Siyaset
ve devlet adamı, Türkiye’nin 12. ve günümüzdeki Cumhurbaşkanı. Ak Parti
kurucusu ve Genel Başkanı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Başkanlarından, eski
Başbakanlardan.
26
Şubat 1954 tarihinde İstanbul / Kasımpaşa’da doğdu. Sahil Güvenlik Teşkilatı’nda
da görev yapmış Rizeli bir denizci babanın oğludur. Çocukluğunu Rize’de
geçirdi. Ailesi ile birlikte on dört yaşında ailesi ile Rize’den İstanbul’a göç
etti ve Piyale Paşa İlkokulu’nda okudu. Çocukluk döneminde ekstra harçlık için
İstanbul sokaklarında limonata ve simit sattı.
1965’te girdiği İstanbul İmam Hatip Okulunu 1973’te bitirdi. Sonradan
Marmara Üniversitesi’ne bağlanarak adı Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi olarak değiştirilen Aksaray İktisadi ve Ticari İlimler
Yüksek Okulu’ndan ön lisans derecesiyle 1981 yılında mezun oldu. Camialtı, İETT
ve Erokspor’da 16 yıl futbol oynadı ve 12 Eylül 1980 sonrasında futbolu
bıraktı.
Recep
Tayyip Erdoğan, 1980 yılında, çalışmakta olduğu İETT’den ayrılınca özel sektörde
çalışmaya başladı. 1982 yılında askere gitti, askerden döndükten sonra yine
aynı şirkette yaklaşık bir buçuk yıl çalıştı. Daha sonraki çalışma hayatına
başka bir şirkette genel müdür olarak devam etti. Bu arada üniversite
yıllarında Milli Türk Talebe Birliği’nin çalışmalarına katıldı. Politikaya ilgi
duyarak, 1978 yılında Millî Selâmet Partisi (MSP) Beyoğlu Gençlik Kolu
Başkanlığına ve aynı yıl MSP İstanbul İl Başkanlığına seçilip fiilen politikaya
girmiş oldu.
12
Eylül 1980 askeri darbesinden sonra 1983 yılında kurulan Refah Partisi ile
siyasi hayatına devam etti. 1984 yılında bu partinin Beyoğlu İlçe Başkanı, 1985
yılında da İstanbul İl Başkanı ve MKYK üyesi oldu. 1986 ara seçimlerinde
milletvekilliğine, ardından 1989 yılında da Beyoğlu ilçesinden belediye
başkanlığına adaylığını koydu. 1989 seçimlerinden Refah Partisi ikinci parti
olarak çıktı ve 1991 yılında tekrar milletvekili adayı oldu ve partisi barajı
geçince milletvekili seçildi. Ancak “tercihli oy sistemi” nedeniyle Yüksek
Seçim Kurulu milletvekilliğini iptal etti. Onun yerine o yıl Meclise Mustafa
Baş girdi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
1994
yılına kadar İstanbul İl Başkanlığı görevini sürdüren Erdoğan, medya ve anket
tahminlerini altüst ederek 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde % 25,19 oy alarak,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Dünyanın en büyük
metropollerinden biri olan ve Türkiye’nin sosyal ve ekonomik başkenti olan
İstanbul’da yaptığı Belediye Başkanlığı döneminde kaçak yapılaşma ve o yıllarda
şehri kasıp kavuran susuzluk sorunu ile mücadele etti ve mücadelelerinde önemli
başarılara ulaştığı gözlendi.
Okuduğu Bir Şiir Yüzünden Cezaevine
Konuldu
Recep
Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997 tarihinde davet üzerine gittiği Siirt’te,
katıldığı mitingde yaptığı konuşma sırasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın
öğretmenlere tavsiye ettiği bir kitaptan, Ziya Gökalp’ın 1912 yılında Balkan
Savaşı için yazdığı “Asker Duası” başlıklı şiirini okuduğu için, özellikle
“Minareler süngü / Kubbeler miğfer / Camiler kışlamız / Müminler asker”
dizeleri tartışma konusu yapılarak, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde
yargılanmaya başlandı. Yargılama sonucu Türk Ceza Kanunu’na göre “Halkı
din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçunu
işlediği gerekçesiyle dört ay hapis cezasına çarptırıldı. Erdoğan, bu mahkeme
kararıyla, 4.5 yıl sürdürdüğü İstanbul Belediye Başkanlığını bırakarak 26 Mart
1999 günü Kırklareli iline bağlı Pınarhisar Cezaevine girdi. 24 Temmuz 1999
günü tahliye oldu.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)
Kurucusu
Bu
süreçte, onu seven ve destekleyen çevreler tarafından yeni bir parti kurması
yolunda kendisine telkinlere açık oldu. Fazilet Partisi’nin, Anayasa Mahkemesi
tarafından temelli kapatılmasının ardından, bağımsız kalan milletvekilleri,
yeni parti kurma çalışmalarını “Gelenekçiler” ve
“Yenilikçiler” olarak adlandırılan iki kanattan sürdürdü.
“Milli
Görüşçü” olarak adlandırılan kanat Recai Kutan’ın genel başkanlığında 20
Temmuz 2001’de Saadet Partisi’ni (SP) kurarken, “Değişimci” kanat da
Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde 14 Ağustos 2001’de, Adalet ve Kalkınma
Partisi’ni (AK Parti) kurdu ve Erdoğan, parti genel başkanlığına seçildi.
Partisi, katıldığı genel seçim olan 3
Kasım 2002 seçimlerinde büyük bir başarı elde etti ve oy kullanan seçmenlerin %
34,29 oyunu alarak birinci parti oldu.
Lideri
olduğu parti seçimi kazandı ama, Recep Tayyip Erdoğan seçim yasağı bulunduğu
için Meclise giremedi. Arkadaşı ve partisinin lider kadrosundan Abdullah Gül
bir süreliğine parti başkanlığını ve 58. hükümeti kurarak başbakanlığı yürüttü.
Bu ara formülün ardından şu süreç yaşandı: Yapılan genel seçimlerde Siirt
milletvekili seçilen Fadıl Akgündüz’ün milletvekilliğinin düşürülmesi ve aynı
şehirde AK Parti’den ilk sırada milletvekili seçilmiş olan Mervan Gül’ün adaylıktan
çekilmesi üzerine Siirt’te ara seçim yapıldı. Erdoğan, yapılan bu ara seçimde Siirt’ten
milletvekili seçildi ve AK Parti hükümetini Abdullah Gül’den devralarak 2003
yılında ilk kez Başbakan oldu.
Başbakan Erdoğan
Başbakan
Erdoğan, kurduğu hükümetler döneminde çok sayıda reformlar uyguladı. Türkiye 45
yıl sonra Avrupa Birliği ile bir Ortaklık Anlaşması imzaladı, Erdoğan’ın görev
gelmesi ile Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri başladı. Ülkede yapmış
olduğu reformlar sonrası European Voice Organization tarafından “The
European of the Year 2004” seçildi.
2007
genel seçimlerinde, Türkiye tarihinde 52 yıl sonra ilk kez iktidarda olan bir
parti, ikinci döneminde oy oranını arttırdı ve Erdoğan’ın genel başkanı olduğu
Adalet ve Kalkınma Partisi bu seçimi %
46.58 oy oranıyla kazandı.
Erdoğan,
2010 yılında kamuoyunun uzun yıllardır anayasa değişikliği taleplerini
değerlendirerek, özellikle 12 Eylül darbesi döneminde yapılan anayasa yerine
daha çağdaş ve demokratik bir anayasa özlemini karşılamak üzere kolları sıvadı.
Yeni anayasanın tümüyle değiştirilmesi için, ön hazırlık olarak 12 Eylül
2010’da referanduma gitti. Hazırladığı paket, seçmenden destek gördü ve % 57.94
“Evet” oyuyla kabul edildi. Bu referandumdan sonra 2012 yılında yapılacak yeni
anayasanın çalışmalarına başladı.
2011
yılında, Erdoğan liderliğindeki AK Parti, Türkiye siyasi hayatında başarısını
sürdürerek, 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde bu kez oylarını önceki seçime
göre yeniden arttırdı ve % 49,9 oyla seçimin
galibi oldu ve Erdoğan, 61. TC hükümetini tek başına kurarak çalışmalarını
sürdürdü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan
Recep
Tayyip Erdoğan, 10 Ağustos 2014 Pazar günü halkın oyları ile 12. Cumhurbaşkanı
seçildi. Türkiye’nin 12. ve günümüzdeki Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı öncesinde, 2003-2014 yılları arasında 11 yıl
başbakanlık yaptı. 2007 anayasa değişikliği referandumu sonrasında anayasada
yapılan değişiklikle birlikte 10 Ağustos 2014 tarihinde gerçekleştirilen
seçimle doğrudan halkoyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu. Bu seçimde Erdoğan,
% 51.79 oranında oy aldı.
Kurucuları
arasında yer aldığı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin genel başkanlığı görevini 12
yıl boyunca sürdürürken; 2002, 2007, 2011 ve 2015 genel seçimlerinden en yüksek
oyu alan parti olarak ayrılmıştır. Ak Parti, 2015 genel seçimlerinde de en
yüksek oyu alan parti olmuştur.
Recep
Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi üzerine, cep telefonu mesajı ve
televizyon konuşmalarıyla vatandaşları meydanlara çıkarak darbecilere karşı
durmalarını istedi. Bütün şehirlerde milyonlarca kişi meydanlarda toplanarak
gece geç saatlere kadar ellerinde Türk bayraklarıyla demokrasi nöbetini
günlerce devam ettirdi.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, görevini sürdürürken AK Partinin hazırladığı anayasa teklifinin 16
Nisan 2017’da yapılan referandumda kabul edilmesiyle yetkilerini genişletti.
Halkın yüzde 51.41’nin “Evet” oyu verdiği ve “Hayır”
oylarının yüzde 48.59’da kaldığı bu referandumun ardından yeniden AK Parti
üyesi oldu.
29
Mayıs 2017’de Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan
başkanlığında toplanan Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) toplantısında Erdoğan
yeniden AK Parti Genel Başkanı oldu.
Recep
Tayyip Erdoğan, 24 Haziran 2018’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde % 52.6 oy
alarak büyük bir oy farkıyla başarılarına yeni bir zafer ekledi, yeniden
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilerek görevine devam etti.
Ayasofya İbadete Açıldı
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, 10 Temmuz 2020 Cuma günü Ayasofya’nın Diyanet İşleri
Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına yönelik Cumhurbaşkanlığı Kararını
“hayırlı olsun” mesajıyla paylaştı. Öte yandan, karar Resmi Gazete’de
yayımlandı.
Kararda,
Ayasofya Camisi’nin müzeye çevrilmesi hakkındaki 1934 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın
Danıştay 10. Dairesinin kararıyla iptal edildiği anımsatıldı.
Bu
kapsamda, Ayasofya Camisi’nin yönetiminin 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 35. maddesi gereğince Diyanet İşleri
Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına karar verildiği belirtildi.
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, sosyal medya hesabından söz konusu Cumhurbaşkanı
Kararı’nı “hayırlı olsun” notuyla paylaştı.
Eşi ve Çocukları:
Cumhurbaşkanlığı
görevine 28 Ağustos 2014’te başlayan Erdoğan, 4 Temmuz 1978 günü verdiği bir
konferansta tanıştığı 1955 doğumlu Emine Erdoğan (Gülbaran) ile evli; Ahmet
Burak ve Necmettin Bilal adlarında iki oğul,
Esra ve Sümeyye adlarında iki kız babasıdır.
Ödülleri:
Recep Tayip
Erdoğan birçok ödül aldı. Bunlardan birkaçı şunlardır: 18 Nisan 2004 – “Dünyanın
En Etkili 100 Kişisi”nden biri (Time dergisi), 13 Haziran 2004 –
“Altın Plaka” ödülü, Amerikan Başarı Akademisi Ödülü (İngilizce:
Academy of Achievement), 8 Ağustos 2006 – “Karadeniz Ülkelerinde Yılın
Reformcusu ödülü” (Hazar Enerji Entegrasyonu), 15 Ocak 2008 –
“Köprüleri İnşa Etmek” ödülü (Müslüman Sosyal Bilimciler Derneği), 26
Ekim 2009 – Nişan-ı Pakistan (Pakistan), 12 Ocak 2010 – “İslam’a Hizmet
Ödülü” Kral Faysal Fonu), 1 Mart 2010 – “Hariri Ödülü” BM Habitat ve Refik Hariri Vakfı),
25 Kasım 2010 – “Yılın Lideri” (Arap Bankalar Birliği).
KAYNAKÇA:
Sadık Albayrak / MSP Davası ve 12 Eylül (1990), İhsan Işık / Bir Portre: Recep
Tayyip Erdoğan (Yeni Zemin dergisi, Mart 1994), Süleyman Yeşilyurt / Türkiye’nin
Başbakanları (2006), Sema Dülger / Dünden Bugüne Devletin Zirvesindekiler
(2007), Türker Alkan / AKP Liderliği (Radikal, 9.5.2007), Fatih Bayhan / Recep
Tayip Erdoğan’ın Liderlik Şifreleri (2007), Sefa Kaplan / Recep Tayip Erdoğan
(2007), Hüseyin Besli – Ömer Özbay / Bir Liderin Doğuşu (2010), İhsan Işık /
Ünlü Devlet Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 1, 2013) –
Encyclopedia of Turkey’s Fomous People (2013), Anayasa değişikliği referandumu:
YSK kesin sonuçları açıkladı (bbc.com, 27 Nisan 2017), Son dakika… Erdoğan’ın
A Takımı açıklandı. İşte yeni MYK (29.05.2017), 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanı
Seçimi Sonuçları (secim.haberler.com, 24 Haziran 2018), 24 Haziran 2018 Seçim Sonuçları – Seçim
Sonucu (sabah.com.tr, 24 Haziran 2018),
Son
dakika haberler… Cumhurbaşkanı Erdoğan imzaladı… Ayasofya ibadete açıldı
(hürriyet.com.tr, 10.07.2020).
III. KÜLTÜR ŞURASI AÇILIŞ KONUŞMASI (03.03.2017).
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın Açılış Konuşması
Değerli kültür ve sanat
insanlarımız,
Kültür ve Turizm Bakanlığımızın
kıymetli mensupları,
Değerli misafirler,
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle
selamlıyorum.
Kültür ve Turizm Bakanlığımız
tarafından düzenlenen 3’üncü Milli Kültür Şurası’nın ülkemize, milletimize,
kültür ve sanat dünyamıza hayırlı olmasını diliyorum.
Şura’ya, açılış oturumunda ve
komisyon çalışmalarında görüşleriyle, teklifleriyle, tenkitleriyle,
değerlendirmeleriyle katkı sağlayacak olan tüm kültür, sanat ve ilim
insanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.
Üç gün sürecek toplantılar sonunda
yayımlanacak Şura Sonuç Raporunun, kültür ve sanat politikalarımızın geleceğine
ışık tutmasını, yeni bir kültür hamlesine vesile olmasını temenni ediyorum.
Milli Kültür Şurasının 28 yıl
sonra yeniden toplanmasını sağlayan Bakanımız Nabi Avcı Hocamızı ve ekibini
tebrik ediyorum.
Değerli arkadaşlar…
Türkiye, farklı kültürlerle
zenginleşerek gelişmiş, insanlık tarihine damga vurmuş bir medeniyetin
mirasçısıdır.
Ecdadımız, mimariden musikiye,
görsel sanatlardan edebiyata kadar kültürün her alanında çok önemli eserler
ortaya koymuştur.
Bu büyük mirasa, hakkıyla sahip
çıkabildiğimizi söyleyebilmemiz ise, maalesef çok zor.
Burada birkaç rakamı sizlerle
paylaşmak istiyorum…
Ülkemizin 2015 yılında en çok
ziyaret edilen müzeleri olan Ayasofya’ya 3,5 milyon, Topkapı Sarayına 3,2
milyon ve Mevlana Müzesine 2,3 milyon kişi geldi.
Buna karşılık sadece Paris’teki
LUVR Müzesi aynı yıl 9 milyon kişi tarafından ziyaret edildi.
Aynı şekilde, “UNESCO’nun Yaratıcı
Şehirler Ağı”nda 54 ülkeden 116 şehir bulunuyor.
Ülkemizden ise sadece, 2015
yılında Gaziantep, gastronomi alanında bu listeye girebildi.
Nitekim, ülkemizin kültür
harcamalarına baktığımızda, 2014 yılındaki 33 milyar liralık meblağın yarısına
yakınını, televizyon ve televizyon yayınları kategorisinin oluşturduğunu
görüyoruz.
Kitap, gazete, dergi harcaması
yüzde 13’le; sinema, tiyatro, konser harcaması da yüzde 5,7 ile kültür
ekonomisinde yer alıyor.
Esasen, geçtiğimiz 14 yılda kültür
alanında çok önemli işler de yapıldı.
Örneğin, doğrudan bakanlığa bağlı
müze sayısı 93’ten 198’e, müze ve ören yeri ziyaretçi sayısı 7,4 milyondan 17,3
milyona çıktı.
Destek verilen özel tiyatro sayısı
59’dan 216’ya, sinemaya verilen destek miktarı da 6 milyon dolardan 176 milyon
dolara yükseldi.
Ülkemizdeki sinema seyircisi
sayısı 23,5 milyondan 58 milyonun üzerine çıkarken, özellikle yerli filmler 31
milyon seyirci ile tarihimizin en yüksek seyirci potansiyeline ulaştı.
Ülkemizde ISBN numarası verilen
kitap sayısı 2002 yılında 16 bin civarındayken, geçen yıl bu rakam 54 binin
üzerine çıktı.
2005 yılından bugüne Türk kültür,
sanat ve edebiyat eserlerinin yabancı dillere çevrilmesi için 2 bin 312 esere
16 milyon liralık destek sağlandı.
Yunus Emre Kültür Merkezlerini,
TİKA’nın kalkınma yardımlarında, Maarif Vakfımızın eğitimde yaptığı işi,
kültürümüzün, dilimizin, sanatımızın dünyaya tanıtılması konusunda yapmak üzere
kurduk.
İngiltere, Fransa ve Almanya başta
olmak üzere, dünyada pek çok örneği bulunan bu merkezlerimizi, daha canlı, daha
etkin hale getirmeliyiz.
Bunun için, Yunus Emre
Enstitüsünü, bürokrasinin çarkları arasında ezilmesine yol açmayacak, tıpkı
Maarif Vakfı gibi, özerk bir çerçeve içinde faaliyetlerini yürütecek yeni bir
yapıya kavuşturmalıyız.
Diğer taraftan yurt dışındaki
kültürel varlıklarımızın korunması hususunda da, geçtiğimiz 14 yılda önemli
mesafeler kat ettik.
TİKA başta olmak üzere,
Balkanlardan Orta Asya’ya, Kuzey Afrika’dan Kafkasya’ya kadar geniş bir alanda,
ata yadigârı eserlere sahip çıktık, onardık, gerekiyorsa yeniden inşa ettik.
Ülkemiz içinde de Dünya Kültür
Mirası listesinde yer alan alanlarımızın sayısını 9’dan 16’ya çıkartırken,
geçici listedeki alan sayısını da 69’a yükselttik.
Değerli arkadaşlar…
Bütün bunlar elbette çok önemli,
çok kıymetli hizmetlerdir.
Fakat, önümüzde yapmamız gereken
çok büyük ve hayati işler olduğunun da farkındayız.
Öncelikle, kültürel faaliyet adı
altında niteliksiz, milli kültürümüze uymayan, kültür hayatımıza katkı
sağlamayan etkinlikler konusunda dikkatli olmalıyız.
Kültürün her alanında birikimimize
sahip çıkacak, değerlerimizi yaşatacak çalışmaları ön plana çıkarmalı ve
desteklemeliyiz.
Televizyonun, internetin,
özellikle de sosyal medyanın kültürümüzü adeta yiyip bitirmesine göz yumamayız.
Tam tersine bu imkânları kendi
kültürümüzü yeni kuşaklara aktarma konusunda etkin bir şekilde kullanmanın
yollarını aramalıyız.
Osmancık ve Küçük Ağa gibi,
Osmanlı tarihini, Kurtuluş Savaşı yıllarımızı anlatan dizilerin, bir neslin
üzerindeki etkilerini çok iyi hatırlıyoruz.
Şimdi de Diriliş Ertuğrul dizisi,
benzer bir şekilde, ülkemizin içinde ve dışında, ilgiyle takip ediliyor.
Demek ki, uğraşınca, emek verince,
kaynak ayırınca netice alınabiliyor.
Bu tür örnekleri çoğaltmalıyız.
Diğer hususlarla birlikte, medya
alanındaki faaliyetlerimizin de ölçüsü, bilmekle anlamak arasındaki farkı ifade
eden kültür ve irfan kavramları olmalıdır.
İrfandan yoksun bir kültür, açık
konuşayım, hamallıktan başka bir şey değildir.
İstanbul’a Fatih’in gözüyle
bakmazsanız, sadece taş ve beton yığınlarıyla denizin karışımından ibaret bir
şehir görürsünüz.
Bursa’yı Orhan Gazi’nin gözüyle,
Edirne’yi Sultan Murat’ın zaviyesinden temaşa etmezseniz, bu şehirlerin ve
temsil ettikleri medeniyetin sırlarına vakıf olmazsınız.
Gönlerde dalgalanan bayrağımıza,
şehitlerimizin nazarıyla bakmazsanız, o renk de, o ay da, o yıldız da size
birer grafik unsuru olmanın ötesinde söz söyleyemez.
Halbuki ne diyor şair:
“EY MAVİ GÖKLERİN BEYAZ VE KIZIL
SÜSÜ,
KIZ KARDEŞİMİN GELİNLİĞİ,
ŞEHİDİMİN SON ÖRTÜSÜ,
IŞIK IŞIK, DALGA DALGA BAYRAĞIM!
SENİN DESTANINI OKUDUM, SENİN
DESTANINI YAZACAĞIM.”
Evet, bayrağımızı işte bu şekilde
görmek için, milli kültür şuuruna ihtiyacımız bulunuyor.
Unutmayınız, siyasi iktidar
seçimle, oyla, sandıkla olunabilir; ama kültür iktidarı için çok daha farklı
bir birikime, emeğe, çalışmaya, dirsek çürütmeye, alın teri dökmeye ihtiyaç
vardır.
Bugün ülkemizdeki manzaraya baktığımızda,
milletimizin hâkim rengini oluşturan kesimlerin kültürel iktidardan epeyce
uzakta olduğunu görüyoruz.
Bir avuç marjinalin, hatta terör
örgütü yanlısı kesimlerin çok daha etkin olduğu bu alana, mutlaka asli sahibinin,
yani milletimizin rengini vurmalıyız.
Hiçbir devlet, kendi imkânlarıyla,
devlet ve millet düşmanlarını besleyemez.
Kamu kurumları başta olmak üzere,
kültür etkinlikleri düzenleyen kuruluşların, bu tür devlet ve millet düşmanı
kesimlere itibar etmemesi, destek vermemesi şarttır.
Bununla birlikte, kendi
tarihimizden, kendi değerlerimizden beslenen kişi ve kuruluşların da, artık
kaliteli, mahalli olandan doğup küresele doğru akan bir kültürel üretim
yapmaları gerekiyor.
Türk kültürü, güzel olanı, iyi olanı,
kıymetli olanı bünyesine katmakta sıkıntısı olmayan, bunları mevcutla
birleştirip çok daha üst bir noktaya çıkmayı kazanç sayan bir anlayışa
sahiptir.
Bizim kültürümüz, bırakınız
gelişmeye mani olmayı, tam tersi gelişmeyi teşvik eder.
Bir dönem bilinçli bir şekilde
yürütülen inancımıza ve kültürümüze yönelik aşağılama kampanyalarının amacı,
işte bu değerli varlığımızı önce gözlerden uzaklaştırmak, sonra da tarihe
gömmektir.
Halbuki, üzerine çamur sıçratıldı
diye mücevherin değeri düşmez.
Türk kültürü de, maruz kaldığı tüm
saldırılara ve tahribat çabalarına rağmen hala dünyanın en kadim, en
derinlikli, en kıymetli kültürleri arasındaki yerini korumaktadır.
Bize düşen, günümüzün
ihtiyaçlarıyla yeniden yorumlayarak kültürümüzü ihya etmek, ayağa kaldırmak,
geleceğe taşımaktır.
Bunun için, teslimiyeti değil
tahkimiyeti esas alan bu yaklaşımla, milli kültürümüzü yaşatma ve geliştirme
yolunda üzerimize düşenleri hep birlikte yapmalıyız.
Değerli arkadaşlar…
Kültür, sadece kitap, sadece
müzik, sadece mimari değildir.
Kültür, bütün bunları içine alan
bir hayat biçimidir.
Selamlaşmamızdan başlayan,
oturup-kalkışımıza, giydiğimize, yiyip-içtiğimize, evimizin düzenine kadar,
kimliğimizin tüm unsurlarını, sahip olduğunuz kültür belirler.
Dünya, son birkaç asırdır kültürel
bakımdan “tekdüzeleşme” yolunda hızla ilerliyor.
Bu durum, sadece Türk kültürü
değil, diğer tüm kültürler bakımından da büyük bir tehdittir.
Bizim kuşağımız, deyimlerden kimi
araç-gereçlere kadar, mahalli kültürümüzün zenginliklerinin önemli bir kısmının
son şahitleri, son kullanıcılarıdır.
Yeni kuşakların önemli bir bölümü,
maalesef bu zenginlikten mahrum kalmıştır, kalacaktır.
Eğer bugün İstanbul’un
sokaklarında yürüyen bir kişinin, kıyafetinden, ayakkabısından, şapkasından,
vücut çalımından hangi kültüre mensup olduğunu çıkartamıyorsak, kültürel
kuraklığın pençesindeyiz demektir.
Bir sofranın başına geçtiğimizde
örtüsünden tabaklarına, yemeklerinden sunumuna tüm unsurlarıyla hangi milletin
ürünü olduğunu anlayamıyorsak, durum gerçekten vahimdir.
Elbette bu sıkıntıların bize,
ülkemize, milletimize mahsus olmadığını biliyorum.
Dünyanın pek çok yerinde aynı
tartışmalar yapılıyor, aynı sancılar çekiliyor.
Fakat bizim bir farkımız var
Biz, hem medeniyet birikimi, hem
tarihi geçmişi, hem de devlet geleneği bakımından çok farklı bir milletiz.
Çağ kapatıp çağ açmış bir ecdadın
torunları olarak, kendimize yeni ve büyük bir gelecek inşa etme gücüne,
iradesine, imkanına sahibiz.
İşte bunun için BÜYÜK TÜRKİYE
diyoruz.
İşte bunun için GÜÇLÜ TÜRKİYE
diyoruz.
İşte bunun için 2023 hedeflerimize
ulaşmak istiyoruz.
İşte bunun için gençlerimize 2053
ve 2071 vizyonlarını miras bırakıyoruz.
Ve işte bunun için Anayasa
değişikliğiyle ülkemizi yeni bir yönetim sistemine kavuşturmanın mücadelesini
veriyoruz.
Her konuda siyasetimizin, hareket
noktamızın merkezine yerli ve milli olanı yerleştirmemizin sebebi de işte
budur.
Değerli arkadaşlar…
Bugün burada Milli Kültür Şuramızı
topluyor olmamız da aynı amaca yöneliktir.
Medeniyetimizden koparsak, her
şeyimizi kaybederiz.
Kültürümüzü kaybedersek, yok
oluruz.
Kimliğimizi, kişiliğimizi,
özgünlüğümüzü terk edersek, yığınların içinde kaybolup gideriz.
Onun için her fırsatta TEK MİLLET,
TEK BAYRAK, TEK VATAN, TEK DEVLET diyoruz.
Bu ilkeler, istiklalimizin ve istikbalimizin
emniyet kilididir.
Geleceğimize güvenle bakabilmek
için, BİR OLMAK, İRİ OLMAK, DİRİ OLMAK, KARDEŞ OLMAK, HEP BİRLİKTE TÜRKİYE
OLMAK İÇİN, bizi bir arada tutan çimento olarak gördüğüm milli kültürümüze
sahip çıkmalıyız.
Rahmetli Cemil Meriç’in deyimiyle,
fırtınaya tutulduğumuzda sığınacağımız yegâne liman olan kitaplarımıza,
kültürümüze, medeniyetimize sahip çıkmalıyız.
Kültürümüzden uzaklaştıkça
kendimize yabancılaşacağımızı, kendimize yabancılaştıkça da güçlü olanların
boyunduruğuna biraz daha gireceğimizi biliyoruz.
Ne diyor Akif:
”DOĞDUĞUMDAN BERİDİR, AŞIĞIM
İSTİKLALE;
BANA HİÇ TASMALIK ETMİŞ DEĞİL
ALTIN LALE!
YUMUŞAK BAŞLI İSEM, KİM DEDİ UYSAL
KOYUNUM?
KESİLİR BELKİ, FAKAT ÇEKMEYE
GELMEZ BOYUNUM!”
Yeni nesilleri işte bu şuurla
yetiştirmek mecburiyetindeyiz.
Bu sebeple, sık sık eğitimdeki ve
kültürdeki eksiklerimize dikkat çekiyor, yeni dönemde bu alanlara yoğunlaşmamız
gerektiğini ifade ediyorum.
3’üncü Milli Kültür Şurası’nda tüm
bu meselelerin enine boyuna tartışılacağına ve ortaya, geleceğimize ışık
tutacak somut teklifler konacağına inanıyorum.
Bir kez daha Şura’nın
düzenlenmesinde emeği geçenleri tebrik ediyorum.
Şura çalışmalarına katkı verecek
kültür, sanat ve ilim insanlarımıza şimdiden şükranlarımı sunuyorum.
Sizleri sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
Kalın sağlıcakla…
KAYNAK: Sayın Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip ERDOĞAN’ın Açılış Konuşması (kultursurasi.kulturturizm.gov.tr, erişim
27.04.2017).
CUMHURBAŞKANI
ERDOĞAN NEW YORK TİMES’A YAZDI:
‘TÜRKİYE ZAMAN
BELİRLEDİ VE ABD DİNLEMEZSE…’
Cumhurbaşkanı
Erdoğan New York Times’a makale yazdı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
‘Kötülüğün dünyanın her yerinde pusuya yattığı bir dönemde, uzun zamandır
müttefikimiz olan ABD’nin Türkiye’ye karşı attığı tek taraflı adımlar sadece
ABD’nin çıkarlarına ve güvenliğine zarar verir. Çok geç olmadan, Washington
ilişkilerimizin asimetrik olabileceği yanlış düşüncesini bir kenara bırakmalı
ve Türkiye’nin alternatiflere sahip olduğunu kabul etmelidir. Bu tek taraflılık
ve saygısızlık trendini tersine çeviremezlerse yeni dost ve müttefikler aramaya
başlayacağız. ABD, Türkiye’nin egemenliğine saygı duymaya başlayıp,
milletimizin karşı karşıya olduğu tehlikeleri anladığını ispatlayamazsa
ortaklığımız riske girebilir. Türkiye zaman belirledi ve ABD dinlemezse bir kez
daha kendi göbeğini kendi kesecek’ değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğan,
New York Times gazetesi için İngilizce kaleme aldığı “Türkiye, ABD ile
Krizi Nasıl Görüyor?” başlıklı makalede, iki ülke arasında son dönemde
yaşanan gerginliğe değindi.
Türkiye
ve ABD’nin son 60 yıldır stratejik ortak ve NATO müttefiki olduğuna, iki
ülkenin Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında karşılaştıkları ortak zorluklara
karşı omuz omuza durduğuna işaret eden Erdoğan, “Türkiye, yıllar boyunca
ne zaman gerekli olsa ABD’nin yardımına koştu. Kore’de askerlerimiz birlikte
çarpıştı. Küba füze krizinin en yüksek olduğu dönemde, Türkiye topraklarında
Jüpiter füzelerinin konuşlanmasına izin vererek ABD’nin durumu yatıştırma
çabalarına katkı sağladı. 11 Eylül terör saldırılarının ardından Washington bu
kötülüğü yapanlara karşılık vermek için dostlarını ve müttefiklerini
beklediğinde, askeri birliklerimizi buradaki NATO misyonunu başarıya
kavuşturmak için Afganistan’a gönderdik.” ifadelerini kullandı.
Erdoğan,
öte yandan ABD’nin, Türk halkının endişelerini anlayamadığını ve saygı
duyamadığını vurguladı.
Son
yıllarda iki ülkenin ortaklığının ABD tarafından anlaşmazlıklarla sınandığını
kaydeden Erdoğan, “Ne yazık ki bu tehlikeli trendi tersine çevirme
çabalarımız boşa çıktı. ABD, Türkiye’nin egemenliğine saygı duymaya başlayıp,
milletimizin karşı karşıya olduğu tehlikeleri anladığını ispatlayamazsa
ortaklığımız riske girebilir.” değerlendirmesine yer verdi.
“FETÖ’nün
darbe girişimine tepkisi tatmin edicilikten uzaktı”
Erdoğan,
Türkiye’nin, Pensilvanya’da yaşayan Fetullah Gülen’in elebaşı olduğu Fetullahçı
Terör Örgütü’nün (FETÖ) mensupları tarafından 15 Temmuz 2016’da saldırıya
uğradığını hatırlattı.
ABD’nin,
bu darbe girişimi ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili tutumuna da değinen Erdoğan,
ifadelerini şöyle sürdürdü:
“FETÖ’cüler
hükümetime karşı kanlı bir darbe yapmaya çalıştı. O gece milyonlarca vatandaş,
şüphesiz ki ABD’lilerin Pearl Harbour ve 11 Eylül saldırılarından sonra
deneyimlediği vatana bağlılık hissiyatıyla sokaklara döküldü. Uzun zamandır
benim seçim kampanyalarımı yöneten sevgili arkadaşım Erol Olçok ve oğlu
Abdullah Tayyip Olçok’un da aralarında olduğu 251 masum insan ülkemizin
özgürlüğü için en ağır bedeli ödedi. Ailemin ve benim ardımdan gelen ölüm
mangası başarılı olsaydı ben de onlardan biri olacaktım. Türk halkı, ABD’den bu
saldırıyı kesin bir dille kınamasını ve Türkiye’nin seçilmiş hükümetiyle
dayanışmasını dile getirmesini istedi. ABD bunu yapmadı. ABD’nin olaya tepkisi
tatmin edicilikten uzaktı. Türk demokrasisinin yanında olmak yerine ABD
yetkilileri ihtiyatlı bir şekilde ‘Türkiye’de istikrar, barış ve devamlılık’
çağrısında bulundu. Bu da yetmezmiş gibi Türkiye’nin iki taraflı bir anlaşma
ile Fetullah Gülen’in iadesi için yaptığı talepte hiçbir ilerleme kaydedilmedi.”
Erdoğan,
Türkiye-ABD ilişkilerinde başka bir hayal kırıklığının ise terör örgütü PKK’nın
Suriye kolu PYD/YPG’ye ABD’nin verdiği destek olduğuna dikkati çekti.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan yazısında bu konuyla ilgili, “Türk makamlarının tahminlerine göre,
Washington son yıllarda PYD/YPG’ye silah vermek için 5 bin kamyon ve 2 bin
kargo uçağı kullandı. Hükümetim, ABD’li yetkililerin PKK’nın Suriye’deki
müttefiklerine eğitim ve teçhizat verme kararlarından duyduğumuz endişeyi
tekrar tekrar paylaştı. Ne yazık ki sözlerimize kulak tıkandı ve ABD silahları
en nihayetinde sivil halkımızı ve Suriye, Irak ve Türkiye’deki güvenlik
güçlerimizi hedef almak için kullanıldı.” görüşünü paylaştı.
“Milli
çıkarlarımızı korumak için gerekli adımları atacağız”
Son
günlerde ABD’nin, hakkında bir terör örgütüne yardım ettiği suçlaması bulunan
Amerikan vatandaşı Andrew Brunson’ın Türk polisi tarafından tutuklanmasını
gerekçe göstererek Türkiye ile tansiyonu artıracak birçok adım attığını
vurgulayan Erdoğan, şu ifadeleri kullandı:
“Donald
Trump’ı birçok toplantımız ve konuşmamızda uyardığım gibi hukuki sürece saygı
duymak yerine, ABD dost bir millete karşı haddini aşan tehditler yayımladı ve
Bakanlar Kurulumuzun birçok üyesine yaptırım uyguladı. Bu karar kabul edilemez,
mantıksız ve en nihayetinde uzun süreli dostluğumuza zarar verici nitelikteydi.
Türkiye’nin tehditlere cevap vermediğini göstermek için birkaç ABD’li yetkiliye
yaptırım kararı aldık. Biz hep aynı prensibe bağlı kalacağız: Hükümetimi hukuki
sürece müdahale etmeye zorlamaya çalışmak anayasamıza ya da ortak demokratik
değerlerimize uygun değildir.
Türkiye
zaman belirledi ve ABD dinlemezse bir kez daha kendi göbeğini kendi kesecek.
1970’lerde Türkiye, Washington’ın itirazlarına rağmen Kıbrıs Rumları tarafından
Türk kökenlilere karşı uygulanan soykırımı engellemek için Kıbrıs’a girdi. Son
zamanlarda Washington’ın Suriye’nin kuzeyinden gelen milli güvenlik
tehditleriyle ilgili bizim endişelerimizin ciddiyetini anlayamaması, DEAŞ’ın
NATO sınırlarına erişimini kesen ve YPG’yi Afrin kentinden çıkaran iki askeri
operasyonla sonuçlandı. Bu durumlarda olduğu gibi milli çıkarlarımızı korumak
için gerekli adımları atacağız.”
Erdoğan yazısına
şu ifadelerle son verdi:
“Kötülüğün
dünyanın her yerinde pusuya yattığı bir dönemde, uzun zamandır müttefikimiz
olan ABD’nin Türkiye’ye karşı attığı tek taraflı adımlar sadece ABD’nin
çıkarlarına ve güvenliğine zarar verir. Çok geç olmadan, Washington
ilişkilerimizin asimetrik olabileceği yanlış düşüncesini bir kenara bırakmalı ve
Türkiye’nin alternatiflere sahip olduğunu kabul etmelidir. Bu tek taraflılık ve
saygısızlık trendini tersine çeviremezlerse yeni dost ve müttefikler aramaya
başlayacağız.”
KAYNAK:
(hürriyet.com.tr, 11.08.2018).
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, CUMHURBAŞKANLIĞI SOFRASI’NDA AKADEMİSYEN VE
FİKİR İNSANLARINI AĞIRLADI
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sofrası’nda akademisyen ve fikir insanlarıyla
buluştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan,
Cumhuriyetin ilk yıllarında başlatılan ve pek çok kesimden ismin davet edildiği
geleneği Cumhurbaşkanlığı Sofrası’nda sürdürüyor.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda
gerçekleşen yemeğe, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi (İstanbul Ticaret Üniversitesi),
Prof. Dr. Osman Can (Marmara Üniversitesi), Prof. Dr. Atilla Yayla (İstanbul
Ticaret Üniversitesi), Prof. Dr. Ahmet Çiğdem (Gazi Üniversitesi), Prof. Dr.
Fuat Keyman (Sabancı Üniversitesi), Prof. Dr. Burhanettin Duran (İstanbul Şehir
Üniversitesi/ SETA), Prof. Dr. Gülnur
Aybet (Bahçeşehir Üniversitesi), Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşin (Yeditepe
Üniversitesi), Prof. Dr. Kemal Sayar (Psikolog/ Yazar), Prof. Dr. Erol Göka
(Psikolog/ Yazar), Dr. İbrahim Dalmış (Pollmark Araştırma Şirketi), Doç. Dr.
Fahrettin Altun (İstanbul Şehir Üniversitesi), Prof. Dr. Edibe Sözen (Gazikent
Kalyoncu Üniversitesi), Prof. Dr. Ümit Meriç (Sosyolog-Yazar), Prof. Dr. Alev
Erkilet (Sakarya Üniversitesi) ve Prof. Dr. Beril Dedeoğlu (Galatasaray
Üniversitesi) katıldı.
Yemekte ayrıca, İzmir Milletvekili
Binali Yıldırım, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Kalın ve Cumhurbaşkanlığı
Başdanışmanı Savaş Şafak Barkçin de yer aldı.
KAYNAK: Cumhurbaşkanı Erdoğan,
Cumhurbaşkanlığı Sofrası’nda Akademisyen ve Fikir İnsanlarını Ağırladı (tccb.gov.tr,
14.01.2015).
CUMHURBAŞKANI
ERDOĞAN İMZALADI… AYASOFYA İBADETE AÇILDI
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek
ibadete açılmasına yönelik Cumhurbaşkanlığı Kararını “hayırlı olsun”
mesajıyla paylaştı. Öte yandan, karar Resmi Gazete’de yayımlandı. Danıştay’ın
Ayasofya kararının ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan saat 20.53’te Millete
Sesleniş konuşması gerçekleştirecek.
Ayasofya’nın
Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına ilişkin
Cumhurbaşkanı Kararı Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlandı.
Kararda,
Ayasofya Camisi’nin müzeye çevrilmesi hakkındaki 1934 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı’nın Danıştay 10. Dairesinin kararıyla iptal edildiği anımsatıldı.
Bu
kapsamda, Ayasofya Camisi’nin yönetiminin 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 35. maddesi gereğince Diyanet İşleri
Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına karar verildiği belirtildi.
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, sosyal medya hesabından söz konusu Cumhurbaşkanı
Kararı’nı “hayırlı olsun” notuyla paylaştı.
KAYNAK:
Son dakika haberler… Cumhurbaşkanı Erdoğan imzaladı… Ayasofya ibadete
açıldı (hürriyet.com.tr, 10.07.2020).
biyografya
TRT İzmir Radyosu keman ve ses sanatçısı Nursal Ünsal ve kanun sanatçısı Ahmet Canevi’nin ikinci çocuğu olarak 13 Ağustos 1976’da İzmir’de dünyaya geldi.
8 yaşında İzmir TRT Çocuk Korosu ile başladığı müzik hayatına TRT İzmir Radyosu’nda devam etti. Türk Sanat Müziği Korosu’nun sınavlarını kazanan Ünsal, burada 4 ay kadar kaldıktan sonra pop müzik ile devam etme kararı aldı. Orkestra kurarak sahne performansları gerçekleştiren Ünsal, bu sıralarda bir
evlilik yaparak ilk çocuğu Hande’yi dünyaya getirdi.
İzmir’de radyoculuk yaparken tanıştığı İzmir Devlet Konservatuarı Şan Bölümü Öğretim Üyesi Müfit Bayraşa’nın teklifi ile, yine Bayraşa’nın bestesi olan “Serseri Mayın” adlı eserle Pop Show 94 yarışmasına katıldı. Yarışmayı kazanan Ünsal, S Müzik’le albüm anlaşmasının sahibi oldu.
Seda Akay, Garo Mafyan, Seda Akay, Selim Çaldıran ve Tamer Özkan gibi önemli isimlerle çalışarak 13 Ağustos 1996 yılında ilk albümü “Haktan”ı çıkardı. İlk albüm sonrası kendi bestelerine yoğunlaştı ve şarkılarını meslektaşlarına satmaya devam etti.
Atilla Özdemiroğlu ile çalıştığı ikinci albümü “Şarkılara Tutundum” 1999 yılında çıktı. Aysel Gürel şarkısı “İtiraf Ediyorum” ve Sezen Aksu coverı “Firuze” ile büyük başarı kazandı.
Daha sonra 2004 yılında “Göçebe”, 2007’de “İyi Niyetlerim”, 2009’da “Sesler ve İzler”, 2010 yılında türkü albümü olan “Bir Avaz Bir Saz”ı çıkardı. 2012 yılında “İnce Ayar” isimli teklisinden sonra 2014’te “Ok” albümünü piyasaya sürdü.
Son yıllarda Demet Akalın, Seda Sayan gibi ünlülerle girdiği polemikler sonrasında Türkiye’ye konser için gelen ABD’li şarkıcı Lady Gaga’ya da savaş açan Ünsal, pop müzikte erotizm kullanılmaması gerektiğini savundu.
2014 yılında Aysha dergisi için tesettüre girerek poz verdi. Bu pozlar nedeniyle kardeşi Nida Ünsal ve kızı Hande’nin başı çektiği ağır eleştirilere maruz kaldı. Yakın çevresinden gelen bu tepkilerin üzerine “Kardeşlerim cenazeme gelmesin” diyen Ünsal, bu süreçte kendisine çok destek olduğunu belirttiği Cumhurbaşkanı Erdoğan için marş yazdı.
Büyük bir gizlilikle kendi stüdyosunda 35 kişilik kadroyla hazırladığı “Başkan Recep Tayyip Erdoğan” isimli marşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hediye etti.
1999 – 2001 yılları arasında evli kaldığı Peker Açıkalın ile geçirdiği olaylı boşanma süreci sonrasında iki evlilik daha yapan Niran Ünsal’ın dört çocuğu bulunuyor.
Kaynak:Enson haber Biyografi
28 Aralık 1947’de Limasol’da doğan Akıncı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 4. Cumhurbaşkanıdır. 14 yıl boyunca Lefkoşa Türk Belediyesi başkanlığı yapan Mustafa Akıncı, 176 bin 980 kayıtlı seçmenin bulunduğu ülkede 2015 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bağımsız aday olarak katıldı ve ikinci turda aldığı yüzde 60.5’lik oyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçildi.
İyi derecede İngilizce bilen Mustafa Akıncı, evli, üç çocuk ve iki torun sahibidir.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu olan Akıncı, 1975 yılında oluşturulan Kurucu Meclis’e seçilerek görev yapmaya başladı. Lefkoşa Türk Belediyesi’nin ilk seçilmiş başkanı lan Akıncı, 14 yıl boyunca kesintisiz bu görevi yürüttü.
Kıbrıs Türk Belediyeler Birliği’nin kuruluşunda etkin rol üstlenerek birliğin ilk başkanlığını yapan Akıncı, 1987 yılından 2001 yılına kadar Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) Genel Başkanlığı görevinde bulundu. 1993 – 2009 yılları arasında da Milletvekilliği görevini sürdüren Akıncı, 1999 – 2001 döneminde ise KKTC Başbakan Yardımcılığı ve Turizm Bakanlığı yaptı.
Türk ve Rum kesimleri halinde bölünmüş Kıbrıs Adası’nın bağımsız bir devlet olarak birleştirilmesini öneren Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Planı döneminde oluşturulan Barış ve Demokrasi Hareketi’nin (BDH) kurucusu olan Akıncı, Toplumcu Demokrasi Partisi’nin oluşumu ile birlikte başkanlık görevini devretti.
Nisan 2004’de KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde yapılan referandumlar ile oylamaya sunulan plan, Türk tarafından % 64,91 oranında kabul gördüğü halde Rum oylarının % 75,38’i reddedildiğinden bu plan hayata geçirilemedi.
Mustafa Akıncı Oxford, Harward ve Yale Üniversiteleri gibi dünyaca tanınmış akademik platformlar ile Chatham House gibi uluslararası forumlarda Kıbrıs konusuna ilişkin konferanslar verip panellere konuşmacı olarak katıldı.
Lefkoşa Türk Belediye Başkanlığı sırasında, Lefkoşa Rum Belediye Başkanı ile Lefkoşa Kanalizasyon Projesi ve İmar Planı konularında uzlaşma sağlayarak bu projelerin işbirliği içinde hayata geçmesini sağlayan Akıncı, bu çerçevede Lefkoşa İmar Planı ile 1989 yılında ‘Dünya Habitat Ödülü’ne, 2007 yılında ise ‘Ağa Han (Aga Khan) Mimarlık Ödülü’ne layık görüldü.
2003 yılında da Lefkoşa Rum Belediyesi eski Başkanı ile yaptıkları çalışmalardan ötürü ‘Europa Nostra Onur Ödülü’ne (Medal of Honour) layık görülmüştür. Mustafa Akıncı’nın ‘Belediye Başkanlığı’nda 14 Yıl’ isimli bir kitabı bulunuyor.
2015 yılında Mustafa Akıncı, KKTC Cumhurbaşkanı seçildikten hemen sonra yaptığı açıklamada, KKTC’nin Türkiye’nin yavrusu olmadan, kendi ekonomisi ve kendi demokrasisini büyüterek kendi kurumlarını oluşturması gerektiğini belirtti ve Türkiye’nin KKTC’yi “Yavru Vatan olarak” görmesine mesafeli bir tavır takınmasıyla gündeme geldi.
Kaynak:Enson haber Biyografi
EĞİTİMİ
İlk, orta ve lise öğrenimini Sakarya’da tamamladıktan sonra Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde lisans eğitimi almış, Bahçeşehir Üniversitesi’nde Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisansını tamamlamıştır.
2005 yılında başbakanlık müşaviri ve özel kalem müd yardımcı olarak göreve başlayan kamacı hali hazırda cumhurbaşkanlığı danışmanı olarak görevini ifa etmektedir. Bunun yanısıra orta öğretim ve üniv yıllarından itibaren Kur’an-ı Kerim tilaveti başta olmak üzere tasavvuf musikisi ile yakından ilgilenen Kamacı, 2016 yılında “Dem Bu Demdir” isimli bir demo tasavvuf albümü oluşturmuştur.
Aynı yılın Haziran ayında Kehkeşan isimli ilk profesyonel albümünü yayınlayan kamacı, ilk video klibini “Biz kısık sesleriz (Dua) ” isimli parçaya çekmiştir. 15 temmuz darbe girişimi ve sonrası çalışmalarını vatan bayrak temalarıyla işlemeye başlayan kamacı 90 lı yıllarda popüler olan marş kültürüne yeni yorumlar katarak yoluna devam etmektedir.
Evli ve 2 çocuk babası olan Kamacı, aynı zamanda ünlü boksör Cemal Kamacı’nın mahdumudur.
Kaynak:Enson haber Biyografi
İlk gençlik yıllarında sosyal hayat ve siyasetle iç içe bir yaşam sürdüren Erdoğan, acaba o zamanlar, bir gün REİS diye anılacağını, böyle sevileceğini hayal edebiliyor muydu?
İnsan ne çok hayal kurup vazgeçiyor. İşte vazgeçmeden, bir şeye tutkuya bağlanmak böyle bir şeydi. Sonunda hep gülüş, hep başarı getiriyordu. Bir gün koskoca bir ülkenin sorumluluğunu almak, koskoca bir tarihin yükünü sırtlanmak büyük, çok büyük bir hayaldi elbet. Gençliğinde durup birine anlatmaya kalksan insanların sana gülmeden edemeyeceği kadar büyük.
Demek ki bazen sessiz hayaller kurmak gerekiyordu. İşte bu biyografi, Erdoğan’ın çocukluktan bu yana kaybettiklerinin; ama en çok kazandıklarının ve elbette kazandırdıklarının hikayesiydi. Çünkü O, sessiz hayaller kurup, sağlam adımlar atmayı bilmişti…
Recep Tayyip, 26 Şubat 1954’te İstanbul’un Beyoğlu ilçesi Kasımpaşa semtinde Tenzile Hanım ve Ahmet Bey’in oğlu olarak dünyaya geldiğinde, ailesi ona “Recep Tayyip Erdoğan” adını verdi. Recep adını doğduğu gün Hicrî takvime göre Recep ayına denk geldiğinden, Tayyip’i ise, dedesinin adı olduğundan tercih etmişlerdi.
Babası Ahmet Bey, “Bakatalı Tayyip” olarak anılan Tayyip Efendi’nin oğluydu.
Tenzile Hanım, Ahmet Bey’in ikinci evliliğiydi. İlk evliliğini Güneysu’dayken Havuli Hanım ile yapmıştı. Bu evlilikten Mehmet ve Hasan adını verdikleri iki çocukları olmuştu. Ahmet Bey İstanbul’da Şirket-i Hayriye’ye kıyı kaptanı olarak girdi. Hanuli Hanım ile evlilikleri sona ermişti. Burada Tenzile Hanım ile tanıştılar. Ve Ahmet Bey 2. evliliğini Tenzile Hanım ile yaptı. Bu evlilikten Recep Tayyip, Mustafa ve Vesile dünyaya geldi.
Recep Tayyip, sakin ve yeri gelip yokluğu hissettiği bir çocukluk geçirdi. “Reis Kaptan” lakabıyla anılan babası Ahmet Bey’in çocukluğundan gençliğinde karakteri üzerindeki etkisi yadsınamazdı. En çok tatil günlerinde babasının kendisini motorla, Galata ve Tophane’de gezdirdiği zamanları seviyordu. Babasını en iyi bu gezilerde gözlemliyor, sert mizacının altındaki sevilesi adamı fark ediyordu.
Çok asabiydi gerçekten Ahmet Bey. Ve tabii bu asabiyetinin yanında çok da disiplinliydi. İşte Recep Tayyip’i babasına benzeten de bu yanıydı. Özünde asabi yanından korksa da, bu korku o tatlı baba korkularındandı.
Recep Tayyip, okul hayatına Kasımpaşa’da başladı. Piyale Paşa İlköğretim Okulu’na kaydolmuştu. Okul evlerine yakın değildi. Annesi, onları her gün okula götüremiyordu. Yaz kış demeden, yarım saatlik yolu yamalı ayakkabılarla gidip geliyorlardı.
Durumları pek iyi değildi işte. Her çocuk karınca kararınca bir işin ucundan tutup eve para getirmeye bakardı. Recep Tayyip de annesinin içini suyla doldurduğu bakraçlara buz koyar, mahallelerindeki futbol sahasında soğuk su ve simit satardı. Yatılı okul zamanları geldiğinde de, babasından aldığı harçlıklar kitap masrafına yetmediğinde kartpostal satacaktı… Yazları ise, Rize’ye giderler; çay ve fındık toplarlardı.
Küçük şeylerle mutlu olmayı öğrenmiş koca yürekli çocuklardı onlar. Sokakta oyun oynayacak, kendi oyunlarını kuracak kadar da şanslılardı. İlkokulda teneffüs saatini iple çekerler, kağıtları buruştura buruştura bir araya getirip top yaparlardı. E haliyle birkaç oyundan sonra güzelim ayakkabılar delik deşik, yamaya gönderilir; okul yolunda yamalı ayaklarla bir kısır döngü başlardı.
Recep Tayyip, 5. Sınıfta hayatının dönüm noktasını yaşadı. O gün, İmam Hatip, onların da hayatına girdi. Okul müdürü, “namaz” konusunu işliyordu. Derste “Kim namaz kılacak?” diye sorduğunda Recep Tayyip parmağını kaldırdı. İhsan Hoca, öğrencisinin namazını izledi. Çok geçmeden babası Reis Bey’i okula davet etti. Ona: “Biz Tayyip’i İmam Hatip okuluna gönderelim” diye fikrini bir çırpıda belirtiverdi. Recep’in kaderi işte o gün değişti belki de. Babası, biraz duraksadı ve “Nasıl takdir ederseniz” dedi. Recep, Piyale Paşa İlkokulu’ndan 1965’te mezun oldu.
Bu nasıl düşündüğüne, nereden baktığına göre değişen bir kader noktasıydı. Çünkü Recep Tayyip, o dönemde imam hatip mezunu olmanın, ülke içinde üniversite kapılarının kapalı olduğu anlamına geldiğini bilmiyordu henüz. Yatılı okuduğu Fatih’teki İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden 1973’te mezun oldu. Kendi deyimiyle bir mücadelenin içinde olduğu zamanlardı. Üniversite konusunda yaşadığı kısıtlamalar sebebiyle liseyi bitirmek için dışarıdan bitirme sınavlarına girdi ve fark olarak gösterilen dersleri verdi. Mücadeleden sağ çıkıp geleceğe yüzünü dönebildi ve Ekim 1973’te Eyüp Lisesi’nden mezun olup ikinci bir lise diploması aldı. Aynı yıl İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı Aksaray İktisadi ve Ticari Yüksekokulu’na girdi.
1977-1978 döneminde Akademi bünyesindeki yüksekokullar İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Ticari Bilimler Fakültesi adı altında birleştirildi. Recep Tayyip de, Şubat 1981’de mezun oldu. Kurum Temmuz 1982’de kurulan Marmara Üniversitesi’ne bağlandı. Diplomasında adı geçen kurum ise, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi oldu.
Yıllar sonra dönüp bu günlere baktığındaysa en çok sosyal birisi oluşunu takdir edecek ve “İyi ki yapmışım” diyecekti. Çocukluğundan beridir asla asosyal biri olmamıştı. Siyaseti takip etmeye erkenden başlamıştı. Özellikle ortaöğretim boyunca yaşadığı süreç, geleceğini şekillendiren ilk zamanlardı; en değerli safir taşlarından örülmüş zamanlar…
Öyle ki yıllar sonra bir röportajı sırasında şunu diyecekti: “O dönemler olmamış olsaydı, bunlar olmazdı. O sosyal yaşam beni daha sonra siyasete taşıdı. Siyasette de ondan sonrası devam etti”.
Arkadaşları arasında en çok o severdi top oynamayı. Teneffüs arasında yapılacak 10 dakikalık maçın lezzetini dahi tam tadabilmek için o kağıttan topları kendisi yapardı çocukken; topa ilk ayak vuran o olurdu…
Kağıt topların peşinden koşarken, bayramlarda seyranlarda biriktirdiği harçlıklardan bir top almanın sevincinde, mahallede top koşturdu. Sonra mahalle takımı derken, ilk transferini amatör kümede yaşadı. Bu transferin ücreti 500 liraydı. Recep Tayyip, bir yandan seviniyor, belki bir yandan da futbol sahasında ne kadar su, simit satsa bu parayı kazanırdı, onu hesap etmeye çalışıyordu.
Onun futboldan asıl kazancı para değildi aslında. Terimlerin anlamını zamanla kavrayacak olsa da, kolektif düşünmeyi ve dayanışmayı öğrenmişti. Üstelik sözlük anlamlarının karşılığı olması yanında, bunu gerçekten hissederek öğrenmişti.
Temmuz 1974’te İETT’de geçici işçi statüsüyle işe başladığında da kurumun futbol takımında top koşturmaya devam etti. 18 Haziran 1981’de görevinden istifa etti. Buradan sonra bir süre de amatör takımlardan biri olan Kasımpaşa Erokspor’da oynadı.
(Solda Emine Erdoğan, sağda Tenzile Erdoğan ve kucağında da ilk oğul Ahmet Burak – Asker ziyareti sırasında)
Recep Tayyip, siyasi kariyerine oldukça erken başlamıştı. İlk adımı lise yıllarında “Milli Türk Talebe Birliği”ne girerek attı. 1975’te, üniversitedeyken daha resmi bir adım daha attı ve Milli Selamet Partisi’nin Gençlik Kolu Başkanlığı’na; 1976’da ise, İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanlığı’na seçildi. Bu görevi, MSP, 12 Eylül Darbesi sonrasında kapatılana kadar devam etti.
1982’de askerlik görevi için siyasete ara verdi. Acemi birliğinde geçen 4 aylık süreçte Tuzla Yedek Subay Piyade Okulu’ndaydı. Usta birliği döneminde ise, İstanbul Kağıthane’deki 3. Kolordu 6. Piyade Tümeni 77. Piyade Alayı Karagâh Servis Bölüğü’nde kantinlerin idaresinden sorumluydu. Bu görev sırasında su, simit sattığı zamanlar ne sıklıkla düşüyordu acaba hatırına…
Siyaset, damarlarında akan kandan farksızdı artık, kendini oraya ait hissediyordu. Askerliği biter bitmez kaldığı yerden devam etti; daha da ilerleyecekti. Dönüşü 19 Haziran 1983’te kurulan Refah Partisi’ne katılarak yaptı. 1984’te de Beyoğlu İlçe Başkanı oldu. 1985’te düzenlenen kongrede, “Merkez Karar ve Yürütme Kurulu Üyesi” seçildi ve aynı yıl partinin İstanbul İl Başkanlığı’na getirildi.
20 Ekim 1991’de yapılan genel seçimlerde Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile ittifak yaptı. Erdoğan da, Refah Partisi’nin İstanbul 6. Bölge 1. sıradan adayı olarak seçimlere katıldı. Refah, İstanbul’dan yüzde 16,73 oy aldı.
Erdoğan, 19. Dönem Milletvekili olarak TBMM’ye girmişti. İlk kez gerçekleşen bir uygulama vardı. Seçmenler, parti milletvekillerini sıralamaya bakmadan tercih edebiliyordu. Bu tercihli oy sisteminde seçmenler, tercihini ikinci sıradaki aday Mustafa Baş’tan yana kullandı. Erdoğan için sandıktan çıkan oy 9 binken, Baş için 13 bindi. Sonuçlar açıklandıktan birkaç gün sonra da Erdoğan’ın milletvekilliği Mustafa Baş’a geçti.
Erdoğan, 4 Temmuz 1978’te bir konferans verdi. Emine Gülbaran ile de işte bu konferans sırasında tanıştı. Bu adam, bir gün ülkede Başkan olacaktı. Emine Hanım, o gün ileride Türkiye’nin “First Lady”si olacağından habersiz, Erdoğan’ın ışığına kapıldı.
Karşılıklı yansıyan bu ışık, onlara bir evlilik ve 4 evlat getirdi. Kızlarına Esra ve Sümeyye; oğullarına ise, Ahmet Burak ve Necmeddin Bilal adlarını verdiler.
Erdoğan, 28 Aralık 1986’da yapılan Milletvekili ara seçimlerinde Refah Partisi İstanbul adayı olarak gösterildi; ancak seçilemedi. 26 Mart 1989’da ise, Beyoğlu Belediye Başkanı adayıydı. Yüzde 22,83 oranında oy alsa da yeterli olmadı. Sosyal Demokrat Halkçı Parti adayı Hüseyin Aslan’ın oy oranı, yüzde 29,29’du.
Erdoğan, sonuç birleştirme tutanaklarında usulsüzlük olduğu gerekçesiyle sonuçlara itiraz etti. Ancak İlçe Seçim Kurulu Başkanı 2. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Nazmi Özcan da kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle Erdoğan’ı mahkemeye verdi; 18 aydan 2 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacaktı.
Dava, Beyoğlu 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü; ama Erdoğan duruşmaya katılmadı. Hal böyle olunca mahkeme, hakkında gıyabi tutuklama kararı verdi. Erdoğan, bir ay sonra 27 Nisan günü tutuklandı. Bir hafta Bayrampaşa Cezaevi’nde kaldıktan sonra kefaletle serbest kaldı.
Mahkeme ise, kendisine hakime hakaret suçundan 6 ay hapis ve 20 bin lira para cezası vermişti. Ancak TCK’nin 72. Maddesi uyarınca hapis cezası tecil edildi ve para cezasına çevrildi.
Refah Partisi, 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı için Recep Tayyip Erdoğan, Ali Coşkun, Temel Karamollaoğlu, Veysel Eroğlu ve Nevzat Yalçıntaş için kamuoyu araştırması yaptırıyordu.
15 Ocak 1994’te partinin başkanı Necmettin Erbakan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday ismin Erdoğan olacağını açıkladı. Seçim sonuçları Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduğunu gösteriyordu.
Erdoğan, Başkanlık döneminde, 4 milyar dolarlık bir yatırıma imza attı; trafik ve ulaşım sorununa karşı 50’den fazla köprü ve çevre yolu inşa edildi.
Tarih 6 Aralık 1997’yi gösteriyordu. Erdoğan, Siirt’te düzenlenen bir açık hava toplantısında yaptığı konuşma sırasında Ziya Gökalp’in, 1912’de, Balkan Savaşı’ndaki Türk askerleri için yazdığı “Asker Duası” şiirinden bir dörtlük okudu. Bu dörtlük şöyleydi;
“Minareler süngü, kubbeler miğfer
Camiler kışlamız, müminler asker
Bu ilahi ordu dinimi bekler
Allah-u Ekber, Allah-u Ekber”.
Erdoğan, okuduğu bu dörtlüğün, bu haliyle Ziya Gökalp’e ait olduğunu dile getirmiş ve şu açıklamada bulunmuştu: “Konuşmamın bütünü incelendiğinde milli birlik ve beraberlik mesajı verildiği görülür”.
Erdoğan’ın konuşmasıyla ilgili bir inceleme başlatıldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Erdoğan’ın yaptığı konuşmanın görüntülerini inceledi. Görüşlerini, Refah Partisi’nin kapatılması istemiyle açılan davanın görüşüldüğü Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na iletti.
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı, Erdoğan hakkında yürütülen “Türk Ceza Kanunu’nun 312/2 maddesi uyarınca “Halkı din ve ırk farkı gözeterek, kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçlamasıyla hazırladığı iddianameyi, 12 Şubat 1998’de tamamladı.
Erdoğan, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanmaya 31 Mart’ta başlandı. Dava 21 Nisan’da, Erdoğan’ın hakkında iddia edilen suçu işlediği yönünde sonuçlandı. Erdoğan, 1 yıl hapis ve 860 bin TL ağır para cezasına çarptırıldı. Ancak duruşmadaki hali göz önünde bulundurularak cezası 10 ay hapis ve 176 bin 666 lira para cezasına çevrildi.
Erdoğan, 3 Haziran’da açıklanan gerekçeli karara göre, “Siirt’te yaptığı konuşma, dindar ve dindar olmayan kesimler arasındaki gerginliği canlı tutmaya çalışıyordu”. Erdoğan, “Bunları inanç birliği maksadıyla söyledim; benim referansım İslam’dır” açıklaması yapsa da, inandırıcı bulunmadı. Kararda yer alan “cezanın ertelenmesine yer olmadığı” ibaresine karşı olarak oy çokluğu için Yargıtay’a başvurma hakkını kullandı. Mahkemenin verdiği kararı, 23 Eylül’de, Yargıtay 8. Ceza Dairesi, bire karşı dört oyla onaylandı. Bu kararın ardından Erdoğan’a siyasi yasak getirildi; artık bir partiyle veya bağımsız olarak seçimlere katılamayacaktı. O döneme ait Hürriyet Gazetesinin attığı şu manşet Türk medya tarihinin akıllara kazınan ifadelerinden biri olacaktı:
“Tayyip’e şok ceza – Muhtar bile olamaz”.
Ceza infaz yasası gereği hapis cezası 4 ay 10 güne indirildi. Çeşitli ertelemelerden geçen cezanın ardından, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini bıraktı. 26 Mart 1999’da cezasını çekmek üzere Kırklareli, Pınarhisar’daki Pınarhisar Cezaevi’ne girdi. 24 Temmuz 1999’da ise, tahliye edildi.
Anayasa Mahkemesi’nin, Fazilet Partisi’nin daimi olarak kapatmasının üzerinden çok zaman geçmemişti ki, bağımsız kalan milletvekilleri, yeni parti kurma çalışmalarını başlattı. Kendilerini “gelenekçiler” ve “yenilikçiler” olarak adlandırdıkları iki koldan yürüttüler bu süreci.
“Milli Görüşçü” olarak adlandırılan taraf, 20 Temmuz 2001’de, Recai Kutan’ın başkanlığında Saadet Partisi’ni; “değişimci” taraf ise, 14 Ağustos 2001’de, Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdu. Erdoğan, aynı zamanda partinin genel başkanlığına da seçildi.
“Biz milli görüş gömleğini çıkardık” demişti Erdoğan ve kullanılan bu ibare, muhafazakarların büyük tepkisini çekmişti. Bir yandan da sistemli bir çalışma içindeydiler. Yakında seçim vardı ve hazırlıklıydılar. 3 Kasım 2002’de düzenlenen seçimlerde Ak Parti yüzde 34,29 oy oranı ile birinci parti oldu.
Parti bu başarıları gösterirken, Erdoğan, siyasi bakımdan yasaklı olduğundan seçimlere katılamadı; milletvekili olamamıştı. 58. Hükümet, Abdullah Gül başkanlığında kuruldu.
Erdoğan, damarlarında akan kanda dahi siyasetin varlığını hissediyor olmalıydı. Duyduğu üzüntüyü içinde tutup, tekrar siyasi haklarına ulaşmanın yollarını arıyordu.
Siyasi yasağının kaldırılması için TBMM’ye yasa teklifi sunuldu. Aslında bu yasa değişikliği oy çokluğu ile kabul edilmişti, ancak dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, tasarının, “özenle, somut ve kişisel” olduğu gerekçesiyle veto etti. Bir süre aradan sonra, yasa değiştirilmeden tekrar oylamaya sunuldu; meclis tekrar oy çoğunluğu ile kabul etti. Bu kez, Ahmet Necdet Sezer de onayladı. Erdoğan’ın milletvekili olmaması için artık hiçbir engel yoktu ve sağlam adımlarla ilerleyeceği yolunda daha elde edeceği çok başarı vardı. Bu henüz başlangıçtı.
Aynı dönemde, seçimlerde Siirt Milletvekili seçilen Fadıl Akgündüz’ün milletvekilliğinin düşürülmesi, Erdoğan’a ani ve yeni bir kapı açtı. Siirt’teki seçimlerin tekrar yapılmasına karar verildi. AKP’nin ilk sıradaki adayı Mervan Gül adaylıktan çekildi ve Erdoğan, partinin birinci adayı olarak aldığı yüzde 85 oy oranı ile Siirt seçimlerini kazandı.
Erdoğan, artık milletvekiliydi. Tüm gençliği boyunca hayalini kurduğu birçok şey için zorlu yollardan geçmiş olsa da, ilk önemli adımı atmıştı.
Sonrası Erdoğan için fazla hızlı ve başarı doluydu. Abdullah Gül, Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinin ardından, Cumhurbaşkanı Sezer’e, istifasını sundu. İstifası onaylanan Gül’ün ardından, Cumhurbaşkanlığından aldığı görevle, Erdoğan, genel seçimlerden yaklaşık 3 ay sonra, 59. Hükümeti kurdu.
Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yaşayan, kendisini destekleyen ya da desteklemeyen her bireyin sorumluluğunu taşıyordu ve belli ki bu sorumluluğu daha uzun yıllar taşıyacaktı. Ak Parti, 22 Temmuz 2007’de yapılan 23. Dönem Milletvekili Seçimlerinde, aldığı yüzde 46,6 oy oranı ile milletvekili sayısını 341’e çıkardı. Bu aynı zamanda Erdoğan’ın ikinci kez başkanlık koltuğunu hak ettiği anlamına da geliyordu. Aynı durum çoğalarak üçüncü kez de tekrarlanacaktı.
12 Haziran 2011’de gerçekleştirilen 24. Dönem Milletvekili Seçimlerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi, aldığı yüzde 49,83 oy oranı ve 327 milletvekili ile Erdoğan’a üçüncü kez hükümet kurma yetkisini kazandırdı.
Özellikle İstanbul’dan yola çıkarak söylenebilir ki, ülkenin en büyük sorunları arasında ilk sıralarda alt yapı ve ulaşım gelmekteydi. Bu sebeple Erdoğan, başkanlığı sürecinde en çok eğilimi bu iki konuya gösterecekti.
2003 yılı sonunda düzenlenen verilere göre ülke genelinde bölünmüş devlet ve il yollarının toplam uzunluğu 4,387 km, otoyollar 1,714 km iken, 2013’e gelindiğinde bu veriler, sırasıyla 20,807 km ve 2,244 km olarak kayıtlara geçecekti. Erdoğan, devletin yönetiminde bulunduğu süre içerisinde, 2014 yılı itibarıyla 471 km’lik bölünmüş devlet ve il yolu inşası gerçekleştirecekti.
Örnekleyecek olursak, 1993’te yapımına başlanan Bolu Dağı Tüneli ve 2000’de başlanan Nefise Akçelik Tüneli, 2007’de tamamlandı. 2003-2014 arasında, devlet ve il yollarında 41,2 km uzunluğunda 84 tek tüp tünel, 86,9 km uzunluğunda 46 çift tüp tünel, otoyollarda 1 km uzunluğunda tek tüp tünel ve 21,1 km uzunluğunda 12 çift tüp tünel açıldı. Tüm yollarda ise, toplam 64,3 km uzunluğunda 151 tek tüp ve 135,8 km uzunluğunda 75 çift tüp tünel hizmete sokuldu.
2004’te, Türkiye’nin ilk deniz altı tüneli olan Maramaray’ın inşası başladı. İstanbul Boğazından geçen Marmaray, 2013’te tamamlandı. 2011’de Avrasya Tüneli ve Konak Tüneli’nin temelleri atıldı. Konak Tüneli, 24 Mayıs 2015’te açılırken, Avrasya Tüneli 20 Aralık 2016’da hizmete girdi. Bu iki tünel Türkiye’nin rüya projelerinin ilk ürünleriydi.
İlk hattı 2009’da Ankara-Eskişehir arasında açılan Yüksek Hızlı Tren, daha sonra birçok ile yayıldı.
2013’te İstanbul Boğazı üzerine üçüncü köprü olarak konumlandırılan Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün yapımına başlandı ve 26 Ağustos 2016’da köprü açıldı.
2002’de 25 olarak kaydedilen havalimanı sayısı, Erdoğan sürecindeki çalışmalarla 52’ye ulaştı. İstanbul’daki üçüncü havalimanı inşası ise, 2014’te başladı. Şimdilerde ise İstanbul 3. havalimanın, 29 Ekim 2018’de faaliyete geçmesi bekleniyor.
Erdoğan, Mart 2014 itibarıyla 18’i hidroelektrik santral olmak üzere, 268 baraj inşasına imza attı. Ayrıca, 138 ayrı yerleşim biriminde kentsel dönüşüm ile TOKİ öncülüğünde toplu konutlar yapıldı.
En son 2002’de 11.3 milyar TL olarak kaydedilen eğitime ayrılan bütçe, Erdoğan süreci ile 2014’te, 78.5 milyar TL’ye ulaştı.
Yönetim sürecinde birçok başarılı proje oldu. İlki, 2003’te UNICEF işbirliği ile başlatılan “Haydi Kızlar Okula” kampanyasıydı. Kızların okula gitmesini, eğitim seviyesindeki eşitsizliği noktalamayı amaçlayan bu projenin yürüttüğü kampanya sayesinde, 2002’de yüzde 87 olarak kaydedilen kız çocuğu okullaşma oranı, yüzde 96’lara kadar yükseldi. Bu Cumhuriyet tarihi için rekor bir rakamdı…
Bir ülkenin refah seviyesi kuşkusuz eğitim seviyesi ile paralel seyrediyordu ve eğitimin son durağı üniversitelerdi. 2003’te 70 olarak kaydedilen üniversite sayısı ilk 5 yılda 130’u geçmişti bile. Ülkenin 81 ilinin her birinde en az 1 üniversite oldu.
Sadece okul açmakla bitmiyordu elbet; bir de içinde yürütülen sistem adına bir şeyler yapılmalıydı. 2010’da başlatılan Fatih Projesi kapsamında çeşitli okullarda bazı sınıflara akıllı tahta koyarak işe başlandı. Teknolojinin nimetlerinden faydalanmak gerekiyordu tabii. Çocuklara da tablet bilgisayar dağıtımı başlatıldı.
Sonra 2012-2013 eğitim-öğretim yılından itibaren 4+4+4 eğitim sistemiyle 8 yıllık zorunlu eğitim, 12 yıllık zorunlu kademeli eğitime çevrildi. Başta çok karşı çıkanlar, olmaz diyenler olsa da, çocuk dediğin bir genç ağaç, eğilmeyi bekliyordu. Artısıyla, eksisiyle aslında bu sistem, eğitimin insana zorunluluğunu vurguluyordu. Çünkü ne ilginçtir ki, insan dediğin varlık, zorunlu kılınmayan şeylerin pek heveslisi olmayabiliyordu…
Ülkede, Ak Parti döneminden önce en son “Kara Çarşamba” olarak da bilinen 2001 Türkiye ekonomik krizi yaşanmıştı. Bu kriz, ülkenin beklenmedik ölçüde ekonomik daralmasıyla sonuçlandı. Dövizdeki yüksek artışa bankacılık sisteminin açmaza girmesi eklenmiş devlet büyük bir mali yükü sırtlanmak zorunda bırakılmıştı.
Bir algı var insanda; zengin hep zengin, fakir hep fakir. Uzun adam, nasıl olmuştu da insanların umudu oluvermişti. Yeni her zaman iyidir mottosunun ürünü müydü bu? 2003’te Erdoğan ülkenin Başbakanı olduğunda, yeninin her zaman iyi olduğunu kanıtlayan o can gelmişti sanki. Belki de karşılıklı güvenin getirisi dört koldan yapacaklarına odaklanan Erdoğan, 2003’ten 2009’a ekonomide büyük bir büyüme sağlamayı başarmıştı. Sayısal verilere göre bakarsak, bu yıllar arasında Türkiye’nin GSMH’si, dünya toplamının yüzde 1,11’inden, yüzde 1,3’sine yükseldi. Bu süreçte, Türkiye edindiği oranla, AB ülkeleri arasında en iyi performansı yakalamıştı. Ayrıca bu süre zarfında, Türkiye’nin Uluslararası Para Fonu’na olan borcu da bitirildi. Ve dahi Türkiye İMF olarak bilinen bu yapıya borç verebilecek ülkelerden biri olmuştu…
Bu başarı, Cumhuriyet’in kurulduğu zamandan bu yana edinilmiş en büyük başarılardan biriydi. Siyasi istikrar sağlandı, ekonomi güçlendi ve dolayısıyla sosyal refah seviyesi yükseldi. Uzun Adam, bu işi başarmıştı. Dönüp çocukluğunda köşede soğuk su satan Recep Tayyip’e teşekkür ediyor muydu acaba?
Çıkışlar kadar inişler de insanlar içindi. Uluslararası krizi takiben 2008’in son çeyreğinde, bir durgunluk başladı. Babalarınızdan sizin kulaklarınıza da yer etmiştir muhakkak; kemerleri sıkma zamanıydı. Durgunluk, 1 yıl sürdü. Türk ekonomisinde ciddi bir küçülmeye sebep olmuştu. İşsizlik oranı, yüzde 10’dan, yüzde 14’e yükseldi. Küresel bir ekonomik krizin etkileri Türkiye’de de kendini hissettirmiş ancak Türkiye güçlü ekonomik yaklaşımdan verilmeyen tavizler sayesinde bu krizi, tabir yerindeyse, ufak sıyrıklarla atlatmıştı. O dönem Erdoğan, bu küresel ekonomik krizin Türkiye’yi teğet geçeceğini söylemiş ve öyle de olmuştu.
Ülkede işler yeniden düzelmeye başlamış; 2010 ve 2011 GSYH, yüzde 9 ve yüzde 8’den daha fazla büyüme göstermişti. Türkiye’yi, Çin’den sonra dünyada en fazla büyüme gösteren ikinci ülke konumuna yükseltti. Bu büyüme, işsizlik oranının da, krizden önceki seviyelere düşmesini sağladı.
2011’de, cari işlemler açığı yüzde 10’luk oranla tarihinin en yüksek noktasına ulaştı; dünya rekoru kırmıştı. Türk Lirasının değeri de, aşırı sermaye girişinden etkilenerek yükseldi. Ak Parti, “Ekonomiyi yeniden dengeleme” başlığı altında bir uyum operasyonuna karar verdi. Bu proje etkisini şu rakamlarla gösterdi: Bütçedeki eğitim payı 2002’de yüzde 10 iken 2011’de yüzde 15’e yükseldi. Sağlık payı da yüzde 2.6’dan, yüzde 5.8’e yükseldi. Bu zaman zarfında GSYH reelde yüzde 50’den fazla yükseldiği için eğitim ve sağlık harcamalarının reel artışı, GSYH içindeki pay artışlarından daha fazla olmuştu.
Hükümet Erdoğan dönemini yaşıyordu ve Türkiye çeyrek asırdır süren bir PKK cehenneminin içindeydi. Resmi rakamlar, 40 binden fazla insanın hayatını kaybettiğini gösteriyordu. Hükümet, 2009’da, bu sorunu çözmek için adım olacak bir plan duyurdu. Avrupa Birliği de bu çözüm sürecini destekliyordu. Tüm medya yayınları ve siyasi kampanyalarda Kürtçe kullanıma izin verildi. Bunun yanı sıra daha önceden Türkçe isimlerle değiştirilen şehir ve kasabaların Kürtçe isimleri hakkında yapılandırma kararı da alındı. Ayrıca çıkarılan yasa ile silah bırakan PKK üyelerinin eve dönüşleri ve sosyal yaşama katılmaları konusunda gerekli tedbirler alınacak ve destek verilecekti.
Erdoğan çözüm sürecini “Türkiye’nin gelişmesine, büyümesine engel olan kronik sorunları çözmek için cesur bir adım attık” şeklinde açıkladı.
Ancak Ak Parti hükümetinin attığı bu cesur yürekli adıma sırtını terör örgütüne ve oluşumlarına dayamış olan sözde Kürt siyasetçileri mukabelede bulunmadıkları gibi, sürecin bozulması için de ellerinden gelen her türlü kötü senaryoyu da ortaya koymuşlardı. Ve bu sürecin sonunda 6-8 Ekim olayları olarak Türk siyaset tarihinde anılacak elim olaylarda gencecik insanlarımız terör örgüü elemanlarınca katledildi. Yasin Börü, Kürt halkına yardım dağıtırken teröristler tarafından katledilmiş, kafası taşla ezilerek öldürülmüştü. Sırtını teröre dayayan sözde Kürt siyaseti “Halka rağmen halk için” siyaset yapmaya devam ediyordu…
17 Aralık 2013’te FETÖ mensubu olduğu sonradan ortaya çıkacak olan dönemin Cumhuriyet Savcısı Celal Kara ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele ve Mali Şube Müdürlüğü ekipleri bir soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında, iş adamları, bürokratlar, kamu görevlileri ve 61. Hükümet kabine üyesi üç bakanın da adının olduğu 47 kişi, “rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık” suçları iddiasıyla gözaltına alındı.
Olayın ardından soruşturmayı yürüten savcılar, adli kolluk amirleri ve memurlarının bir kısmının görev yerleri İç İşleri Bakanlığı tarafından değiştirildi. Aralarında görevden alınanlar da oldu. Erdoğan,bu soruşturmayı hükümetine karşı yapılmış bir darbe girişimi olarak niteliyordu. Ve sonuçlarına bakıldığında da bu tesbitin doğru olduğu ortaya çıkacaktı.
Ardından Fetö’ye bağlı dershanelerin kapatılması yönündeki girişimler ile durum iyice kızıştı. 3 bakanın 17 Aralık soruşturmasından sonra istifasını vermesinin ardından Ak Parti ve Fetö arasında açık bir çatışma süreci de başlamıştı.
Erdoğan, bu süreci, “Türkiye içi ve dışındaki karanlık çevrelerin oyunları” olarak değerlendiriyordu. Bugün durumun vahameti düşünüldüğünden daha da kötüye ilerleyecek, ülke birkaç yıl sonra 15 Temmuz kanlı darbe girişimini de yaşayacaktı…
Türkiye Cumhuriyeti 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, görevine 2007 Türkiye Cumhurbaşkanlığı Seçiminde gelmişti. 2014’te görev süresi dolan Gül’ün ardından seçimin tekrar yapılması gerekiyordu. 2007 Türkiye Anayasa Değişikliği Referandumu gereği ilk kez Cumhurbaşkanı, halk tarafından, doğrudan seçilecekti.
Seçimin ilk turu 10 Ağustos’ta yapılacaktı. CHP ve MHP, çatı adayı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu gösterirken, HDP de Selahattin Demirtaş’ı belirledi. Dönemin Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Eski TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, bütün Ak Parti’li milletvekillerinin imzasıyla, adaylarının Recep Tayyip Erdoğan olduğunu açıkladı.
Artık hummalı bir seçim süreci başlamıştı. Logolar, sloganlar, mitingler… Erdoğan’ın seçim kampanyası için hazırlanan slogan, “Milletin Adamı Erdoğan”dı.
Seçim sonuçları açıklandığında bu bir devrin de resmi olarak başlangıcıydı artık. Erdoğan aldığı yüzde 51,79 oy oranıyla Türkiye Cumhurbaşkanı oldu. 28 Ağustos 2014’te yeminini etti ve görevine başladı.
Ertesi gün ise, boşalan Başbakanlık koltuğuna Ahmet Davutoğlu oturdu. Yeni bir isim, yeni başlangıçlar… Şimdi Uzun Adam’ın yoğurt yiyişinin sahnesiydi. Erdoğan, kalbinde çocukluğunun izleri ile ilk adımını attı…
Bu icraatlardan ilk olarak dikkat çeken Cumhurbaşkanlığı Külliyesi olarak adlandırlan yeni yönetim binası olmuştu. Birçok eleştiri okunun hedefinde bulunan bu inşaat, her şeye rağmen tamamlandı.
Külliye, başta ülkenin başbakanları için yeni bir merkez olarak tasarlanmıştı. Ancak Cumhurbaşkanlığı görevine başladıktan sonra Erdoğan, Külliye’nin Çankaya Köşkü yerine yeni merkez olarak kullanılacağını duyurdu. Çankaya Köşkü ise, yeni başbakanlık merkezi olacaktı. Bu tarihi bir değişiklikti. Çünkü Çankaya Köşkü, ülke kurulduğundan bu yana Cumhurbaşkanları için sembolik bir merkezdi. Ancak şimdi değişim zamanıydı. Şimdi yeni Türkiye adımlarının atılma vaktiydi…
Erdoğan, 29 Ekim 2014’te Türkiye Cumhuriyet’in 91. Kuruluş yıl dönümünü anmak için düzenlenen Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunu yeni Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yaparak açılışı resmen gerçekleştirmek istemişti. Ancak bazı davetlilerin etkinliği boykot edeceğini duyurması ve Ermenek maden kazasının olması sebebiyle resepsiyon iptal edildi.
Erdoğan ve Davutoğlu arasında gerginlik iddiaları
Kamuoyunda Başbakan Davutoğlu ve Erdoğan arasında gerginlik haberleri baş göstermişti. Sebebi ise, Ocak 2015’te Başbakan Davutoğlu tarafından hayata geçirilemeyen “şeffaflık paketi” ve 17 Aralık Yolsuzluk soruşturmasında adı geçen 4 bakanın yüce divana gönderilmesi hususları olarak gösteriliyordu.
4 Mayıs’ta Erdoğan ve Davutoğlu görüştü. Kısa bir süre sonra da AK Parti, olağanüstü kongre kararı aldı ve bu kongrede Davutoğlu, parti başkanlığına aday olmadı. Akabinde Davutoğlu Başbakanlıktan çekildi ve yerine Binali Yıldırım getirildi.
Ve hepimizin yaşadığı korku dolu o anlar…
15 Temmuz 2016’da TSK bünyesinde kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” olarak adlandıran bir askeri cunta, askeri darbe girişiminde bulundu. Tüm halk tek soluk, tek yürek ekran başına kitlendi ve sonrasında ülkesini korumak için sokaklara döküldü.
Aslında o gün de sıradan bir gün olarak başlamıştı ülkede. Boğaz Köprüsü trafiğe kapandığında, askerler tanklarla köprüdeydi. Bu devirde kimsenin aklına “darbe”li sözcüklerin karşılığı gelmiyordu tabii. Oysa planlanan ve tüm gece yaşanacak olan tam olarak buydu. Sonrasında ülkede OHAL ilan edilmesinin kararlaştırılacağı süreci başlatan o gece yaşanmak üzereydi…
Sonic patlamalrın kulak tırmalayan sesleri, anlamsız konuşmalar, sosyal medyada “Darbe mi var; bu köprünün hali nedir?” paylaşımları arasında durum giderek ciddileşti ve rengini belli etti. TRT binasının basılışı, Spiker Tijen Karaş’ın “Darbe Bildirisi”ni okuduğu o anda diken olmuştu tüylerimiz…
Tüm halk tetikte bekledi. Bir yandan da can havli aldı insanları… Erdoğan, CNN Türk’te telefon ile gerçekleştirdiği görüntülü konuşmada Hande Fırat’ın moderatörlüğünü yaptığı yayında halka seslendi. Darbecilere hiçbir şekilde imkan tanınmayacağını ifade ederek halkı darbeye tepki için sokağa çağırdı. Sonrası yüksek sesli bir direniş. Ülkenin dört bir yanında darbe karşıtı protesto gösterileri başladı. 16 Temmuz sabahının ilk ışıklarında bu hain darbe girişimi bastırıldı ve darbeci askerler, silahları ile teslim oldu. Geride şehitler, gözü yaşlı aileler, içi yanan bir ülke kaldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kader arkadaşı, Ak Partinin reklam çalışmalarını yürüten Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayyip Olçok, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başdanışmanı Mustafa Varank’ın ağabeyi İlhan Varank, çocukluğu ve gençliğini haksızca hapislere kaptırmış olan Halil Kantarcı ve daha birçok fidanımızı o gece şehit verdik. Onlarsız bir hayat yaşamaya mecbur bırakıldık…
Bu, insanın ülkesine karşı vefasızlığı, zalimliğiydi. Teröristbaşı Fetullah Gülen, Allah ve Peygamberimiz Hz. Muhammet’in adını kullanarak güven verdiği ve dahi kandırdığı koskoca bir ülkeyi, yürünen onca yolun ardından sırtından bıçakladı. Darbe girişiminin bastırılmasının ardından Erdoğan, dönemin ABD Başkanı Obama’ya, teröristbaşı Fetullah Gülen’in, terör örgütü başı sıfatıyla ülkeye iade edilmesi çağrısında bulundu. Bundan sonraki süreçte bu terör örgütüne mensup her yapının da kararlılık ve ivedilikle devlet kurumlarından temizleneceğini vurguladı…
Ülkemizi artık sancılı bir süreç bekliyordu. Öfkenin beyinde barınamayıp gözlerden fışkırttığı bu çirkinlik, 81 ilin en ücra köşelerine kadar sıçramıştı. Elbette kötü her yerde kötüydü ve devam da edecekti. Bu öfke patlamasının döktüğü kanları, bombaların patlaması takip edecekti. Ancak nihayetinde Türklerin kalbinin birliği vardı her şeyin özünde. Bizi böylesine ayakta tutan koca bir tarihin getirisiydi. Dökülen kanlarımızın temsili bayrağımız, her güzelliğin örtüsüydü…
(Erdoğan, torunu Ahmet Akif’le Kur’an okurken)
Erdoğan, bir röportajında tüm bu süreci yönetişini, başarısının sırrını şöyle açıklamıştı: “Birincisi başarıya inanacaksınız, ikincisi bilgi, birikim çok önemli. Üçüncüsü bu alanda bir tecrübe kazanmak. Dördüncüsü ve en önemlisi hangi işi yaparsanız yapın, onu takip edeceksiniz. Böylece neticeyi yakalayacaksınız”.
Toplumun değerler silsilesi konusunda oldukça dikkatli olan Erdoğan, bu değerler arasında bir tarih yazdığımızı da her platformda vurguluyordu. Bizi biz yapan değerler konusundaki savunması ona ciddi tartışmalar da getirse, sımsıkı sarıldığı doğrulara sırtını dönmeyecekti belli ki. Erdoğan, inanıyordu ki, bu millet her zorluğa göğüs gerecek, gerekirse bir ölecek, ama bin kez küllerinden doğacaktı…
16 Nisan 2017’de gerçekleşen referandumda halk oylaması ile kabul edilen Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı’nın partili olabilmesinin önü açıldı. 21 Mayıs 2017’de gerçekleştirilen 3. Olağanüstü Büyük Kongre’de, Erdoğan, kurucusu olduğu Ak Parti’nin Genel Başkanlığı’na yeniden seçildi…
Şimdi ise, ülke 24 Haziran’da yapılacak seçime odaklanmış durumdaydı. Ak Parti’nin MHP ile kurduğu Cumhur İttifakı’nın karşısında Saadet Partisi, Demokrat Parti ve İYİ Parti de CHP ile Millet İttifakı’nı kurdu. Muhalefet de birliğini oluşturduğuna göre şimdi sıra yaklaşan süreci beklemeye gelmişti ve beklerken yaşanacakları görmeye tabii…
Şimdi Başkanlık Sistemi dönemiydi. Şöyle ki, 2017 referandumunda kabul edilen anayasal değişiklikler, 24 Haziran seçimleriyle birlikte tamamen yürürlüğe giriyordu. Yeni sisteme göre, Cumhurbaşkanı yürütmenin başı olacak; kararname yayınlayabilecek, erken seçim kararı alabilecek, bütçe hazırlayıp güvenlik politikalarına karar verebilecekti. Tabii parlementonun hazırlanan bu bütçeyi onaylaması şartıyla. Bu sistem, ülkedeki çift başlılığı ortadan kaldıracak ve istikrar gelecekti…
Öyle de oldu. Erdoğan, sistemli çalışmasının karşılığını adım adım gösterdiği başarılarla almıştı. Şimdi ise bu başarıyı sağlam adımlarla ve kalbini sevgiden ayırmadan devam ettirme zamanıydı. 24 Haziran günü yapılan seçimlerin sonucunda halk kararını verdi ve Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Başkanı seçildi.
Bu kalpte ülkene büyük bir aşk taşımanın bir başka ifade ediş şekliydi işte. Erdoğan’ın seçim sonuçları açıklandığında balkon konuşmasında geçirdiği gibi, bu seçimin galibi demokrasi, milli irade, 81 milyondu…
Geçmişin izlerinden aldığı şevk ve ülkesine duyduğu aşkla bir Recep Tayyip geçiyor bu dünyadan…
İyi ki…
Damla Karakuş
[email protected]
Not: Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Instagram: biyografivekitap
Kaynak:Enson haber Biyografi