârâbi, Platon’un devlet kuramının temelini oluşturan ve devleti yönetenlerin bilge, adil ve erdemli olması gerektiğini ifade eden filozof-kral teorisini kendi toplumuna uyarlayarak filozof-kral yerine peygamber veya velileri koymuştur.
• Kaleme aldığı 160 kadar eser hem Doğu hem Batı bilim dünyasında uzun yıllar temel esefler olarak kullanılmıştır.
Farabi’nin en önemli eserlerinden biri, bir çeşit bilimler ansiklopedisi olan İhsa-il Ulüm’dür. Latince ve İbraniceye çevrilmiştir, el Medinetü’l fazıla ve el-Medinetul câhile kitaplarını Bağdat’tayken yazmış. Şam’da tamamlamıştır. Kitab-ül Musıki’l Kebir ise müzik teorisine ilişkin önemli eseridir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Asıl adı Ebu Bekir Muhammed b. Yahya b. el-Saig el-Tuyibi el-Endelûsi el-Sarakuzi ibn Bacce’dir. Batı’da Avempace olarak tanınır. Endülüs’ün Aristoteles’i olarak da bilinen İbn Bacce Zaragoza’da sarraf bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte 1077 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Zaragoza’daki yaşamı ve çalışmalarıyla ilgili bilgi azdır ancak çocukluğunda çok iyi bir eğitim gördüğü bilinir. Önemli hocalarından biri, övgüler yazdığı büyük geometri ve matematikçi Abdullah Seyyid al-Kalbi’dir. Felsefe çalışmalarına Aristoteles’in mantık ile ilgili eserlerini yorumlamakla başladığı tahmin edilmektedir. Bu konudaki bilgisi ve yetkinliği eserlerine de yansımıştır. Dönemin bilim ve kültür merkezlerinden İşbiliye’de (Sevilla) felsefe ve diğer bilimlerde öncü bir bilim adamı olmuştur. Vezirlik ve saray hekimliği yaptığı da bilinmektedir. 1139 yılında Fas’ta vefat etmiştir.
• İbn Bacce Batı İslam Dünyasında yetişen ilk Müslüman filozoftur.
• İbn Bacce matematik, fizik, astronomi, felsefe, siyaset, tıp ve müzik gibi birçok bilimle uğraşan çok yönlü bir bilim adamıdır.
• Aristoteles’in felsefesini yorumlayan çalışmaları Batı Dünyası’nda Rönesansa giden yolun ilk adımlarını oluşturmuştur.
• Matematik ve mantık gibi rasyonel bilimlere dayanan Endülüs felsefesini doğa bilimleri ve teorik bir felsefe temeline oturtmuş, bu anlamda Endülüs İslam felsefesinin başlangıcını oluşturmuştur.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
826 yılında Harran’da doğmuştur. Bu şehrin çok sayıda bilgin yetiştiren seçkin bir ailesine mensuptur. Çocukluğu ve gençliği Harran’da geçmiştir. Harran çarşısında kuyumculuk yapmaktayken Yunanca, Süryanice ve Arapçaya hâkimiyetinin de etkisiyle zaman içinde felsefeye merak sarmış, ancak alışılmışın dışındaki düşünceleri nedeniyle mahkum edilmek istenmiştir. Bunun üzerine Harran’dan ayrılmış ve bir süre farklı yerlerde yaşadıktan sonra Bağdat’a gitmiştir. Sarayın gözlemevinde görevli bilginler arasına giren Sabit bin Kurra bu andan itibaren tamamen bilime yönelir. Bu dönemde bir yandan matematik, tıp, astronomi, felsefe, mantık vb. alanlarda eserler yazmış, bir yandan da Grekçe ve Süryaniceye hâkimiyeti nedeniyle bu konularda yazılmış önemli eserleri Arapçaya tercüme etmiştir. Tüm ömrünü bilime adayan bu büyük bilim adamı 18 Şubat 901 tarihinde 67 yaşında Bağdat’ta vefat etmiştir.
• Sabit bin Kurra yaşadığı çağın en büyük matematikçisidir, özellikle geometri ve trigonometri alanlarındaki çalışmalarıyla matematikte yeni bir dönemin başlangıcını oluşturduğu söylenebilir. Bu nedenle Batılı bilginlerin bir kısmı onun için “Arapların öklidi” tabirini kullanır.
Sabit bin Kurra, matematik ve geometri üzerine çok sayıda risale yazmıştır. Cebiri ilk kez geometriye uygulayan kişidir. Trigonometri çalışmaları, bu alanın Batı’da öğrenilip yayılmasına sebep olmuştur. Sayılara ilişkin çalışmaları ile yüksek dereceli denklemleri çözme yöntemleri de bu alanlarda ilk olma özelliği taşır.
• Sadece matematik alanında değil diğer pek çok bilim dalında da çalışmalar yapmış, eserler vermiştir.
Astronomi, tıp, mantık, eczacılık, felsefe ve müzikle ilgili telif, yorum ve özet olarak çok sayıda eserin sahibidir. Dağların oluşumu, güneş ve ay tutulması, kızamık ve çiçek hastalığı gibi konular hakkında da eserleri bulunmaktadır. Bunların sayısı tam olarak bilinmese de 150 kadar eseri olduğu kabul edilir. Bu eserlerden elliye yakını günümüze kadar gelebilmiştir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Batı’da Albategnius, Albategni veya Albatenius olarak tanınan Battân?nin tam ismi Ebû Abdullah Muhammed b. Cabir b. Sinan el-Rakkî el-Harranî el-Battâni’dir. Hayatı hakkında çok az bilgiye ulaşılabilen Battânî Harranlı’dır. 850 yılı civarında burada doğmuştur. Hayatının önemli bir kısmını Rakka şehrinde geçirdiği ve astronomi gözlemlerini burada yaptığı bilinmektedir.
Babası Câbir bin Sinân el-Harrânî, Harran’da ünlenmiş bir astronomi aletleri yapımcısıdır. Battânînin astronomi aletleri icat ve imal etmedeki mahareti babasından gelmektedir.
Hayatı boyunca astronomi üzerine çalışmış, gözlemler yapmış ve bu konuda eserler vermiştir. 929 yılında, Bağdat’tan Rakka’ya dönerken vefat etmiştir.
• Battânî, İslam Dünyası’nda yetişmiş en büyük astronomlardandır.
Battânî, Rakka’da kendi imkanlarıyla kurduğu gözlemevinde ve daha başka yerlerde gerçekleştirdiği gözlemlerle o günün şartlarında ileri düzeyde bir astronomi bilgisine ulaşmıştır. Hazırladığı zicler (astronomik tablolar) ve yazdığı eserlerle kendinden sonra gelen astronomların yoluna ışık tutmuştur. Rakka’da yaptığı gözlemlerine dayanarak hazırladığı Zic-i Sabi adlı astronomi kataloğu Latince’ye çevrilerek uzun süre Batı Dünyası’nda da kullanılmıştır.
• Yaptığı bazı astronomik hesaplamalarda bulduğu değerler bugünün modern teknolojisiyle kesin olarak belirlenmiş değerlere şaşırtın derecede yakındır.
Bu değerlerden biri güneş yılıdır. Battânî bir güneş yılını 365 gün 5 saat 46 dakika 24 saniye olarak hesaplamıştır.
• Battânî, sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant sekant ve kosekantı gerçek anlamda ilk kez kullanan bilim adamıdır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Endülüs’te yetişmiş en ünlü gök bilimcilerinden Ebu İshak ez-Zerkâli, 11.yüzyılda, Kurtuba’da dünyaya gelmiştir. Batı’da “Arzachel” adıyla tanınan Zerkâli, Tuleytula’da (Toledo) sanatkâr bir aileye mensuptu. Babası Endülüslü gökbilimcilerine astronomi aletleri yapan bir ustaydı. Zerkâli de babasının atölyesinde zanaat öğrendi. Yeteneği ve merakı sayesinde de tanıştığı Endülüslü bilginlerden gök cisimleri hakkında çok şey öğrenmişti.
Astronomi çalışmalarını 1061 ile 1080 yılları arasında Tuleytula’da yapan Zerkâli, yirmi yıldan fazla süren gözlemlerinin sonucunda ismini bilim tarihine yazdıran ünlü zicini hazırlamıştır. O zamana kadar bilinen zîcler içinde doğruluğu ve içerdiği ayrıntılarıyla ünlenen bu eser, 12. y.y.da Latinceye tercüme edilmiştir. 13. y/da. Kral X. Alfonso tarafından hazırlatılan Alfonso Tabloları büyük oranda Zerkali’nin bu zicine dayanmaktadır. Bu yüzden zaman geçtikçe Zerkâli Zic’i, Toledo Cetvelleri ya da Alfonso Cetvelleri adıyla anılır olmuştur. Avrupa’da Rönesans’a kadar en önemli astronomi eseri olarak kabul edilen bu eser kendisinden sonraki bütün cetvellere esas teşkil etmiştir.
Kastilya kralı VI. Alfons’un Tuleytula’yı işgalinden sonra Kurtuba’ya giderek çalışmalarına orada devam etmiştir.
Zerkâli, bilimsel çalışmanın gereği olarak kendinden önceki çalışmaları sistemli değerlendirmeye almak gerektiğini dile getirmiş ve kendi çalışmalarını da en ince ayrıntılarıyla tam bir bilimsel hassasiyetle anlatmıştır.
• Zerkâli, Kopemik ve Kepler’e kadar olan Avrupa Ortaçağ biliminin en önemli gökbilimcileri arasında sayılmaktadır ve bu yüzden ayın bir kraterine Uluslararası Astronomi Birliği tarafından Zerkali’nin ismi verilmiştir.
Dünya’nın Güneşe olan uzaklığını hesaplayan Zerkâli, yıldızlara göre Güneşin en yüksek noktasının yer değiştirdiğini tespit etti. Bu noktanın doğudan batıya doğru yer değiştirdiğini ve bu değişimin açısını bugünkü değere çok yakın bir şekilde hesaplamıştır.
Güneşin dünyaya en uzak olduğu noktanın hareketinin yıllık değişmesini 12° olarak ölçmüştür ki bu ölçüm modern verilere göre 11,8° civarındadır. Zerkâli, ayrıca dünya eksen eğikliğini ilk keşfeden bilim adamıdır.
Zerkâli aynı zamanda, enlem ve boylam cetvelleri de derlemiş, bugünkü anlamda bir almanak ortaya koymuştur. “Sürekli Takvimler” isimli bu eserinde, 1088 ile 1092 yılları arasında, 4 yıl için Güneş, Ay ve gezegenlerin günlük konumlarını veren çizelgeler bulunuyordu.
• Zerkâli, astronomik gözlem âletleri ve saat yapımında da çok ustaydı.
“Safihatü’l-Zerkâir diye adlandırılan ve Orta Çağ Avrupasında Saphaea olarak tanınan bir cins usturlap yapmıştır. Düzlemsel bir daire şeklinde olan bu usturlap, yeryüzünün herhangi bir noktasında kullanılabilir olduğundan, “evrensel usturlab” olarak ünlenmiştir ve Avrupa’da yaygın bir şekilde kullanılmıştır.
“Tuleytula Acibesi” diye ünlenen, gündüz ve gece saatleri ile Kameri takvime göre günleri gösteren bir su saati yapmıştır. Onun Toledo’da yaptığı hayranlık uyandıran su saatleri, Avrupa’da 17. yüzyılda yaygın olarak kullanılan saatlere öncülük etmiştir.
• Güneş’i 25 yıl Ayı da 37 yıl boyunca gözlemleyen Zerkâli, astronominin dogmalarını yıkmaya çalışmıştır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Ebu’l Abbas Ahmed b. Muhammed b. Kesîr el-Fergânîdir. Batı’da Alfraganus adı ile tanınır. Türkistan’ın, günümüzde Özbekistan sınırları içinde kalan Fergâna bölgesinin yetiştirdiği önemli bilginlerden biridir. Burada doğup büyümüş, bir süre sonra Fergana’dan ayrılarak dönemin bilim ve kültür merkezi olan Bağdat’a yerleşmiştir. Abbasi Halifeleri Me’mûn, Mu’tasım, el-Vâsik ve el-Mütevekkil dönemlerinde devrin önde gelen astronom ve matematikçileri arasında yer almış; bu dönemde önemli araştırmalar yaparak pek çok eser yazmıştır.
Fergâni’nin devlet hizmetinde mühendis olarak çalıştığı da bilinmektedir. Yaşamı ile ilgili fazla bilgi bulunmayan Fergânîye ilişkin bilinenlerin çoğu, gerçekleştirdiği iki önemli mühendislik çalışmasıyla ilgili bazı kaynaklarda yazanlara dayanmaktadır. Bu çalışmalarının ilki Mısır’da Nil Nehri’nin düzenli bir biçimde yükseliş ve alçalışlarını tespit eden bir ölçü aleti olan Nil Mikyası’nın (Mikyâsü’n-Nil) yapımıdır. İkincisi ise Halife Mütevekkil’in Dicle Nehri kıyısında inşa ettirdiği Caferiye şehrinin ortasından geçen ve hem şehrin su ihtiyacını karşılayan hem de tarım arazilerinin sulanmasını sağlayan Caferiye Kanalı’nın yapımıdır.
Fergânînin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Nil Mikyası’nın yapımı 861 yılında tamamlandığından onun bu tarihten sonra vefat ettiği anlaşılmaktadır.
• İslam Dünyasında astronomi üzerine kapsamlı bir risâle yazan ilk bilgin Fergânidir.
Fergâni’nin Cevami Um en-Nucûm ve Usûl el-Harekât es-Semâviyye (Astronominin Özeti ve Göğün Hareketlerinin Esasları) adlı eseri 12. y.y.’ın ilk yarısından 15.yy’ın sonuna değin Avrupa’da ve İslam Dünyası’nda astronominin gelişimini yoğun bir biçimde etkilemiştir. Cevami, bilim tarihindeki en etkin eserlerden biridir.
Fergâni’nin kitabı. 2. yy’ın ilk yarısında Antik Yunan’da yaşayan astronomi bilgini Batlamyus’un Almagest adlı eserinin geliştirilmiş ve son derece anlaşılır hale getirilmiş bir özeti niteliğindedir.
• Yerin ve gezegenlerin büyüklükleri konusundaki en kapsamlı çalışmayı Fergâni yapmıştır.
Fergâni, o dönemde Bağdat Bilgelik Evi’nde yürütülen dünyanın çapı ve çevresinin hesaplanması çalışmalarında da bulunmuştur. Çalışmalar sonucunda yerin 1 derecelik meridyen yayının değeri 56 mil olarak hesaplanmıştır.
• Güneşin de diğer gök cisimleri gibi hareketli olduğunu keşfetmiş; Güneş tutulmalarını önceden tespit eden bir yöntem geliştirmiştir.
Fergâni, bilim tarihinde Güneş’in de bir yörüngesinin bulunduğunu ve kendi etrafında batıdan doğuya doğru döndüğünü söyleyen ilk kişidir. Güneş tutulmalarının gerçekleşeceği zamanı belirlemek için bulduğu yöntemle 842 yılında gerçekleşen tutulmayı önceden tespit etmiş ve o gün tutulmalar konusunda önemli gözlemlerde bulunmuştur.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Mimar Sinan veya Koca Mi’mâr Sinân Âgâ Kayseri’nin Ağımas Köyünde doğmuştur. Çocukluk döneminde dedesinin yanında çıraklık yaptığı ve köyüne kümes, çardak ve su arkları yapmış olabileceği tahmin edilmektedir.
Devşirme olan Sinan Enderun’da eğitim görmüş, bir taraftan askerlik mesleğinin gerektirdiği eğitimi alırken diğer taraftan dedesinden öğrendiği marangozluk sanatını da geliştirerek ilerde mimarlık sanatında önemli izler bırakacak olan çalışmalara kendini hazırlamıştır.
Yeniçeri olarak katıldığı Mohaç Savaşı, Irak, Korfu ve Boğdan seferlerinde gemiler inşa etmek, köprüler kurmak suretiyle ordunun istihkamını güçlendirmek gibi mühendislik ve mimari alanlarda gösterdiği yararlıklar şöhretinin artmasını sağlamıştır. Giderek rütbesi yükselen ve orduya verdiği hizmetle dikkat çeken Sinan “haseki” unvanı ile doğrudan padişahın hizmetine ayrılır. Barbaros Hayreddin Paşa ile seferlere katılan Sinan bu seferlerin birinde sadece 13 günde Prut nehri üzerinden asker geçirmek için yüksek bir köprü inşa etmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın İran seferi sırasında dönemin başmimarının ölmesi üzerine 1539’da Hassa Mimarbaşı olarak tayin edilmiştir. Sinan, ömrünün geri kalan yıllarını, Osmanlı Devleti’nın her köşesinde kendisine Koca Mimar Sinan unvanını kazandıracak anıtsal yapılar inşa etmekle geçirir. Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde hizmetler sunan Mimar Sınan, tanı 52 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun başmimarı olarak görevini sürdürmüş ve 9 Nisan 1588’de vefat etmiştir.
Mühründe yazan “El-fakiru l-Hakir Ser Mimaranı Hassa” (Değersiz ve muhtaç kul, Saray mimarlarının başkanı) sözleri bu büyük sanatkar ve dahi mimarın karakterindeki mütevazılığın göstergesidir.
• Osmanlı Devletinin her köşesinde onun veya öğrencilerinin eserleri vardır.
Mimar Sinan, hayatı boyunca Osmanlı Devleti sınırları içinde bilinen 365 eser inşa etmiştir. Bunların 92’sı cami, 52’si mescit, 55’i medrese, 7’si darül kutra, 20’si türbe, 17’si imarethane, 3’ü darüşşifa, 6’sı suyolu, 10’u köprü, 20’si kervansaray, 36’sı saray, 8’i mahzen ve 48’i hamamdır.
• Mimar Sinan, Osmanlı Devleti nin en parlak dönemi olan 16.yy’da yaşamış, sadece Türkiye’de değil dünya ölçüsünde, “dahi bir sanatkar” olarak kabul edilen, çok önemli bir mimardır.
Mimar Sinan yaşamı boyunca inşa ettiği yapıları çıraklık, kalfalık ve ustalık eserleri olarak nitelendirmiştir. Osmanlı Devleti’nin her yanında sayısız suyolu, çeşme. cami. külliye ve medrese inşa eden Mimar Sinan’ın başyapıtı 1557’de tamamladığı ve kendisine “Koca” ünvanını getiren Süleymaniye Camisi’dir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Osmanlı Devleti’nde 16. yy’da fizik ve astronomi alanında yetişmiş en önemli blginlerden biri olan Mahmud b. Mehmed Mirim Çelebi, Osmanlı biliminin oluşması ve kurumlaşmasında emeği egeçen Ali Kuşçu ve Kadızade-i Rumi’nin torunu olan Kudreddin Mehmet Efendi’nin oğludur. Mirim Çelebi’yi dedesi Hocazade yetiştirmiş ve Sinan Paşa gibi bilginlerden ders almasını sağlamıştır. Önce Gelibolu Medresesi’nde sonra da Bursa’da Manastır Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. II. Beyazıd’a matematik ve astronomi dersleri veren Mirim Çelebi bu dönemde 1508’de Anadolu Kazaskerliği’ne getirilmiştir. Yavuz Sultan Selim padişah olduktan sonra, 1512’de bu görevden kendi isteğiyle ayrılmış, ancak Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1522-1523 tarihinde ikinci kez bu göreve getirilmiştir. Bir süre sonra yeniden görevden ayrılarak Edirne’ye yerleşmiş ve ölümüne kadar bu şehirde yaşamıştır. Mezarı Tunca kıyısındaki Kasım Paşa Camii’nin haziresindedir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Osmanlı matematikçisi ve muvakkiti olan Kalfazade İsmail Çınari’nin doğum ve ölüm tarihleri tam olarak bilinmemektedir. Ancak 1740-1800 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir.
Babasının Mukabele-ı Piyade Kaleminin Yeniçeri Efendisi olarak görev yapması nedeniyle İsmail Çınari de bir süre baba mesleğini yapmış; bu sayede matematiğe olan ilgisi artmıştır. 1767 yılında Sultan III. Mustafa tarafından Laleli Camii muvakkitliğine atanmış ve 1789 yılına kadar bu görevi sürdürmüştür.
Fransızcadan çevirdiği Cassini Zic’inin (astronomik tablo) giriş kısmına eklediği logaritmik tablolar sayesinde logaritmayı matematiğin ayrı bir dalı olarak Osmanlı matematikçilerinin hizmetine sunmuştur.
Döneminin ünlü matematikçisi İsmail Gelenbevi, Kalfazade İsmail Çınari’nin bu eserinden de faydalanarak logaritmayla ilgili ayrı bir risale yazmış ve bu eserde logaritma cetvellerinin nasıl kullanılması gerektiğini izah etmiştir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Nasuh b. Karagöz b, Abdullah el Bosnavi’dir. Hayatına ilişkin bilgi yok denecek kadar azdır. Kesin olmamakla birlikte 1480 yılında doğduğu sanılmaktadır. Cemâl ol Küttab ve Kemâl el-Hüssab adlı ilk eserini el-Boşnavi künyesi ile yazdığından Bosna’lı olduğu tahmin edilmekledir. Kendisinin bulduğu matrak oyunu sebebiyle “Matrakçı”, bazı kaynaklarda ise “Silahşor” ünvanıyla anılır, Muhtemelen dedesi veya babası devşirme olan Nasuh küçük yaşta saraya alınmış ve II. Bayezid zamanında Enderun’da eğitim görmüştür. Bu esnada saray hocası Sâi’nin talebesi olmuştur.
1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın çıktığı ilk İran seferine katılan Matrakçı Nasuh, İstanbul’dan Tebriz’e, oradan Bağdat’a ve Bağdat’tan yine Tebriz üzerinden İstanbul’a kadar konup göçülen menzillerin minyatürlerini hazırlamıştır,
Hayatının daha sonraki yılları hakkında da yine pek fazla bilgi bulunmayan Matrakçı Nasuh çok yönlü bir bilim adamıdır. Matematik, tarih, coğrafya ve savaş sanatları alanlarında yazılmış önemli eserleri bulunmaktadır.
• Daha çok kendi kadı olan “matrak” oyunundaki yetenekleriyle bilinen Matrakçı Nasuh aynı zamanda iyi bir matematikçi, haritacı ve minyatür ustasıdır.
Eğitimini saray okulu olan enderunda alan Matrakçı Nasuh ilk eserlerini matematik alanında vermiş, bunları savaş sanatları, minyatür, tarih ve bir ölçüde haritacılığa ilişkin eserleri izlemiştir.
• Çizdiği yerleşim yeri minyatürleri, o dönem şehirleri hakkında çok değerli bilgiler sunmaktadır.
1537 yılında kaleme aldığı “Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i ‘Irâkeyn-i Sultan Süleyman Han” adlı eseri Kanuni’nin ilk İran seferinde geçilen bütün konak ve menzilleri isim ve resimleriyle veren çok değerli bir çalışmadır. Bu eserdeki minyatürler, ilgili yerleşim yerlerinin 16. yy. deki topografyası, mimarisi ve bölgenin şehircilik tarihi hakkında eşsiz bilgiler sunmaktadır.
Yetenekli bir hattat olan Nasuh’un, bir elyazısı tarzı olan divani yazısının devlet dairelerinde kullanılmasının mucidi olduğu da çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Kara mühendislik okulu olan Mühendishâne-i Berr-i Hümâyun’un baş hocası, Türkiye’nin modern ilim öncülerinden olan İshak Efendinin doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Bugün Yunanistan sınırları içinde kalan Yanya’nın Narda (Arda) kasabasında doğmuştur. Aslen Mûsevi bir aileye mensuptur. Babasının ölümünden sonra kardeşi Esad Efendi ile birlikte Müslüman olmuş ve İstanbul’a yerleşmiştir. Eğitiminin ilk yıllarına ilişkin bilgi bulunmamaktadır. Arapça ve Farsça’yı iyi bilmesinin yanı sıra Fransızca, Latince ve İbranice gibi çeşitli Batı dillerini de bilmesi ve sahip olduğu bilimsel bilgi onun küçük yaşta medrese öğrenimi gördüğünün delili sayılabilir.
İshak Efendi, çalışkanlığı ve azmi ile tanınan bir bilim adamıdır. Mühendishane-i Berr-i Hümayun’da önce öğrencilik, sonra hocalık, 1830 yılından itibarense baş hocalık yapmıştır. Kendi döneminde bu okulu oldukça disiplinli bir hale getirmiştir. Birçok yabancı dili çok iyi bildiği için bir süre Divân ı Hümayun’da tercümanlık da yapmıştır. Çeşitli devlet görevlerinde de bulunan Baş Hoca İshak Efendi, kutsal yerlerin tamiri ile görevlendirildiği Medine’den dönerken 1836 yılında İskenderiye’de vefat etmiştir.
• İshak Efendi, hem kendi yazdığı hem de Avrupa dillerinden çevirdiği eserlerle Osmanlı Bilim Dünyasına modern bilimin aktarılmasını sağlayan önemli bilim adamlarındandır.
İshak Efendi, baş hocalığını yaptığı Mühendishane’de modern bilimlerin öğretilmeye başlamasıyla bu bilimleri konu edinen kitapların çevrilmesi zorunluluğunu görerek bu çeviri faaliyetinde öncü olmuştur. Bunun yanında modern bilimlerin aktarılmasını kolaylaştıracak birçok eser kaleme almıştır.
• Mecmua-i Ulûm-i Riyaziye eseri sayesinde Osmanlı bilim ve eğitim hayatı ilk defa yüksek matematik ve fizikle tanışmıştır.Âyrıca bu bilimlerin kendilerine has kavram ve terimlerinin Türkçe karşılıklarını vermiştir
• Baş Hoca İshak Efendi’nin bunlar dışında harp sanatları, coğrafya, top dökümcülüğü, oktant, sekstant gibi mühendislik aletlerinin kullanımı, hafif ve ağır istihkam konularını ele aldığı kitaptan da vardır.
• Baş Hoca İshak Efendi Osmanlı Devletinde ilk kimya derslerini başlatan bilim adamıdır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Doğumu ve tahsili hakkında bilgi yoktur. Aslen Zigetvarlıdır, ilerleyen yıllarda İstanbul’a yerleşmiş ve astronomiyle ilgilenmiştir. Mesleğinin tezkirecilik olduğu anlaşılan İbrahim Efendi İstanbul’da yaşayan bürokrat bir bilgindir.
Tezkireci İbrahim Efendi, Osmanlı Devletinde astronomi alanında Latince’den Türkçeye yapılan ilk tercüme çalışmalarının öncüsüdür. Daha sonra, İbrahim Müteferrika, Kâtib Çelebi’nin Cihannümâ adlı eserine yaptığı ek ve Erzurumlu İbrahim Hakkı da yazdığı Mârifetnâme adlı eseri ile modern astronominin yeni kaynaklarını geniş okuyucu kitlelerine mal etmeye başlamışlardır.
19. yüzyılın ortasında, eski astronominin yerini alan yeni astronomiye dayalı ilk çalışma Tezkireci Köse İbrahim Efendi’in Secencel el-Eflâk fi Gayet el-idrâk (Feleklerin Aynası ve İdrâkın Gayesi) adlı eseridir. Bu eser aslen Fransız astronom Noel Duret’in zicinin tercümesidir. Tezkireci Kose İbrahim, eserin mukaddimesinde anlattığına göre. bu eserin aslını getirtip, Arapçaya tercüme etmiştir. Ardından, bu zice göre bir takvim hazırlayıp bunu Uluğ Bey Zici’ne tatbik etmiştir.
Tezkireci, 1663 yılında Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa’nın yanında Uyvar Seferi’ne katılmıştır. Bu sırada eser üzerinde yeniden çatışmış, esere kendi çalışmalarını ve geliştirdiği formülleri de ilave etmiştir Paris meridyeni üzerine altmışlı sistemle telif edilen zîci, yeniden gözden geçirerek ve cetvelleri kısaltarak burçlara göre tekrar düzenlemiştir. Daha sonra eserin mukaddimesini Arapçadan Türkçeye çevirerek esere son şeklini vermiştir.
İbrahim Efendinin astronomi ve milletlerarası takvimler konusunda iki eserinin daha olduğu kendisi tarafından ifade edilmektedir.
• Avrupa’da gelişen yeni astronomi çalışmalarının takip edilmeye başlandığı 17. yy’ın ikinci yarısında, Osmanlı bilim dünyasına modern astronominin girmesinde etkin olan isimlerden biridir.
Astronomik cetveller konusunda Latince yazılmış bir eserden yaptığı tercümeyle Kopernik astronomisi ve modern astronomi kavramları ilk defa Osmanlı bilim literatürüne girmiştir. Bu eser, Osmanlı bilim literatüründe Kopernik sisteminden bahseden ilk eserdir ve bu sistemi tasvir eden ilk diyagramı göstermektedir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Daha çok matematik ve mantık alanlarındaki çalışmalarıyla tanınan Osmanlı âlimi İsmail Gelenbevi, 1730 yılında Manisa’nın Kırkağaç ilcesine bağlı Gelenbe kasabasında doğmuştur. Doğduğu yere nisbet edilerek Gelenbevi lakabıyla meşhur olan İsmail tanınmış ve kültürlü bir aileye mensuptur. Gelenbevi’nin dedesi Mahmud Efendi ile babası Mustafa Efendi’nin her ikisinin de Manisa çevresinde müderrislik ve müftülük yaptıkları bilinmektedir
Gelenbevi, ilk öğrenimine Gelenbe de başlamış ancak küçük yaşta babasını kaybettiğinden 13-14 yaşlarına kadar ciddi anlamda bir eğitim alamamıştır. Bir süre sonra da bilgisini arttırmak için İstanbul’a giderek Fatih Medresesi’ne girmistir. İstanbul’da zamanını büyük alimlerinden Yasincizade Osman’dan Arapça ve dini ilimler, ‘Ayaklı Kütüphane’ lakabıyla tanınan Muhammed Emin Efendi’den mantık, fizik ve matematik dersleri almıştır. Medrese eğitimini tamamladıktan sonra 1763 yılında müderrislik ünvanını almış ve sonra da Muhammed Emin Efendi’nin evinde ders ve müzakerelere katılmıştır.
Hayatta iken Gelenbevi’nin o devrin iki büyük aliminin şöhreti arasında sıkışıp kaldığı belirtilir. Kendisi de önemli bu bilim adamı olan Salih Zeki Bey’in ifadesine göre Gelenbevi’nin felsefe bilimlerindeki şöhretini Hocası Mehmet Emin Efendi, Matematik bilimindeki şöhretini ise Muğlalı Mehmet Efendi bastırmıştır. Buna karşın Gelenbevi ardında bıraktığı eserleriyle ölümünden sonra her iki bilgini de geride bırakmıştır.
• Gelenbevi İsmail Efendi, pek çok bilim dalının hemen hepsinde söz sahibi olan; 18. yy Osmanlı bilim anlayışım eserleriyle günümüze aktaran önemli bilim adamlarındandır.
Osmanlı Devleti’nin bütün kurumları ile gerilemeye başladığı bir dönemde yaşamış olmasına rağmen teoriyi pratik alana aktarabilmiş. bilimsel yeterliliğini Batı’ya kabul ettirmiş ve ununu devletin sınırları dışına tanıyabilmiş çok yönlü bir bilim adamıdır.
Gelenbevi eski usul ile matematik problemleri çözen son matematikçidir. Gelenbevi’nin matematikte üstün yetenek sahibi olduğu, dönemim anlatan kaynaklarda açıkça görülür.
• Gelenbevi, logaritmanın ülkemizdeki ilk büyük ustasıdır. Bu konuda yazdığı risale kendinden sonraki matematikçilerin yolunu aydınlatmıştır
• Matematik, astronomi, mantık, felsefe, kelim ve tasavvufla ilgili 35’in üzerinde eser yazmıştır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Ömer Şifai Sinop’un Akliman köyünde doğmuştur. Şeyh Hasan Fatin’ın oğludur. Henüz çocukken babasını kaybeden Şifai, Konya’ya gitmiş ve burada Mevlevi tarikatına katılmıştır. Daha sonra İstanbul Yenikapı Mevlevihane’sine gitmiş ve burada tıp İle ilgilenmeye başlamıştır. Ömer el-Şifai bu alandaki bilgisini artırmak maksadıyla Suriye’ye ve Mısır’a gitmiştir. Tıbba dair temel tahsilini Şam’da Hanne isimli bir Musevi’den almıştır.
Bazı bilim tarihçileri Şifai’nin daha sonra Avrupa’ya gittiğini ve Latince öğrenerek Paracelsus’un eserlerini okuduğunu böylelikle tıp bilgisini geliştirdiğini söylemektedirler. Seyahatlerini tamamlayıp nihayet Borsaya donmuş ve Yıldırım Dârüşşifâsı’nda başhekim olmuştur Türkçe dışında Arapça, Farsça, Fransızca ve Latince’yi de iyi bilen Ömer el-Şifai bu dillerde yazılmış pek çok kaynaktan faydalanmıştır. Bursa’da 1742 yılında vefat etmiş ve Pınarbaşı Mezarlığına defnedilmiştir.
• 18. yy Osmanlı hekim ve kimyacılarından ulan Ömer El-Şifai bu alanlarda bir süredir Batıda yaşanan ilerlemeleri takip edip anlayarak bunların Osmanlı tıbbında uygulanmasına katkı sağlamıştır.
Ömer el-Şifâî, Avrupa’daki gezileri sırasında öğrendiği Latince ile Batı tıbbini takıp ederek özellikle Rönesans’ın buyuk hekimi Paracelsus’un etkisinde kalmış, onun ve diğer bazı Batılı hekimlerin eserlerinden Osmanlıcaya önemli tercümeler yapmıştır.
• Paracelsus’tan etkilenerek hastalıkların temelinde kimyasal süreçlerin yattığı varsayımı Üzerinde durmuş bu çerçevede kimya çalışmalarına büyük önem vererek kimyanın tıpta daha bilimsel biçimde kullanılmasının önünü açmıştır.
Kimyanın hekimler için en önemli araçlardan biri olduğunu savunan Ömer Şifai 1703 yıllarında yazdığı El-Cevherül ferid fi tıbbil-cedid adlı eserinde, hastalıkların tedavisinde kullanılan bazı ilaçları, kimyasal anlamda bunların nasıl hazırlanacağını, damıtma yöntem ve araçları gibi konuları aktarmıştır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Halide Edip Adıvarın deyişiyle “bir entelektüel aristokrat” olarak tanınan Müderris Salih Zeki Bey İstanbul’da 1864 yılında doğmuştur. Yoksul ve babasız bir çocuk olarak Darüşşafaka’da eğitim görmüştür. 1882 yılında bu okulun lise kısmından mezun olduktan sonra bir süre devlet memuriyetinde çalışmış, ardından elektrik mühendisliği eğitimi almak için Paris’e gönderilmiştir. Türkiye’ye döndükten sonra bilim tarihi ile ilgilenmeye başlayan Salih Zeki Bey, yurt dışında makalesi yayımlanan ilk Türk bilim tarihçisidir. “Mémoire sur les Chiffres Indiens” (Hint Rakamları Tarihi’) adlı bu makalenin yayım tarihi 1889’dur.
Salih Zeki Bey, bilim tarihi çalışmalarının yanısıra dönemin önemli gazetelerinde yazarlık ve yöneticilik de yapmış, bunun yanında bazı köklü okullarda analitik geometri, matematiksel fizik, kimya, astronomi ve ihtimaller hesabı gibi dersler vermiştir. 1910 yılından itibaren lise ve üniversite düzeyinde eğitim kurumlarında ve Maarif Nezaretinde (Eğitim Bakanlığı) yöneticilik yapmıştır. Bunların arasında Mekteb-i Sultânî (Galatasaray Lisesi) Müdürlüğü, Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Umum Müdürlüğü (rektörlüğü) ve Maarif Nezâreti Müsteşarlığı görevlerinde bulunmuştur.
İş hayatında muazzam bir disiplin ve ciddiyete sahip olan ve ömrü boyunca işine sadakatle bağlanıp çok çalışan Salih Zeki Bey dalgalı bir ruh haline sahip biri olarak tanınmaktadır. 1920’de geçirdiği ruhi bunalımın ardından 2 Temmuz 1921’de vefat etmiştir. Salih Zeki Bey bir dönem Halide Edip (Adıvar) ile de evli kalmıştır.
• Salih Zeki Bey çağdaş Türk bilim tarihçiliğinin kurucusudur.
Nesnel bir yaklaşımla Türklerin ve Müslümanların bilime katkılarını tespit etmeye çalışmış, çağdaş Türk bilim tarihçiliğinin ilk çalışmalarını yapmıştır. En başta Asar-ı Bakiye (Yüzyıllardan Arda Kalan) adlı kitabı olmak üzere bu konuda yazdıkları bugün de bilim tarihi araştırmacıları için güvenilir kaynaklar olarak kullanılmaktadır.
• Osmanlı Devletimin en önde gelen son dönem matematik bilginlerindendir.
Çağdaş matematiğin Türkiye’ye girişinde çok önemli hizmetleri olmuştur. Dârülfünun’da verdiği konferanslarla ve çeşitli eserleriyle sayılar kuramı, sanal sayılar, Öklid dışı geometriler ve ihtimaller hesabı gibi Türk matematikçilerinin o günlerde yabancısı olduğu birçok alanı Türkiye’de tanıtmıştır.
• Astronomi ve mantık alanlarında kendinden sonrakilere yol gösteren önemli çalışmalar yapmıştır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Takiyüddin Muhammed b. Maruf et-Hanefi er-Raşid’dir. 16. yy.da Osmanlı biliminin en önemli bilginlerinden olan Takiyüddin er Raşid 1526 yılında Şam’da doğmuş, Mısır ve Şam’da yetişmiştir. Babası Marüf Efendi ile 1550 yılında İstanbul’a gelen Takiyüddin, 1555 – 1570 yılları arasında Mısır’da kadılık yapmış, ardından tekrar İstanbul’a dönmüştür. Müneccimbaşı Mustafa Çelebi’nin ölümüyle II. Selim tarafından Müneccimbaşılığına getirilen Takiyüddin bu görevdeyken Hoca Saadettin Efendi ile dostluk kurmuş ve 1574 yılında Galata Kulesi’nde gözlem çalışmalarına başlamıştır. 1577 yılında III. Murat’ın fermanıyla Tophane sırtlarında Osmanlı Devleti’nin ilk gözlemevini kurmuştur. Bu gözlemevi, Şeyhülislamın “Gözlemevleri bulundukları ülkeleri felakete sürükler.” şeklindeki fetvası üzerine 1580’de yıktırılmış ve bu olaydan 5 yıl sonra Takiyüddin er-Raşid vefat etmiştir.
* İstanbul’da kurduğu gözlemevinde kendi yaptığı ölçüm ve gözlem aletleriyle yaptığı çalışmalar Osmanlı Devleti’nde astronominin daha da gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur.
Takiyüddin’in astronomi alanında en dikkat çeken hesaplamalarından biri yerin ekliptik düzlemi ile ekvator arasındaki eğimi 23° 28′ 40” olarak bulmasıdır. Bu değer bugün kesin olarak bilinen ve 23° 27′ olan değerden yalnızca bir dakika 40 saniye kadar farklıdır ve o zamanın koşullarında gerçeğe en fazla yaklaşan değerdir.
* Matematik alanında özellikle trigonometri ve ondalık kesirler konularında çok önemli çalışmalar yapmıştır.
Takiyüddin, sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjantın tanımlarını vermiş, kanıtlamalarını yapmış ve cetvellerini hazırlamıştır. Ayrıca çok eskiden beri kullanılmakta olan altmışlık kesirlerin yerine ondalık kesirleri astronomide ilk kez kullanmaya başlamıştır.
* Mühendislik yönü de güçlü olan Takiyüddin, astronomik aletler, güneş saatleri, mekanik saatler, su çekme aletleri de yapmıştır.
* Türkçenin yanı sıra Arapça ve Farsçayı da iyi bilen Takiyüddin, eserlerini Arapça kaleme almıştır. Batılıların kendisinden en fazla istifade ettiği bilim adamlarındandır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Bir mühendis ve bir matematik hocası olarak tanınan Hüseyin Rıfkı Tamani’nin doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte 1750 yılları civarı doğmuş olduğu tahmin edilmektedir. Doğum yeri Kırım’ın Taman beldesidir.
II. Selim döneminde kurulan Mühendishane-i Berr-i Hümayun’un (Kara Mühendislik Okulu) kurucu eğitim kadrosunu oluşturmak üzere İkinci Halife olarak görevlendirilmiştir. 1801 yılına kadar Müderrishane’de ikinci halife olarak görev yapmış ardından buraya Baş Hoca olarak atanmış ve bu görevi 16 yıl sürdürmüştür. Bu süre içinde devlet tarafından kimi zaman kale istihkamlarının onarımında mühendis olarak kimi zamansa yabancı bir ülkeye Padişahın mektubunu götüren bir elçi olarak görevlendirilmiştir.
1803 yılında bir görev için gittiği Londra’da birkaç yıl kalmış, burada batı dillerini ileri derecede öğrenmiştir. Tamani’nin Arapça ve Farsça’nın yanında İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Latince gibi dillere de vakıf olduğu bilinmektedir. Bu dillerde yazılmış çağdaş bilim eserlerini tercüme ederek Türk bilim hayatına katmıştır.
• Hüseyin Rıfkı Tâmâni, yazdığı veya tercüme ederek yayınladığı eserlerle modern Batı biliminin Türkiye’ye girişine öncülük etmiştir.
Tamani matematik, geometri, mühendislik ve coğrafya konularında kitaplar yazdığı gibi dönemin Batı’da yazılmış önemli eserlerinden bazılarını da tercüme ederek Türk bilim dünyasına kazandırmıştır. Bu kitaplar dönemin mühendishanelerinde ders kitabı olarak da kullanılmıştır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Ebû Abdullah Muhammed el-İdrisi el Kurtûbi el-Hasani el-Sebti’dir Gençliğinde İspanya, Portekiz ve Fransa’nın Atlas Okyanusu kıyılarını, Güney İngiltere’yi, Kuzey Afrika’yı gezen ve henüz 16 yaşındayken Anadolu’ya da gelen İdris, bu araştırma gezileri esnasında ileride çalışmalarında kullanacağı çok değerli bilgiler toplamıştır.
Yaklaşık 1145’te Sicilya’daki Norman kralı II. Roger’in hizmetine girmiş ve yaşamının geri kalan kısmını onun Palermo’daki sarayında geçirmiştir. Kralın ölüm tarihi olan 1154’ten kısa bir süre önce gümüşten bir Yer küresi ile Roger’in Kitabı adlı meşhur eserini tamamlayarak Krala takdim etmiştir.
• İdrisi, haritacılık ve coğrafya alanlarında döneminin en büyük bilginidir.
Norman kralı II. Roger için hazırladığı, 70 ayrı paftadan oluşan Dünya haritası, o döneme değin bilinen Dünya’nın mükemmel bir tasvirini vermeyi amaçlayan oldukça kapsamlı bir çalışmadır. Bu nedenle haritacılık tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Bu harita incelendiğinde, Dünya’nın ekvatordan kuzeye doğru yedi iklim kuşağı ve bunları dik olarak kesen on boylam çizgisiyle 70 parçaya bölündüğü görülür. Her parçanın kapsadığı ülkelerin coğrafi özellikleri, madenleri, bitkileri, hayvanları, yolları vs. ayrıntılı bir şekilde anlatılmış olup, özellikle Akdeniz yöresi ve Balkanlar hakkında verilen bilgiler çok değerlidir.
Nüzhet’ül Müştak fi’htırâki’l-Âfâk adlı eseri Ortaçağ İslam Dünyasında genel ve sistematik coğrafya üzerine yazılmış en kapsamlı eserdir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Musa Paşa b. Mehmed b. Kadı Mahmud Efendi’dir. Dedesi Mahmud Efendi, uzun zaman Bursa kadılığı yapmasısebebiyle Koca Kadı adıyla tanınmış, babası Mehmed Efendi de genç yaşta Bursa kadılığına getirilmiştir. Ailenin büyük oğlu olması sebebiyle adının sonuna paşa kelimesi eklenerek Musa Paşa denilen Kadızade’ye dede ve babasına nispetle Kadızade, Anadolu’dan Semerkand’a gittiği için de Rumi denilmiştir.
Kadızade-i Rumi’nin 1359 yılında Bursa’da doğduğu tahmin edilmektedir. Eğitimine Bursa’da başlamış ve önemli bilginlerden ders almıştır. Daha sonra dönemin bilim ve kültür merkezlerinin yer aldığı Maveraünnehir bölgesine gitmiş ve burada matematik alanında yetkinleşmesini sağlayacak bir eğitimden geçmiştir. Bilim adamı olarak kazandığı yetkinlik sadece bilginler arasında değil, yöneticiler arasında da tanınmasına yol açmış ve tarihin ender yetiştirdiği bilgin ve siyasetçilerden Uluğ Bey’in hocası olmuştur. Bu tanışıklık sonucu hem Semerkand’da hem de Osmanlı Devleti’nde etkili bir konuma ulaşmıştır.
Uluğ Bey tarafından Semerkand Medresesi’ne “baş hoca” olarak atanan Kadızade-i Rumi, bu medreseyi döneminin öncü bilim ve eğitim kurumu haline getirmiştir. Kadızade-i Rumi’nin Semerkand Medresesi’nde yetiştirdiği öğrencilerden bazıları Osmanlı Devleti’ne giderek Semerkand bilim geleneğinin Osmanlı topraklarında hayat bulmasını sağlamıştır.
Uluğ Bey daha sonra hocasını Zicindeki tabloları geliştirmesi amacıyla kurduğu Semerkand Gözlemevi’nin müdürlüğüne getirmiştir. Kadızade-i Rumi’nin 1435 yılında öldüğü tahmin edilmektedir.
* Kadızade-i Rumi Osmanlı Devleti’nde yetişen ilk önemli astronomi bilginidir. Hem astronomi hem de matematik alanında çok önemli çalışmalar yapmıştır.
* Yazdığı eserler uzun süre Osmanlı medreselerinde okutulmuş, yetiştirdiği öğrencilerin Osmanlı Devleti’nde bilim ve eğitimin gelişmesinde etkisi büyük olmuştur.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Ebü’l-Hasen Alâüddin Alî b. Ebu’l-Hazm İbn el-Nefis el-Kareşî ed-Dımaşkrdir. Şam’a yakın bir kasaba olan Kareşfde 1213 yılında dünyaya gelmiştir. Büyük Selçukluların Halep Atabeyi Nûreddin Mahmud Zengi tarafından Şam’da kurulmuş olan Bîmâristânü’n-Nûri’de (günümüzde Tıp Fakültesi ve Hastanesi) eğitim görmüştür. Şam’da tecrübe ve şöhret kazandıktan sonra Mısır’a gitmiş, Memlûk Sultanı I. Baybars’ın özel hekimliğine ve Mısır ile Suriye’nin hekimbaşılığına getirilmiştir. Buralarda tıp eğitimi veren hastanelerde hocalık yapmıştır. Kahire’de rahat bir hayat sürdüğü tahmin edilen İbn el-Nefis 1288 yılında vefat etmiştir.
• Tıp tarihinde küçük kan dolaşımı sistemini tam ve doğru olarak açıklayan ilk bilim adamı İbn el-Nefis’tir.
Nefis, kalbin yapısını, odacık ve kapakçıklarını, bunların işlevlerini, kalbin kendini beslemesini ve kanın akciğerlere pompalanıp temizlenerek tekrar kalbe dönmesini ifade eden küçük kan dolaşımı sistemini tam olarak açıklamıştır.
• Göz hastalıklarına ilişkin çalışması bu konuda o güne kadar yazılmış en değerli kaynak olarak kabul edilir.
• İbn el-Nefis, tıp bilimindeki başarısının yanında felsefe, hukuk ve dini bilimlerde de çalışmalar yapmıştır.
• Tıp alanındaki en önemli eseri Kitab Mücez el-Kanun fi’Tıbb adıyla bilinir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Gökbilim tarihinde ünlü Meraga Gözlemevi’nin kurucusu olarak tanınan Nasiruddin-i Tusi’nin tam adı, Ebu Ca’fer Nasiruddin-i Muhammed b. Muhammed b. el-hasen Ebubekir el-Tusi’dir. Horasan’ın Tus kentinde 1201 yılında doğmuştur. Çocukluğu ve gençliği Tus şehrinde geçen Tusi, hukuk, ilahiyat, astronomi ve matematik eğitimi almıştır. Bir süre Alamut Kalesi’nde bulunan Tusi, İlhanlı hükümdarı Hülagu Han tarafından Alamut Kalesinin ele geçirilmesiyle onun hizmetine girmiş ve zekasıyla etkilediği Hülagu Han’ın danışmanları arasına katılmıştır.
Hülagu Han’ın sağladığı olanaklarla bilimsel çalışmalarını sürdüren Nasiruddin-i Tusi, 12 yıl boyunca burada gözlemlerde bulunarak astronomi tarihinin önemli eserlerini hazırlayacağı Meraga Gözlemevi’ni kurmuştur.
Ünlü bilgin 1274 yılında Bağdat ziyareti sırasında vefat etmiştir.
* Tusi, Türk bilim tarihindeki en önemli gözlemevlerinden biri olan Meraga Gözlemevi’ni kurmuştur.
Meraga, gözlem aletlerinin zenginliği ve gözlemevinde çalışan bilim insanlarının sayısı ve seçkinliği bakımından, daha önce kurulmuş olan gözlemevlerinden çok ilerideydi. Burada kullanılan gözlem araçları dakik gözlem yapmayı sağlayacak nitelikteydi ve o dönemde Batı’da bu ayarda bir gözlemevi bulunmuyordu. Batı’da bu nitelikte bir gözlemevinin kurulması ancak 16. yüzyılda Tycho Brahe’nin Uraninberg gözlemeviyle gerçekleşmiştir.
* Tusi, Meraga Gözlemevi’nde 12 yıl süren gözlemleri sonucunda yüzyıllarca astronomların temel başvuru kaynağı Zic-i İlhani’yi hazırlamış, el-Tezkire fi’İlm el-Hey’e adlı astronomi kitabını kaleme almıştır.
Zic-i İlhani, o döneme kadar yazılan yıldız kataloglarının içinde en gelişmiş olanıdır. Katalogda çeşitli yıldızların ve 256 şehrin koordinatları yer almaktadır. Kitabında ortaya koyduğu bilgiler ve önerdiği yeni yöntemler Batı’nın ünlü astronomu Kopernik’e (1473-1543) giden yolu açmıştır.
* Tusi, astronominin yanı sıra trigonometri alanında da bugüne ışık tutan çok önemli çalışmalar yapmıştır. Trigonometrinin bağımsız bir bilim dalı haline gelmesi onun çalışmaları sonucunda gerçekleşmiştir.
Nasiruddin-i Tusi’nin trigonometri üzerine yazdığı kitabı modern trigonometride bugün de ele alınan bütün formülleri içermesi bakımından oldukça değerlidir ve o dönemde uzun yıllar el kitabı olarak kullanılmıştır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Ebû Ca’fer Muhammed bin Mûsâ el-Hârezmi’dir. İsmi Batı kaynaklarında Alkarismi, Algoritmi veya Algorism şeklinde geçer. Yaşamıyla ilgili bilgiler oldukça az olsa da, Bağdat’ta yaşadığı ve 9. yy.’da Halife Me’mun’un emriyle inşa edilen, zamanın en büyük ve ileri bilim merkezi olan Beyt’ül Hikme’nin (Bilgelik Evi) yöneticiliğini yaptığı kesin olarak bilinmektedir. Bugün bildiğimiz eserlerini burada yazarak Halife Me’mun’a sunmuştur.
Harezmi önemli bir astronom ve büyük bir matematikçidir. Tarihte bir ilk olarak Halife Me’mun’un Bağdat’ta ve Şam’da kurduğu gözlemevlerinde önemli astronomi çalışmaları yapmış, devrin diğer önemli alimleriyle ortak çalışmalar yürütmüştür.
Ancak Harezmi’nin en önemli çalışmaları matematik alanında olmuştur. Bunların en bilineni cebiri, hisab ilminden ayırarak ayrı bir dal olarak ortaya koymasıdır. Matematik alanındaki çalışmaları kendinden sonraki tüm bilim adamlarını etkilemiştir.
* Harezmi matematik bilimine cebiri kazandıran bilgindir.
Harezmi, matematik alanında yaptığı çalışmalarda, kendinden önce ancak sözlü olarak bilinen cebiri geliştirip, sistemleştirerek bunun matematiğin ayrı bir dalı olarak var olmasını sağlamıştır. El’Kitab’ül-Muhtasar fi Hısab’il Cebri ve’l-Mukabele adlı eseri bilim tarihinde cebirin kendi başına konu edildiği ilk kitaptır. Bu yönüyle Harezmi bilim tarihinde cebiri keşfeden bilim adamı olarak kayıtlıdır.
* Harezmi “0” (sıfır) ve bilinmeyen işareti “x” in mucidi olarak bilinir. 10 rakamdan oluşan basamaklı sayı sistemi üzerine bir eser yazarsak bu rakamların İslam Dünyası ve Batı’da tanınıp kullanılmasını sağlamıştır.
Hindistan’da bulunduğu sırada sayıları ifade etmek için harfler yada heceler yerine basamaklı sayı sisteminin kullanıldığını saptamış, yazdığı eserle önce İslam Dünyası, ardından da çeviriler yoluyla Batı Dünyası Hint rakam ve ondalık sayı sistemi ile tanışmıştır.
* Bulduğu pek çok çözüm ve yöntemleri 15. yy.a kadar Batılı matematikçilerce de çalışmalarına esas olarak alınmıştır.
* Yalnızca matematik alanında değil astronomi, coğrafya ve tarih alanlarında da önemli çalışmalar yapmış ve bu alanlarda kendinden sonraki bilim adamlarını etkileyen eserler kaleme almıştır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
980 yılında Buhara yakınlarındaki Afşana adlı köyde dünyaya gelmiştir. Tam adı Ebu Ali el-Hüseyin İbn Abdullah
İbn Ali İbn Sina’dır. İslam dünyasında bilim ve felsefe alanındaki eşsiz konumunu ifade etmek amacıyla kendisine verilen “eş-şeyhü’r-reis” unvanı ile de bilinir. Eserlerini yüzlerce yıl temel kaynak olarak kullanan Batı’da Avicenna ismiyle tanınmış, pek çok yerde “Hekimlerin Kralı” ya da “Filozofların Prensi” ünvanlarıyla anılmıştır.
Saray katiplerinden olan babası Abdullah’ın bilim ve felsefeye düşkünlüğü ile alim ve filozofları zaman zaman evinde toplaması İbn Sina’nın çok küçük yaşlarda bilimle tanışmasını sağlamış, içine ömrü boyunca tükenmeyecek olan öğrenme arzusunu ateşlemiştir. Henüz 10 yaşındayken Kuran-ı Kerim’i ezberlemiş, dil, edebiyat ve dini konularda iyi bir eğitime kavuşmuştur. İlerleyen yıllarda da devrin önemli alimlerinden dersler almış, matematik, mantık, coğrafya, felsefe ve daha birçok konuda o güne kadar yazılmış en önemli eserleri okumuş, ardından da tıp eğitimine başlamıştır. Diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da hocalarından bir müddet ders aldıktan sonra tıpla ilgili eserleri kendi kendine okumaya başlamıştır. Kısa sürede tıp ve eczacılıkta da ileri bir düzeye ulaşan İbn Sina, kendi ifadesine göre daha 19 yaşında iken bir tabipin onu bir tıp otoritesi sayarak bilgisinden faydalanıldığı bir hekim haline gelmiştir.
Samani Hükümdarı Nuh Bin Mansur’un hastalığını iyileştirmesi üzerine, Buhara’da olağanüstü zengin kitaplıktan
dilediği gibi yaralanmasına izin verildi. Burada bulup okuduğu kitaplar, bilgisinin daha da derinleşmesine ve düşüncelerinin gelişmesine büyük katkıda bulundu. 21 yaşına geldiğinde dönemin en büyük hekimlerinden biri sayılıyordu.
Gazneli Mahmud’un Samani Hanedanlığı’na son vermesi üzerine Buhara’dan Harzem’e gitti. Ardından Gürgeç ve Rey’de dolaştı. Bu gezgin yıllarında zaman zaman hekimlik yaptı. Bir süre Hemedan’da Büveyhi Emir’i Şemsü’d Devle’nin vezirliğinde bulundu. Bir süre sonra İsfahan’da, Alaü’d Devle’nin sarayına girdi. Hükümdarla çıktığı bir sefer sırasında 10 Temmuz 1037 tarihinde mide rahatsızlığından Hamedan’da vefat etti.
* İbn Sina, bilimin hemen hemen her dalında çalışmalar yapmış ve felsefi düşünceleri ile kendinden sonra gelenleri etkilemiş dahi bir Türk düşünür ve bilgindir.
* Tıp tarihinin gelmiş geçmiş en büyük hekimi olan İbn Sina’nın eseri el-Kanun fi’t-Tıbb 18. yy.’a kadar dünyadaki tıp okullarında temel kaynak olarak okunmuştur.
Anatomik bilgiler, hastalıkların tarifi, tedavi yöntemleri, kullanılacak ilaçlar gibi tıbbın temelini oluşturan konularda yazılmış olan bu kitap yüzlerce yıl hem Doğu’da hem de Batı’da hekimliğin ana kaynağı olmuştur. Tıbbi konuları kadar verdiği bitki tanımları ve ilaç tarifleriyle de eczacılığın temel kitaplarından sayılır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Endülüs’ün Malaga şehrinde 1197 yılında doğan İbn el-Baytar’ın tam adı Ebû Muhammed Ziyâüddîn Abdullah b. Ahmed el-Aşşâb el-Mâlek’dir. Yetiştirdiği bilginleriyle tanınan bir ailede büyümüş, hayatı boyunca doğaya ve bitkilere merak duymuştur. Bitkilerin dünyasını hocası İşbiliyeli Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed en-Nebâti’yle birlikte araştıran İbn el-Baytar, incelediği bitkilerin tıbbi yönlerini, yetiştikleri ortamları ve adlarını öğrenmiştir. Hocası Nebati’den öğrendiği en önemli şey araştırmalarında deneysel metotları kullanmanın önemidir.
Devrin en meşhur eczacılarından Abdullah b. Salih el-Kütâmî ve el-Haccâc el-İşbili’nin yanında İşbiliye’de çalışmalarına devam etmiş; bu iki meşhur eczacının yanında bitkilerin tıbbi yönlerini uygulamalı olarak öğrenme fırsatı bulmuştur. Bu dönem içerisinde Dioskorides ve Galenos’un basit ilaçlar üzerine yazdıkları eserleri incelemiştir.
Daha sonra, bitkiler üzerine uzun süren bir keşif yolculuğuna çıkmış, Cezayir, Libya ve Trablusgarp’ı dolaşmıştır. Yolculuğu 1223 yıllarına doğru Anadolu’ya uzanmış, Bizans ve Selçuklu topraklarını da dolaşarak gördüğü yeni bitki çeşitlerini kayıt altına almıştır.
Seyahatleri sırasında ünlü bilginlerle de tanışan Baytar, onlardan yeni ilaç tarifleri öğrenmiştir. Gezip gördüğü yerler arttıkça ünü de artan botanik biliminin babası İbn el-Baytâr, topladığı bitkilerle ve arşivlediği ilaç tarifleriyle İskenderiye’ye kadar gitmiştir. Burada Mısır’ın Eyyûbi hanedanlarından Melikü’l-Kâmil Muhammed kendisine ‘Reîsü’l-aşşâbîni’ yani “baş botanikçi” unvanını vermiştir.
Melikü’l-Kâmil, Suriye’ye düzenlediği seferlerde İbn el-Baytâr’ı da yanında götürmüştür. Böylece Baytar, Diyarbakır, Urfa, Musul, Lübnan, Kudüs ve Hicaz bölgelerindeki yeni bitkileri de kayıt altına almıştır.
• İbn al-Baytar, yaşadığı dönemde birçok Özelliği ile eşine az rastlanan, tarihin gördüğü en büyük botanikçilerden birisidir.
• Dioskorides, İbn Sinâ, Galenos, Dineveri, Razi ve Zehravi’nin yapıtlarını incelemiş, kendi araştırmaları ve gözlemleriyle bunları harmanlayarak bitkiler üzerine iki önemli eser kaleme almıştır.
Bunlardan biri Kitab el-Mugnî fi el-Edviye el-Müfrede yani Basit İlaçlar Hakkında Zengin Bilgiler, diğeri ise Kitab el-Cami el-Müfredat al-Adviye ve’l-Ağdiye yani Basit İlaçlar ve Gıdalar Ansiklopedisi adlarını taşır.
el-Edviye adlı eserinde hastalıkları alfabetik sıraya göre sıralamış ve her hastalıkta hangi ilacın nasıl kullanılacağına dair ayrıntılı bilgiler vermiştir. 2.330 paragraftan oluşan bu eserinde 1.400 kadar hayvanî, madenî ve nebati kökenli basit ilaçları açıklamıştır. Tanıttığı 1.400 basit ilacın 300 tanesi tamamen kendisi tarafından keşfedilmiştir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Mehmet Emin Derviş Paşa, 1817’de İstanbul’da Eyüplü bir imamın oğlu olarak doğmuştur. On iki yaşındayken Mühendishane-i Berr-i Hümayun’a (Kara Mühendislik Okulu) kaydolmuş ve Baş Hoca İshak Efendi gibi dönemin meşhur hocalarından dersler almıştır. 1835 yılında mühendishaneden mezun olmasının ardından Tophane-i Amire’de çalışmaya başlamıştır. Kısa bir süre sonra öğretmen olarak yetiştirilmek üzere Avrupa’ya gönderilmiştir. İki yıl kadar Londra’da, ardından da üç yıl kadar Paris’te kalmıştır. Ülkeye döndüğünde bir süre mühendislik ardından da Mekteb-i Harbiyye-i Şahane ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de mühendislik, fizik, kimya ve geometri hocalığı yapmıştır.
Osmanlı Devleti’ni temsil etmek üzere yurt dışına elçi olarak da gönderilen Mehmet Emin Derviş Paşa, Padişah Abdülmecid’in emriyle 1850 tarihinde Fransız Bilim Akademisi örnek alınarak kurulan Encümen-i Daniş’in kırk üç üyesinden biri olmuştur. 13 Ocak 1863 yılında açılan Darülfünun’da açılış dersini vermiştir.
• Türkiye’de çağdaş kimya çalışmalarının öncüsü Mehmet Emin Derviş Paşa’nın fizik ve kimya alanlarında yaptığı çalışmalar sonraki bilim adamlarının yolunu aydınlatmıştır.
Mehmet Emin Derviş Paşa’nın 1848 tarihti Usûl-i Kimya adlı eseri ile 1864 tarihli Usûl-i Hikmet-i Tabiiye adlı eseri Osmanlı Türkçesi ile yazılan ve ülkemizde basılan ilk kimya ve fizik ders kitaplarıdır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Ebu’l Kasım Halef ibn Abbas ez-Zehravi’dir. Modern cerrahının öncüsü Zehravi, Endülüs’ün başkenti Kurtuba’da 936 yılında dünyaya gelmiştir. Hayatı hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Endülüs’ün en parlak döneminde bir hâkim ve hekim olarak bilim tarihine adını yazdırmayı başarmış, bütün zamanların birkaç büyük cerrahından biridir.
Zehrâvi’nin Batı Avrupa İslam Medeniyeti’nin başkenti ve bilim merkezi olan Kurtuba’da eğitim gördüğü ve mesleğini burada yaptığı anlaşılmaktadır. Endülüs Emevi halifesi II. Hakem döneminde (961 – 976) saray hekimliği yapmıştır.
Arap seyyahı Hasan el-Vezzân, Arap ve Yahudi filozoflar ve hekimleri hakkında bilgiler verdiği eserinde Zehrâvi’nîn 1013 yılında vefat ettiğini belirtir.
İslâm dünyasında İbnu’l-Heysem, Biruni ve İbn Sina gibi 11 yy bilim adamları arasında yer alan Zehrâvi her ne kadar tıbbın çeşitli dallarıyla ilgilenmişse de daha çok cerrah özelliğiyle tanınmıştır.
• Zehravi tıp tarihinde birçok yeniliğe imza atan ve yüze yakın ameliyat malzemesini resimleri ile birlikte ansiklopedik eserinde toplayan eşsiz bir hekim; asırlar boyuna Avrupalı hekimlerin otorite olarak kabul ettiği Antik Roma’nın meşhur hekimi Bergamalı Galenden daha üstün görülen bir cerrah, Avrupanın karanlık çağına ışık tutan bir tıp bilgesidir.
Zehrâvi’nin tıp tarihinde gerçekleştirdiği birçok ilkten bazıları şunlardır:
• Alışılmadık bir hastalık olan hemofiliyi yani kanın pıhtılaşmamasını ayrıntıları ile açıklamıştır.
• Kanamaları kontrol etmek için alkol ve balmumu ile damarları dağlama yöntemini açıklamıştır.
•Tıp literatüründe trakeostomi olarak anılan, nefes borusuna gırtlak seviyesinin altında delik açılarak yeni nefes açma yolu açılması işlemini uygulamıştır
• Diş tedavisinde çürüyen dişi çekilmesi ve çekilen bölgenin dağlanması gibi yeni uygulamalar geliştirmiştir.
• Kırık diz kapağı kemiği için ilk defa cerrahi bir müdahale yöntemi uygulamıştır.
• Doğum esnasında fetüsün ters gelmesi durumunda neler yapılması gerektiğine dair yararlı bilgiler vermiştir.
Kitabü’l Tasrif Zehravi’nin asırlara meydan okuyan iki ciltlik eşsiz yapıtıdır. 30 bölümden oluşan eserde iki yüze yakın cerrahi aletin çizimleri bulunur. Ayrıntılı açıklamaları ve resimli anlatımıyla cerrahi tarihinde bir ilk niteliğindedir. Birçok ameliyat prosedürünün ve aletinin resimlerle açıklandığı eserin bir benzerine daha önce hiç rastlanmamıştır. Yaklaşık 1000 yılında tamamlanan eser Zehravi’nin elli yıllık tıp tecrübesinin bir ürünüdür.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
1386 yılında Amasya’da dünyaya gelmiştir. Ünlü bir hekim ailesine mensup olup Çelebi Sultan Mehmed’in hekimbaşısı Sabuncuoğlu Mevlana el-Hâc İlyas Çelebi Bey’in torunudur. Amasya Darüşşifa’sında öğrenim görmüş, aynı zamanda usta-çırak ilişkisi içinde hekimlik ve cerrahlık mesleğini edinmiştir. Uzun yıllar hekimlik yaptığı Amasya Darüşşifa’sında sonradan başhekim olmuştur. Muhtemelen bu hastanede Burhâneddin Ahmed en-Nahcuvâni’den eğitim almıştır. Candaroğlu İsfendiyar Bey zamanında bir süre Kastamonu’da çalışmalarına devam etmiştir. Meşhur eseri Cerrâhiyyetü’l Hâniyyey İstanbul’a giderek Fâtih Sultan Mehmed’e sunmuştur. Son eseri olan Mücerrebnâmeyi 1468 yılında tamamlamıştır. Tahminlere göre bu eseri yazdıktan kısa bir süre sonra vefat etmiştir.
Amasya’da yaşamış olması ve eserlerini o günün bilim dili olan Arapça yerine Türkçe yazması Sabuncuoğlu’nun Osmanlı bilim dünyasında yeterince tanınmasına engel olsa da hekimliği ve cerrahlığıyla dönemine damga vurmuş bilim adamlarındandır.
• Sabuncuoğlu, o dönem hekimlerinin aksine tedavide cerrahiye daha fazla önem vererek cerrahi yöntemlerinin gelişmesine katkıda bulunmuştur.
Sabuncuoğlu, İslam bilim dünyasında cerrahi denildiğinde akla gelen ilk isim olan meşhur hekim Zehrâvi’nin asırlara meydan okuyan eseri Kitâbu’t Tasrif’ten de faydalanarak cerrahi tedavi yöntemleri üzerine önemli çalışmalar yapmış, yeni yöntemler ve aletler geliştirmiş, bunları kendinden sonraki hekimlerin de kullanabileceği bir kitapta toplamıştır.
• Sabuncuoğlu’nun Türkçe kalema aldığı Cerrahiyyet’i İlhaniyye 3 bölüm olarak düzenlenmiştir. Birinci bölüm eskiden beri uygulanmakta olan ve çoğunlukla cerrahi tedaviye tercih edilen dağlama yöntemiyle tedavi konusundadır. 57 başlıktan oluşur. Bu bölümde dağlamada kullanılan araçlar, dağlamanın nasıl yapılacağı ve dağlamanın vücudun nerelerine uygulanacağı resimlerle anlatılmıştır. 98 bölümden oluşan ikinci bölüm ameliyatlar hakkındadır. 35 başlıktan oluşan üçüncü bölüm ise kırık ve çıkıklar konusuna ayrılmıştır. Kolu kırılmış veya diz kayması olmuş bir kimsenin çıkan veya kırılan uzvunun nasıl eski haline getirileceği ve bu işlemin hangi araçlarla yapılması gerektiği resimlerle gösterilmiştir. Eserde tedavileri anlatan 136 adet minyatür, 149 adet ameliyat malzemesi ve 14 adet cerrahi kesim tekniği resmi bulunmaktadır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
721 yılında bilginler diyarı Horasan’ın Tus şehrinde doğmuş, hayatının büyük kısmını Küfe’de geçirmiştir. Botanikçi olan babasından bitkileri ve bunların iyileştirici etkilerini oldukça iyi öğrendiği kabul edilir. Babasının ölümünün ardından Küfe’de aktarlık yaparak kimya geleneğinin önemli temsilcilerinden Cafer el-Sadık’ı tanıyarak onun talebesi olmuş, kimya bilimine ilişkin temel bilgileri büyük hürmet duyduğu ve kimi zaman “Hikmetin Kaynağı” diye nitelendirdiği hocasından öğrenmiştir. Onun yanında eğitimini tamamladıktan sonra o dönemde bilimin ve düşüncenin merkezi olan Bağdat’a gitmiştir.
Bağdat’taki yönetici ailelerden biri olan, bilimi ve bilimle uğraşanları himaye edip destekleyen Bermeki ailesinin desteğiyle çalışmalarına uzunca bir süre burada devam etmiştir. Bermeki ailesinin yönetimden uzaklaştırılmasının ardından 803 yılında yeniden Küfe’ye dönmüştür. Ömrünün geri kalanını burada bilimsel çalışmalar yaparak geçiren Cabir Bin Hayyan, 815 yılında Küfe’de ölmüştür. Bazı kaynaklarda doğduğu yer olan Tus’da öldüğü yazılıdır.
* Cabir Bin Hayyan, deneysel çalışmaları kimyanın hizmetine sunmasıyla bu alanda bir çığır açmıştır. Bu nedenle Cabir modern kimya biliminin kurucusu kabul edilir.
Cabir Bin Hayyan, araştırmaları deney ve matematik temelleri üzerine oturtmuştur. Onun için sayı ve ölçü kimyanın olmazsa olmaz iki boyutudur. Bu düşüncesiyle kendinden önceki bilim adamlarından ayrılan Hayyan modern kimya çalışmalarının başlangıcını oluşturmuştur.
* Deney ve çalışmalarını gerçekleştirebilmek için çoğunu kendisinin icat ettiği imbikleri, tüpleri, fırınlar ve daha pek çok araç gereç, kendinden sonraki tüm kimyacılar tarafından kullanılmıştır.
* O güne kadar bilinmeyen birçok kimyasal bileşiği keşfetmiştir.
Nitrik asit, hidrojen klorür ve sülfirik asitin rafine ve kristalize yöntemlerini bulduğu Kral Suyu’nu icat ettiği, sitrik asit, asetik asit, tartarik asiti keşfettiği bilinmektedir. Kendisinin ortaya attığı “baz” kavramıyla kimyanın gelişmesine katkıda bulunmuştur.
* Cabir, pek çok alanda eser vermiş çok yönlü bir bilim adamıdır.
Cabir Bin Hayyan kimya çalışmalarının yanında eczacılık, fizik, astronomi, tıp, mühendislik, coğrafya ve felsefe gibi bilim dallarında da önemli çalışmalarda bulunmuş ve çok sayıda eser kaleme almıştır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu