Son dönemin sevilen dizisi Yargı ile ekranlara çıkan Mehmet Yılmaz Ak Savcı Pars karakterini canlandırıyor. Başarılı oyuncu kariyer basamaklarını çıkarken ismi Nazlı Çetin ile anılmaya başladı. İşte Mehmet Yılmaz Ak ve Nazlı Çetin hakkında bilmeniz gerekenler.
Mehmet Yılmaz Ak 8 Şubat 1986 tarihinde dünyaya geldi. 25 yaşındaki başarılı oyuncu aslen Diyarbakırlıdır. Üniversite eğitimini Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde tamamladı. 2008 yılında yazdığı Beşinci Basamak adlı oyunu ile Mitos Boyut yayınlarından misyon ödülü alan Mehmet Yılmaz Ak birçok özel tiyatro da görev yaptı. Mehmet Yılmaz Ak, Ben de Özledim dizisi ile televizyon kariyerine başladı. Kırık Kalpler Bankası ve Nekro sinema filmlerinde rol aldı.
Mehmet Yılmaz Ak, 2016 yılında Show TC ekranlarında yayımlanan; başrolü Aras Bulut İynemli, Çetin Tekindor, Bensu Soral ve Çağatay Ulusoy’un paylaştığı İçerde dizisinin kadrosunda yer aldı ve bu dizide Yaşar karakterini canlandırdı.2018’de Dudullu Postası ve Çukur dizilerinde oynadı. 2019’da rol aldığı Hakan: Muhafiz dizisinde Tekin, Peri adlı sinema filminde Kemal karakterini oynadı.
MEHMET YILMAZ AK DİZİLERİ VE FİLMLERİ:
Mehmet Yılmaz Ak son günlerde Nazlı Çetin ismiyle yan yana geliyor.
Mehmet Yılmaz Ak ile adı anılan Nazlı Çetin kimdir merak konusu oldu. Miss Turkey 2019 yarışmasında mücadele eden 20 finalistten biri olan Nazlı Çetin 11 numarayla yarışmaya dahil olmuştu. 21 yaşındaki Nazlı Çetin 1.76 boyundadır. Nazlı Can Çetin üniversite eğitimine Bahçeşehir Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği bölümünde yaptı. Oyunculuk kariyerine 2020 yılında başlayan Nazlı Çetin ilk olarak 2020 “Şeref Sözü” dizisinde rol aldı. Nazlı Çetin daha sonra Mucize Doktor dizisinde rol aldı.
2021 yılında ise “Kardeşlerim” dizisinin 2. sezonuna Dora karakteriyle katılmıştır.
.ilgili-haber{width:600px;padding:10px;border:0 solid #ededed;background-color:#fefefe;margin-bottom:20px;box-shadow:0 0 5px #ededed}.ilgili-haber-resim{width:150px;float:left}.ilgili-haber-text{width:380px;padding-left:20px;display:table-cell;vertical-align:middle;float:left}.ilgili-haber-text a{font-size:18px;color:#565656;font-weight:600;line-height:22px}
Kaynakça: tgrthaber
O tutkulu bir oyuncu, vazgeçmeyen bir kadın ve pes etmeyen bir anne. Kalbine inanç olarak işlediği ne varsa hep peşinden koşmuş. Kah babasının vazgeçtiği yerden sarılmış hayata, kah annesinin içinde kalanların peşinden sürüklenmiş. Ama sonunda kendi doğrularıyla hepimizin sevgilisi Suna Pekuysal olmuş…
Bir röportajında sormuşlar, “Geri dönme şansınız olsa neyi değiştirmek istersiniz?” diye. “Çocukluğumu yaşardım” demiş. Belki de oğlunun çocukluğunu yaşadığına şahit olmak, buna vesile olmak için vazgeçmedi ondan; sağlığından geçme pahasına.
Bunca güçlü ve kararlı olmak her insanın yapabileceği bir şey değil. O, bunu başarıp boynundaki madalyonu gururla taşımıştır eminim. Annemiz, babamız bize hep güzel yollardan öğretmezler hayatı. Şükürler olsun ki, Suna öğrendiklerini uygulamanın yolunu bulmuş. Ya da en azından benim hissettiğim bu.
Sen iyi ki var oldun kadın!
İyi ki doğdun!
Suna, 24 Ekim 1933’te İstanbul’da Hadiye Hanım ve İlhami Bey’in biricik kızları olarak dünyaya geldiğinde babacığı, ona, “Adile Suna” adını vermişti. Şu dünyaya sıradan bir “Merhaba” olmadı onunki. Kaderi, babasının kaderinden şekillendi. Belki de kararlarından demek daha doğru olurdu…
İlhami Bey, Harbiye’de okuyordu ve burada attan düşerek kalçasını kırmıştı. Dönemin tıp koşulları ve belki biraz da ihmal sebebiyle İlhami Bey’in kırığı yanlış kaynamıştı. 20’sinde gencecik bir delikanlıydı. Hayatını koltuk değnekleriyle geçiremeyeceğine karar verdi ve kendini önce yatağa sonra da hayata kapattı. Şu hayatta yaşayacağı çok az zamanı olduğuna inanıyordu; 7 yılı kaldığından habersizdi. 27’sinde hayata veda etmeden bir buçuk yıl önce komşu kızları Hadiye ile hiç çıkmadığı o yatağında evlendi. Adile Suna’sı doğduktan 7 ay sonra da dünyadan göçtü gitti. Adile, annesinin; Suna ise, çok sevdiği bir tangonun adıydı. Güzel kızına doğar doğmaz bu iki ismi uygun görmüştü.
İlhami Bey öldüğünde Soyadı Kanunu henüz çıkmamıştı. Suna’ya da annesinin soyadı Pekuysal’ı kullanmak düştü. Sanatla dolup taşacak gönlüne büyük bir aşk ve babasız kalbine de bir baba edineceği çocuk yaşlarını yaşıyordu Suna…
Suna, aslında Cağaloğlu Halkevinde büyümüştü. Sahneye sevdalı anneciği, burada, profesyonel tiyatronun olmadığı şu yıllarda, amatör tiyatroculuk yapıyordu. Suna’nın okul dışında kalan tüm zamanları annesiyle birlikte burada geçiyordu. Halkevi oyunlarının dekorunu hazırlayan Reşat Bulaner de, Suna’nın bir yanı asi, ama ille de güzel o kalbine ikinci baba oluvermişti.
Babası dekoru yapıyor, annesi o dekorda oynayan oyunculardan biri oluyordu. Tıpkı yıllar sonra kalbini kaptıracağı adamla yaşayacakları gibi…
Bu arada Suna, İstanbul Belediye Konservatuvarı Şan ve Bale Bölümü’nde öğrenim görüyordu. Armut anacığının dibine düşecekti elbet. 1949’da İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun çocuk bölümünde, Kadri Ögelman’ın “Artist Aranıyor” adlı oyununda ilk kez sahneye çıkacaktı 14’ünde. 3 sene sonra onu, Dram Bölümü’ne alacaklar ve Suna, bir daha hiç inmeyecekti sahneden…
Darülbedayi kurulmuş; ancak annesi Hadiye Hanım, ikinci evliliğinden dünyaya gelen iki kızının varlığı sebebiyle oraya geçememişti. Elbette bu tiyatrodan vazgeçtiği anlamına gelmiyordu. En azından izleyici olarak da olsa hep devam edecek; ki çoğunda Suna’yı izleyecekti. Ona hep şöyle diyordu: “Beni sen tamamladın yavrum, sende gerçekleştirdim yapamadıklarımı”…
Suna, belki babasının kendine çizdiği kaderden şekillenen yolda yürüyordu; ama annesinin de hayalleri vardı. Bu muntazam bir uyumun madalyonu gibi gökyüzünden iniyor, aralarındaki bağı kuvvetli tutuyordu sanki.
Annesi gidemese de, bir gün Darülbedayi yolları Suna’ya göründü. Darülbedayi Çocuk Tiyatrosu kurucularından Ferih Egemen, Halkevine geldiğinde annesinin provasının bitmesini bekleyen küçük Suna’yı aldı ve götürdü. Henüz 13 yaşındaydı; ama Suna, “Efe Ali” adlı oyunda masal anlatan İnci Abla rolüyle Darülbedayiye ilk adımını atmıştı. Sonra Sihirli Pabuçlar geldi; Pollyanna’lar, Külkedileri, Kırmızı Kediler derken, sahneden pırıl pırıldı…
Çocuk oyunlarında oynuyordu, evet. Ama bu oyunlara çocukları bahane ederek büyükler de geliyordu. Artık Ankara’da konservatuvar okuma yolu görünmüştü. Çok yetenekliydi Suna. Ancak başvuru tarihini kaçırınca bu eğitimi almak kısmet olmadı. Zaman hızlı akıyordu. Bir sonraki başvuru tarihini beklemektense halihazırda Dram Tiyatrosu’ndan gelen küçük rolleri değerlendirdi. “Gelin” adlı oyundaki bulaşıkçı kız rolü, Suna’nın ilk önemli rolü oldu. Kalbi canına sığmıyordu. Oysa ikinci perdenin sonunda söylediği bir tek cümle vardı: “Af edersiniz efendim, geçiyordum da…”
Küçücük rollerle sahnede devleşmeyi öğrendiği Hocaları bakımından çok şanslıydı Suna. Vasfi Rıza, Reşit Gürzap, Şevkite Mav, Mahmut Moralı… Kimler yoktu ki!
Sonradan Ahududu oyununda misafir olarak yine çıkacaktı Şehir Tiyatrosu’na. Yıllar sonra Savaş Ay’a verdiği röportajında da şöyle diyecekti: “Darülbedayiden beri aşkımızın merkezi orasıdır”.
Suna’nın gönlü tiyatroyla dolup taşıyordu, evet; ama o zamanlar o en iyi rolleri kapmak da öyle kolay değildi. Sahneye had bilinerek çıkılırdı ve önce iyice pişmeyi beklemek gerekirdi. Öyle kolay yutulmazdı ya o lokma. Haliyle bu durumu kaldıramazdı genç bedenler; ne çok ağlarlardı bize rol verilmiyor diye…
Suna’da muziplik de vardı biraz. Bu hali bu konu ile birleşti ve şöyle bir anı bıraktı ona. Tepebaşı Dram Tiyatros’nda Cahide Sonku, Bedia Muvahhit, Şükriye Atay ve Şaziye Moral bir sohbetin ortasındaydı ki, Suna yanlarına geldi ve “Yahu ne zaman öleceksiniz de bir rol oynayabileceğiz?” deyiverdi. “O ne biçim laf!” diye çıkışsalar da pek eğlenmişlerdi doğrusu…
Elbette zamanı geldiğinde bu özel isimlerle aynı sahneyi paylaştı. Ama bu anları çok da kovaladı. Yeni Sahne’de “Çöpçatan” adlı oyun sergileniyordu. Bir gün Şükriye Atay, Suna’nın şansını döndürecek o cümleyi kurdu: “Yerime birini bulun, sesim çok kötü, galiba oynayamayacağım”. Suna’nın ise bundan haberi yoktu, o kulis kolaçan etme rutinini gerçekleştiriyordu. O sırada Atay’ın gözüne ilişti Suna. Birden “Ölü yıkayıcı geldi!” diye bağırıverdi…
Bu anı çok sonra şöyle dile getirecekti Suna: “Onun için geldiğimi zanneti herhalde, o anda sesi açıldı”.
Henüz dişinin kovuğunu dolduracak bir rol kapamamıştı Suna. Bunun için de sürekli kulislerde geziniyordu. Evet, yasaktı; ama onun umurunda mıydı hiç? Bir gün yine dalmış kulisten provayı izliyordu ki, Muhsin Ertuğrul’un eli kavrayıverdi kulağını. O gün, onu oracıkta “Kulis Faresi” ilan ediverdi…
Yine de uslanmak bilmiyordu işte. Bir başka oyunda da fark edilmemek için perdeye sarınmıştı. Tabii perdenin vakti geldiğinde kapanacağını hesaptan kaçırmıştı. Perde kapandığında üzerinde Kulis Faresi de onunla birlikte sahnenin ortasındaydı. Bu kız gerçekten de kovmakla gitmiyordu…
Sonraki yıllarda da provalardan nefret ettiği için Haldun Dormen, ona “Prova Cadısı” demeye başladı. Oyuna çıkana kadar öylesine sabırsızdı ki, oyuna çıktığında ise ondan keyiflisi yoktu.
Yıllar sonra Haldun Dormen, Suna Pekuysal’ı şöyle anlatacaktı: “Oraya çıkınca her şeyi unutturuyor, sanki dimdikmiş gibi görünüyor ve 18 yaşındaki bir gencin enerjisiyle seyircisini mest ediyordu”.
(Eşi Ergun Köknar ile)
Suna, sahnede bir yıldız olmuş parlıyordu adeta. Çok çalışıyor, işini aşkla yapmanın meyvelerini topluyordu. Elbette onun da hayatına bir erkeğin aşkı da dokunacaktı.
Gerçekten de çok çalışıyordu Suna, öyle yönetmenin verdiğiyle yetinmiyordu; oldukça disiplinliydi. Söz konusu tiyatro olduğunda odağında sadece o oluyordu ve haliyle Ergun’u (Köknar) da fark etmesi zaman alacaktı. 1963’te, Cevat Fehmi’nin “Küçük Şehir” oyununda bir rolü vardı. Yine onu derinlemesine çalışmanın peşindeydi. Dekorcu ve rejisör Ergun Köknar’a: “Seninle aynı yöre insanını oynuyoruz. O bölgedeki ağzı ortak tutturamazsak komik oluruz. Beni çalıştırır mısın?” dedi.
Ergun, aslında Suna’yı pek beğeniyordu; ama belli de etmiyordu. Şu aşkın ilk zamanları; söylese bir türlü, söylemese çatlatacak onu kalbine sığdıramadıkları… Çalıştılar birlikte. Suna kendini rolüne kaptırmış, Ergun da Suna’ya… Oyun sahnelenmeye başladı.
Sonunda Ergun’u çatlatacak olan şu kalbe sığmayanlar, sahnede patladı. Bir gün oyunu oynarlarken repliğini yarıda kesti Ergun, Suna’nın. Sahnede oyuncular kalakalmış, seyirci de anlamamıştı ne olduğunu. Şöyle bir baktı etrafına ve avaz avaz döküldü cümleler sanki dilinde; tek solukta: “Ey ahali, ey buradakiler! Hepiniz şahit olun ki, ben bu kızı tez vakitte Allah’ın emriyle alacağım”.
Herkes şaşkındı; ama en çok Suna. Sonrası hep sevgi, hep aşk… Suna’nın kalbinin yarısını dolduran tiyatronun yanına gelip yerleşti bu iri kıyım adamın hassas, sevgi dolu kalbinin yarısı.
Bu evlilik, onlara Sait Ali adını verdikleri bir de çocuk getirdi…
Evet, evlilikleri onlara bir bebek verdi; ama bu o kadar kolay olmadı. Onunki sıradan bir doğum değildi. Kendi bedenine getireceği değişiklikler olacaktı. Evliliği geciktirdiğinden, 39’unda hamileydi Suna. Bir film çekimi sırasında düşmüş ve omurgasına zarar vermişti. Dokuz ay boyunca bebeğin vereceği ağırlığı taşıması çok riskliydi. Ali Sait’i doktorların ve eşinin tüm itirazlarına rağmen doğurdu.
Kimseyi dinlememişti; kulağı anneliğindeydi. Ancak doğumdan bir soru işareti şeklinde çıktı. Omurgası iyice zedelenmişti. Pek çok ameliyat geçirse de görünümünde değişiklik olmadı.
Ama Suna bunu pek önemsemedi ve zamanla insanlara da unutturdu. Hem oyunculuğuna da engel olmasına izin vermemişti. Babasının içine kapandığı kaderinden doğan hayatı, onun oğluna ve oyunculuğa tutunduğu yerden aşkla devam ediyordu…
Suna’nın en uzun soluklu rolüydü Lüküs Hayat’taki. Bu müzikali Ekrem Reşit Rey 1933’te yazmış, Cemal Reşit Rey bestelerini yapmış, Haldun Dormen de 1984’te İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelemeye başlamıştı.
Sahneyi Zihni Göktay ile tam 14 sene aralıksız paylaştı. Bu onun kendi rekoruydu. Savaş Ay röportajında bunu hatırlattığında ise şöyle demişti: “Orada esas rekor Zihni’nin; 20 yıl oynadı”.
(Keloğlan)
Tiyatro gönlünü kaptırdığı ilk aşk olsa da, kamera karşısına da geçti elbet Suna. Kamera karşısına ilk kez 1951’de, “Evli mi Bekar mı” adlı kısa film ile geçti. Oynadığı ilk sinema filmi ise, 1952’de oynadığı “Can Yoldaşı” oldu.
Ömrüne neredeyse 250 oyun ve 100 film sığdırdı. Sinema ve tiyatronun Huysuz ve Tatlı Kadını olan Suna, sıcak aile komedilerinin de vazgeçilmez oyuncusuydu. Tıpkı tiyatroda olduğu gibi, sinemada da birçok kez küçük oyunları ile devleşti. Onun sıcacık gülüşü sizin de hatırınıza düştü mü? “Hayat Sevince Güzel” geçti şimdi gözlerimin önünden… “Hüdaverdi”yi de hatırladınız mı?
Peki ya Keloğlan’ın anası Suna’yı… Filmde hiç adının geçmediğini, yalnızca Keloğlan’ın ona, “Ana” dediğini fark etmiş miydiniz? Aslında belki de ihtiyacı yoktu; inanıyorduk çünkü, o, Keloğlan’ın anasıydı…
Yeşilçam’ın özel isimlerinden olmasının yanında bir de daha yakın zamanlardaki filmlerden de tanıyoruz onu aslında. Yedi Kocalı Hürmüz’de ne çok güldürmüştü yine örneğin…
(Yeter Anne)
Bir de TV dizileri vardı elbet. İlki 1979’da yayınlanan “Tatlı Çarşamba” oldu. Elbette pek çok dizide de vardı. Ancak birkaç tanesini söylemek gerekirse, 1993 – 1997 yılları arasında fırtınalar estiren “Süper Baba”da, 2002’de yayınlanan “Ekmek Teknesi”nde, 2004’te yayına başlayan “Avrupa Yakası”nda yer aldı.
Yine de dizi denildiğinde onu en çok Özkan Uğur ile başrolleri paylaştığı 2002’deki “Yeter Anne”den hatırlıyoruz. Bir röportajında bu dizideki rolü için şöyle diyordu Suna Pekuysal: “Yeter Anne’deki rol, sanki benim için yazılmış. Ben oynamıyorum ki; öyleyim. Sağım solum belli olmaz, birden parlarım. Ama bak insan olarak uysalımdır, her şeye uyarım. Parlasam da saman alevi gibi hemen sönerim; hiç kin tutmam”.
Büyük bir başarıydı onunki. Ömrünü, sevgisini adadığı tiyatroda, özellikle Lüküs Hayat ile yediden yetmişe her yaştan seyircinin gönlüne ulaşmış; bir tatlı nostalji yaşatmıştı. Bu oyunda tamamladığı 14 yıl ve Şehir Tiyatroları’nda dopdolu geçen 54 yılın ardından, 24 Ekim 1998’de Şehir Tiyatroları’ndan emekli oldu; ya da olması gerekiyordu. Ama o bunu “Sanatçının emeklisi olmaz. Sahnede ölmek istiyorum!” diyerek reddediyordu.
Haliyle bir köşeye çekilmedi ve devam etti. Joseph Kesselring’in yazdığı, Çetin İpekkaya’nın yönettiği, Şehir Tiyatroları’nda oynanan “Ahududu”da misafir oyuncu olarak bulundu. Yine sahnede parlıyordu…
Rolün büyüğüne küçüğüne bakmadan sahnede olmanın mutluluğunu yaşayan ve bunu syircisine hissettiren Suna Pekuysal, her zaman Türk tiyatro ve sinemasının en iyileri arasında anıldı. Elbette sanat yaşamı boyunca birçok ödül de kazandı.
1979’da Fakir Baykurt’un uyarlaması “Tırpan”daki rolüyle 1980 Avni Dilligil ve Ulvi Uraz Ödülleri’ne; “Lüküs Hayat”taki enfes performansıyla da 1986 Sanat Kurumu ve 1987 İsmail Dümbüllü Ödülleri’ne layık görülmüştü.
1997’de gerçekleşen 16. İstanbul Film Festivali’nde Onur Ödülü verilirken, 2003’te gerçekleşen 25. Siyad Türk Sineması Ödülleri’nde de “İnşaat” filmindeki rolüyle “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” oldu.
Sanatla var olmuş, sanatla yaşamıştı. Ancak nihayetinde ölümlü dünyaydı. Neyse ki bu huysuz ve tatlı kadın da ölümsüzlüğü keşfedenlerdendi. Sanatçı olmanın getirdiği huzurla gidecekti bu dünyadan…
17 Temmuz 2008’de evinde düştü ve kalça kemiğini kırdı. İstanbul Tıp Fakültesi’nde tedaviye alındı. Ameliyatın ardından yoğun bakıma alınmış ve solunum cihazına da bağlanmıştı. Ancak bedeni sadece 5 gün dayanabildi. 22 Temmuz’da, saat 10.30’da Suna Pekuysal’ın kalbi durdu.
İstanbul Şehir Tiyatrosu Reşat Nuri Sahnesi’nde ona yakışır bir veda töreni düzenlendi. Oğlu, annesini uğurlayacak son konuşmasını yaptı. Suna Pekuysal, Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildi.
Bir şeylere bunca bağlı ve tutkulu yaşamayı bilmiş bir kalbin durması bilinen tüm ölüm gerçekliği karşısında bile ne şaşırtıcı aslında. Her rolün hakkını veren, adını andığımızda dahi yüzümüze bir tebessüm yerleştiren özel kadın…
Bir Suna Pekuysal geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Damla Karakuş
[email protected]
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Instagram: biyografivekitap
Kaynak:Enson haber Biyografi
FUNDA İLHAN KİMDİR?
28 Haziran 1971 İzmir doğumludur. Sanatçı çocukluk ve gençlik çağlarını İzmir’de geçirmiştir. Oyuncu olmaya karar veren güzel oyuncu, Dokuz Eylül Üniversitesi Tiyatro ve Oyunculuk Bölümü’nü bitirmiştir.
1993 yılından 1996 yılına dek Devlet Tiyatrolarında yer almıştır. 1996-1997’de kendi oluşturduğu sanat atölyesinde ikili oyunda oynadı. 1997 yılında kurucu oyuncu olarak katıldığı Kocaeli Büyükşehir Tiyatroları’nda ‘Hamlet Bahar Noktası Şehnaz Oyunu’ gibi oyunlarda oynadı.
Bu kurum içinde gösterdiği performansından dolayı Tüm Bel Sen Halk Jürisi En İyi Kadın Ödülünü aldı. Dizi oyunculuğu kariyerine ilk olarak ‘Mühürlü Güller’ adlı dizide rol alarak başlamıştır. Daha sonra ‘Kurtlar Vadisi Pusu’ dizisinde Amerikalı bir kadını canlandırmıştır. İlhan 1,68 boyunda ve 60 kilodur. Şuan ise halen TV’de olan ‘Güneşin Kızları’ dizisinde Sevilay adında bir karakteri canlandırmaktadır.
Mühürlü Güller – Funda İlhan İZLE
Güneş’in Kızları
Acil Servis
Güneşi Beklerken
Kötü Yol
Kurt Kanunu
Makber
Karadağlar
Ağlamak Yok
Oyunlarla Yaşayanlar
Kurtlar Vadisi Pusu
Fikrimin İnce Gülü
Gümüş
Sayın Bakanım
Mühürlü Güller
Kara Melek
Kaynak:Enson haber Biyografi
O bizim “Damat Feritimiz”… Tatlı dilli, güler yüzlü, yakışıklı mı yakışıklı Yeşilçam’ın göz bebeği oyunculardan biri; en sevdiklerimizden. Bugün ölümünün birinci yıl dönümü.
Sevgi, saygı ve özlemle anmak istedim…
…
Ve bir yıl daha geçti bile…
Özlemle…
Tarık 13 Aralık 1949’da İstanbul’da annesi Yaşar Hanım ve babası Hüseyin Yaşar Bey’in üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ebeveynleri ona “Tarık Tahsin Üregil” adını verdi. Bir ablası ve bir abisi vardı.
Babası subaydı ve görevi nedeniyle Tarık, Erzurum Dumlupınar’da çocukluğun yaşadı. İlkokula burada başladı. Ancak babasının tayini Kayseri’ye çıkınca taşındılar ve Tarık, ilkokulu burada tamamladı. Babasının mesleğinden kaynaklı disiplinli ve göçebe bir çocukluk yaşadı.
Babası emekli olduğunda Tarık ortaokul çağına gelmişti. Emeklilikten sonra İstanbul Bakırköy’e taşındılar. Tarık, ortaokul ve lise eğitimini burada tamamladı.
Üniversite eğitimi için Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü tercih etti. Buradan sonra İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi.
Tarık, 1970’de “Ses” dergisinin düzenlediği “Sinema Artist” yarışmasına katıldı ve birinci oldu. Artık sinema için ilk adımını atmıştı ve ardı başarılarla dolu bir şekilde gelecekti.
1971’de ilk kez kamera karşısına geçtiğinde “Filiz Akın” ve “Ekrem Bora” başroldeydi. Tarık, “Emine” filmiyle oyunculuk kariyerine başladı.
Ama oyunculuk yolculuğu başlamadan önce Tarık, Bakırköy plajlarında cankurtaranlık yaptı. Bir yandan da sokaklarda işportacılık yapıyordu.
Gönlü artık sinemadan yanaydı, ancak sinema sektörünün iyi gitmediği 1978 – 1981 yılları arasında buradan para kazanamayacaktı. Bu süreçte de ticari taksi alarak kiralama sistemi ile ticaret yapmaya devam edecekti.
Tarık, yönetmen koltuğunda “Mehmet Dinler”in oturduğu, başrollerini “Fatma Girik” ve “Münir Özkul”un paylaştığı 1971 yapımı “Solan Bir Yaprak Gibi” filminde “Murat” karakteri ile Yeşilçam’a merhaba dedi. Bu filmden sonra da adını “Tarık Akan” olarak kullanmay aabaşladı. Ayrıca yine bu yıl “Vefasız”, “Melek mi Şeytan mı?” adlı filmlerde rol oynadı.
Bundan sonra her şey çok hızlı gelişti. 1972’de ilk başrolünü “Hülya Koçyiğit” ile “Beyoğlu Güzeli” filminde oynadı.
1970’te “Ertem Eğilmez” ile tanışmak ona “Ferit” karakterini getirdi ve Tarık, ailemizin Damat Ferit’i oluverdi. Adı Ertem Eğilmez’in her filminde “Ferit” oldu. Bu, Ertem Eğilmez’in ölen oğlunun adıydı. Bu yüzden her filminde “uzun oğlum” diye sevdiği tarık ile oğlunun adını yaşatacaktı…
Giderek Yeşilçam’ın aranan yakışıklı oyuncularından biri oluyordu ve başrolleri paylaştığı kadınlar dönemin hem en ünlü hem de en güzel kadınlarıydı. Tarık, “Türkan Şoray” ile ilk başrolünü de “Sisli Hatıralar”da oynadı; yıl 1972 idi.
Tarık, 1972 yapımı “Suçlu”da oynadığında ödüllendirileceği ilk büyük başarısını da yakalamış oldu. Yönetmen koltuğunda Mehmet Dinler oturuyordu ve başrolü “Fatma Belgen” ile paylaşmıştı. Ayrıca film, Tarık’ın oynadığı ilk romantik komediydi.
Bu film, 1973’te Tarık Akan’a “Altın Portakal Film Festivali”nde “En İyi Erkek Oyuncu Ödülü”nü kazandırdı.
Artık oyunculuğu da tescillendiğine göre, Tarık kesinlikle ünlüydü. Uzun boyu, çekici tavırları ve gözden kaçmayacak yakışıklılığıyla Tarık kısa sürede uzun bir yol yürümüştü…
Tarık, artık başarısına başarı katıyordu. 1972’de oynadığı “Sev Kardeşim” filminde “Adile Naşit, Münir Özkul, Hulusi Kentmen ve Hülya Koçyiğit” gibi güzel isimler de yer alıyordu. Yine aynı yıl “Tatlı Dillim” filminde “Filiz Akın” ile başroldeydi ve bu film aynı zamanda “Kemal Sunal”ın ilk filmiydi. Aynı zamanda kadroda “Münir Özkul, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Halit Akçatepe” gibi isimler de vardı.
Güzel ve başarılı kadın oyuncularla başrol paylaşmaya da devam ediyordu Tarık. 1972’de “Emel Sayın” ile ilk başrolünü “Feryat” filminde oynadı. Yine de eminim sizin de aklınızda bugün hala “Yalancı Yarim” var Emel Sayın ve Tarık Akan denilince. O naiflik, gözünün ondan başka kimseyi görmeyişi, aşkın sel olup akıp gidişi…
1973’teki isim ise “Necla Nazır”dı ve film de “Umut Dünyası”. 1974’te de “Hale Soygazi” ile “Oh Olsun”…
Her filmi bir başka güzeldi, eminim hepiniz için Yeşilçam filmleri öyledir. Ama yürekleri dağlayan bir film vardı hani, çok bilinen. Hasta küçük kardeşin çok istediği televizyona hepimiz ağlamışızdır içli içli. Çünkü film hakkını vermişti ve gözyaşlarımız boşuna değildi. Yeşilçam klasikleri arasına girdi ve en iyi drama filmlerinden biri oldu.
Evet, “Canım Kardeşim”. 1973’te “Halit Akçatepe” ve dönemin çocuk oyuncusu “Kahraman Kıral” ile başrolü paylaştılar bu filmde.
Nasıl ki “Yalancı Yarim” unutulmazsa, Emel Sayın ve Tarık Akan bir arada düşünüldüğünde “Mavi Boncuk” da hemen gelir akıllara. Hatta unutulmaz replikleri ve oyuncu kadrosuyla muhtemelen ilk sırayı çeker.
Özellikle Emel Sayın’ın kaçırıldığı sahne hafızalara adeta kazındı. Emel Sayın’ın “yalnız benim için bak yeşil yeşil” diye söylediği o şarkı… “Ben bu dertten ölürsem söyle küçük bey” diye içlenişi… Kemal Sunal’ın “soğuktan kapında donabilirim”leri…
Ah bu filmler, iyi ki vardı…
A bu arada heyecana kapılıp filmin içinde kaybolmuş da tarih bile vermemişim. “Mavi Boncuk”, 1975’te çekildi ve Yeşilçam’ın en iyi filmlerinden biri olarak gösterildi. Bunu söylemek için kadrosu bile yeterliydi çünkü: “Adile Naşit, Münir Özkul, Kemal Sunal, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Halit Akçatepe…”
Gösterime girdiği anda hasılat rekorları kıran ve serisi çekilen o mükemmel filmden bahsetmeden olmaz tabii; “Hababam Sınıfı”
1975’te “Ertem Eğilmez” yönetmenliğinde çekilen film ile her rolde beğendiğimiz Tarık, artık “Damat Ferit”ti. Her karakteri ayrı değerli, her sahnesi ayrı komik film, bugün bile sıkılmadan izlediğimiz klasikler arasında.
Şahsına münhasır karakterler oyuncuların üzerine yapışıp kaldı adeta: “Hafize Ana, Kel Mahmut, İnek Şaban, Güdük Necmi, Tulum Hayri, Hayta İsmail…”
Yeşilçam’ın en iyi romantik komedilerinden biri kabul edildi “Ah Nerede”. Filmde “Gülşen Bubikoğlu” ve Tarık Akan başrolü paylaşıyordu. 1975’te vizyona girmiş ve hasılat rekorları kırmıştı.
Çünkü kadın dünyalar güzeliydi ve adam çok yakışıklıydı. Nice hatalar yapmış, ama dönüp doğruyu bulmuştu. Zehra’dan sonra her şey başkaydı ve doğru olan ne varsa o yaşanmalıydı. Yani hayatın ta kendisiydi, aşkın ta kendisi…
Adam sonunda bir binanın tepesine çıktı ve “Seni seviyorum Zehra” diye atladı. Demek ki istenilen aşk böyle bir şeydi ve biz işte bu duyguyu pek sevdik. Bu yüzden “Ah Nerede” en iyi romantik komediler arasına girdi…
1976’da Yeşilçam’ın neredeyse bir araya toplandığı bir kadro ile bir film çekildi; “Bizim Aile”. Gerçekten de bir Türk ailesi vardı ekranda. Sevgi sonsuzdu.
Ne mutlu ki, Tarık da işte bu kadrodaydı. Bugün bile hala keyifle izlenen film, klasikler arasındaki yerini aldı.
Tarık, oynadığı romantik komedilerle büyük bir ün kazanmıştı. Üstelik bu rollere de çok yakışıyordu. 1976’dan sonra ciddiyetle bir karar aldı ve uyguladı. Artık romantik komedi çizgisinden ayrılıp daha ciddi rollere soyunmaya karar verdi ve henüz 28 yaşındaydı.
İlk iş imajını değiştirdi, bıyık bıraktı. Bir yandan eski tarzına da devam etti, ama ruhunun asi olduğuna karar vermiş ve yeteneğini daha başka filmlerde göstermeye karar vermişti. Ama bunun da hakkını verecekti.
Bıyıklı haliyle oynadığı ilk film, “Baraj” oldu; bir dram, gerilim filmiydi. 1978’de “Cüneyt Arkın” ile oynadığı “Maden” filmi büyük başarı elde etti. Yeşilçam tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak kabul ediliyordu.
1978’de çekilmeye başlanmış, 1979’da vizyona giren bir “Zeki Ökten” yapımı olan “Sürü” filminde “Tuncel Kurtiz” ve “Melike Demirağ” ile başrolü paylaştı. Büyük ses getiren bu film de Yeşilçam’ın en iyileri arasına girmeyi başarmıştı. Ancak bu kez tek ödül bu değildi. 12 Ekim 2011 “Altın Portakal Film Festivali”, “Geç Gelen Altın Portakallar Gecesi”nde “En İyi Film Ödülü” aldı. Filmin ödülü tam 31 yıl sonra verilmişti. Çünkü 12 Eylül Darbesi yaşanmış ve 1980’de ödül gecesi yapılamamıştı.
1978’de “Fikret Hakan” ile başrol paylaşma şansı oldu. “Demiryol” adlı bu film, “Altın Portakal Film Festivali”nde 4 dalda ödül aldı. En İyi Erkek Oyuncu ödülü Fikret Hakan’ın oldu.
12 Eylül dönemi birçok alanı olduğu gibi Yeşilçam’ı da yavaşlatmıştı; çok az film çekiliyordu. Tarık da bu sebepten bu süreçte hiçbir filmde rol almadı.
1981’de “Müjde Ar” ile başrol paylaştığı “Deli Kan” filmi ile geri döndü.
Darbeden sonra Almanya’da yaptığı bir konuşmadan dolayı Türkiye’ye döndüğünde tutuklandı ve 2,5 ay cezaevinde kaldı. 31 Mart 1982’de beraat etti.
1982’de yönetmenliğini “Yılmaz Güney ve Şerif Gören”in yaptığı “Yol” filminde “Şerif Sezer” ile başrolü paylaştı. Oldukça ses getirdi. Dönemin yaşananlarını konu alıyordu. Bu filmin yeri ayrıydı. Çükü dünyanın en prestijli ödül törenlerinden biri olan “Cannes Film Festivali”nde en önemli ödül olan “Altın Palmiye”ye layık görüldü. Bu Türkiye için bir ilkti. Böylece dünya çapında izlenmeye başladı, ancak bu sefer de 1983’te Türkiye’de gösterimi yasaklandı. 1999’a kadar da bu yasak devam etti.
1984’te “Zeki Ökten”in yönetmenliğindeki “Pehlivan” filminde oynadı Tarık. Bu film ona “21. Altın Portakal Film Festivali”nde “En İyi Erkek Oyuncu Ödülü”nü getirdi.
Artık sert mizacı iyice oturmuştu yüzüne. Her film ayrı bir başarı demekti. Tarık Akan asla unutulmayacak oyuncular arasına çoktan girmişti…
Onca filmin arasında elbette bir de özel hayatı vardı. Gözler önünde olan yakışıklı bir erkekti ve onun yanında olmak için can atacak çok kadın olurdu. Ancak onun gönlü Yasemin Erkut’u seçti.
Tarık ve Yasemin 1986’da evlendi. Bu evlilikten aynı yıl “Barış Zeki Üregül” adını verdikleri oğulları geldi dünyaya. 1988’de de “Yaşar Özgür ve Özlem Üregül” adını verdikleri ikizleri…
Ancak yine de evlilikleri uzun sürmedi. Tarık ve Yasemin 1989’da boşandı.
Tarık, 1990’da Acun Günay ile birlikte yaşamaya başladı ve bu birliktelik o ölene dek sürdü…
Tarık, 90’larda daha az sinema filminde görüldü, ancak yine de vardı. Ancak bir yenilik vardı. Artık Tarık Akan, televizyon dizilerinde de görülecekti.
1992’de ilk kez “Taşların Sırrı” adlı dizide çıktı seyircisinin karşısına, bir yıl sürdü. Sinema filmleri de devam ediyordu bir yandan, sadece eskisi kadar sık değildi.
2000’e geldiğinde oyunculuğa 2 yıl ara verdi ve 2002’de sinemaya geri döndü. Yine sadece sinema değildi, bir yandan da TRT 1’de yayınlanan “Koçum Benim” adlı gençlik dizisinde oynuyordu.
Bir de “Vizontele” klasikleri var. “Yılmaz Erdoğan” filmlerinden “Vizontele Tuuba”da “Güner Sernikli” rolüyle yer aldı.
2009’da en son “Yol” filminde birlikte rol aldığı “Şerif Sezer” ile bir kez daha “Deli Deli Olma” filminde tekrar karşılaştı ve bu film de oldukça iyi bir hasılat elde etti. Ayrıca bu film Tarık için ayrıca değerliydi. Çünkü filmde gençliğini oğlu “Barış Zeki Üregül” oynuyordu…
Tarık, ömrüne 111 sinema filmi ve 4 dizi sığdırdı. İşte bunların yanına bir de kitap iliştiriverdi. Zamanında darbe döneminde ne yaşadıysa onu kaleme aldı ve 2002’de yayınladı.
Kitabı da tıpkı filmleri gibi ilgi çekmişti. Otobiyografi dalında yazdığı “Anne Kafamda Bit Var” onlarca baskı sattı.
Artık iyiden iyiye yaş alıyordu ve bir de üstüne akciğer kanseri olmuştu. Sonra tam akciğer kurutuldu derken kanser karaciğere de sıçradı.
16 Eylül 2016’da hayata gözlerini kapadı, 66 yaşındaydı.
Bugün ölümünün yıl dönümü. Tam 1 yıldır yok. Böyle sevilen insanlar hiç ölmüyor aslında ya da insan pek anlayamıyor. İstediğin her an bir filmiyle karşında olabileceğini bilmenin verdiği bir his belki de bu. Ama sonuç olarak o artık hayatta değil ve bir yıl geçti bile…
Zaman gerçekten de çok acımasız. Sanki daha dün ölüm haberini görmüşüm de boğazıma düğümler dolanmış gibi… Hangimizin çocukluk aşkı değildi ki yarattığı karakterler, hangimiz gülüşüne tutulmadık…
Dili, dini, ırkı, inanışı ne olursa olsun insan dediğin başka; ama sanatçı dediğin bambaşka… Bizden farklı olanı sevmemeye hep meyilli yürekler taşıyoruz. Oysa ki hayat senden farklı olanla çeşitlenip güzelleşiyor…
E o zaman Sevgili Damat Ferit, canım Tarık Akan, nurlarda uyu…
Hep yaptığım kapanışlar gibi, bolca özlem ekleyerek bir ucuna, diyorum ki, bir Tarık Akan geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Damla Karakuş
[email protected]
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Instagram: biyografivekitap
Kaynak:Enson haber Biyografi
Bugün 90’larda tanıdığımız yüzlerden biri, Ciguli, öleli 3 yıl olmuş. Bildiğim tek şarkısı “Binnaz” sanırdım, meğer hakkında ne çok şey biliyormuşum. Eminim sizlere de öyle gelecek.
Çocukluğumda haliyle şarkılar şimdiki kadar anlamlı değildi. İnsan çocukluğunda fark edemediği duygularıyla “Çalgıcı karısı Binnaz” diyen bir şarkıya anlam yükleyebiliyormuş. Aslında insanın duyduğu özlem, nasıl geçerse geçsin, çocukluğunaymış. Biyografi yazmaya başladığım günden beri beğendiğim ya da beğenmediğim sanatçı diye bir şey kalmadı; yazdıkça sevdiğim “insanlara” dönüşüyorlar. Öyle ki, sanki yıllardır Ciguli hayranıymışım da, bir benim haberim yokmuş gibi… E hadi o zaman, bir açın da klibini izleyin, onu, şarkısını dinleyerek analım, olmaz mı?
İnsan ne çok şaşıyor bazen; ama en çok kendine. Bizi buluşturan tüm notalara, izlediğimiz filmlere, okuduğumuz kitaplara minnetle…
Ruhun şad olsun adam…
Ciguli, 1957’de Bulgaristan’da beş çocuklu bir aileye doğduğunda ailesi ona resmi olarak “Angel Jordanov Kapsov” adını verdi. Oysa babası oğlunun adı “Ahmet” olsun istiyordu. Ama doğduğu yıllar Bulgaristan’da İslami ve Türkçe isimlere getirilmiş bir yasak vardı. Bu baskıdan dolayı oğluna vermek istediği ismi kayıtlara geçemedi. Yine de ailesi için evde hep Ahmet’ti.
Hayat içinde bir isme ait olamadan yaşayacaktı aslında. Çocukluktan akordeon çalmaya başlamıştı ve bunu çok iyi becermişti. Çok hızlı ve kıvrak hareketleri vardı. İşte bu yüzden ona, o dönem Bulgaristan’da popüler olan Sovyet AvtoVAZ firmasının ürettiği VAZ-2101 MODEL SEDAN arabanın daha çok bilinen adı, “Ciguli” (Zhiguli) verildi. Artık Ciguli olarak anılacak, öyle tanınacaktı… Ben de yazım boyunca ona, onu tanıdığımız isimle hitap etmeyi seçiyorum.
Babası Hüseyin Bey, hamallık, annesi de süpürgecilik yapıyordu. Babasını erken kaybettiler, Hüseyin Bey 1972’de öldü. Ciguli, 15 yaşındaydı. Ailesiyle birlikte hayata devam etmeliydi ve artık çalışmalı, eve para getirmeliydi. 11 yaşından beri ara ara düğünlere gider çalgıcılık yapardı. Bunu artık iş haline getirdi ve para kazanmak için daha çok çalışmaya başladı.
Eğitimi hakkında iki farklı bilgi edindim. İlki ilkokul 7. Sınıfa kadar okuduğu, ikincisi ise lise mezunu olduğu yönünde. Bu bir ikilem olabilir. Bence ilginç olan, Bulgarca yazmayı Türkçe okumayı öğrenmesi. Bu konudaki üzüntüsünü yıllar sonra gelmeyi çok istediği Türkiye’de bir röportajı sırasında şu cümleyle dile getirdi: “Ne yapalım, o dönem bize Türkçeyi okutmadı Bulgarlar”. Bu yüzden Türkiye’ye geldiğinde, o hep Bulgarca yazacak ve Türkçe’ye çevirisi yapılacaktı.
Türkiye’ye özlemle yıllarını geçirecek ve bir gün geldiğindeyse çok sevilecekti. Neyse ki gelecek ve yaşayacaktı…
Ciguli, 1974’te Ayten’le evlendi. Henüz 18’ini doldurmamış gencecik bir delikanlıydı. Evlilik hayatı da iş hayatı gibi erken başlamıştı. Ama pek sevdiler birbirlerini, güvendiler.
Bu evlilikten iki çocukları oldu. Ciguli, İbrahim Tatlıses ve Ferdi Tayfur hayranıydı. Bu yüzden çocuklarına “İbrahim ve Ferdi” adını verdi. En azından kendisi oğullarına Türkçe isim verebilmişti.
90’lar da Ciguli için zordu, ama hayatı değişecekti. Türkiye onun gözünde cennetti, İstanbul da masal şehri…
İlk iş pasaport çıkardı. Her anı ayrı heyecan dolu bir serüvendi bu Ciguli için. İstanbul otobüsüne bindiğinde sanki bunları yaşayan kendisi değilmiş gibi hissediyordu. Artık hayatı İstanbul’da yaşayacaktı. Henüz haberi yoktu, ama onu Türkiye tanıyacaktı.
Yıllar sonra bu ilk geldiği zamanları şu cümlelerle anlatacaktı: “O gece otelde kaldık; su var, banyo var, yumuşak yatak var… Hemen beni götürdüler bir düğüne. Bana o gece 50 bin lira verdiler. Nasıl sevindik biliyon mu?”
Yaşadıklarına inanamıyor, yaşayacaklarını da tahayyül edemiyordu. Üstü başı perişandı, ayağında kenarları yırtılmış pabuçlar… Ama bunları fark ettirmeyen kocaman bir gülümsemesi de vardı. Yaşadığı ne varsa içine bir yerlere istifliyor, daha da güleç oluyordu sanki.
İstanbul’da müzik hayatına 1991’de Çakıl Gazinosu’nda “Hülya Avşar”a akordeon çalarak gazino hayatıyla başladı.
Kaçınılmaz son olarak Ciguli de kendini Kumkapı’da buldu. Burada ilk günü çok eğlenceli geçmişti. İnsanlar kendisine çok gülüyordu. İnsanların gülüşleri o akordeon çalmaya başladığında dudaklarında donup kaldı.
Hint filmlerini çok seviyordu Ciguli ve bu filmlerden ince ince sesler çıkarmayı öğrenmişti; dinleyenleri donuk yüzü çözülmüştü. Kumkapı’da Üçler Restoran’da iş bulmuştu.
Kumkapı’da 8 yıl çalışacaktı.
Kumkapı meyhanelerinde çalıştığı zamanlarda akordeonuyla, sesiyle ve şen şakrak yüzüyle oldukça ilgi çekmişti. İlk albümünü aslında 1993’te yaptı. Ama albümü beğenmemişti, bu yüzden asla sahiplenmedi. Promosyon amaçlı bir klip çekilmek istendi, ancak klipte kadın rolünde olması bekleniyordu. Çünkü sesini incelterek kadın sesiyle söylemişti şarksını. Ama bunu kabu etmedi ve bu video klip asla çekilmedi.
İlk denemesi başarısız olmuştu, daha doğrusu hayal kırıklığıydı. Kumkapı’da çalışmaya devam etti. 1998’de İzmir Fuarı’na katıldığında müzik camiasında kendine bir yer buldu. Fuar’da “İbrahim Tatlıses ve Sibel Can”ın müzisyenliğini yaptı. Bu iki programda da sergilediği performansla en az onlar kadar ön planda olmuştu.
Uzaktan görünen ışık giderek yaklaşıyordu. Türkiye’nin ismini duyacağı zamanlara az kalmıştı.
İzmir Fuarı sonrası artık müzik camiasında duyulmuş bir adı vardı Ciguli’nin. Bu renkli keşif sonrası kaseti bir milyon satan albümü Ocak 1999’da geldi. Aslında kasetine kendi adını vermişti. Kaset bir ilaç gibi paketlenmişti ve üzerinde “Stres ve üzüntünün tedavisinde Ciguli” yazıyordu. Biliyordu, insanın en çok gülmeye,eğlenmeye ihtiyacı vardı.
Ama biz onu çıkış şarkısı olan “Binnaz” ile tanıdık.
“Çalgıcı karısı Binnaz,
Esnaf karısı Binnaz…”
Binnaz, Ciguli’nin klarnetçisi, “Gırnatacı Ahmet Babati”nin karısıydı. Belki de yaşayan bir şarkı oluşuydu onu dillere mühürleyen. Binnaz, özellikle renkli klibiyle çok dikkat çekmişti, hatırlayanlar vardır.
Binnaz klibinin ardından ikinci klip Eylül’de “Yapma Bana Numara” şarkısına çekildi. Bu şarkı da en az Binnaz kadar beğenilmiş, Ciguli’nin halk ile enerjisi tutmuştu.
Arkasında sabırlı bir bekleyiş barındıran bu hızlı giriş, Ciguli’ye “6. Kral TV Video Müzik Ödülleri”nde “En İyi Çıkış Yapan Erkek Sanatçı” ödülünü getirdi.
Ardından 2000’de “Horozum”, 2003’te “Sabır Yaa Sabır”, 2006’da “Ben Akordiyonum”, 2007’de “Tersoyum Safinaz”, 2010’da “Sensiz Kaldım Şimdi” albümlerini çıkardı.
Hiçbir albümü “Binnaz” kadar tutmadı, ama Ciguli de Binnaz da hiç unutulmadı.
Ciguli, aslında albümden önce kamera karşısına geçti. 1998’de Star TV’de yayınlanan “Bizim Sokak” dizisinde rol aldı. Fazlasıyla karakteristik bir yüzdü ekran için. 2003’te “Neredesin Firuze” adlı filmde müzisyen rolündeydi. 2004’te “Biz Boşanıyoruz” adlı dizideydi.
2012’de “Bu Son Olsun” filmindeki müzisyen rolü performansı dillere destan olmuştu. 2014’te “Olur Olur” ve “Limonata” filmlerindeydi.
Ali Atay’ın yönetmen koltuğuna oturduğu “Limonata” gösterime Ciguli aramızdan ayrıldıktan sonra, 24 Nisan 2015’te girecekti…
Ciguli, en son 2014 yazında, Açıkhava’da “Güldür Güldür” gösterisine konuk olarak çıktı. Yine yüzünde o kocaman gülüşü vardı. Tüm Açıkhava’yı bir kez daha “Binnaz” ile coşturdu; esprileri ile güldürdü.
Sonra bir sessizlik oldu sanki, birkaç ay süren. 31 Ekim 2014’te de Ciguli’nin Sofya’da geçirdiği kalp rahatsızlığı sonrası narkozun etkisinden çıkamayarak öldüğü haberi geldi. Sonrası uzun soluklu bir sessizlik… Bu kez, Ciguli’nin gülüşü hafızalarımızda dudaklarında donmuş şekilde kaldı. Doğduğu topraklara gömüldü…
90’ları ucundan kıyısından yakaladıysanız, “Bre Binnaz” diye pencerelerden yükselen o sesleri duyarak büyümüşsünüz demektir. Şimdi çok uzaklarda kaldığından mıdır bilmem, daha bir keyifli ve özlem duyulası geliyor. Çünkü bir şeyler yok olup gitmeden, insan değerini bilemiyor…
Öyle işte, içimde eskiye bir özlem; bir de kulaklarımda çınlayan “Bre Binnaz sen bu gece şaşırdın mı?” nidası…
Hayatı saran, acılarını saklayan gülüşüyle bir Ciguli geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Damla Karakuş
[email protected]
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Kaynak:Enson haber Biyografi
16 Ekim 1984 tarihinde Ankara’da dünyaya geldi. Tam adı Vildan Pelin Karahan’dır. Anne ve babası Pelin Karahan henüz bir yaşındayken boşandılar. İlk öğrenimini Ankara Arı Koleji’nde tamamladı.
Orta öğreniminin İlk bölümünü Ankara Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu’nda tamamladı. Diğer bölümünü ise İzmir Ödemiş İlköğretim Okulu’nda tamamladı. Aynı yıl Ankara Polis Koleji’ni kazandı fakat yapamadı. Lise öğrenimini Ankara Sokullu Mehmet Paşa Lisesi’nde tamamladı.
Üniversite eğitimini Eskişehir Anadolu Üniversitesi Turizm Otel İşletmeciliği bölümünde tamamladı. Pelin Karahan öğrencilik yıllarında oldukça sosyaldi. Dansa ve oyunculuğa yeteneği vardı. Çalışmak için geldiği İstanbul’da ek iş olarak yapmak için Erberk Ajans’a kaydoldu. Kaydolduğu bu ajans aracılığı ile Çağan Irmak yönetmenliğinde Demirdöküm reklamında oynadı.
Ardından Yedigin, Coca Cola, Ülker Royal Golf, Carrefour, Penti, Kit Kat, İpana ve Komili Şampuan gibi markaların reklamlarında oynadı. 2007 yılında Kanal D’de yayınlanan ‘Kavak Yelleri’ dizisinin seçmelerini kazandı ve Aslı karakterine can vererek başrol oynadı. Bu dizi ile adeta yıldızı parladı, dizi tam dört sezon sürdü. 2012 yılında Star Tv’de yayınlanan ‘Muhteşem Yüzyıl’ adlı dizide Mihrimah Sultan karakterini canlandırdı.
2015 yılında ATV’de yayınlanan ‘Yeter’ adlı dizide Aylin karakterine can vererek başrol oynadı. Ayrıca ‘TRT Okul kanalında Bir Evde’ adlı hayvan programını sundu. 2011 yılında Medya ve Sanat Ödülleri ‘En Başarılı Bayan Dizi Oyuncusu’ (Kavak Yelleri) ve 2015 BIAF Beirut İnternational Awards Festival ‘En İyi Kadın Oyuncusu’ (Muhteşem Yüzyıl) ödüllerini almaya hak kazandı.
2011 yılında pilates öğretmeni Erdinç Bekiroğlu ile evlendi. Fakat evlilikleri sürdüremediler ve 2013 yılında boşandılar. 24 Haziran 2014 tarihinde iş adamı Bedri Güntay ile hayatlarını birleştirdiler. 27 Aralık 2014 tarihinde Ali Demir adında bir oğulları oldu.
Kaynak:Enson haber Biyografi
29 Ekim 1989 yılında Berlin’de doğdu. Babası Türk annesi Alman asıllıdır. İlköğrenimine Türkiye’de başladı ve bunun yanı sıra piyano dersleri de aldı. Aynı zamanda 5 yıl boyunca müzik ve keman eğitimi aldı. Bir yandan da modelli ajansına kaydolup çalışmaya başladı.
Bir Anadolu Lisesinde öğrenimini tamamladıktan sonra üniversitede eğitimi olan konservatuar bölümünü bırakarak özel ilgi duyduğu manken ve fotomodellik işine başladı.
Şuan İstanbul Üniversitesinde Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde halen okumakta. 3 dil biliyor bunlar Türkçe, Almanca ve İngilizce. 2008 yılında ‘Miss Turkey Güzellik Yaraşmas’ında birinci oldu. Yarışmanın jüri üyesi olan Paris Hilton Tuğutlu’ya bizzat taçını taktı.
12 Aralık 2008 yılında Güney Afrika’nın Johannesburg şehrinde düzenlenen ‘Miss World Güzellik’ yarışmasında Türkiye’yi temsil etti. 2005 yılında ‘Best Model Of Turkey’ güzellik yarışmasında ‘Best Promising’ seçildi ve ardından 2006 yılında Çin’de düzenlenen ‘Miss Tourism Queen International’ güzellik yarışmasında ‘Princess’ ödülünü kazandı. 2007 yılında Fashion Tv Moda Oskarlarında ‘Gelecek Vaad Eden Model’ ödülüne layık görüldü.
Tatlı İntikam 1. Bölüm Fragmanı HD İZLE
2008 yılında oyunculuğa adımını atarak ‘Es-Es’ adlı dizide İrem karakterini canlandırarak başrol oynadı. 2010 yılında ‘Kirli Beyaz’ adlı dizide Melis karakterini canlandırdı. 2013 yılında ‘Günce’ adlı sinema filminde Aslı karakterini canlandırarak ilk sinema filminde rol aldı. 2014 yılında ATV’de yayınlanan ‘Karadayı’ dizisinde Songün karakterine can verdi.
Yine aynı yıl ‘İçimdeki Ses’ adlı sinema filminde Ayşıl karakterini canlandırarak başrol oynadı. 2015 yılında ‘Kiralık Aşk’ adlı dizide yardımcı oyuncu olarak oynadı. Yine aynı yıl ‘Delibal’ adlı sinema filminde başrol oynadı. 2016 yılının mayıs ayında Kanal D’de yayınlanmaya başlayan ve halen yayınlanan ‘Tatlı İntikam’ adlı dizide başrol oynuyor.
‘Delibal’ aldı sinama filminde Çağatay Ulusoy ile başrol paylaşmış ve bu film aşkı gerçeğe dönmüştür. Şu aralar adı Ulusoy ile anılan Tuğutlu bir röportajında “Benim için büyük şeyler değil ama ilgi, sevgi ve bağımlılık önemlidir.” diyerek sevginin her şeyden önemli ölduğunu belirtti.
Kaynak:Enson haber Biyografi
20 Ağustos 1992 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Çerkes, annesi Rus asıllı olan Atagül henüz 8 yaşındayken oyuncu olmaya karar vermiştir. 13 yaşına geldiğinde annesi ile gidip Erberk Ajans’a kaydolmuştur.
Kaydolmasının ardından reklamlarda oynamaya başladı. Üniversite eğitimini Yeditepe Üniversitesi’nin Tiyatro bölümünde hala sürdürüyor. 2006 yılında oyunculuk dünyasına adımını atarak ‘Yaprak Dökümü’ adlı dizide Deniz karakterini oynadı. Yine aynı yıl ‘İlk Aşk’ adlı sinema filminde başrol oynadı. Bu dizideki performansı ile Altın Koza Film Festivalinde Umut Veren Genç Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. 2011 yılında ‘Canım Babam’, ‘Kalbim Seni Seçti’ ve Mahsun Kırmızıgül’ün yönetmenliğini yaptığı ‘Hayat Devam Ediyor’ adlı dizilerde oynadı.
Yine aynı yıl Özcan Deniz ile başrollerini paylaştığı ‘Araf’ adlı sinema filminde oynadı. Bu filmle birlikte adeta ödüllere doyamadı ve 6 dalda ödül aldı.
2012 yılında ‘Araf’ filmi ile Moskova 2morrow Film Festivalinde ‘Şimdinin ve Geleceğin En İyi Oyuncusu’ ödülünü aldı. Yine aynı yıl 19. Altın Koza Film Festivalinde Türkan Şoray’ın elinden ‘Umut Veren Genç Kadın Oyuncu’ ödülünü kazandı. Türkan Şoray ödülü verirken Atagül için ‘veliahdım’ dedi.
2013 yılında ise şuan nişanlısı olan Kadir Doğulu ile başrollerini paylaştığı ‘Fatih Harbiye’ adlı dizide oynadı. Gözde çiftin beraberlikleri bu dizide başladı ve evliliğe doğru emin adımlarla ilerliyor. Çift, temmuz ayında evleneceklerini açıkladı.
2015 yılında ‘Senden Bana Kalan’ adlı sinema filminde Elif karakterini canlandırarak başrol oynadı. Yine aynı yıl başlayan ve halen devam eden başrollerini Burak Özçivit ile paylaştığı ‘Kara Sevda’ adlı dizide oynuyor. Dizi izleyiciden büyük ilgi görüyor.
Kara Sevda 1. Bölüm 1. Fragman VİDEO
Kaynak:Enson haber Biyografi
1 Ocak 1962 Ankara doğumludur. 1981 yılında İstanbul Devlet Konservatuarı’na girmiştir. 1985 yılında Tiyatro Bölümü’nden mezun olmuş ve İngiltere’nin verdiği bir burs ile İngiltere’ye gitmiştir. Okul yıllarında Geyvan McMillen ile tanışıp modern dans eğitimi almaya başlamıştır.
1 yıl kadar eğitim almıştır ve dans hocasının tavsiyesi üzerine İngiltere’de London Content Dance School’da eğitimine devam etmiştir. İngiltere’de kaldığı süre içersinde dans eğitimlerini de sürdürmüştür. 1986-1987 yıllarında Bursa Devlet Tiyatrosu’nda stajyerlik yapmaya başladı. Bursa’daki staj dönemi sırasında herkese modern dans dersleri vermiştir.
9 yıl boyunca özel bir lisede müzikal klübüne modern dans eğitmenliği yapmıştır. Türkiye’ye dönüşünün ardından birçok dizi, sinema, ve seslendirme projeleriyle çeşitli roller almıştır. Sanatçı günümüzde Star TV’de yer alan ‘Kara Sevda’ adlı dizide Önder Sezin karakteriyle rol almaktadır.
Medcezir – Turunç Nadir – Kürşat Alnıaçık VİDEO
Medcezir- 2014-2015- Turunç Nadir
Kayıp- 2013- Murat
Sakarya Fırat- 2009- Bakır
Kuzey Rüzgarı- 2007-2008- Demir Hakman
Azap Yolu- 2006
Adak- 2006- Cemal
İki Aile- 2006- Atilla Türel
Aynalar 2005 Dursun
Berivan- 2002
Deli Yürek- 1998-2002- Savaş Doğan
Sıcak Saatler- 1998- Ceyhun Emre
Kaldırım Çiçeği- 1996
Sahte Dünyalar- 1995
Süper Baba- 1993- Haluk Şahsuvaroğlu
Yıldızlar Gece Büyür- 1991- Aykut
Sessiz Fırtına- 1989
Kaynak:Enson haber Biyografi
25 Mayıs 1963 Ankara doğumludur. Aslen Rizeli olan bir babanın kızıdır. Babası profesör doktor olan bir iç hastalıkları uzmanıdır. Kendisinin kendinden yaşça küçük bir erkek kardeşi vardır. Babasının bir spikerle yaptığı evlilikten bir oğlu daha olmuştur. Nergis Kumbasar, babasının mesleki çalışmaları sebebiyle anaokulunu ABD’de okumuştur. Daha sonra TED Koleji’nde eğitimine devam etmiştir.
Annesi tarafından mankenlik ve zarafet okuluna gönderilmiştir. Üniversite eğitimini almak üzere Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne başlamış fakat yarıda bırakmış, İstanbul’da mankenlik yapmaya başlamıştır. Bu dönemde çeşitli reklâm filmlerinde oynamıştır. Televizyon dizilerine ilk olarak 1985 yılında TRT1 ekranlarında yayınlanan ‘Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ adlı dizideki ‘Nüzhet’ karakteriyle adım atmıştır.
Sanatçı 1989 yılında ünlü şovmen Mehmet Ali Erbil ile hayatını birleştirmiş bu evlilikten Yasmin adında bir kızları olmuştur. Oyuncu günümüzde ise Star TV’de ‘Kiralık Aşk’ dizisinde Neriman İplikçi karakterini canlandırmaktadır.
Nergis Kumbasar – Beyaz Show İZLE
Sevmek ve Ölmek Zamanı (1989) – Aysun
Muhteris Ruhlar (2002) – Rüstem’in kuzeni
Neva (2013)
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1985) – Nüzhet
Eyvah Kızım Büyüdü (2000) – Berna
Tam Pansiyon (2004) – Şermin
Çapkın (2005) – Kevser
Acemi Cadı (2006) – Melda
Papatyam (2009-11) – Semiha
Kiralık Aşk (2015-16) – Neriman İplikçi
Lipton (2016)
Signal (2016)
Kaynak:Enson haber Biyografi