ALİ PAŞA, Mehmet Emin (1815-1871)
Beş defa sadrazamlık, yedi defa da hariciye nazırlığı yapan, büyük bir devlet adamıdır. İstanbul’da Mercan’da doğdu. Babası Mısırçarşılı Ali Rıza Efendi’dir. Ali Rıza Efendi fakir bir adamdı, Bahçekapısı’nı açıp kapatmak suretiyle geçinirdi. Sonraları Ali Paşa’yı kendisine Kapıcızade lakabını takarak, küçültmek isteyenler olmuştur.
Ali Paşa önceleri mahalle mektebinde okudu, sonra da Bayezit Camisi’nde bir müddet Arapça dersleri aldı. On beş yaşında Babıali’ye Divan-ı Hümayun kalemine girdi, orada çalışırken kendi kendine Fransızca öğrenmeye başladı. Asıl adı Mehmet Emin’ken Divan Kaleminde kendisine Ali adı takıldı.
1835 yılında Viyana Elçiliği katipliğine gönderilen Ali Paşa, orada bir buçuk yıl kaldı. Fransızcasını iyice ilerletti, hatta yazdığı notaların Fransızlarca pek beğenildiği söylenir. Mustafa Reşit Paşa’nın himayesinde yetişen Ali Paşa Divan-ı Hümayun tercümanı iken Londra Sefaret Müsteşarı oldu. Orada Maslahatgüzarlık, sonra da Hariciye Müsteşarlığı yaptı, 1841 yılında da Londra Büyükelçisi oldu. Üç yıl kadar bu görevde kalan Ali Paşa, Mustafa Reşit Paşa’nın ilk olarak Sadrazamlığa getirilmesi üzerine 1846 da Hariciye Nazırı oldu. İki yıl sonra, Reşit Paşanın azli üzerine, nezaretten alındıysa da Reşit Paşa’nın tekrar Sadrazam olması üzerine gene Hariciye Nazırlığına getirildi.
Encümen-i Daniş kurulduğu zaman Ali Paşa da üyeliğe seçildi. 1857 yılında da, ilk defa olarak otuz yedi yaşındayken Mustafa Reşit Paşa’nın yerine Sadrazam oldu. Mustafa Reşit Paşa’yı çok saydığından Sadaret Alayından sonra hemen ziyaretine gittiyse; de sonraları bazı tesirler yüzünden araları açılmıştır.
Bir yıl geçmeden ilk sadaretinden ayrılan Ali Paşa İzmir ve Bursa valiliklerinde, Tanzimat Meclisi Reisliğinde ve gene Hariciye Nazırlığında bulunduktan sonra 1855 te tekrar Sadrazam oldu. İkinci sadrazamlığında bir buçuk yıl kalarak 1856 da Paris Kongresine birinci murahhas olarak katıldı. Padişah Abdülmecit zamanında da bir daha sadrazamlıkta bulundu, Abdülaziz zamanında da iki kere daha Sadrazamlığa getirildi. Bu arada Hariciye Nazırlıkları ve diğer önemli vazifeleri vardır.
Ali Paşa Yunan ve Girit meselelerini Babıali siyasetine göre halle çalışmış, hatta 1867 de Girit’teki ihtilalcilerle anlaşmak üzere oraya gitmiştir. Rusların etkisi altında bulunan ihtilalcilerle anlaşmanın imkansızlığı, Sultan Aziz’in garip huyları Ali Paşa’nın siyaset alanındaki başarılarını güçleştiren sebeplerdendi.
Ali Paşa, Mustafa Reşit Paşa ve Fuat Paşa Tanzimat Devri’nin üç önemli şahsiyeti sayılır. Beşinci Saddrazamlığı sırasında vereme yakalanan Ali Paşa Bebek’teki yalısında ölmüş, Süleymaniye Camisi yanına defnedilmiştîr.
kaynak:nkfu
Mustafa Kamil Paşa (1874-1908)
Mısır milliyetçiliğinin kurucusudur. XX. yüzyıl başlarının en tanınmış İslâm fikir ve siyaset adamlarından biridir. Kahire’de doğdu. Kahire’de okuduktan sonra Paris Üniversitesi’nin hukuk fakültesini bitirdi. Kahire’de «El-Liva» (Bayrak) adlı bir gazete yayınlamaya başladı. Bu gazetedeki yazılarıyla, Mısır’da Türk idaresinin devamının lüzumunu anlatmaya çalıştı. Mısır’ı tamamen ele geçirmek istiyen İngilizler’le korkusuz bir savaşmaya girişti. Gazetesi Araplar arasında bağımsızlık istekleri uyandırdı; Batı emperyalizmine karşı İslâm milletlerini uyardı. Sâd Zağlûl Paşa sonradan onun izinde yürüdü, Mısır’ın bağımsızlığını sağlamayı başardı.
kaynak:nkfu
OSMAN GAZİ (1258-1324)
Osmanlı devletinin kurucusu ve ilk hükümdarıdır. «Osman Gazi» diye ünlüdür. Sonradan ilk padişah sayılmışsa da, hayatında yalnız «bey» (prens) unvanıyla yetinmiştir. Ertuğrul Gazi’nin oğludur. Ertuğrul, Oğuzlar’ın Kayı boyuna mensup bir aşiretin beyiydi. Konya’ daki Selçuklu Sultanı onu kuzeybatı Bizans «uc»unu (sınırını) gözlemekle görevlendirmişti. Osman Gazi’nin doğum tarihi olarak verilen tarihlerin en inandırıcısı 1258’dir. 1281 ‘de, 23 yaşında, babasının ölümü üzerine «uc beyi» olarak Söğüt’te tahta çıktı. Bu sıralarda beylik 3.000 km2 (bugünkü İstanbul ilinin yarısı) kadar bir topraktan ibaretti.
Osman Bey 1291’de Karacahisar’ı, 1299’da Bilecik’i, Yarhisar’ı, İnegöl’ü, Pazarcık’ı aldı. XIV. yüzyıla girerken, beyliğinin sınırlarını 5.000 km2’ye çıkarmıştı. Bizans tekfurlarından (derebeylerinden) birçok yerler alınıyor, böylece, Türk-İslam sınırı, yavaş yavaş kuzeybatıya, Marmara’ya doğru genişliyordu. Osman Bey’in Domaniç Yaylası’ndan atlayıp denize kavuşmak azmi kesindi. Sakarya ırmağının bütün güneyini ele geçirdikten sonra, Marmara’ya 50 km. kadar yaklaşıldı. 2 yüzyıl önce Selçuklu Süleymanşah’ın erişmiş olduğu Marmara kıyıları, Osman Gazi’nin yakın ufku haline gelmişti.
Domaniç Meydan Savaşı
Osman Bey, 1288 Domaniç Meydan Savaşı’nda birleşik Bizans tekfurlarını yendi. Sakarya Suyu üzerinde kesin egemenliğini kurdu; bu vuruşmada, kardeşleri Gündüzalp’la Sarıbatı Savcı Beyler şehit oldular. Aynı yıl Yarhisar tekfurunun 13 yaşındaki kızını ele geçirdi, «Nilüfer» adını verdiği bu genç kızı, henüz çok genç yaşta bulunan oğlu Orhan Bey’le evlendirdi.
Osman Gazi 1308’de Lefke’yi (bugünkü Osmaneli), Akhisar’ı, Geyve’yi, 1313’te İnegöl Akhisarı’nı aldı. Daha 1301’de Yenişehir’i, 1302’de Koyunhisarı’nı ele geçirmişti. Son yıllarında bütün askeri işlerini veliahdi Orhan Bey’e bıraktı. 1324 şubatında Orhan Bey tahta geçtiği zaman, Osmanlı Beyliği 8.000 km2 idi; Atranos’la, yıllardan beri kuşatılan Bursa da düşmek üzere bulunuyordu
I. Osman’ın saltanat tarihine başlangıç olarak, babasının yerine geçtiği 1281 yılı gösterilebilirse de, asıl bağımsız bir hükümdar olduğu tarih 1299’dur; çünkü o yıl, Anadolu Selçuklu hükümdarı III. Alâettin, İlhanlı hükümdarı Ahmet Gazan’a yenilip öldürülmüş, böylece, Anadolu Selçuklu Devleti fiilen çökmüştür. Bununla birlikte, Osman Gazi, gene resmen Selçuklular’a bağlı kalmış, tam anlamıyla bağımsızlığını, 1308’de, son Selçuklu hükümdarı II. Mesud’un ölümü üzerine kazanmıştır. Tarihlerimizde 1299 yılı I Osman’ın asıl saltanat başlangıcı, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi kabul edilir
Yeni devletin başkenti I. Osman’ın babası Ertuğrul Gazi zamanında Söğüt’tü. Osman Gazi zamanında başkent önce Karacahisar, sonra Yenişehir oldu. Osman’ın oğlu Orhan Gazi zamanında da başkent Bursa’ya alındı.
Osman Gazi, 43 yıl tahtta kalmıştır ki, Kanuni’den sonra tahtta en çok kalan Osmanlı padişahıdır. Ölümünde 66 yaşındaydı. Bununla birlikte, 1324 şubatında, tahtı oğluna bırakıp daha iki yıl yaşadığı da rivayet edilir. Vasiyeti üzerine cenazesi Söğüt’ten Bursa’ya getirildi, oradaki türbesine gömüldü. Osman Gazi, Ömer Bey’in kızı Malhun Hatun ve Şeyh Edebalı’nın kızı Bala Hatun’la evlenmişti; ilkinden Orhan Bey, ikincisinden Alâettin Bey doğmuş, daha başka oğulları, kızları da olmuştur.
Osman Gazi, tarihin büyük bir imparatorluğuna adını verdiği gibi, bu imparatorluğun başındaki hanedan da onun adıyla anılmıştır.
kaynak:nkfu
MURAT II. (1404 1451 )
Osmanlı padişahlarının 6.’sidir. «Gazi» diye anılır. I. (Çelebi Sultan) Mehmet’in büyük oğlu, Fatih Sultan Mehmet’in babasıdır. Annesi Dulkadiroğlu Nâsırettin Mehmet Bey’in kızı Emine Hatun’dur; oğlunun padişahlığından önce ölmüştür.
II. Murat, Amasya’ da doğdu. 1421 ‘de babasının ölümü üzerine, 17 yaşında tahta geçti. Vali olarak bulunduğu Amasya’dan gelinceye kadar, babasının ölümü saklandı. I. Mehmet, devleti âdeta yeniden kurmuştu. Yalnız, Timur darbesinin etkileri henüz giderilmiş olmaktan uzaktı. II Murat, amcası Mustafa Çelebi’yi güçlükle yendikten sonra, 1423’te Bizans’ı kuşattı. Bu, Bizans’ın Türkler tarafından 6. kuşatılması, o zamana kadarkilerin en ciddisiydi. Bizans, pek buhranlı dakikalar yaşadığı anda, II. Murat’ın kardeşi Veliaht Şehzade Mustafa isyan etti. Bu isyan üzerine kuşatma kaldırıldı Anadolu’ya geçildi, 13 yaşındaki Şehzade bozguna uğratılıp idam edildi.
1428’de Germiyan Beyi II. Yakup devletini pek sevdiği II. Murat’a bırakarak öldü. Böylece, Yıldırım’ın Timur darbesinden önce ortadan kaldırmış olduğu Anadolu Türk Beylikleri, yavaş yavaş yeniden Osmanlı idaresinde birleştirildi. 1430’da Selânik yeniden alındı. 1438’de Macaristan’a girildi. Ertesi yıl, Türkiye himayesindeki Sırbistan Krallığı’nın başkenti Semendire alındı.
Bunun üzerine, Almanya İmparatoru ve Macaristan Kralı, Türkiye üzerine yürüdü. Evrenosoğlu İshak Bey, bu Haçlı ordusunu bozguna uğrattı; imparator, kaçarken yolda öldü. 2 temmuz 1444’te Macaristan’la Segedin Barışı imzalandı. II. Murat, bundan sonra, tahtını oğlu II. Mehmet’e bırakıp Manisa Sarayı’na çekildi. Bunu fırsat bilen düşmanlar, Osmanlılar aleyhine Beşinci Haçlı seferini düzenlediler. Hızla yetişen II. Murat, Varna’da büyük düşman ordusunu yok etti (Varna Meydan Savaşı). Savaştan bir süre sonra, devlet adamlarının, ordunun baskısı ile, II. Murat yeniden tahta oturdu. 1447’de, yanına Şehzade Mehmet’i alıp, Arnavutluk seferine çıktı; Akçahisar’ı fethetti. 1448’de, gene yanında oğlu Sultan Mehmet olduğu halde, Haçlılar’ı Kosova sahrasında imha etti (Kosova Meydan Savaşları) 46 yaşında Edirne’de öldü. Yerine oğlu eski hükümdar II. Mehmet geçti.
II. Murat, Timur darbesinden önceki güçlü Osmanlı İmparatorluğunu yeniden kurmuş, Osmanlı’nın sınırlarını 880.000 km2’ye çıkarmıştır. Şair, bestekâr ve bilgindi; güzel şiirler bırakmıştır. Açık Türkçe’ye taraftardı; Mercimek Ahmet’e, Farsça’dan tercümelerini «açık Türkçe ile» yapmasını emretmiştir. Çok büyük bir imarcı idi. Bursa’yı, hele Edirne’yi ihya etmiştr. Edirne’de yaptırdığı üç azametli cami, Osmanlı mimarlığının şaheserlerindendir.
Aşağıdaki vasiyeti, oğlu Fâtih Sultan Mehmet tarafından aynen yerine getirilmiştir:
«Öldüğüm zaman beni Bursa’ya oğlum Alâettin’in 3-4 arşın yanına gömünüz. Mezarımın üstüne büyük hükümdarlar için yapılan muhteşem türbelerden birini yaptırmayınız. Vücudumu doğrudan doğruya toprağa gömünüz ki, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini işaret eden yağmur, üstüme yağsın. Mezarımın etrafına dört duvar, çevresine de, hafızların oturması için yerler yaptırınız. Etrafıma çocuklarımdan, akrabamdan kimseyi gömmeyiniz. Bursa’da ölmezsem, cenazemi bu şehre getiriniz. Bu iş perşembe günü olsun ki, defin cuma günü yapılabilsin.»
kaynak:nkfu
TUTANKHAMON, Mısır firavunu (İÖ 14. yüzyıl)
Firavun III Amenofis ile Kraliçe Tiy’in oğludur. Firavun Eknaton’un kardeşi olduğuna ilişkin kanıtlar vardır. 18. Sülale’nin 12. firavunudur. On yaşında Eknaton’un Nefertiti’den olma kızı Prenses Ankhsenamon ile evlendi. Semenkaree’nin ölümünün ardından firavun oldu. Yaşı küçük olduğundan ülkeyi veziri ve firavun naibi ve ordu komutanı yönetti. Sarayını Kahire yakınlarındaki Teb Kenti’ne taşıtarak burayı başkent yaptı. Gerçek adını değiştirerek Tutankhamon adını aldı. Böylece Tanrı Amon ve rahipleri yeniden ön plana çıktılar. Mitanni Krallığı’na yardım için Suriye’ de Hititlere karşı savaştığı sırada 18 yaşındayken öldü. Çocuğu olmadığı için yerine dul eşiyle evlenen veziri Ay geçti.
Bu firavun ününü, 1922’de Howard Carter ve Lord Carnarvon tarafından ortaya çıkanlan mezarına borçludur. Teb’ de Krallar Vadisi’nde bulunan mezarı, soyguncular tarafından soyulmamış olması nedeniyle büyük önem taşır. Kralın mumyası son derece yetkin kakma işleriyle bezenmiş altın bir maske taşır. Mumya içiçe geçmiş üç lahit içinde bulunuyordu. Bunların ilk ikisi altınla kaplanmış tahtadandır. Mumyanın içinde bulunduğu son lahit som altındandır. İki tahta lahit yine altınla kaplanmış olan ve hemen hemen tüm mezar odasını dolduran dört ayrı, büyük sandık içinde bulunuyordu. Mezar odasından başka üç ayrı oda içinde savaş arabası, mobilyalar, heykeller ve krala ait çok sayıda çeşitli eşyalar ele geçti. Bu eserler günümüzde Kahire’ deki Mısır Ulusal Müzesi’nde sergilenmektedir.
kaynak:nkfu
Ebu Hanefi; Hanefi mezhebinin kurucusudur (Küfe 699-Bağdat 767 / 769).
Asıl adı Numan bin Sabit bin Tuta.
Daha çok İmamıazam (en büyük imam) diye anılır. Arap dili ve edebiyatı, Irak’ın ünlü bilginlerinden hadis ve fıkıh öğrendi. Iraklı bilgin Hammad bin Süleyman’dan (öl. 737 ) yaklaşık 17 yıl ders gördü. Doğuştan keskin zekâsı ve bireşim yeteneğiyle kelamda (İslam felsefesi) otorite oldu. Hammad Ebu Süleyman’ın ölümü üzerine çevresindekilerin istek ve ısrarlarıyla onun yerine geçerek hocasının başlattığı öğretim etkinliğini başarıyla sürdürdü. Olağanüstü bilgi ve yeteneği nedeniyle İslam dünyasında büyük ün yaptı. Horasan, Harizm, Türkistan, Anadolu, Türkistan, İran, Yemen ve Arabistan’dan gelen yaklaşık 4 bin öğrenci yetiştirdi. Emevi İmparatorluğu’nun son yıllarında yöneticilere karşı ayaklanan İmam Zeyt bin Ali Zeynelabidin’i destekledi. Onun ve oğlu Yahya’nın ayaklanmalarının bastırılmasından sonra Emevilerin Irak valisi Yezit bin Hubeyre kendisini hazinedar ve kadı yapmak istedi. Görevi kabul etmeyince işkence gördü ve hapse atıldı. Hapisten kaçarak Mekke’ye gitti. Hadis ve fıkıh çalışmalarını orada da sürdürdü. 750′ de Emevi saltanatı son bulup Abbasiler iktidara gelince Küfe’ ye döndü. Ancak verdiği derslerin istediği kadar ilgi görmemesi üzerine yeniden Mekke’ye gitti. Ebu Cafer Mansur halife olunca (754) ikinci kez Küfe Camisi’nde eskisi gibi ders vermeye başladı. Ehlibeyte karşı kötü davranışlar üzerinde Abbasilere karşı tavır talandı. Halife, halkın çok sevdiği ve yandaşları giderek artan Ebu Hanife’yi etkisiz kılmak, kamuoyunu da yatıştırmak için kendisine Bağdat Kadılığı görevini önerdi ama Ebu Hanife görevi kabul etmedi. Bu davranışından ötürü hapse atıldı. İki hafta sonra bir söylentiye göre zehirlenerek, bir söylentiye göre de işkence sonucu öldürüldü. Ölümü, geniş yankı uyandırır. Bağdat yakınlarındaki Hayzuran Mezarlığı’na gömüldü ve kabrinin yalanına bir de medrese yapıldı. Daha sonraki mezhep çatışmalarında yıkılan kabrini Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman ve IV. Murat iki kez onarttılar.
Sünniliğin dört hukuk mezhebinden ilki ve en liberali Hanifelik mezhebinin kurucusu olan Ebu Hanife, çözülecek bir sorun karşısında ilk olarak Tanrı sözüne (Kuran-ı Kerim) başvurur. Çözüm bulamazsa ikinci olarak Hz. Muhammed’in sözlerine (Hadis) yönelir. Ancak, Müslümanlığın ana kurallarıyla bağdaşmayan, çelişen hadisleri (haber-i vahit) kanıt saymaz. Üçüncü başvuru kaynağı ashabın fetva ve yargılarıdır. Soruna yine de çözüm bulunamazsa dördüncü olarak icma (Müslüman bilginlerinin oybirliği) yöntemine başvurur. Ebu Hanife’yi öteki imamlardan ayıran en önemli niteliği ve özelliği, sorunların çözümü için beşinci olarak kıyas (benzetme yoluyla yargıya varma) ve istihsanı (beğenme) da kanıt saymasıdır. son olarak da örf ve âdeti (gelenek görenek) de kanıt sayar. Bütün bunlar yetmezse, Müslümanların öteden beri bir sorunu nasıl çözümlediklerine bakarak çözüm getirir. Ebu Hanife, akla uygun olmayan hiçbir yöntemi benimsememiştir. Kurduğu Hanefilik mezhebine Müslüman Türklerin büyük bir çoğunluğu bağlıdır.
Başlıca eserleri: Fıkhü’l Ekber (En Büyük Fıkıh), Fıkhü’l-ebsat (En Kolay Fıkıh), Kitabü’l-Alim ve’l-Müte’alim (Bilginler ve Öğrenenler Kitabı) vb.
kaynak:nkfu
Köprülü Numan Paşa; Osmanlı sadrazamıdır (İstanbul 1670-Kandiye 1719)
Fazıl Mustafa Paşa‘nın büyük oğludur. Köprülü vakıflarının mütevellisi, Amcazade Hüseyin Paşa’nın sadrazamlığı sırasında altıncı vezir ve hemen sonra da Erzurum Valisi oldu. 1703’te Eğriboz Muhafızlığına atandı. Bir yıl sonra da Kandiye muhafızı oldu. Dört ay sonra Girit’ten İstanbul’a çağrıldı ve Bosna Beylerbeyliği’nden sonra 1710’da da sadrazamlığa atandı. Bu göreve gelmesi halkta ve devlet adamları arasında sevinç yarattı. İsveç ile Rusya arasında çıkan savaş ve Osmanlı Devleti’nin İsveç yanlısı bir politika izlemesi, Karedin ve Kırım’da cereyan eden olayları ön sıraya geçirdi. Ancak, sadrazam Rusya ile bir çatışmaya girmek istemedi. Böylece padişahın Rusya’ya karşıt politikasına ters düştü. Bu yüzden 17 Ağustos 1710’da iki aylık bir sadrazamlıktan sonra görevinden alındı. Sadrazamlıktan sonra uzun süre valilik yaptı. Karadağ asilerinin Venediklilerin desteğinde başlattıkları ayaklanmayı bastırdı. Bu başarısı üzerine Belgrad Muhafızlığına atandı. Ancak, buradaki huzursuzlukları ortadan kaldıramayınca, 16 Nisan 1715’te görevinden alındı. Silifke ve Menteşe sancakları beyliğine gönderildi. Eylül 1716’da Kıbrıs, üç ay sonra da Bosna Beylerbeyi oldu. Pasarofça Antlaşması’nın imzalanmasına kadar Avusturyalıların saldırılarına şiddetle karşı koydu. Ağustos 1718’de de kendi isteğiyle atandığı Kandiye Muhafızlığı’na gittiyse de adaya gelir gelmez öldü, burada adıyla anılan caminin avlusuna gömüldü.
kaynak:nkfu
Fazıl Küçük; Kıbrıs’ta devlet adamıdır (Lefkoşe 1906 – Londra 1984).
Lozan Üniversitesi’nde tıp okudu. Paris’te beş yıl uzmanlık öğrenimi gördükten sonra 1938’de Kıbrıs’a döndü. 1943’te politikaya atılarak, altı yıl için belediye meclisi üyeliğine seçildi. Aynı yıl Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu’nun (KATAK) kuruluşunda bulundu. Ayrıca Halkın Sesi gazetesini çıkardı. KATAK’tan ayrılıp Kıbrıs Türk Milli Partisi’ni kurdu. Başkanlığını yaptığı bu siyasal partinin adı on yıl sonra Kıbrıs Türktür Partisi olarak değiştirildi. Uzun zaman Türk Evkafı Yüksek Kurulu başkanlığını yaptı. Türk toplumunun haklarım kabul ettirmek amacıyla Londra’da İngiliz yöneticileriyle görüşmelerde bulundu (1955). Türkiye Hükümeti ile yakın ilişkiler kurarak, taksim tezinin benimsendiğini açıkladı. 1958’de Türkiye’de yapılan Kıbrıs mitinglerine katıldı. 1959’da Kıbrıs’ın bağımsız bir devlet olmasını öngören antlaşma gereğince aynı yıl kurulan yeni devletin cumhurbaşkanı yardımcısı oldu. 1963 Kanlı Noeli ile başlayan toplumlar arası çatışmalardan sonra cumhurbaşkanı yardımcısı olarak fiili bir yetkisi kalmadı. Bunun üzerine kurulan Türk Topluluğu Geçici Yönetimi’nin başkanlığını yaptı. Bu görev, 13 Şubat 1975’te Rauf Denktaş‘ın Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanlığı’na seçilmesiyle sona erdi. Son yıllarda etkin bir görev de bulunmamakla birlikte, Halkın Sesi gazetesindeki yazılarıyla Kıbrıs’ta ayn bir devlet kurulmasını savundu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanını Rauf Denktaş ile birlikte duyurduktan kısa bir süre sonra öldü.
kaynak:nkfu
Mustafa Reşit Paşa Osmanlı sadrazamıdır (İstanbul 1800-ay.y.l858).
Babasından özel dersler aldı, medresede öğrenim gördü. Babasının ölümünden sonra (1810) eniştesi Seyyit Ali Paşa’nın yanında büyüdü; 1820’lere doğru onun mühürdarı olarak birlikte Mora’ya gitti. Buradaki ayaklanmanın bastırılması sırasında, çağdışı yöntemlerle hareket eden ordunun durumunu yakından izledi. Ali Paşa’nın seraskerlik görevinden alınmasından sonra İstanbul’a döndü. Sadaret Mektubi Kalemi’ne girdi. Osmanlı-Rus Savaşı‘nda (1828-1829) orduda kâtiplik görevinde bulundu, E. Mahmut’un dikkatini çekti. 1829’da Edirne’de, Rus delegeleriyle sürdürülen görüşmelerde Osmanlı kuruluna sekreterlik etti. Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile görüşmek üzere Mısır’a giden kurulda ikinci kâtip oldu (1 Temmuz 1830). Mehmet Ali Paşa‘ dan görev önerisi aldıysa da kabul etmedi. Mısır dönüşü önce vekil (1831), ardından da asil olarak Amedi’i Divan-ı Hümayun oldu. Böylece Osmanlı bürokrasisinde ilk önemli göreve ulaştı. 1833’de, Mısır kuvvetlerinin Kütahya Konferansı’nda Halil Rıfat Paşa ile birlikte Babıali’yi temsil etti. Anlaşmazlığı çözmek için Adana Valiliğini İbrahim Paşa’ya bırakınca, buna kızan II. Mahmut tarafından Paris ortaelçiliğine atandı (1834). Paris’te kaldığı sürede, Fransızcasını ilerletti. 1835’te merkeze çağrıldı; aynı yılın haziran ayında büyükelçilikle yeniden Paris’e, buradan da Londra büyükelçiliğine atandı (Eylül 1836). Çalışması beğenilerek müşir rütbesi ve paşa unvanını kullanmamak koşuluyla hariciye nazırlığına atandı (13 Temmuz 1837). İngiltere ile bir ticaret antlaşması imzalanmasını sağladı (16 Ağustos 1838). Bu antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu İngiltere’nin bir açık pazarı oldu. Osmanlı İmparatorluğunda geniş bir ıslahat hareketine girişilmesi konusunda II. Mahmut‘u inandırdı.
1 Temmuz 1839’da II. Mahmut ölünce yerine oğlu Abdülmecit geçti. İmparatorluğu, içine düştüğü kötü durumdan kurtarmak için II. Mahmut‘a anlatamadığı ya da kabul ettiremediği yeniliğe, Abdülmecit‘in yakınlık duyduğunu gördü. Ciddi hazırlıklara girişti. Sonuçta Osmanlı Devleti’ne yeni bir statü ve değer kazandıracak olan Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nu (Tanzimat Fermanı) ortaya çıkardı. Bu ünlü ferman, 3 Kasım 1839 günü Gülhane Bahçesi’nde çeşitli kesimlerden temsilcilerin’de katıldığı kalabalık bir halk kitlesinin önünde okunarak ilan edildi. 15 Temmuz 1840’taki Londra Antlaşması ile Mısır sorunu uygun bir çözüme bağlandı. 31 Mart 1841’de Mehmet Ali Paşa’nın 80 bin keselik vergiyi azaltmak isteğini kabul etmesi üzerine hariciye hazırlığından alınarak dördüncü kez Paris Büyükelçiliği’ne gönderildi. 14 Kasım 1843’te beşinci kez Paris büyükelçisi oldu. Paris’teyken hariciye nazırlığına getirildi (23 Ekim 1845). Bu görevi sırasında, 1846 yazında, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı devletin bir valisi sıfatıyla İstanbul’a getirmeyi başardı. Sadrazam olma umuduyla gelen Kavalalı bu amacına ulaşamadıysa da Mustafa Reşit Paşa 28 Eylül 1846’da sadrazam oldu. Sadrazamlığı sarasında ele alınamayan yenilik ve düzenlemeleri hazla yürürlüğe koymaya başladı. Özellikle yönetim, ticaret ve eğitim alanlarında köklü yeniliklere yöneldi: Ticaret mahkemeleri açıldı. Ülkede her türlü işkenceyi yasaklayan bir ferman yayımlandı. Mekâtib-i Umumiye Nezareti (ilk merkezi eğitim örgütü) kuruldu, rüştiyeler açıldı (1847). Yunanistan ile çıkan anlaşmazlık çözümlendi. Mustafa Reşit Paşa, cumhuriyet ilanına hazırlandığı yolunda Abdülmecit’e yapılan bir ihbar yüzünden 27 Mayıs 1848’de görevinden alındıysa da, kısa bir süre sonra ikinci kez sadrazamlığa getirildi (12 Ağustos 1848).
İkinci sadrazamlığı sırasında tutsak ticaretini yasakladı (1850). Encümen-i Daniş (Bilim Akademisi) kuruldu. Şirket-i Hayriye’nin kuruluş hazırlıklarına başlandı. 27 Ocak 1852’de Meclis-i Vâlâ Başkanlığına tandı. Mart 1853’te üçüncü kez hariciye nazırı oldu. Ruslar’ın Eflak ve Boğdan’a girmesi üzerine, onun başkanlığında toplanan Meclis’i Umumi, Rusya’ya savaş açılması kararı aldı (28 Eylül 1853). İngiltere ve Fransa ile bir ittifak antlaşması yapıldı. (12 Mart 1854). Bu antlaşma, Kırım Savaşı’nın başlangıcı oldu. Bu sırada Damat Ali Paşa, medrese öğrencilerini kışkırtarak hükümete karşı ayaklandırdı. Olayı bastıran Mustafa Reşit Paşa, Ali Paşa’ yı kazaskerlik görevinden aldı. Bir yıl sonra da Giritli Mustafa Paşa’yı sadrazamlıktan aldırarak yerine Kıbrıslı Mehmet Paşa’yı atadı. Bir süre sonra hariciye nazırlığı da üzerinde kalmak koşuluyla dördüncü kez sadrazam oldu (23 Kasım 1854). Meclis’i Ali Tanzimat adı altında yeni bir kurul oluşturdu. 1955’te Süveyş Kanalı’nın açılmasını önlemek düşüncesiyle başvurduğu diplomatik hilenin, Fransa Hükümeti tarafından öğrenilmesi üzerine, Osmanlı Devleti’ni güç durumda bıraktığı için görevinden istifa etti. Kırım Savaşı sonrasında Paris Konferansı’na katılmadı ve alman kararları eleştirdi. Beşinci kez sadrazam olduğu (2 Kasım 1856) dönemde, Eflak-Boğdan sorununa Fransa’nın karışması üzerine sadrazamlıktan alındı. 22 Ekim 1856’de altıncı kez getirildiği sadrazamlık görevindeyken öldü.
kaynak:nkfu
Antonio de Oliveira Salazar;Portekizli politikacıdır (Santa Comba-dao/Lizbon yakınları, 1889-Lizbon, 1970).
Ekonomi okumak üzere 1910′ da Coimbra Üniversitesi’ne girdi. 1914’te lisans öğrenimini tamamlayarak aynı üniversitede öğretim görevlisi oldu, iktisat profesörlüğüne yükseltildi (1916). 1921’de Portekiz Katolik Merkez Partisi’nin kuruluşuna katıldı, aynı yıl parlamentoya girdi. Mayıs 1926’da askeri bir darbeyle yönetimi ele geçiren Gomes de Costo ve Antonio Carmona tarafından önerilen maliye bakanlığı görevini, tam yetki verilmediğinden kabul etmedi. Carmona’nın, Mart 1928’de cumhurbaşkanlığına seçilmesinin ardından, bu kez geniş yetkilerle donatılmış olarak aynı göreve getirildi. Katı devletçi bir tutumla önce devlet harcamalarını ve dışalımı kıstı, ücretleri düşürdü, vergi gelirlerini arttırarak bütçe denkliğini sağlamaya çalıştı. Ekonomi bir ölçüde dışa kapalı duruma gelince, 1929 Dünya Bunalımı hafif atlatıldı. Carmona’nın başkanlığının yanı sıra yürüttüğü başbakanlığı bırakması üzerine bu görevi devraldı ve yeni bir anayasa için hazırlık çalışmalarına başladı (1932). 1933’te, halkoylamasıyla onaylanan yeni anayasayla Portekiz’de, Mussolini İtalyası ile büyük benzerlikler gösteren ve Estodo Nova (Yeni Devlet) olarak adlandırdığı otoriter ve korporatif bir diktatörlük yönetimi kurdu. Başbakanlık ve maliye bakanlığı görevlerinin yanı sıra savunma ve dışişleri bakanlığı görevlerini de üstlendi (1936). Mussolini İtalyası ile yakın ilişkiler kurdu. İspanya’da iç savaşın başlamasından hemen sonra General Franco yönetimini tanıdı, askeri ve mali yardımda bulundu, dostluk ve saldırmazlık antlaşması imzaladı (1936-1939). Ancak, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Müttefiklere de yaklaşarak, dengeli bir politika izlemeye çalıştı. Savaşın Mihver devletleri aleyhine dönmeye başladığı 1943’te, Müttefiklere Azor Adaları’ndaki hava, deniz üslerinden yararlanma izni verdi.
NATO’ya katılarak (1949) ülkesinin Birleşmiş Milletler’e kabul edilmesi için önemli bir destek elde etti. Muhalefeti sindirmek için ordudan ve gizli polis örgütü PIDE’den yararlandı. İzlediği soyutlanma politikası, Portekiz’i, ekonomik ve kültürel açılardan Avrupa’nın en geri ülkelerinden biri durumuna düşürdü. Muhalefet hareketlerinin güçlenmesi üzerine, 1945’te serbest seçimlerin yapılmasına izin vermek zorunda kaldı. Ancak karşı grupların oluşturduğu Birleşik Demokratik Hareketi komünist olduğu gerekçesiyle kapatarak baskı rejimini sürdürdü. Cormona’nın ölümünden (1951) sonra bir süre devlet başkanlığına vekalet etti. Bu dönemde artan ekonomik güçlükler ve Angola, Mozambik gibi sömürgelerde gelişmeye başlayan bağımsızlık hareketlerinin neden olduğu sorunlarla uğraştı. Öte yandan uyguladığı tüm baskılara karşın, muhalefetin gittikçe güçlenmesini önleyemedi. 1968’de bir beyin kanaması geçirince, yerine Marcelo Caetano atandı. Bir süre sonra da öldü.
kaynak:nkfu
Enver Sedat; Mısırlı devlet adamıdır (Nildeltası/Taleh Menufiye 1918 – Kahire 1981).
1936’da girdiği Abbasiye Askeri Akademisi’nde Cemal Nasır ile tanışarak yakın bir dostluk kurdu. Okulu bitirdikten sonra Özgür Subaylar Hareketi’nin kurucuları arasında yer aldı. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlarla işbirliği yapmaya yöneldiyse de 1942 Ekimi’nde yakalanarak subaylıktan uzaklaştırıldı ve tutuklandı. Tutuklu kampında 1944 Ekimi’nde kaçtı. 1946’da bu kez İngiliz yanlılarına düzenlenen suikastlar nedeniyle tutuklandı ve 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1950’de yeniden orduya döndü ve Özgür Subaylarla sivil örgütler arasında bağlantı sağlamakla görevlendirildi. 1952 Darbesi’nden sonra; Devrim Komuta Konseyi üyeliği, Halkla İlişkiler Dairesi Başkanlığı, Devlet Bakanlığı (1954-1956), Arap Sosyalist Birliği Genel Sekreterliği (1957-1961), Ulusal Meclis Başkanlığı (1961-1968) görevlerinde bulundu. 1969’da devlet başkanlığı yardımcılığına getirildi. Nasır‘ın ölümü (Eylül 1970) üzerine, devlet başkanlığına seçildi. Partinin sol kanadı tarafından içte ılımlı, dışta kararsız davrandığı öne sürülerek eleştirildi. Ali Sabri ve Şaravi Cuma önderliğindeki sol kanadı tasfiye etti (Mayıs 1971). Ardından parti, sendika ve meslek kuruluşlarında yeni seçimlere gidip durumunu sağlamlaştırdı. Sovyet askeri danışmanlarını ülkeden çıkarıp üsleri denetim altına aldı (Temmuz 1972). 1973 Ekim’inde beklenmedik bir saldırıyla İsrail’e savaş açan Mısır’ın askeri başarıları, Arap dünyasındaki saygınlığını artırdı. Dış politikada ABD’ye yaklaştı. 1971’de imzalanan Mısır-SSCB Dostluk Antlaşması’na son verdi (1976). Kasım 1977’de, İsrail Parlamentosunda yaptığı konuşmanın ardından barış için yoğun çaba harcadı. ABD Başkanı J. Carter’ın öncülüğünde, Sedat ile Begin arasında yapılan görüşmeler, Camp Davis Barış Antlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlandı (Mart 1979). Bu antlaşma, Sedat ile Begin’e 1978 Nobel Barış Ödülü’nü kazandırdı. Buna karşın, Arap ülkeleri, Mısır ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kestiler ve Arap Birliği merkezi Kahire’den Tunus’a taşındı. İçte siyasal partilerin kurulmasına izin verdi, Arap Sosyalist Birliği’nin yerini almak üzere Ulusal Demokratik Parti’yi kurdurdu; Camp David Barış Antlaşmasını referandumla halka onaylattı, anayasada değişikliğe giderek yetkilerini artırdı. Mayıs 1980’de başbakanlığı da üstlendi. 1981’de muhalefete, özellikle dincilere karşı geniş bir tutuklama hareketine girişti. 1973 Savaşı yıldönümünü kutlama törenleri sırasında (6 Ekim 1981) Müslüman Kardeşler Örgütü’nün düzenlediği bir suikast sonucu öldürüldü.
kaynak:nkfu
Baycu Noyan; Moğol komutanıdır (13. yüzyıl).
1229’da Moğol Ordusu’nda tümen beyi olarak İran’a geldi. Kafkasya’nın alınışında bulundu. Ögeday Kağan tarafından Kafkasya ve Batı İran Valiliği’ne atandı (1241). Hülagu’ nun gelişine kadar bu görevde kaldı. 1242’de batı yönünde harekata girişerek Selçuklu egemenliğinde bulunan Erzurum’u aldı. Ögeday Kağan’ın ölümü üzerine, çıkabilecek olayları önlemek için Anadolu içlerine ilerledi. Konya yakınlarında Kösedağ’da II. Gıyasettin Keyhüsrev ile yaptığı savaşta Selçuklu Ordusu’nu bozguna uğratarak (1243) Kayseri, Sivas ve Malatya’yı aldı. Kafkasya’da karışıklıklar çıkması üzerine Tiflis’e döndü.
Selçuklularla bir barış anlaşması yaparak onları vergiye bağladı. Keyhüsrev ölünce tüm Selçuklu topraklan yönetimine girdi. Sultan İzzettin Keykâvus’un başkaldırısı üzerine Anadolu’ya hareket etti ve onu Rabat-ı Alaiye Savaşı’nda yenerek, Bizans’a kaçmak zorunda bıraktı (1256) ve yerine hapiste bulunan kardeşi IV. Rüknettin Kılıçarslan’ı sultan ilan etti. İran’a gelen Hülagu’nun İsmaillilerle yaptığı savaşlara ve Bağdat’ın ele geçirilişine katıldı.
Hülagu’nun idam ettirdiği Baycu, ilerde kurulacak olan İlhanlı Devleti’nin temellerini atan komutan olarak kabul edilir.
kaynak:nkfu
Tepedelenli Ali Paşa;Osmanlı veziridir (Tepedelen 1774-Yanya 1822).
Bir süre Delvine Mutasarrıflığı yapıldıktan sonra, Tırhala Sancakbeyliği’ne, daha sonra da Derbentler Başbuğuluğu’na atandı. Yanya yöresindeki Solyotları yenilgiye uğratarak, ele geçirdi. Campo Formio Barışı sonunda, Fransa’nın eline geçen Dalmaçya ve Arnavutluk kıyı kalelerinden Parga, Preveze, Butrinto ve Voniça kalelerini geriye aldı. Bu başarısı üzerine III. Selim tarafından vezirlik rütbesiyle onurlandırıldı, kısa süre sonra Rumeli Valiliği’ne atandı. 1802’de Pazvantoğlu’nun üzerine gönderilen orduya başkomutan atandı. 1803’te hem Rumeli Valiliğinden, hem de Derbentler Başbuğuluğu’ndan alındı. 1807’de yeniden Derbentler Başbuğuluğu’na, oğlu Veli Paşa da Mora Valiliği’ne atandı. Avlonya mutasarrıfı İbrahim Paşa’yı devre dışı bırakarak, yerine oğlu Muhtar Paşa’nın atanmasını sağladı. Bu arada İngiliz ve Fransızlardan çeşitli yardımlar elde ederek bağımsız bir tutum içine girdi. Osmanlı Devleti, bölgedeki Rumları baskı altında tuttuğu için Tepedelenli Ali Paşa’ya yumuşak davranmayı yeğledi. Somaları II. Mahmut, oğullarını önemli görevlerden aldı. Tepedelenli Ali Paşa, Yanya’da yalnız başına kaldı, bir yandan padişaha bağışlanması için dilekçeler gönderirken, bir yandan da Yanya Kalesi’ni savunmak için hazırlıklara girişti, Mora, Yanya, Adalar ve Sırbistan’da devletin zararına ayaklanmalar çıkarmaya başladı, bunun üzerine hükümet kendisinin Tepedelen’de oğullarıyla oturmasına ilişkin bir ferman gönderdiyse de Ali Paşa buna uymadı. Bunun üzerine, idamına karar verildi ve Hurşit Paşa tarafından Yanya’da kuşatıldı. Bu arada oğulları Veli, Muhtar ve Salih paşalar, Osmanlı Devleti’ne sığındı. Tepedelenli Ali Paşa bu kuşatma sırasında öldürüldü (24 Ocak 1822).
kaynak:nkfu
Josip Broz Tito;Yugoslavyalı devlet adamıdır (Hırvatistan/Kumroveç 1892 -Slovenya/Ljublijana 1980).
Çok nüfuslu yoksul bir köylü ailesinin çocuğu olarak doğdu. Gençlik yıllarında metal işçiliği yaptı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avusturya-Macaristan Ordusu’ na asker olarak alındı. 1915 Ocağı’nda Karpat ve Bukovina cephelerine gönderildi; ağır yaralanarak Ruslara tutsak düştü; Urallar’da çalışma kampına gönderildi. 1917 Ekim Devrimi’nde Kızıl Muhafızlar’a katıldı ve İç Savaş sırasında Beyaz Ruslara karşı savaştı. 1920’de Zagreb’e dönerek bir atölyede çalışmaya başladı; Komünist Partisi’ne katıldı. 1924’te yeniden KP ile ilişki kurarak Krizevci Bölge Koitesi’ne girdi; Kraljecica Tersanesi’nde grevlere önderlik etti. 1927’de, Hırvat Maden İşçileri Sedikası’nın bölge sekreterliğini üstlendi; Zagreb’te bir süre hapsedildi. 1928’de, KP’nin Zagreb komitesi sekreterliğine seçildi. Ancak 1928 Haziranınında parlamentoda Hırvat Köylü Partisi’nin önderlerine düzenlenen suikasttan sonra yeniden tutuklandı. 1934’te hapisten çıktıktan sonra Kral Aleksandr Karayorgiyeviç’in diktatörlük rejimine karşı Zagreb’e giderek gizli çalışmalar yapmaya başladı. Bundan sonra kullanacağı birçok takma addan biri olan “Tito”, zamanla gerçek adıyla özdeşleşti. YKP Merkez Komitesi ile görüşmelerde bulunmak üzere gittiği Viyana’da, Politbüro üyeliğine seçildi (Ağustos 1934). 1935’te III. Enternasyonal’in Balkan Seksiyonu’nda çalışmak üzere Moskova’ya gönderildi. Ertesi yıl Politbüro’nun örgütlenme sekreterliğine getirildi. 1937’de Komintern tarafından YKP Politbüro genel sekreterliğine atandı ve yürüttüğü başarılı örgütleme çalışmalarıyla partinin üye sayısının artmasını sağladı. 1940′ ta YKP Merkez Komitesi Genel Sekreterliği’ne getirildi. 1941’de Naziler’in SSCB’ye saldırmasından sonra, Belgrad’da kurulan Genel Komutanlığın başına getirildi. Ayaklanmanın hızla yayılması üzerine Sırbistan ve Karadağ işgalden kurtarıldı. Sırplara karşı kıyım uygulayan Nazi işbirlikçisi Hırvat Ustaşalara karşı direniş hareketini yürüten Çetnik adlı çetelerin, kurtarılmış bölgelerin büyük çoğunluğunda egemen olmaları üzerine, Genel Komutanlık’ı Batı Sırbistan’daki Uzici Bölgesi’ne taşıyarak burada “Partizan” örgütünü kurdu. Kasım 1941’de Naziler’in ilk kuşatma girişimlerini kıran Partizanlar, kurtarılmış bölgelerin büyük bölümünde denetimi ele geçirdiler. Bu bölgelerin yönetimini üstlenecek merkezi bir yönetim organı oluşturmak üzere, Tito’nun girişimleriyle, Yugoslav Halkının Kurtuluşu İçin Anti-Faşist Konsey (AVNOJ) oluşturuldu (Kasım 1942). Müttefiklerin de esteğiyle, ülkenin büyük bölümü Nazi işgalinden kurtarıldı. 1943’te AVNOJ’un ikinci toplantısında, başkanlığında geçici bir hükümet kurulması kararlaştırıldı ve Halk Kurtuluş Ordusu’nun (HKO) komutanı sıfatıyla maraşellik rütbesi verildi. Ekim 1944’te, Belgrad’ın başına getirildi (Mart 1945), 29 Kasım 1945’te Slovenya, Karadağ, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Makedonya cumhuriyetlerinden oluşan Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla yeni hükümetin başbakan ve savunma bakanlığını üstlendi. Ocak 1946’da anayasanın yürürlüğe girmesinden sonra Yugoslavya’da merkeziyetçi bir yönetim yapısı oluşturuldu. Özellikle köylülere kolektif çiftliklerden ayrılma hakkının tanınması, SSCB’nin tepkisini çekti. 1950′ de özyönetime geçildi. 1953’te yeni anayasanın kabulüyle devlet başkanlığına seçildi. Kruşçev döneminde, iki ülke arasında belirgin bir yumuşama gözlendi. Bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş ülkelerin sosyalist ve kapitalist bloklar dışında kalabileceklerini savunarak, çok sayıda ülkeye yaptığı geziler sonunda Nasır ve Nehru ile birlikte Eylül 1961’de Belgrad’ta 25 ülkenin katılımıyla bir Bağlantısız Ülkeler Zirve Konferansı’nı toplamayı başardı. 1965’te uygulamaya koyduğu ekonomik reformlarla pazar ekonomisine geçilmesini sağladı. 1967’de yabancı sermayeye, yerli işletmelerle büyük oranda ortak olabilme hakkı tanınmasının ardından Yugoslavya Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ticaret anlaşması imzalayan ilk sosyalist ülke oldu. 1968’de Varşova Paktı’na bağlı ülkelerce Çekoslovakya’ya düzenlenen askeri müdahaleyi şiddetle eleştirdi. 1970’ten sonra yerini alacak bir kolektif önderlik sistemi oluşturdu. 1974’te yeni anayasanın kabul edilmesinden sonra Yugoslavya Komünist Partisi tarafından yaşam boyu örgüt başkanlığına ve Federal Meclis tarafından yaşam boyu devlet başkanlığına getirilen Tito, aynı zamanda halkının sevgisini ve bağlılığını yaşam boyu koruyabilen sayılı önderlerden biri oldu.
kaynak:nkfu
TUTUŞ Tacüddevle; Suriye Selçuklu sultanıdır (? 1062-Rey 1095).
Alparslan’ın oğludur. Kardeşi Melikşah kendisine Suriye’de fetihleri sürdürmek amacıyla bölgenin yönetimini verdi. Daha önce Suriye’yi yöneten Atsız’ın ölmeyip sağ olduğu anlaşılınca, Tutuş, bu bölgelere saldırı düzenlenmesini buyurdu. Kutalmışoğlu Süleyman’ın Antakya’yı ele geçirmesi üzerine Halep egemeni, Tutuş’tan yardım istedi. Amik Ovası’nda yapılan savaşta Tutuş, Kutalmışoğlu Süleymanşah’ı yenilgiye uğrattı. 1086’da da Halep’i ele geçirdi. Öte yandan Müslim’in de ortadan kalkması üzerine Tutuş, Suriye’nin tek egemeni durumuna geldi. 1092’de Melikşah’ın ölümü üzerine oğulları arasında saltanat çekişmesi başladı. Tutuş da, Şam’da yaptığı askeri hazırlıklardan sonra başkent Rey’e giderek saltanatı ele geçirmek istedi. Tutuş, hazırlıklarım sürdürdüğü bir sırada, Berkyaruk’un gönderdiği Aksungur ve Bozan, Urfa’ya gelerek, Berkyaruk’un adına hutbe okuttular. Tutuş yolda karşısına çıkan Berkyaruk’un kuvvetlerini yenilgiye uğrattıktan sonra Rey’e geldi ve kenti ele geçirdi. Burada Berkyaruk ile yaptığı savaşta yenilince ordusu dağıldı ve başı kesilerek öldürüldü.
kaynak:nkfu
Hz. Ebu Bekir Abdullah (571-634), Hz. Peygamber‘in vefatı üzerine halife seçilen ilk İslam büyüğüdür. Babası Ebu Kuhafa’dır. Kendisi hali vakti yerinde Mekkeli bir tüccar otarak tanınmıştı. -Yaklaşık olarak Hz. Muhammed‘ten bir kaç yaş küçük olduğu söylenir. Peygamber (S.A.S) ile henüz nübüvvet (nebilik, peygamberlik) gelmeden önce dost olmuşlardır. İlk erkek ve olgun yaştaki sahabi odur. O, Hz. Muhammed‘in Allah tarafından gönderildiğine ilk baştan bütün gönlü ve ruhu ile inanmıştır. Miraç mucizesine de ilk o inanmıştır. Hicrete karar verildiğinde Peygamber’le beraber olacağını öğrenince gözyaşlarını tutamamıştır. Sade davranışlı ve mert karakterli insandı.
Hz. Peygamber‘in Medine’ye hicretinde beraberinde bulunmuş olması; Kur’an’da “İkilerin ikincisi’ (sani el-isneyn)” niteliğiyle zikri suretiyle mükafatlandırılmasına neden olmuştur. Hz. Muhammed‘in, hicretten kısa bir süre sonra, onun kerimeleri Hz. Aişe ile evlenmesi bağlılıklarını daha da güçlendirmiştir. Peygamber Efendimizin en yakın arkadaşı olarak, hayatını İslamiyete ve İslamın zaferine adamıştır. Hicretin 9. (631.) yılında Mekke’ye hacılar kafilesi başında Peygamber onu görevlendirmistir. Vefatları arifesinde Hz. Muhammed (S.A.S.) hastalanınca, İslam cemaatına imamlık görevini ona tevdi buyurdular. Ve evrenin kendisiyle övündüğü, vefat edince de, (25 mayıs 632) Peygamber Halifeliğine o seçildi. Hz. Peygamber‘in irşatları dışına çıkmayan ve İslamiyeti canından çok seven Hz. Ebu Bekir’in ilk halife seçilmesi son derece yerinde olmuştur. Bid’atlar (sonradan türeyen şeyler) ‘den sakınmış, Sünnet-i seniyye’ye tartışmasız bağlı kalmıştır. Zamanında bazı kıyam ve isyanlar olmuşsa da bunları tedbir ve gerçek inanç kuvvetiyle bastırmıştır. Bahreyn, Umman’dan başka Yemen ve Hadramevt İslam kudreti ve nuru ile iyice ışıklandı. Zamanında İran’da El-Hira ve Filistin’de Acnadayn zaferlerinin lezzetini tatmıştır. Vefatı 22 Cemaziyelahır 13 (23 Ağustos 634) tarihindedir. Hz. Peygamber‘in yanına defnolundu.
Hz. Ebu Bekir’in büyük hizmetlerinden biride: Ku’ran-ı Kerim’in ilk nüshasını tedvin ettirmiş olmasıdır. Bir noktaya daha işaret uygun olur: Hz. Ebu Bekir, halifeliğe seçildikten sonra da hayatında bir değişikliğe lüzum görmemiş, eskisi gibi yaşamıştır. Sade ve gösterişsiz hayatı ile örnek olmuştur.
kaynak:nkfu
Hz. Ebu Bekir‘den sonra ikinci büyük İslam halifesi olan Hz. Ömer bin Hattab (591 – 644) nadir yetişen büyük şahsiyet ve İslam nurunun uzak ülkelere yayılmasında unutulmaz payı bulunan bir devlet adamıdır. İslamı kabulü çok uğurlu bir olay sayılan ve Müslümanlığın gücünü göstermeye karar vermesinde etken olan Hz. Ömer’in hidayete erişmesi özetle şöyle hikaye edilir: Hz. Muhammed‘i öldürmeye azimli görünen Hz. Ömer, İslamiyeti seve seve kabul eden Said bin Zeyd ile onun eşi olan hemşiresi Fatima’nın evinde dinlediği “Ta-Ha Suresi”nin ayetleriyle heyecanlanmış ve katlini kafasına koyduğu Hz. Muhammed‘e koşarak “kelime-i şehadet getirip” sayı bakımından 40. mümin olmak şerefini kazanmıştır.
Hz. Ömer’in asıl büyük hizmetlerde yararı Medine’ye Hicretten sonra bilinmektedir. O, Hz. Peygamber‘in güvendiği bir müşaviri durumunda idi. Hemen bütün savaşlara katılmıştır (Bedir, Uhud vb.). O, Medine döneminde Hz. Ebu Bekir ile çok iyi anlaşmış, çok dost kalmış ve İslam dinine birlikte fedakarlıkla hizmeti şeref bilmiştir. Efendimizin vefatı üzerine Hz. Ebu Bekir‘i halifeliğe öneren Hz. Ömer’dir. Ama Hz. Ebu Bekir vefat eder etmez, halifelik ona geçmiştir. Bu da herhangi bir zorlama ile olmuş değildir.
Hz. Ömer, halifelik görevine başladığında İslam fütuhatı gelişmekte olup devam ediyordu. Ancak 0, bunları hızlandırmış, komutanları kendine kesin olarak bağlamış, çelik iradesi ve sarsılmaz adalet duygusuyla Allah’ın adını (İ’la-yi Kelimetu ‘llah) yüceltme uğrunda her imkana ve kahramanlığa başvurmaktan çekinmemiştir.
Kendisinin her bakımdan hareket tarzı, tedbirleri, uzak görüşlülüğü daima takdir ve hayranlık uyandırmıştır. Onun dönemi, siyasi kuruluşların doğduğu bir yeni İslam uyanışı devridir. Tanınmış bir Avrupalı bilgin, bu konuda, şöyle yazmaktadır: “Müslüman olmayan tebaanın bağlı olduğu idare esasları, askeri maaşları tayin eden bir kayıt defterinin (divan) tesisi, İslamiyetin gelecekte büyük şehirlerini meydana getirecek olan ordugahların (emsar) meydana gelmesi, kadı dairesinin kurulması bütün onun şahsi eserleridir.” Ayrıca din, medeniyet ve ceza konularında da bazı tedbirler onun devrinin damgasını taşımıştır. Fakat bütün bunlara rağmen Hz. Ömer hiçbir zaman bir hükümdar gibi davranmamıştır. Hz. Ömer “halife” sıfatı yerine “Emirü’l-müminin” unvanını tercih eylemiştir. Bir hadis-i şerifte: “Eğer benden sonra Peygamber gelmesini Allah istemiş olsaydı, bu Ömer olurdu” buyurulmuştur.
İslamın bu eşsiz dehası bir köle tarafından kama ile vurulup şehid edildi (26 Zilhicce 23 / 3 Kasım 644) Ebu Lü’lü adlı bu kölenin şikayet edip sonuç alamadığı bir vergi işinden duyduğu kızgınlık sebep diye kaydedilir. İslamın sosyal ve siyasi çerçevesinin iyice belirlenip yerine oturmasında hizmeti büyük olmuştur. Hz. Muhammed (S.A.S.) ‘in vahy ile yücelttiği İslam binasının görkemli ve şaşmaz adaletli temeli: Hz. Ömer’in, Allah’tan ve Resulünden feyz alan, Kitap ve Sünnetin rehberliğinde gelişen cesaretli, doğru, yorgunluk bilmez, sadece Hakk’ın rızasını amaç edinmiş gayretleriyle daima saygı ve hayranlık telkin edici kalmıştır.
kaynak:nkfu
Mekke-i Mükerreme’nin ünlü Beni Ümeyye ailesine mensup olan Osman bin Aftan, Hz. Peygamber’in dört seçkin dostu “Çehar-Yar-ı Güzin” deyimi ile kadirleri yüceltilen büyük sahabeden biri (diğerleri Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali’dir) ve üçüncü halifedir. İslamiyete, nispeten, ilk zamanlarda giren önemli zatlardandır. Onun zengin bir tüccar olduğu kadar kusursuz, zarif bir toplum adamı olduğu da kaynaklarda belirtilmiştir. Kendisi Habeşistan’a giden Müslümanlar arasına katılmış olduğu gibi, Medine’ye hicret edenlerle de beraber olmuştur. Hz. Peygamber’in kızı Rukıyye ile evlenmiş, onun vefatından sonra bir başka kerimeleri olan Ümmü Gülsüm’ü almışlardır. Bu nedenle kendisine Zi’n-Nureyn (iki Nur sahibi) denilmiştir.
Hz. Ömer, Ölüm döşeğinde iken yeni” halifeyi seçmek üzere küçük bir meclis (şura) vasiyet etmişti. Adaylar az değildi: Hz. Ali, Zübeyr, Talha, Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdurrahman bin Avf, Osman bin Aftan. Sonunda Hz. Osman seçildi. O, genellikle Hz. Ömer’in siyasetini izlemiştir, hatta’ geliştirmek de istemiştir. Fakat hem şartlar- az çok değişmiş, hem de kendisinin valilikleri, bazı önemli görevleri kendi akrabalarına tahsis etmesi memnuniyetsizliklere yol açmıştır. Onun zamanında Kur’an-ı Kerim cem edilip bir çok kusursuz yazmalar eyaletlere gönderilmiş ve böylece Hz. Ebu Bekir‘in başlattığı mesai tamamlanmıştır.
Hz. Osman devrinde siyasi, nitelikte bazı huzursuzluklar da başlamıştır. İlkin H. 30. yılda onun, Hz. Peygamber’in yüzüğünü Aris Kuyusu’na düşürüp kaybetmesi bir sorun olmuştur. ilk kargaşalar Irak’ta görülmüş; fitne sonra Mısır’da alevlenmiştir. Bunların, ekonomik, siyasi ve dini sebepleri olduğunu ilgili kitaplarda okumak güç değildir. Eyaletlerden Medine üzerine yürüyüşler başlamıştı. İlk ulaşanlar da Mısırlılar olmuştur. Bir hayli görüşmeler, tereddütler, halifenin feragati reddetmesi, nihayet kuşatılmış olan Halife evine girilerek onun şehid edilmesi (H. 35/ M. 656) İslam tarihinin, kendi bünyesinde, ilk büyük ihtilaflı acı olayıdır. Belirtildiğine göre: Hz. Osman; Kur’an-ı Kerim okurken şehid edilmiş ve kanı Allah Kelamı üzerine akmıştır. Hz. Osman, Peygamberin (S.A.S.) iki kızı ile evlenmiş olmanın şerefi, fazileti, Din-i Muhammedi uğrundaki harcamaları ve üçüncü İslam halifesi aynı zamanda Cennetle müjdelenmiş on sahabeden biri olarak müminlerin derin saygısına sahiptir.
kaynak:nkfu
Hz. Ali; Hz. Muhammed‘in amcasının oğlu ve sevgili kızı Fatima’nın eşi, İslam tarihinin büyük kahramanlarının başı olan Hz. Ali bin Ebi Talib (598-661), ilk halifelerin dördüncüsüdür. Künyeleri birçok olmakla beraber aralarından şunları seçebiliriz: Ebu’r-Reyhaneyn, Ebu’l-Hasan, Ebu Türab. Babası Ebu Talib, annesi Esed kızı Fatima’dır.
Doğumu Mekke’de ve Kabe’dedir. Babası Hz. Muhammed‘i koruduğu gibi, kendisini de Hz. Peygamber eğitmiş ve yetiştirmiştir. İslama ilk giren genç-çocuk odur. Peygamberin hırkasına sarılıp onun yatağında uyumuştur. Hicretten az sonra Hz. Fatima anamızla evlenmiştir. Peygamberin bütün savaşlarına katılmış, birçok defa sancağı elinde taşımıştır. Kahramanlığı ona Hayder-i Kerrar (döne döne saldıran arslan), Şir-i Yezdan (Allah arslanı) denilmesine sebep olmuştur. Peygamber ona: “Sen, benim dünya ve ahirette kardeşimsin” demek suretiyle en büyük iltifatı bezleylemiştir. Ve Hz. Muhammed bu dünyadan ayrılınca da O’nu Hz. Ali yıkamıştır. Hayatta iken Hz. Muhammed‘e vahy katipliği ve mektupçuluk yapmıştır. Hz. Ömer zamanında ona kadılık etmiş ve hakkında: “Ömer, Ali olmazsa, helak olur” dedirtmiştir. Hz. Osman’ın evi kuşatıldığında karşı çıkmış, oğlu Hz. Hasan’ı da onu koruma ile görevlendirmişti.
H. 35/ M. 656’da Hz. Osman’ın şehadetinden sonra halifeliği kabul etmiştir. Ama daha ilk günlerde müşkülatla karşılaşmıştır. Cemel Vak’asında, muzaffer olmuş, fakat birçok Müslüman da yok olmuştur. Sıffin’de Muaviye ile yapılan savaş sonuç vermemiştir. Ama Nehrevan’da Haricileri yine yenmiştir.
19 Ramazan 40/24 Ocak 661 tarihinde, İbn-i Mülcem adlı bir Harici tarafından kılıçla ağır yaralanmış ve 2 Ramazanda şehid olmuştur.
Hz. Ali’nin 15’i erkek 17’si kız olmak üzere 32 çocuğu dünyaya gelmiştir. Özellikle Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin beş kişiden kurulu bulunan. Al-i Beytin en gençleri ve Resulullah’ın gözbebekleridir. Kabri Necef’tedir. Dünya ölçüsünde ziyaret yeridir. Nehcü ‘l-Belağa, değeri kaybolmayan eseridir. Divan-ı Ali de önemlidir. O, sadece Aşere-i Mübeşşere’den değil, her bakımdan bir kemal örneğidir.
kaynak:nkfu
Hz. Talha; Aşere-i Mübeşşere (Cennetle Müjdelenmiş On Sahabe) arasında Hz. Peygamber‘in beşinci sırada zikrettiği Talha bin Ubeydullah Kureyş’in Beni Teym bin Murra boyundandır. Künyesi: Ebu Muhammed idi. Bunun ilk kurra (Kur’an-ı Kerim’i kıraat biliminde yöntemlerine uygun okuyanlar) arasında bulunan ve pek dindar olan oğluna nisbetle verildiği söylenir. Hz. Talha İslamiyet’i ilk kabul edenlerdendi. Hicret’te O da Hz. Peygamber’e uyarak Medine’ye göç etmiştir. Hz. Muhammed‘in kendileriyle istişarede (danışmada) bulunduğu ve kendilerine güvendiği arkadaşlarının ön safında idi. Hz. Talha özellikle Uhud Savaşı’ndaki cesaret ve fedakarlığı ile ün yapmıştır. O savaş gününden dönülmek üzere iken Hz. Peygamber‘i kendi vücudunu siper ederek korumaya azmetmiş ve bir kaç kılıç vuruşu ile yaralanmıştır. Diğer savaşlara da katılan Hz. Talha sahabe arasında saygılı ve sözü dinlenen zatlardandı. Rivayet edildiğine göre O ilk iki halife ile ilişkilerinde pek sıcak davranmamıştır. Onlar da bu büyük ve güçlü sahabeye bilemeyeceğimiz sebeplerle olacak ki önemli yönetim mevkilerini tevdi etmiş değillerdir.
Hz. Talha çok cömert bir sahabe idi. Arabistan ve Irak’ta mülkleri olduğu gibi yüklü serveti de vardı. Fakat cömertliği imkanlarıyla orantılı yürütüldüğü için herkes tarafından itibar görür ve zenginliği bir çekiştirme vesilesi olmaz idi. Hz. Talha’nın Hz. Ömer‘in şehadetinden sonra halife olmayı umduğunu bazı müsteşrikler ileri sürmüşse de ne bu hususu ne de Hz. Osman‘ın evinde şehit edilmesini izleyen günlerde aynı arzuyu şiddetle beslediğini ispata yarayacak yeterli kanıt vardır denemez. Hz. Ali‘nin halifeliği ilan edilince önce bunu tanımış sonra Hz. Zübeyr ile birlikte Medine’den Mekke’ye varmış ve Hz. Aişe ile birleşmişlerdir. Üçü birlikte Hz. Talha’nın taraftarlarının çok olduğu Basra’ya hareket etmişlerdir. Burada, bazı teşebbüslerde bulunulmuş, tarihe Cemel Vak’ası (H. 36) diye geçen savaş sonunda hem Talha, hem de Zübeyr hazretleri hayatlarını yitirmişlerdir.
kaynak:nkfu
Hz. Muhammed‘in halasının oğlu olan Zübeyr bin el Avvam bin Huveyled bin’Esed. Aşere-i Mübeşşere’dendir. Annesi Safiyye bint Abdulmuttalib’tir. Hz. Zübeyr’in künyesi Ebu Abdullah idi. Eshabü’ş Şura diye adlandırılan ve Hz. Ömer‘in vefatından önce, şehadeti vuku bulursa yeni halifeyi seçmekle görevlendirdiği altı kişiden biri de O idi.
Zübeyr (R.A.) da 12 yaşında bir çocuk iken İslam’ın nuru ile şereflenmiştir. Amcası onu bir hasıra bağlayıp altında dumanlı ateş yaktığı halde İslam’dan dönmemiş ve “Asla, küfre ebediyyen dönmeyeceğim” diye bağırabilmiştir.
Hz. Zübeyr her iki Hicret’te de (Habeşistan ve Medine) bulunmuştur. Hz. Muhammed halazadesi olan Zübeyr (RA) ‘i çokça severdi. Hz. Osman‘ın da ona geniş bir muhabbeti olduğu ve hatta kendisinden sonra onun halife olmasını arzuladığı hakkında rivayetler mevcuttur: Oğlu ünlü Abdullah bin Zübeyr bir gün babasına niçin az hadis rivayet ettiğini sormuş. O da çok tekrar edilen şu hadis-i şerifi Resulullah’dan duyduğu cevabını vererek gerçek sebebini açıklamıştır. Demiştir ki: “Ben bizzat Hz. Peygamber‘den duydum dedi ki: Her kim söylemediğim bir sözü bana isnad (yükleme) ederse oturağını ateşte hazırlasın”.
Zübeyr bin El-Avvam (RA) ‘in Allah yolunda ilk kılıç kullananlardan biri olduğu da kaynaklarda zikr olunmuştur. Hz. Peygamber’in ona; “Anam babam sana feda olsun” dediği de rivayet edilmektedir. Beni Kurayza gününde hizmeti büyük olmuştur. Yine belirtildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Her Peygamber için bir havari (yardımcı) vardır; benim havarim (yardımcım) da Zübeyr’dir.”
Hz. Zübeyr son derecede güvenilir bir zattı: Hz. Osman, Hz. Mikdad, Hz. İbni Mes’ud, Hz. Abdurrahman İbni Avf vb. gibi tanınmış sahabe kendi mallarının muhafazasını bazen ona tevdi etmişlerdir. Fakat o, gerektiğinde bu gibi saygılı zatların çocuklarını infak (harcamalarını yapıp) görevini yerine getirmiş ama bunu çoğu zaman onların mallarından değil kendi imkanlarından sağlamıştır. Söylendiğine göre Hz. Zübeyr’in bin kadar kölesi vardı. Bunlar ona gelir getiriyorlardı. Ama o, bu paradan tek kuruş harcamıyor, hepsini sadaka olarak fakir fukaraya dağıtıyordu.
Hz. Zübeyr’in katli Cemel Günü vaki olmuştur. Dendiğine göre o sabah Hz. Ali ile karşılaşmışlar Ve Halife’nin ona: “Allah seni sevindirsin Resulullah’ın sen Ali ile vuruşacaksın ve ona karşı zalimsin dediğini hatırladın mı?” sorusunu sormuş o da: “Evet şu ana kadar bu sözü hatırlamadım” cevabını verip yürümüştür. Fakat kötü tali yolda Beni Temim oğullarından Amr bin Cermuz, Vadi Siba’da daha iki kişinin yardımı ile onu arkadan vurup katletmiştir. Hz. Ali‘ye sormuşlar: “Safiyye’nin oğlunu öldüren nereye gidecek?” Cevap kesin olmuştur “Cehenneme”.
kaynak:nkfu
1. Gıyaseddin Keyhüsrev; Anadolu Selçuklu sultanıdır (7-1211).
II. Kılıç Arslan’ın 11 oğlundan en küçüğüdür. Babası düzeni sağladıktan sonra eski Türk töresine uyarak topraklarını oğulları arasında paylaştırdı. Gıyasettin Keyhüsrev’e de Uluborlu ve çevresi verildi. Kütahya’ya kadar uzanan bölgeyi yöneten Gıyasettin, adına para bastırdı ve hutbelerde babasından sonra melik olarak kendi adını okuttu. 3. Haçlı Seferi’ne katılan Alman güçleri, Denizli-Uluborlu arasından geçerken bölgedeki Türkmenlerle birlikte Haçlılar üzerine saldırarak önemli kayıplar verdirdi (1190). Babası Kılıç Arslan Konya’da oğlu Kutbettin Melikşah tarafından etkisiz hale getirilip yetkileri elinden alınınca, I.Gıyasettin Keyhüsrev’e sığındı. Gıyasettin, babasıyla birlikte Konya halkının da yardımıyla kenti ele geçirdi. Kılıç Arslan ölünce veliaht niteliğiyle Anadolu Selçuklu tahtına oturdu (1192). Gıyasettin Keyhüsrev Bizans İmparatoru III. Aleksios Angelos’a (1195-1203) karşı bir sefer düzenledi. Menderes Vadisi’nden pek çok tutsak ve ganimetle döndü. Kardeşi Ruknettin Süleyman, tahtı ele geçirmek amacıyla Konya üzerine yürüdü. I. Gıyasettin barış önerisinde bulundu. Önerisi geri çevrilince tahtı bırakıp kentten ayrıldı (1196). Kardeşlerinden yardım sağlayamadı. Trabzon yoluyla denizden İstanbul’a gitti. Bizans İmparatoru III. Aleksios’un konuğu olarak 1204’te Latinlerin İstanbul’u almasına kadar o yörede kaldı. Ruknettin Süleyman’ın ölümü (1204) üzerine ileri gelenlerce Selçuklu tahtına çağrıldı. Şubat 1205’te ikinci kez Selçuklu tahtına oturdu. Mengücükler, Eyyubiler ve Artuklular gibi başka beylikler bağlılıklarını sürdürdüler. Ticarete önem veren sultan, Karadeniz seferine çıkarak Trabzon Rum İmparatoru Aleksios’u bozguna uğrattı, yolun güvenliğini sağlamak için Antalya üzerine yürüdü ve kenti kuşattı. Kıbrıs’ta yerleşmiş olan Franklar engel olmak istedilerse de Rumlar sultanı kente teslim ettiler (1207), burası Selçuklu Donanmasının üssü oldu. 1209’da Petrus Kalesi ele geçirildi. Tahtını Latinlere kaptıran Bizans İmparatoru III. Aleksios, Antalya’ya kadar gelerek yardım istedi. Selçuklu Ordusu İznik İmparatoru Theodoros Laskaris’in (1204-1222) ordusuyla Alaşehir yakınlarında karşılaştı. Savaşta Rumlar yenildi ve dağıldıysa da Gıyasettin savaş alanında öldürüldü. Sultanın öldüğünü öğrenen Selçuklular bozguna uğradı (1211). Yerine oğlu İzzettin Keykâvus geçti.
kaynak:nkfu
2. Gıyaseddin Keyhüsrev; Anadolu Selçuklu sultanıdır (1222-1246).
I. Alaattin Keykubat’ın büyük oğludur. 1237’de ölünce sağlığında veliaht seçtiği oğlu Kılıç Arslan’ın yerine devlet adamları, komutanların baskısıyla II. Gıyasettin’i Selçuklu tahtına çıkardı (1237). Eyyubilerle olan ilişkilerini siyasal evliliklerle güçlendirdi. Vezir Sadettin Köpek, Kubadabad Sarayı’nda sultanın önünde öldürüldü (1239). Bu arada o dönemin en önemli olaylarından biri olan Babailer Ayaklanması başladı. Türkmen şeyhlerinden Baba İshak, Türkmenler arasında bir veliden çok bir peygamber gibi sayılıyordu. Birleşen Türkmenler karşısında sultan, Konya’da bile kendisini güvenlik içinde saymayarak Kubadabad’a kaçtı. Selçuklu kuvvetleri Baba İshak’ı yakalayıp öldürdülerse de Babailer, Baba İshak’ı bir insanın öldüremeyeceğine inandıklarından ayaklanma sürüp gitti, II. Gıyasettin yaklaşan tehlikeyi önlemek amacıyla Moğollara karşı gönderdiği orduyu geri çağırdı. İki buçuk ay süren bu bunalım 1240 sonbaharında bastırıldı. Babai Ayaklanması, Anadolu Selçuklu Devleti’ni iyice sarstı. Bu durumdan yararlanmak isteyen Moğollar, Doğu Anadolu’ya birkaç kez yağma akınları yaptılar. 1242 kışında Erzurum’u alıp binlerce kişiyi öldürdüler. Çeşitli Müslüman devletlerine asker göndererek desteklediği Selçuklu Ordusu, 1243 yılı temmuz başlarında Kösedağ Savaşı’nda yenildi. Gıyasettin, Tokat yoluyla Konya’ya kaçtı. Kösedağ yenilgisi Anadolu halkının belleğinde uzun yıllar acı bir anı olarak kaldı. Bozgundan sonra Vezir Mühezzibütün Ali değerli armağanlarla Moğol Komutanı Baycu’nun yanına gitti, barış yaptı. Yeni Vezir Şemsettin İsfahani, Tarsus’u kuşattı. Kent düşmek üzereyken Sultan II. Gıyasettin’in ölüm haberi geldi (1246).
kaynak:nkfu
3. Gıyaseddin Keyhüsrev; Anadolu Selçuklu sultanıdır (?-1283).
II. Kılıç Arslan’ın oğludur. 1266’da Moğolların zehirleyerek öldürdükleri babasının yerine Selçuklu tahtına çıkarıldı. Çocuk yaşta olduğu için yönetim Vezir Muinettin Pervane’nin elinde kaldı. Muinettin Pervane, Moğollar karşısında kazandığı zaferlerle bütün İslâm dünyasında saygı uyandıran Memlûk Sultanı Baybars’a karşı Moğollarla işbirliği yaptıysa da daha sonra değişen koşullar yüzünden Memlûk sultanını Anadolu’ya çağırdı ve Moğol varlığına son vermesini istedi. Kahire’den yola çıkan Baybars, Halep’te Ordusunu topladı ve Nisan 1277’de Antep’e indi. Memluklülarla Moğollar, Elbistan Ovası’nda karşılaştılar, Moğollar bozguna uğratıldı. Selçuklu birlikleri de gönüllü olarak Baybars’a katıldı. Moğol Hükümdarı Abaka Han, Selçuklulardan öç almak amacıyla başta Muinettin Pervane olmak üzere birçok din ve devlet adamını öldürttü (1277). Moğol baskısının kasırga gibi estiği bu dönemde Karaman Türkmenleri de Konya’yı ele geçirdiler (1277) ve Alaattin Siyavuş’u Selçuklu sancağıyla Konya’ya getirip tahta çıkardılar. Selçukluların başkadısı Siracettin Mahmut Urmevi, kent halkını Karamanlılara ve Siyavuş’a karşı ayaklanmaya çağırdı. Bu eylem başarı kazandı ve III. Gıyasettin Keyhüsrev ile Sahip Ata Konya’ya döndüler. Burada Alaattin Siyavuş yakalanıp öldürüldü (1279). Abaka Han’dan sonra tahta çıkan Moğol Hükümdarı Ahmet Teküdar, Selçuklu ülkesini Gıyasettin Mesut ile III. Gıyasettin Keyhüsrev arasında paylaştırdı. III. Gıyasettin Keyhüsrev bu bölünmeyi kabul etmedi ve Ahmet Teküdar’ın yanına gitmek üzere yola çıktı. Bu sırada Moğol tahtında değişiklik oldu ve Argun Han başa geçti. Tebriz’de bekleyen Mesut, Kayseri’de ve Konya’da Şubat 1284 başlarında törenle tahta çıktı. Argun Han, III. Gıyasettin’i boğdurttu (1284).
kaynak:nkfu
Gıyaseddin Mesud; Anadolu Selçuklu sultanıdır (?-1308).
Moğollar karşısında taht ve tacını bırakıp İstanbul’a giden II. İzzettin Keykavus’un oğludur. Kırım’a yerleşen II. İzzettin Keykavus ile birlikte Suğdak’ta yetişti. Selçuklu tahtına oturmak umudundaki İzzettin Keykavus oğlu Mesut’u veliaht duyurdu. Babası ölünce (1280) Gıyasettin Mesut, Sinop’a çıktı, Moğol Hükümdarı Abaka Han’ın yanına gitti. Abaka Han ona Anadolu’da bazı kentleri bağışladı. Abaka Han’ın ölümü üzerine tahta çıkan Ahmet Teküdar, Selçuklu topraklarını III. Gıyasettin Keyhüsrev ile Gıyasettin Mesut arasında paylaştırdıysa da, III. Gıyasettin bunu kabul etmedi. Moğol tahtına Argun Han çıkınca, Gıyasettin Mesut’u Selçuklu Sultanı duyurdu. Argun Han’ın desteğiyle Anadolu’ya dönen Gıyasettin Mesut, Şubat 1284’te Anadolu Selçuklu tahtına oturdu. Sultan Mesut, 1286’da Germiyan Türkmenlerini bozguna uğrattı. Moğol baskısı arttı, Sultan Mesut başkaldıran Moğol Komutanı Baltu’nun yanında olduğundan onunla işbirliği yapmakla suçlandı. Sultan Mesut, Baltu’nun yanında istemeyerek kaldığını anlatıp, İlhan’ı inandırdıysa da tahtından indirilip Hemedan’a sürüldü (1296). III. Alaattin Keykubat tahta çıkıncaya kadar Anadolu Selçuklu tahtı 3 yıl boş kaldı. III. Alaattin Keykubat 1301’de Gazan Han tarafından uzaklaştırılınca Sultan Mesut, 1302’de ikinci kez tahta çıktıysa da herhangi bir başarı kazanamadı. Yerine III. Gıyasettin Keyhüsrev‘in oğlu V. Kılıç Arslan geçti.
kaynak:nkfu
Joseph Goebbels; Alman politikacısıdır (Ryeydt 1897-Berlin 1945).
Heidelberg Üniversitesi’nde edebiyat doktorası yaptı (1922). 1924’te girdiği Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ nin çeşitli yayınlarının yönetimini yürüttü. Parti içerisindeki gruplaşma sırasında Hitler’in yanında yer aldı. 1926′ da partisinin Berlin İl Başkanı oldu; Der Angrift (Saldırı) adlı parti dergisini kurup yönetimini üstlendi. 1928’de milletvekili seçildi, aynı zamanda partinin propaganda işleri sorumluluğuna getirildi. Tüm yayın organlarını Hitler’ in söylence kişisi olarak gösterilmesinde araç olarak kullanarak bu görevini ustalıkla yürüttü. 1933’te partisi yönetime gelince Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı’na getirildi. Ayrıca Kültür Dairesi’nin de sorumluluğunu üstlendi. Parti politikasının kitlelere benimsetilmesi ve günlük yaşamın Nazi görüşleri doğrultusunda biçimlendirilmesi için her türlü yola başvurdu. Sanatı, eğitimi ve yayın hizmetlerini sıkı bir denetim altına aldı. 1938’de bir bakanın öldürülmesi üzerine başlattığı yoğun kampanyayla Yahudileri toplama kamplarına gönderdi. 1943’teki Stalingrad yenilgisi üzerine hızlı bir propaganda kampanyası açtı. 1944’te Hitler tarafından topyekun savaşı yönetmekle görevlendirildi. Yenilginin kesinleşmesi üzerine Hitler’in Alman halkının tümden yok edilmesi görüşünü benimsedi, Hitler’in vasiyetnamesinde Reich’a başbakan adayı olarak gösterdiği Goebbels, Hitler’e olan bağlılığını onun ölümünün hemen ardından ailesiyle birlikte zehir içip intihar ederek kanıtladı.
Başlıca eserleri: Das Bucuh İsidor (İsidor’un Kitabı) 1928, Kampft um Berlin (Berlin Uğruna Kavga) 1932. Vom Kaiserhof zur Reichskanzleri (Kaiserhorf’tan Reich Şansöliyeliğine) 1934, Tagebücher 1942-1943, (1942-1943 günlüğü).
kaynak:nkfu
Mihail Gorbaçov; Sovyet devlet adamıdır (Stavropol/Privolnoye 1931).
Bir Rus köylüsünün oğludur. 1946-1950 arasında bir makine-traktör istasyonunda çalıştı. Daha sonra Moskova Üniversitesi’nde hukuk, Stavropol’da tarım mühendisliği öğrenimi gördü. 1952’de girdiği Komünist Parti’de hızla yükseldi; Stavropol Kenti parti başkanlığı, bölge komitesi birinci sekreterliği (1970-1978), Yüksek Sovyet üyeliği (1970), Merkez Komitesi üyeliği (1971), Tarımdan Sorumlu Merkez Komitesi Sekreterliği (1978), Politbüro üyeliği (1979). Özellikle Suslov ve Yuri Andropov’un desteğini kazandı. Andropov’un ölümünden sonra (1984) Parti Başkanı Çernenko’nun ardından en önemli parti görevlisi konumuna yükseldi. Andropov’un yerine geçen Çernenko’nun 10 Mart 1985’te ölmesinden birkaç saat sonra Dışişleri Bakanı Gromiko’nun önerisiyle Komünist Partisi Genel Sekreterliği’ne seçildi. Gorbaçov dış politika alanında silahsızlanma, barışın güvence altına alınması ve yanyana birlikte varolma (koeksistenz) politikasının gereğini vurguladı. Ekonomik alanda “Yeniden Onarım” planını yürürlüğe koydu. Tarım ve endüstride emek üretkenliğini artırmayı ve halkın yaşam düzeyini yükseltmeyi amaçladı. İç politikada kökten değişikliklere gitti, üst düzey yöneticilerini genç bürokratlarla değiştirdi. 28 yıl dışişleri bakanlığını yürüten Gromiko, devlet başkanlığına getirildi, hükümet başkanı Tikonov emekliye ayrıldı. 1985’in son aylarında ABD Başkanı Ronald Reagan ile Cenevre’de bir zirve görüşmesi gerçekleştirerek iki ülke arasındaki bazı sorunlarla dünyaya ilişkin çeşitli konuları ele aldı. Bu zirveyi, Reykjavik (Ekim 1986), Washington (Aralık 1987) buluşmaları izledi. 1986’da Komünist Parti’nin 17. Kongresi’nde ağırlığını kanıtladı. Aynı yıl mayıs ayında SSCB dış politikasını devlet başkanlığı denetiminden kurtararak Komünist Parti Sekreterliği etkisine girmesini sağladı. Haziran 1987’de, reformlarını Yüksek Sovyet’te oybirliğiyle onaylattı. Buna göre, politikanın temelini, toplum katmanlarında gerekli gördüğü değişimler için perestroyka (yeniden yapılanma) ve yönetimde açlık glastnot oluşturacaktı. Görüşlerini, aynı yıl yayımladığı Perestroyka (Yeniden Yapılanma) adlı eserinde anlattı. SSCB askerlerinin Afganistan’dan çekilmesi konusunda bir takvim belirledi ve bunu zamanında gerçekleştirdi. (Mayıs 1988-Şubat 1989). Ekim 1988′ de Parti Merkez Komitesi, olağanüstü toplantısında, A. Gromiko’nun yerine, devlet başkanlığı görevini de üstlendi. İç politikada, gerek tutucuların, gerekse liberallerin sert eleştirilerine karşın, gücünü aşama aşama artırdı. İ. Ligaçev dışında, Politbüro’daki tüm tutucu üyeleri tasfiye etti (Nisan, Ekim 1989). Halk Temsilcileri Kongresi tarafından, % 95 gibi ezici bir çoğunlukla devlet başkam seçildi (Mayıs 1989). Doğu Avrupa ülkelerindeki rejimlerin değişiminde öncü rol oynadı. İki Almanya’nın birleşmesinde, yapıcı bir tutum izledi. 1989 yılı boyunca, batı ülkelerine bir dizi gezide bulunurken, 30 yıl aradan sonra Çin’i ziyaret eden ilk Sovyet lideri oldu (Mart 1989). Aralık 1989’da, ABD’nin yeni Başkanı G. Bush ile Malta Zirvesi’nde bir araya gelerek ABD-SSCB ilişkilerini, dünya barışı konularını görüştüler. ABD’yi ikinci ziyaretinde (Haziran) Bush yönetiminin desteğini sağladı. Irak’ın, Kuveyt’i işgali (Ağustos 1990) üzerine, BM Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin yanında yer aldı, ambargo kararına katıldı. G. Bush ile Helsinki’de durum değerlendirmesi yaparak, Irak’ın koşulsuz çekilmesi konusunda anlaştılar (9 Eylül 1990). Glastnost ve perestrdyka politikaları doğrultusunda Sovyet cumhuriyetlerinde başlayan ve gittikçe güçlenen bağımsızlık ve milliyetçilik akımları otoritesini sarsmaya başladı. Özellikle Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı B. Yeltsin’in muhalefeti karşısında yıprandı. Baltık cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının Batılı devletlerce tanınması (Ağustos 1991), açmazını daha da büyüttü. Tatilini Kırım’da geçirirken karşılaştığı darbe girişimi, Dünya ve Sovyet kamuoyunda büyük tepki görünce sonuçsuz kaldı (19 Ağustos). SSCB Komünist Parti genel sekreterliğinden ayrıldı (31 Ağustos). Cumhuriyetleri bir arada tutma çabası sonuçsuz kaldı. Alma-Ata Bildirgesinin imzalanmasının (21 Aralık 1991) ardından tüm resmi sıfatlarını bırakmak zorunda kaldı (26 Aralık ). Böylece 74 yıllık SSCB tarihe karıştı.
kaynak:nkfu
Hermann Göring; Alman askeri ve politikacısıdır (Rosenheim 1893-Nürnberg 1946).
Birinci Dünya Savaşı’ndan pilot olarak büyük başarı kazandı. 1920’de ordudan ayrıldı. 1922′ de Nazi partisine girdi. SA (Çarpışma Grubu) şefi oldu. Yakın arkadaşı Hitler’in 1923’teki darbe girişiminde ağır yaralandı. 1927’ye kadar ülke dışında yaşadı. 1929’da milletvekili olarak meclise girdi. 1932-1933 arasında Reichstag (Meclis) Başkanlığı yaptı. Ocak 1933’ten başlayarak nasyonal sosyalist yönetimin kuruluş ve güçlendirilmesinde anahtar kişi durumuna geldi. Hitler’in hükümeti oluşturulması yönündeki görüşmelerde önemli rol oynadı (Ocak-Nisan 1933). Aynı yıl Prusya Başbakanı, Reich Havacılık Komiseri ve aynı zamanda Prusya İçişleri Bakanı oldu. Prusya’da Gizli Devlet Polisi’ni (Gestapo) kurdu. Yönetim karşıtlarım, özellikle sosyal demokrat ve komünistleri kovuşturdu, basın organlarını yasakladı ve ilk toplama kamplarını oluşturdu.
1934’te Kuzey Almanya’daki S A yönetimini temizleme hareketinde etkin oldu. Havacılık Bakanı (1934-1935) olarak Alman Hava Kuvvetleri’nin dirilmesi için büyük çaba harcadı. 1936-1939’da Hitler tarafından dört yıllık planın gerçekleştirilmesiyle görevlendirildi. 1938’de feldmareşalliğe yükseltildi. 1939’da Hitler tarafından Reich Savunma Konseyi Başkanlığı’na getirildi. 1940’ta, Reich mareşali unvanını aldı. Savaş sırasında yetkilerini yalnızca yabancı emek gücünü sömürmekle topladığı sanat eserlerinden özel koleksiyonlar oluşturdu. Yönetim işlerini ele alma girişimini Hitler onu partiden ve görevlerinden uzaklaştırarak yanıtladı (Nisan 1945). 1946’da Nürnberg Uluslararası Mahkemesi tarafından savaş suçlusu olarak ölüm cezasına çarptırıldı, cezası yerine getirilmeden kısa süre önce zehir içerek yaşamına son verdi.
kaynak:nkfu
Andrey Gromiko; Sovyet devlet adamıdır (Gomel/günümüzde Starye Gromyki 1909-Moskova 1989).
1931’de Minsk Tarım Enstitüsü’ nü bitirdi. Aynı yıl Komünist Partisi’ne girdi. 1931-1936 arasında Moskova’da ekonomi-politik öğrenimi gördü ve yüksek lisans yaptı. 1939’dan başlayarak diplomasi görevleri üstlendi; Washington’da büyükelçilik danışmanlığı (1939-1943) ve büyükelçilik (1934-1946), Birleşmiş Milletler’de SSCB daimi temsilciliği (1946-1948), Londra Büyükelçiliği (1952-1953). Bir süre Dışişleri Bakan Yardımcılığı’nı da (1948-1952; 1953-1957) yürüttü. 1957′ de Şepilov’un yerine Dışişleri Bakanlığı’na getirildi. Sovyetler Birliği parti ve devlet yönetiminin dış politikasını kararlı biçimde temsil ederek dış siyasette kendi ağırlığını koydu. 1973’te Politbüro üyeliğine seçildi. 1970li yılların ortalarında silahsızlanmayı ve silahlanmanın denetimini politik etkinliklerinin odak noktası yaptı. 1979-1983 arasında Batı Avrupa’ya orta menzilli nükleer silahların yerleştirilmesini önlemeye çalıştı. 1983’te, Dışişleri Bakanlığı’na ek olarak başbakan yardımcılığını da üstlendi. 2 Temmuz 1985’te Gorbaçov‘un önerisiyle, simgesel bir görev olan Yüksek Sovyet Prezidyumu Başkanlığı’na (Devlet Başkanlığı’na) seçildi. Eylül 1988’de, sağlık nedeniyle tüm resmi görevlerinden ayrıldı. Özyaşamöyküsü, ölümünden kısa süre sonra yayımlandı: Memories (Anılar). 28 yılı aşkın görev süresiyle dünyanın en kıdemli dışişleri bakanı olan Gromiko, başarılarından dolayı 7 kez Lenin Madalyası ile onurlandırıldı.
kaynak:nkfu
Gudea; Sümer kent devletlerinden Lagaş’m beyidir.
İÖ yaklaşık 2144-2124 arasında hüküm sürdü. Akkat İmparatorluğunun yıkılmasından (İÖ 2198) sonraki Yeni Sümer döneminde yaşadı. Lagaş site (kent) devletini egemen güç ve Sümer metropolü durumuna getiren Gudea; Ur, Nippur, Adab, Uruk, Badtibira kentlerine de egemen oldu. Onun döneminde, Lagaş bir ticaret merkezi olarak eski önemini yeniden kazandı. Akkat işgalinden önceki Sümer kültürü yeniden canlandırıldı. Özellikle Sümer Edebiyatı büyük gelişme gösterdi. Günümüze Gudea’nın görkemli döneminden birçok çiviyazılı belge, silindir mühür, heykel ve tapınak kaldı. Bunlar arasında Gudea’yı ayakta ya da oturur durumda ve çoğunlukla dua ederken, gösteren 15 kadar heykel ünlüdür. 12 tanesi Louvre Müzesi’nde bulunan ve koyu yeşil dioritten oyulan heykeller, Sümer Rönesansı üslubunda yapılmıştır.
kaynak:nkfu
Hatçepsut; 18. Sülale’den Mısır kraliçesidir (İÖ 1490-1468 arasında hüküm sürdü).
Firavun I. Tutmosis ile Kraliçe Ahmose’nin kızı, baba bir kardeşi II. Tutmosis’in karısıydı. 1494-1490 arasında hüküm süren kocası II. Tutmosis’in ölümü üzerine Mısır tahtına çıkarılan üvey oğlu III. Tutmosis’e naiplik yaptı (1490-1488). 1488’de kendini kraliçe ilan etti. Barışçı bir politika izledi. Dış politikasının odak noktasını kültürel ve ekonomik değiş tokuş oluşturdu. Tüm ülkede Hyksoslar döneminin yol açtığı zararları gidermeye çalıştı, büyük bir yapı etkinliğine girişti. Tanrı Amon’un Karnak’taki tapınağına granitten dev boyutlu iki obelisk (dikili taş) diktirdi. Teb Kenti yakınlarında Deyr el-Bahri’de kaya içine oydurarak bir tapınak yaptırdı. Kendi adıyla anılan bu tapınaktaki kabartmalarda güllük ülkesi Punt ile Mısır arasında onun yeniden başlattığı geleneksel ticaret ayrıntılı biçimde betimlenmiştir. Bu kabartmaların yanı sıra kraliçenin ve devlet görevlilerinin günümüze gelebilen çok sayıdaki heykeli, 18. Sülale’nin zarif üslubunun yetkin örneklerinden sayılır. 1468’de mutlak hükümdarlığını ilan eden III. Tutmosis tarafından öldürüldüğü sanılır.
kaynak:nkfu
Hafız Ahmet Paşa; Osmanlı sadrazamıdır. (Filibe 1564-İstanbul 1632).
Babası müezzin olduğu için Müezzinzade diye de anılır. Enderun‘da eğitim gördü. Doğancıbaşılıktan 1608’de kaptanıderya olarak saraydan çıktı. Ertesi yıl Mısır hazinesini getiren gemileri Venedikliler ele geçirince Şam Beylerbeyiliği ile görevinden uzaklaştırıldı. Şam’da ayaklanan Dürzilere boyun eğdirdi. Erzurum (1618) ve Diyarbekir Beylerbeyi oldu. Bekir Subaşı’nın Bağdat’taki ayaklanmasını bastırmakla görevlendirildi. Bağdat’ı kuşattıysa da, güçlü İran Ordusu’nun yaklaşması üzerine Bekir Subaşı’ya valilik vererek geri çekildi. Bekir Subaşı’nın ihaneti üzerine İranlılar Bağdat’ı ele geçirdiler. 29 Ocak 1625 günü sadrazamlığa getirildi. Bağdat üzerine yürüdü, kenti kuşattıysa da ele geçiremedi (3 Temmuz 1626). Recep Paşa sarayında yapılan bir toplantıda alman bir kararla Hafız Ahmet Paşa görevinden uzaklaştırıldı. Yerine Recep Paşa sadrazam oldu (2 Ocak 1627). Hafız Ahmet Paşa, Sultan IV. Murat‘ın kız kardeşlerinden Ayşe Sultan ile evlenerek Osmanlı Hanedanı’na damat oldu. Bir süre ikinci vezir olarak çalıştıktan sonra, 26 Ekim 1631’ de ikinci kez sadrazamlığa getirildi. Onu çekemeyen Recep Paşa, yeniçerileri kışkırtarak olaylar çıkardı. Askerin At Meydanı’nda toplanmalarını sağlayan Recep Paşa, Hafız Ahmet Paşa ile bazı görevlilerin kendilerine verilmesini istetti. Divana gitmekten çekinmeyen Hafız Ahmet Paşa’ya zorbalar saldırdı. Onlardan kurtularak padişahın huzuruna çıkan paşa, mührü teslim etti, zorbaların yatışmayacağını anlayınca, çok sevdiği Sultan IV. Murat‘ı kurtarmak için büyük bir yüreklilikle zorbaların üzerine atıldı, parçalanarak öldürüldü (10 Şubat 1632).
kaynak:nkfu
Hafız Esat; Suriyeli asker ve devlet adamıdır (Kardaha 1929 – 10 Haziran 2000, Şam).
1949’da Sosyalist Arap Doğuş Partisi’ne (BAAS) girdi. Hava Harp Okulu’nu bitirdi, askeri pilot oldu (1955). Mısır ile Suriye’nin Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni (BAC) kurması (1958) üzerine Mısır’a gitti. Suriye’nin BAC’dan 1961’de çekilmesiyle ülkesine döndü. Ordudan uzaklaştırıldı. BAAS’çıları yönetime getiren darbede yer aldı (1963). Binbaşı rütbesiyle yeniden orduya döndü. 1965’te general oldu. 1966’da BAAS’ ın radikal kanadı ile darbeyle iktidarı ele geçirince Savunma Bakanlığı’na getirildi. Hava Kuvvetleri Komutanlığını da üstlendi. Kasım 1970’te bir darbeyle yönetime el koydu. Önce Hükümet Başkanı, Mart 1971’de Devlet Başkanı ve BAAS Genel Sekreteri oldu. Eylül 1971’de Mısır ve Libya ile birlikte bir federasyon oluşturdu. İçteyse 1972’de Ulusal İlerleme Cephesi oluşturarak ülkedeki sol örgütleri bir araya topladı. 1973’te Mısır ile birlikte İsrail’e savaş açtı. 1976’da Lübnan’da süregelen karışıklıklara “Arap Barış Birliği” adıyla müdahale etti ve Lübnan’ın kuzey kesimlerini Suriye’nin denetimine aldı. 1978’de devlet başkanlığıma, 1980’de BAAS Genel Sekreterliğine yeniden seçildi. 1981’de, ülkesindeki iç karışıklıklar, özellikle Müslüman Kardeşler Örgütü ile uğraştı. 1983’te, FKÖ’nün İsrail müdahalesiyle Lübnan’dan ayrılmasıyla FKÖ ile anlaşmazlığa düştü. Suriye’yi Ortadoğu politikasında etkin bir konuma getirmeye çalıştı. Mart 1985’te, üçüncü kez devlet başkanı seçildi. Lübnan sorununun çözümünde, Suriye’yi anahtar ülke konumuna getirdi. 1986’da İran-Irak Savaşı’nda İran’ın yanında yer almayı sürdürdü. Bağımsız Filistin Devleti’nin kuruluşuna (Kasım 1988) tavır almakla birlikte, Arap dünyası ve SSCB baskısıyla, Y. Arafat ile yeniden diyalog kurdu; Mısır’ın Arap Birliği’ne yeniden alınmasını onaylamak zorunda kaldı (Mayıs 1989). Irak’ın Kuveyt’i işgaline (Ağustos 1990) karşı çıktı. BM kararlarına ve ekonomik ambargoya katıldı. 1992’de bir kez daha devlet başkanı seçildi. 1999’da dördüncü kez daha devlet başkanlığına seçildi. 2000 yılında akciğer kanserinden öldü.
kaynak:nkfu
Haile Selassie; Etiyopya imparatorudur (Harar 1892 – Addis Abeba 1975).
Asıl adı: Tafari Makonnen. Fransız Cizvitlerinin gözetiminde yetişti. 1910’da babasının ardılı olarak Harar valisi atandı. 1913’te İmparator Menelik ölünce ardılı olan torunu Lij Yasu, Müslümanlıkla ilgilenerek Etiyopya’nın Hristiyan çoğunluğuna ters düşünce Hıristiyan önderlerin desteğini de sağlayan Tafari, 1916’da Yasu’yu devirdi ve Menilik’in kızı Zauditu imparatoriçe olarak taç giyerken o da tahtın naibi ve mirasçısı duyuruldu. Birkaç ayaklanmayı bastırıp kendi asker gücünü kurarak etki alanını genişletti. Okullar açtı ve Etiyopyalı genç öğrencilerin öğrenim için Avrupa’ya göndermeye dayalı bir eğitim programı başlattı. 1923’te Etiyopya’nın Milletler Cemiyeti’ne alınmasını sağladı. 1924’te köleliği kaldırdı. 1928’de “negüs” (kral) unvanını aldı, 1930’da İmparatoriçe Zauditu ölünce, Haile Selassie (Kutsal Üçlemenin Gücü) adıyla imparator olarak taç giydi. “Yahuda Aslanı”, “Tanrı’nın seçkin kulu”, “Etiyopya’nın Krallar Kralı” gibi unvanlar da kullandı. 1931’de gelenek dışı bir tutumla Etiyopya’ya iki meclisi bir parlamento sağlayan bir anayasa kazandırdıysa da, temel yetkileri elinde tuttu. 1935’te Etiyopya’nın İtalyanlar tarafından işgal edilmesi üzerine 1936′ da İngiltere’ye gitti. İkinci Dünya Savaşı başladıktan sonra 1940’ta Sudan’a gitti. İngilizlerle birlikte İtalyanlara karşı Etiyopya Seferi’ni düzenledi ve İtalyanların yenilgisi üzerine 1941’de Addis Abeba’ya döndü. İmparator olarak yeniden işbaşına geçtikten sonra 1942 ve 1944’te büyük toprak reformlarını kapsayan programlar başlattı. Taç giyme töreninin 25. yıldönümü olan 1955’te anayasayı ergin yurttaşlarına oy kullanmı hakkı tanıyacak biçimde değiştirdi. 1960’ta bir ziyaret amacıyla Brezilya’da bulunurken saray muhafızlarının darbe girişimi, kendisine bağlı birlikler tarafından bastırıldı. 1963’te Addis Abeba’da kurulan Afrika Birliği Örgütü’nün oluşmasında önemli rol oynadı. İşsizlik, enflasyon ve açlık 1974’te ordunun karşıt bir kanadının yönetime el koymasına yol açtı. Tahtından indirildi, ertesi yıl gözetim altında tutulduğu evde öldü.
kaynak:nkfu
2. Hasan; Fas kralıdır (Rabat 1929 – 23 Temmuz 1999).
V. Muhammet’in büyük oğludur. Rabat’ taki Kraliyet Koleji’nde öğrenim gördü. Babası V. Muhammet 1953’te Fransa’dan bağımsızlık isteyince, kral ailesi Korsika Adası’na sürgüne gönderildi. Babasının Fransızlar tarafından yeniden Fas sultanı olarak tanınmasından ve Fas’ın bağımsızlığından (Mart 1956) sonra Fas’a dönen II. Hasan, 1956’da Silahlı Kuvvetler Komutanlığı’na getirildi. Temmuz 1957’de veliahtlığı açıklandı. Savunma Bakanı olarak hükümette görev aldı. 1960’ta babasının kurduğu hükümette başbakan yardımcılığına getirildi. Babasının ölümü üzerine 20 Şubat 1961’de II. Hasan adıyla tahta çıktı. 1962’de yeni bir liberal anayasa hazırlattı. 1965 Martında Casablanca’da baş gösteren ayaklanmalar üzerine sıkıyönetim parlamentoyu kapattı. 1970’te olağanüstü hal uygulanmasını kaldırttı.
Yeni bir anayasayı halkoyuna benimsetti (1972). Halk Güçleri Ulusal Birliği’nin (UNFP) karşı çıkmasıyla genel seçimleri gerçekleştiremedi. Bu arada Harp Okulu öğrencilerinin sarayı basmalarına karşın sağ olarak kurtuldu ve Fransa’ya gitti. Fransa’dan ülkesine dönerken uçağına Fas Hava Kuvvetleri uçakları ateş açınca ordunun yönetimini üstlendi. Batı Sahra’nın Fas’a katılmasını sağlamak için 1975’te “Yeşil Yürüyüş”ü düzenledi. 1976’da önce yerel seçimleri, 1977’de genel seçimleri gerçekleştirdi. UNFP dışındaki partileri bir araya getirerek Ulusal Güvenlik Kongresi’ni kurdu (1979). Ardı arkası gelmeyen Polisario gerillalarının verdiği zararlardan kurtulmak için 1980’de hükümeti yeni seçimlere kadar dağıttı. Cezayir ile süren gerginlik karşısında 1985’te Libya ile bir konfederasyon kurma tasarısını halkoyuna benimsettiyse de girişim sonuçsuz kaldı. Afrika Birliği ile Arap Birliği kurulmasından yana yoğun çaba harcadı, 1974 ve 1984’te İslâm Zirve Konferansının da Fas’ta toplanmasını sağladı. Ağustos 1989’da Batı Sahra’yı tanımak zorunda kaldı.BM’nin Libya’ya ambargo yaptırımı uygulamasıyla ilgili olarak arabuluculuk girişiminde bulundu (Nisan 1992).
kaynak:nkfu
Rutherford Birchard Hayes; Amerika Birleşik Devletleri’nin 19. başkanıdır (Ohio/Delaware 1822 – Ohio/Fremont 1893).
Kenyon College Harvard Hukuk Okulu’nda öğrenim gördü. Avukatlığı sırasında Zencilerin davalarını üstlenerek dikkati çekti (1861-1865). Cumhuriyetçi Parti’ye üye olarak kongre üyeliği (1868-1872) ve Ohio valiliği (1868-1872, 1867-1877) yaptı. 1877 Seçimleri’nde Demokrat Parti adayı Tilden’e (1814-1866) karşı yitirdiği açıklandıysa da, komisyonun bazı eyaletlerde yolsuzluk yapıldığını ortaya çıkarması sonucu ilk kez seçim komisyonunun kararıyla ABD’nin 19. devlet başkanı ilan edildi. Kuzey-Güney Savaşı’nın izlerini silmeye çalıştı. Buna karşın demiryolu işçilerinin grevi zor kullanarak bastırdı. Tarım ağırlıklı ekonominin ağır bastığı batı ve güney eyaletlerine karşı ağırlıkta olduğu doğu eyaletlerinin yanında yer aldı. Partisinin ekonomik anlayışıyla ters düştü. 1881’de yeniden seçilemedi.
kaynak:nkfu
Hezarpare Ahmet Paşa; Osmanlı sadrazamıdır (İstanbul ? – ay. y. 1648).
Sadrazam Kara Mustafa Paşa’ nın yanında çalıştı, bir süre tezkireciliğini yaptı. 1646’da sipahi bölüğü ağalığına getirildi. Aynı yıl vezir rütbesiyle defterdar oldu, 1647’de Sadaret Kaymakamlığına atandı. Görevde kaldığı on ay içinde Girit Savaşı aralıksız sürdü. Sadaretinin yedinci günü, cephane ve asker gönderdiği Girit’te Deli Hüseyin Paşa zaferler kazandı. Venediklilerle Dalmaçya kıyılarında savaşlar sürdürüldü. Venedik Donanması’nın Çanakkale Boğazı’nı kapatması onun zamanına rastlar. Padişahın amber ve samur merakı yüzünden, onu bu yolda elde etmeyi başardı, samur ve amber vergisi adlı bir vergi çıkardıysa da, ocak ağalan, ilmiye önde gelenleri, esnaf ve halk, sadrazama karşı cephe aldılar. Kara Murat Ağa, Fatih Camisi’ ne topladığı yeniçeri ileri gelenleriyle ulemayı sadrazama karşı kışkırttı. Çağırıldığı toplantıya gelmeyen sadrazam, padişahın desteğine karşın yakalanarak öldürüldü. Sultanahmet Meydanı’na kadar sürüklenen şişman vücudu, ayaklananlarca parça parça edildiğinden bin parça anlamına gelen “Hezârpare” diye anıldı.
kaynak:nkfu
Pargalı İbrahim Paşa; Osmanlı sadrazamıdır (Epir/Parga 1495 – İstanbul 1536).
Makbul Damat, Maktul, Pargalı diye de anılır. Kefe sancakbeyi Şehzade Süleyman’ın (Kanuni) yanında onunla birlikte büyüdü, Türkçeyi öğrendi. Türk adetlerini benimsedi, Türkçeden başka Farsça, Arapça, batı dillerinden de İtalyanca, Hırvatça ve Rumcayı biliyordu. Zekâsı ve bilgisi ile Şehzade Süleyman’ın ilgisini ve dostluğunu kazandı. Süleyman tahta çıkmak için İstanbul’a gelirken onu da yanında getirdi. Birçok devlet kademesini birden aşarak, Hasodabaşılığa atandı, üç yıl sonra da sadrazamlığa getirildi (27 Haziran 1523). 28 yaşında olan sadrazama ek olarak Rumeli Beylerbeyliği de verildi. Sadrazamlığının dokuzuncu ayında Kanuni Sultan Süleyman‘ın kız kardeşi Hatice Sultan ile evlenerek Osmanlı soyuna damat olduktan sonra, ayaklanan Ahmet Paşa’yı sindirmek için Mısır’a gittiyse de oraya varamadan, ayaklanma bastırıldı. Ahmet Paşa öldürtüldü. İbrahim Paşa, 1526’da Mohaç Seferi‘nin hazırlıklarım tamamladı, Sofya’dan başlayarak ordunun öncülüğünü yaptı, düzeni sağladı, stratejiyi belirledi. Zaferden sonra Budin’e girdi, ganimetlerle birlikte, burada bulunan heykelleri de İstanbul’a getirtti. Ertesi yıl Anadolu’da Kalender Şah’ın ayaklanmasını bastırdı. Padişahın Viyana üzerine düşündüğü seferin hazırlıklarını yürüttü. 1532’deki Alaman Seferi’ne padişahın yanında katıldı. Graz Kenti’ ne ilerleyen Osmanlı Ordusu, Almanya içlerine kadar akınlarda bulunduktan sonra geri döndü. Safevilerin doğu sınırlarındaki saldırıları üzerine, padişah sefere karar verince, İbrahim Paşa serasker olarak 6 Nisan 1534 günü Halep ve Diyarbakır’a hareket etti. Safevi hükümdarının barış isteğini kabul etmeyen padişah, ertesi yıl sefere çıkarak Diyarbakır’da kışlayan orduyla birlikte, 28 Haziran 1535 günü Tebriz’e girdi. Bu arada, İbrahim Paşa dönemin ünlü defterdarı İskender Çelebi ile anlaşmazlığa düştü ve İran’daki fetihlerden sonra Bağdat alındığında İskender Çelebi‘nin ortadan kaldırılması için padişahtan ferman aldı. Padişah ve orduyla birlikte Bağdat’tan Tebriz’e gelen İbrahim Paşa, sefer sırasında padişahın hoşuna gitmeyecek bazı hareketlerde bulundu. Aslında İskender Çelebi‘nin öldürtülüşü padişahı kendisinden soğutmuştu. Önceki vezirlerden hiçbirisinin erişemediği ün ve onurun doruğuna yükselen, yetenek ve gücüyle de Osmanlı Devleti’nin genel gidişini etkileyen Makbûl İbrahim Paşa, 15 Mart 1536 gecesi boğdurularak öldürüldü, cenazesi de gece kaldırıldı. Öldürülmesinin nedenleri, alçakgönüllülüğü bırakarak gurura kapılması, padişahlara özgü unvanlar kullanması, Sultan İbrahim diye fermanlar çıkarması, Irakeyn Seferi sırasında fazla harcama yapması ve hazineyi zarara sokması gösterilir.
kaynak:nkfu
Suharto;Endonezyalı asker ve devlet adamıdır (Cava/Kemusu Argamulja 1921 – 27 Ocak 2008).
Hollanda sömürge ordusuna katılarak Gombong’daki askeri akademiye girdi. 1942’de Doğu Hint Adaları’nın Japonlarca işgali sırasında kurulan savunma birliklerine katıldı. 1945′ te milliyetçi hareketin önderi Sukarno, Endonezya’nın bağımsızlığını ilan etti. 1948’deki komünist ayaklanmanın bastırılmasını sağlayan Suharto, hızla yükselerek 1961’de tümgeneralliğe ve başkomutanlığa getirildi. ABD yanlısı generallerin darbe yapacakları söylentisi üzerine Sukarno’nun komutanlarından General Untung bir darbe yaparak altı generali öldürttü. Kaçarak kurtulan Suharto, karşı darbe düzenleyerek duruma egemen oldu, ardından da büyük bir komünist katliamına girişti. 1967’de Suharto tüm yetkileri ve başkanlığı Sukarno’dan aldı. Ertesi yıl için başkan seçildi. Hollanda, ABD ve İngilizlere ait olan şirketleri sahiplerine verdi, Endonezya’nın yeniden Birleşmiş Milletler’e katılmasını sağladı. 1973 Seçimleri’nde yine başkan seçildi. Yönetim yanlısı Golkar’ın (Sekber Golngan Karya-İşlevsel Gruplar Birleşik Sekreterliği) desteğiyle görev süresi üç kez (1978, 1983, 1988) uzatıldı. 1983’ten itibaren devleti bir askeri konseyle yönetmeyi sürdürdü. 1988 ve 1992 seçimlerini de kazanarak iktidarını sürdürdü.
kaynak:nkfu
Sukarno;Endonezyalı devlet adamıdır (Cava/Surabaja 1901 – Cakarta 1970).
1926’da Bandung Teknik Koleji’nden mezun oldu. Aynı yıl kurmuş olduğu Bandung İnceleme Kulübü’nü ertesi yıl Endonezya Milliyetçi Partisi’ ne dönüştürdü. Ardından bağımsızlık savaşı veren grupları birleştirmeye çalıştı. 1929’da Hollandalı yöneticiler tarafından tutuklandı. 1942’de Japonların Doğu Hint Adaları’nı işgali sırasında serbest bırakıldı. Japonlarla işbirliği yaptı ve Putera (Pusat Tenega Rakjat -Halk Gücünün Merkezi) adıyla bir örgüt oluşturdu. 1945’te Japonların savaşı yitireceklerini anlayınca onların desteğinden umudu kesip geçici bir anayasa ile temel ideolojilerini belirleyip Endonezya’nın bağımsızlığını ilan etti ve Endonezya Cumhuriyeti’nin ilk başkanı oldu. 1949’da Den Haag’ta yapılan toplantıda kabul etti. 1955 Seçimlerinde yeniden başkan seçildi. Batı liberal demokrasisinin Endonezya koşullarına uymadığı gerekçesiyle Endonezya koşullarına göre geliştirdiği sistemde, parlamentoda öteki partilerden başka işçi, köylü, aydın, kadın, gençlik, dinsel örgütlerinin temsilcilerinin oluşturacağı ulusal konsey bu demokratik ilkelerin uygulayıcısı olacaktı. 1957’de ayrılıkçı Masjumi Partisiy, Sukarno’ya suikast düzenledi ve otoriter rejimi protesto gösterileri yapıldı. 1960’ta çıkardığı kararnameyle kendisine sınırsız yetkiler tanıdı. 1963’te Halk Danışma Konseyi kendisine “devrimin büyük önderi” unvanını verip yaşam boyu başkanlığa atadı. 1965′ te Endonezya, Birleşmiş Milletler’den ayrıldı. Aynı yıl ülke ekonomisi büyük bir bunalıma girdi. Tüm yabancı sermayeleri kamulaştırdı ve Uluslararası Para Fonu’ndan ayrıldı. 1958-1965 arasında enflasyon % 650’ye çıktı, yaşam pahalılığı 360 kat arttı. Sukarno’ nun komutanlarından Untung, 1965’te darbe yaparak karşıt generalleri öldürttü. Sukarno’ya muhalif olan generallerden Suharto kaçmayı başardı ve karşı darbe düzenleyerek yönetimi ele geçirdi. 1967’de Sukarno başkanlık görevinden resmen ayrılarak yerini Suharto‘ya bırakmak zorunda kaldı ve ölümüne kadar gözaltında tutuldu.
kaynak:nkfu
Hong Kong’da tıp öğrenimi gördü. (1879-1884). Öğrencilik yıllarından başlayarak Çin ‘in yabancı egemenliğinden kurtulması ve kalkınması için verilecek bağımsızlık mücadelesinin yılmaz bir savunucusu oldu. Çin’in Yeniden Doğuşu İçin Birlik Örgütü’nü kurdu (1894). Kanton’da Mançu Hanedanı’nı devirmeye yönelik ayaklanma planının açığa çıkarılması üzerine yurt dışına kaçtı (1895). Bu örgüt daha sonra (1912), Guomingdang (Kuomintang -KMT) ya da Ulusal Halk Partisi adını aldı ve onun 1905’te belirlediği “üç ilke”yi benimsedi. 1911’e kadar Çin Hindi ve Avrupa ülkeleriyle ABD’de yürüttüğü mücadeleye yandaş ve maddi destek bulmaya çalıştı; çeşitli ülkelerin sürgündeki önderleriyle sürekli ilişki içinde oldu ve Çin milliyetçiliğinin simgesi durumuna geldi. Vuhan’da başlayan ayaklanma (Ekim 1911) sonucunda Hupei Eyaleti’nde Cumhuriyet ilan edilince Şanghay’a döndü. Nanking’de bir araya gelen ve Mançu yönetimine karşı olan eyalet temsilcileri tarafından, Çin Cumhuriyeti’nin geçici başkanlığına seçildi (Aralık 1911); imparatorluk temsilcisi Şuen Şi-Kay’ın önerisini kabul ederek imparator ve kendisinin karşılıklı olarak yönetimden çekilmelerini kabul etti (12-13 Şubat 1912). Yuen’in ölümünden sonra (1916) Kuzey ile Güney tam olarak koptu; geleneksel cumhuriyet üssü Kanton’da bir ayrılıkçı hükümet kurdu (1917). Nisan 1921’de toplanmasına öncülük ettiği Güney Eyaletleri Parlamentosu tarafından Çin Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığına seçildi. Kuzey harekâtını başlatma kararı aldıysa da Büyük Britanya, ABD’nin kışkırttığı Güneyli bazı birliklerin başkaldırısı üzerine, Şanghay’a çekildi. SSCB ile yakın ilişki kurdu (1921). Yeniden Kanton’daki Güney Çin Hükümeti’nin başına geçti (Ocak 1923). İlk kez Kanton’da yasal olarak 3. Kongresi’ni yapan Çin Komünist Partisi’nin (Haziran 1923) Kuomintang ile cephe birliği kararının ardından ÇKP ve Sosyalist Gençlik Birliği üyeleri, Kuomintang’a katıldı. 1923 sonbaharında Sun Yat Sen’in çağrısı üzerine Kanton’a gelen Komünist Enternasyonal Temsilcisi M. Barodin, Kuomintang’ı yeniden örgütledi. ABD, 1923-1924 arasında Kuzey’deki hükümeti açıkça desteklemeyi ve silah göndermeyi sürdürürken, Sun Yat Sen, SSCB ile bir dostluk antlaşması imzaladı (Mayıs 1924). Güney Hükümeti’nin güçleri, bir askeri harekâtıyla Pekin Hükümeti’ni devirdi (Ağustos 1924). Sun Yat Sen, ülkedeki iç savaşı durdurmak ve Çin’in geleceğini belirlemek amacıyla Pekin’de bir kurultay toplanmasına çalıştıysa da Mart 1925 ‘te öldü. Yerine bacanağı Çan Kay Şek geçti.
kaynak:nkfu
I. Ptolemaios Soter; “Kurtarıcı”, Mısır kralı, Ptolemaios Hanedanı’nın kurucusudur (Makedonya İÖ 367 – İÖ 283).
Hükümdarlık dönemi: İÖ 323-285
İskender’in Asya Seferi’ne katıldı. Onun ölümünden sonra Babil’de Mısır Satraplığı’nı kurdu (323). İskender’in cesedini Menfis’e getirmesi Ptolemaios’un prestijini büyük ölçüde arttırdı. Bu yüzden Makedonya Kralı Perdikkas ile çalıştı. 312’de Antigonos Monophtalmos’un oğlu Demetrios’u Gaza Deniz Savaşı’nda yendi. Anadolu ve Yunanistan kentlerinde garnizonlar kurduysa da, donanma 306’da Demetrios ile yapılan savaşta yenilince büyük bir politik başarısızlığa uğradı ve eski yandaşlarım yitirdi. Elinde yalnızca Mısır ve Kyrene’yi bulunduran Ptolemaios, Rodosluların yardımıyla “Soter” (Kurtarıcı) aldı, böylece firavunların tüm ayrıcalıklarına sahip oldu. 301’de Koile Syria’yı, 295-294’de Kıbrıs’ı geri aldı. 302’de Filistin’i işgal edince Seleukos ve Ptolemaios hanedanları arasında yüzyıllar boyu sürecek çatışmalar başladı. 285’de oğlunu tahta ortak etti, iki yıl sonra da öldü (283).
kaynak:nkfu
Silahtar Damat Ali Paşa; Osmanlı sadrazamıdır (İznik/Sölöz Köyü 1667-Petervaradin 1716).
Enderun’da öğrenim görürken ilgi gördüğü III. Ahmet‘in tahta çıkmasından sonra silahtar olarak etkisi arttı, devletin güçlü kişilerinden biri oldu. 1709’da III. Ahmet tarafından vezirlik rütbesi verildi. Bu arada beş yaşındaki padişahın kızı Fatma Sultan’a damat adayı gösterildi. İkinci vezirliğe yükseldi. 27 Nisan 1713’te de sadrazamlığa getirildi. Sadrazam olarak el attığı sürüncemede kalan işleri yoluna koydu: 5 Haziran 1713’te Ruslarla Edirne’de barış antlaşması imzalandı, Venedik ve Avusturya cephelerindeki durumla ilgilendi. Mora üzerine hareket etti, tüm yarımada, Venediklilerden temizlendi. Bu arada Akdeniz’de de bazı adalar yeniden Osmanlı yönetimine girdi. Silahtar Ali Paşa, çeşitli ayaklanmalarla da ilgilenmek zorunda kaldı. Avusturya cephesindeki gelişmeleri yakından izleyen sadrazam, öncelikle Venedikliler’in elinde bulunan Korfu Adası’nın geri alınması için hazırlanmaya başladı. Ancak bu sırada Venedik Cumhuriyeti ile bir savunma anlaşması imzalayan Avusturyalılar, Silahtar Ali Paşa’ nın Korfu Seferi’ni engellemek için bu sefer gerçekleşirse kendilerinin işe karışacaklarını ileri sürdüler. Bunun üzerine sadrazam seferin yönünü Avusturya üzerine çevirmek zorunda kaldı. 150 bin kişilik Osmanlı Ordusu ile Belgrad’a gelen sadrazam, Petervaradin yönüne hareket etti. Avusturya Orduları’nın Başkomutanı Prens Eugen’in 5 Ağustostaki yoğun saldırısı, kısa zamanda, tüm cephelerde büyük bir savaşa yol açtı. Bu saldırı karşısında Osmanlı Ordusu hareketsiz kaldı. Askerlerin çekilmeye başladığını gören Silahtar Ali Paşa, onları savaşa sürmeye çalışırken vurularak öldü. Bu nedenle Silahtar ya da Şehit adıyla da anılır. Belgrad’daki Kanuni Sultan Süleyman Camisi bahçesine gömüldü. Ölümünden 70 yıl kadar sonra Belgrad’ı ele geçiren Avusturya Komutanı Laudon, mezarını Viyana’daki Hadersdorf Ormanı’na taşıdı.
kaynak:nkfu
Şehzade Süleyman Paşa (1316 – 1359), «Rumeli Fâtihi» diye anılan Osmanlı başkomutanıdır. Orhan Gazi‘nin büyük oğlu, 1. Murat‘ın ağabeysidir. Annesi Nilüfer Hatun’dur. 1324’te babası tahta geçince, Süleyman Paşa da veliaht oldu, ölümüne kadar tam 35 yıl bu makamda kaldı. Orhan Gazi, bir müddet sonra oğlunu başkomutan yaptı, bu görevi ondan hiçbir zaman geri almadı.
Şehzade Süleyman Paşa, ilk defa 1349’da Bizans’a yardım olmak üzere, 20.000 kişilik bir Türk ordusunun başında, Rumeli’ye geçti. Yanında 22 savaş gemisi vardı. Sırplar’ın almak üzere oldukları Selânik’i bağlaşık Türk-Bizans ordusu kurtardı.
1352’de 10.000 kişilik bir Türk birliği gene Rumeli’ye geçti, Dimetoka’da Sırplar’la Bulgarlar’ı yendi, bu bölgeyi alıp Bizans’a verdi. Türk askeri Balkanlar’da büyük hayranlık uyandırdı. Süleyman Paşa, durumun iyice olgunlaştığını görünce, 1354’te büyük teşebbüsüne başladı. Az, ama, pek seçkin bir kuvvetle Çanakkale Boğazı’nı geçip Gelibolu Yarımadası’na çıktı. Türkler ilk defa fâtih sıfatıyla Avrupa topraklarına ayak basmış oldular.
Süleyman Paşa’nın fetihlerine, kardeşi Murat Bey (I. Murat) de katılıyordu. 1357’de Lüleburgaz’la Çorlu’yu Murat Bey aldı. Böylece, Gelibolu yarımadası gibi çok stratejik bir bölge tamamen alınmış, Çanakkale Boğazı’ nın iki kıyısı ele geçirilmiş oluyordu. Bizans, artık güneyden, doğudan olduğu gibi batıdan da çevrilmişti.
Süleyman Paşa, taşlık bir yerde avlanırken, atının ayağı kayınca atıyla birlikte düştü, başını taşa çarparak öldü. Bolayır’a gömüldü; yanında Namık Kemal’in türbesi vardır.
kaynak:nkfu
I. Juan Carlos; İspanya kralıdır (Roma 1938)
Barcelona Kontu Don Juan’ ın oğlu, İspanya kralı XIII. Alfonso’ nun torunudur. Portekiz ve İsviçre’de büyüdü, 11 yaşında ilk kez İspanya’ya geldi. 1954’te listeyi bitirdikten sonra kara, deniz ve hava kuvvetleri akademilerinde okudu. 1968’den başlayarak Madrid Üniversitesi’nde hukuk ve toplum bilim öğrenimi gördü. 1962’de Yunanistan Kralı Konstantin’in kardeşi Sofia ile evlendi, iki kız, bir erkek çocuk sahibi oldu. 1960’ta Franco tarafından İspanya tahtına birinci aday olarak tarımdı. Franco’nun ölümünden üç gün sonra 23 Kasım 1975’te kral olarak and içti. Siyasal hükümlüler için terör suçlularını kapsamayan sınırlı bir af çıkardı. Sendikalara ve Komünist Partisi de içinde olmak üzere partilere izin verilmesi ve Haziran 1976 Seçimleri konumunu güçlendirdi. Yeni anayasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte (27 Aralık 1978) devlet başkanı yetkisini, hükümet başkanı atama ve görevine son verme yetkilerini aldı. 23 Şubat 1981’de bazı asker ve sivil muhafızca gerçekleştirmek istenen darbe, kararlı girişimleriyle bastırıldı. Ordunun ve sivil İspanyol toplumunun Mayıs 1982’de ülkesinde demokrasi adına gösterdiği çabalardan ötürü “Uluslararası Karl Ödülü”nü aldı. Kasım 1982’de terörizmi ve darbeciliği mahkûm ederek demokrasiyi savunduğu için orduya teşekkür etti. Temmuz 1983’te Güney Afrikalı bağımsızlık savaşçısı Mandela ile birlikte özgürlük ve demokrasiye katkıları nedeniyle Simon Bolivar Ödülü’ne layık görüldü. Türkiye’yi ziyaret eden ilk İspanya kralı oldu.
kaynak:nkfu
Nabukadnezzar; Babil kralıdır İÖ 605/4-562. Babil Krallığı’nın aynı adlı ikinci ve en ünlü kralı. Babası Nabupolassar’dır. Babasının döneminde Asur İmparatorluğu’nun yıkılışında etkili oldu (İÖ 612). Kalderiler Hanedanı’nı kuran babasının bıraktığı sınırları genişletmek için Akdeniz’e karşı bir sefer düzenledi, kralı tutsak aldı, yerine bir başkasını atadı. Ancak kısa süre sonra bu kral da Tyr kent devleti ve Mısır ile birlik olup Babil’e düşmanca tavırlar alması üzerine İÖ 586’da Nabukadnesar ikinci kez Kudüs üzerine yürüdü ve kenti yeniden ele geçirdi. Halkını Babil ülkesine götürdü. 70 yıl kadar süren Babil esareti, İbranilerin tarihinde önemli bir yer tutar. Babil Krallığı’na en görkemli dönemini yaşatan II. Nabukadnesar, Babil Kenti’nde bir saray, Marduk Tapınağı, zigurrat ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan asma bahçeleri yaptırdı. Ölümünden sonra yerine rahipler sınıfının desteklediği Nabonid geçti.
kaynak:nkfu
Richard Milhous Nixon; Amerika Birleşik Devletleri’nin 37. başkanıdır. (Kaliforniya/Yorba Linda 1913).
Duke Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirerek (1937) bir süre avukatlık yaptı. İkinci Dünya Savaşı’nda deniz kuvvetlerine katıldı. Kaliforniya’dan Temsilciler Meclisi’ne seçildi (1947-1950). Görev süresi içinde Amerika’ya Karşı Etkinlikleri Araştırma Komitesi’nde çalıştı. 1950’de Kaliforniya Senatörü seçildi. 1952’de Başkan seçilen Eisenhower’in yardımcılığına getirildi. 1960 Seçimleri’nde, kamuoyunda fazla şans tanınmayan Demokrat aday John F. Kennedy karşısında sürpriz bir yenilgiye uğradı. 1962’de, Kaliforniya valilik seçimlerini de yitirince, politikadan çekildiğini açıkladı. 1968’de, Cumhuriyetçi Parti’den yeniden başkan adayı olarak politikaya döndü ve ABD’nin 37. başkanı seçildi. Nixon Doktrini olarak anılan ve Uzakdoğu’daki askeri kuvvetlerin geri çekilerek bu ülkelere yapılan askeri ve ekonomik yardımın artırılmasını öngören planı uygulamaya girişti. Plan uyarınca, Vietnam’daki ABD askerlerini geri çekerek savaşın yönetimini, yeni araç ve gereçlerle donatılmış Saygon Ordusu’na bıraktı. 1971’de enflasyonu aşağıya çekmek amacıyla uygulamaya koyacağı yeni ekonomik kararları açıkladı. Ancak uygulamaya koyduğu ekonomik önlemler enflasyon karşısında başarılı olamadı ve ülkede işsizlik son on yılın en yüksek düzeyine ulaştı. 1972’de, Çin Halk Cumhuriyeti’ne yaptığı geziyle, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri yeniden başlattı. Aynı yıl SSCB’ye gitti. Bu ülkeye nükleer silahların sınırlandırılması, ikili ticaret antlaşmalarını imzalayarak iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine ortam hazırladı. 1972 başkanlık seçimleri kampanyasında, Demokrat Parti’nin Watergate binasındaki genel merkezine, dinleme aygıtı yerleştirip gizli evrakları çalmak üzere giren beş kişinin yakalanması ve bunların seçim kampanyasını yürüten komiteyle bağlantılarının ortaya çıkması, seçim sonuçlarını etkilemedi ve ikinci kez başkan seçildi. Ocak 1973’te, Vietnam Savaşı’ nı sona erdiren barış antlaşmasını imzaladı. Watergate Olayı’na, Beyaz Saray yetkililerinin de karıştığı yolunda basında yazılar çıkması, dikkatleri yeniden bu olaya yöneltti (Şubat 1973). Senato tarafından oluşturulan komisyonun yaptığı araştırmalar sırasında, bazı hükümet yetkililerinin başkanın da olaya ilgisi olduğunu, odasında tüm konuşmaları banda aldığını ve Beyaz Saray’daki tüm telefonlara dinleme aygıtı yerleştirildiğini ileri sürmeleri, birden dikkatleri Nixon üzerinde yoğunlaşmasına yol açtı. Komisyonun kendisinden istediği bantları vermeyi reddetti. Temsililer Meclisi Adalet Komisyonu, yargılanmasını kararlaştırdı. Yüksek Mahkeme’de bantların dinlenmesinden sonra suçlu bulununca, 8 Ağustos 1974’te görevinden istifa etti. ABD politika tarihinde, suçlu bulunarak görevinden istifa etmek zorunda kalan ilk başkan oldu. Yerine geçen başkan yardımcısı Gerald Ford, yetkisine dayanarak davanın kapatılmasını ve Nixon’in bağışlanmasını sağladı (Eylül 1974).
Başlıca eserleri: Six Crises (Altın Bunalım) 1962, Memoirs (Anılar) 1978.
kaynak:nkfu
Nizamülmülk; Hasan bin Ali Selçuklu veziridir. (Tus/Horasan 1018-Nihavend 1092).
Horasan genel valisinin yanında, Gazne Sultanı I. Mesut’un sarayında görev aldı. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in (1038-1063) son yıllarında devlet hizmetine girdi. Alparslan’ın Büyük Selçuklu sultanı olmasıyla 7 Aralık 1063’te vezirliğe getirildi. Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrillah tarafından “devletin düzeni” anlamına gelen Nizamülmülk ve Kıva-müddevle unvanlarıyla onurlandırıldı. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan ve oğlu Melikşah dönemlerinde, 29 yıl süreyle baş vezirlik yaptı. İç güvenliği sağlamak için Hemedan’a gittiğinden Malazgirt Savaşı’nda bulunmadı; bu savaş dışında Alparslan’ın yaptığı tüm seferlere katıldı. Kasım 1072’de suikaste uğrayan Alparslan, tüm önlemlerin alınmasını ve Melikşah’ı Büyük Selçuklu tahtına çıkarmasını istedi. Kirman Selçuklularının kurucusu Kavurd’a karşı Melikşah ile birlikte hareket etti. 1073’te Hemedan yakınlarındaki savaşta Kavurd ve oğullarının tutsak edilip öldürülmesinde rolü oldu. Böylece tahtını güvence altına alan Melikşah, onu babası dönemindeki yetkilerle yeniden baş vezir atadı. Nihavend yakınlarında konakladığı sırada dilekçe vermek bahanesiyle yanına gelen bir Batıni fedaisi tarafından hançerlenerek öldürüldü. Suikastte Melikşah’ın öteki veziri Taçülmülk’ün de parmağı olduğu ileriye sürüldüyse de belgelenemedi. Nizamülmülk kurduğu yönetim örgütüyle devletin sağlam temeller üzerine oturmasını sağladı. Askeri alanda da yenilikler getirerek iktâ (dirlik) denen sistemi, yasalara bağladı. İktâ sahiplerinin devlete olan sorumluluklarını artırdı. Osmanlı Devleti’nde yüzyıllar boyunca kullanılan benzeri sistemlere kaynaklık etti. Mezhep çatışmalarım ve kırgınlıkları ortadan kaldırılmayı amaçlayan bir politika izledi. Adıyla anılan Nizamiye medreselerini ülkenin çeşitli yerlerinde kurdurarak Sünnilik öğretisinin yaygınlaşmasına yardımcı oldu. Politik görüşlerini kitaplaştıran bir aydın olarak da dikkati çekti. Farsça yazdığı Siyasetname’te (1087-1092) devlet yönetiminin ana kurallarını belirledi.
kaynak:nkfu
Jawaharlal Nehru; Hintli bağımsızlık önderi, politikacıdır (Allahabad 1889-Yeni Delhi 1964).
Büyük Britanya’da doğa bitimleri ve hukuk öğrenimi gördü (1905-1912). Ülkesine döndükten sonra avukatlık yapmaya başladı. 1916’da Lucknow’da yapılan Hint Ulusal Kongresi’nde, Mohandas Gandi ile tanıştı (1916). Amritsar’da sömürge yönetimini protesto için toplanan sivil halka karşı İngilizler tarafından düzenlenen katliam, yaşamında önemli bir dönüm noktası oldu. Avukatlığı bırakarak Gandi’nin dinsel gizemciliğine katılmamakla birlikte, onun milliyetçi düşüncelerine güçlü bir biçimde destek vermeye başladı. Hint Ulusal Kongresi ve Hindistan Hilafet Komitesi’nin beraberce sürdürdükleri İngiliz yönetimiyle hiçbir alanda işbirliği yapmama eylemine katıldı (1920-1922). İki kez (1923-1925, 1927-1929), Kongre Partisi Genel Sekreterliği’ne seçildi. Avrupa ve SSCB gezilerinde (1926-1927), edindiği izlenimler sonrasında bağımsızlık ve sosyalizmi birbirinden ayrılmaz amaçlar olarak ele almaya başladı. 1929’da sosyalist eğilimli sendikal harekete önderlik yaptı. Aynı yıl, Gandi’nin önerisiyle Hint Ulusal Kongresi’nin başkanlığına getirildi ve bağımsızlık öncesinde başkanlık Geçimleri her yıl yinelenen bu kongrenin çeşitli dönemlerde başkanlığını yaptı. “Halkı barış yoluyla diren-meye”çağırdığı için, İngilizler tarafından birçok defa tutuklandı. Hintlilerin yerel yönetimde daha fazla söz sahibi olmalarını öngören Hindistan Yönetim Yasası’nın Büyük Britanya tarafından kabul edilmesine (1935) karşın, yasayı yeterli bulmayarak 1936 Seçimleri’nin boykot edilmesini savundu. Ancak daha sonra seçimlere katılıp izlenecek etkin bir politikayla anayasanın işlemez duruma getirilmesini öngören görüşü benimsedi, ikinci Dünya Savaşı patlak verince (1939) Hindistan’ın ancak özgür bir ülke olarak Nazilere karşı İngilizlerin yanında yer alacağım savundu. Bu arada genel Vali Linlithgow’un Hintli temsilcilere danışmaksızın Hindistan’ın Büyük Britanya yanında savaşa girdiğini açıklaması üzerine, Kongre Partisi, yerel yöneticilerini olaya tepki olarak görevlerinden çekti. Japonya, 1942’de Güneydoğu Asya’ya saldırınca, İngiliz Başbakanı W. Churcill, yeni bir anayasa önerisiyle Hindistan’ın desteğini kazanmak istedi. Ancak yapılan görüşmeler sonuçsuz kalırken, Gandi’nin “Hindistan’ı terkedin” sloganıyla başlattığı eylemlerin sonucunda, Kongre Partisi’nin tüm yöneticileri tutuklandı. Savaş sonrasında, iki yıl süren bağımsızlık görüşmelerinde başkanlık yaptı (1945-1947). Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasına (15 Ağustos) karşın, aynı tarihte kurulan Müslümanların çoğunlukta olduğu Pakistan’ı da tanımak zorunda kaldı. Hindistan’da kurulan geçici hükümetin başbakanlığına ve dışişleri bakanlığına getirildi. Yeni anayasa tamamlandıktan sonra ilan edilen cumhuriyet yönetiminde de aynı görevleri üstlendi (Ocak 1950). Başkanlığını yürüttüğü Kongre Partisi’nin 1957 ve 1962 seçimlerini kazanarak ölümüne kadar geçen süre içinde iç ve dış politikada ülkesinin birinci adamı olmayı sürdürdü. Hindistan’da demokratik ve parlamenter bir yönetim sisteminin oluşması, merkezi planlamaya dayalı sosyalist bir ekonomi, toplumsal adalet ve laik bir düzenin yerleşmesi ekonomik ve toplumsal politikasının felsefesini oluşturdu. Tarafsız bir dış politika izleyerek, Asya ve Afrika ülkelerinin aralarındaki dayanışmayı artırıcı ve Birleşmiş Milletler’de bölgelerine ilişkin sorunların dile getirilmesinde daha fazla söz sahibi olmalarına olanak tanıyan Bağlantısızlar hareketine Tito ve Nâsır ile birlikte öncülük yaptı. Bandung Konferansı (Nisan 1955), Çin ile sınır anlaşmazlığı (1962) ve Pakistan ile her dönemde sorun oluşturan Keşmir, dış politikada karşılaştığı en önemli olaylar oldu.
Başlıca eserleri: Glimpsis of World History (bazı bölümleri 1965’te Dünya Tarihine Bakışlar; 1970’te Sosyal Devrimler, Ulusal Savaşlar olarak çevrildi) 1934, Toward Freedom (Özgürlüğüne Doğru), (otobiyografi) 1934, The Discovery of İndia (Hindistan’ın Ortaya Çıkışı) 1944.
kaynak:nkfu
Turgut Özal, siyaset adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. cumhurbaşkanıdır (Malatya 1927 – İstanbul 17 Nisan 1993).
İlkokulu Silifke’de, ortaokulu Mardin’de, liseyi Kayseri’de okudu. 1950’de İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi’ni bitirerek elektrik mühendisi oldu. Aymnı yıl Devlet Su İşleri’nde Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde (EİEİ) çalışmaya başladı. 1952’de EİEİ, bir yıllığına uzmanlık eğitimi görmek üzere ABD’ye gönderdi. Yurda dönünce yine aynı kuruluşta elektrifikasyon planlaması, hidroelektrik baraj ve santrallerin projelendirilmesi konusunda çeşitli çalışmalar yaptı. 1958-1959’da DP iktidarının kurduğu Planlama Komisyonu’nda sekretaryayı yürüttü. Askerliğini, 27 Mayıs 1960’tan sonra yedek subay olarak yeni kurulan Devlet Planlama Teşkilatı’nda (DPT) yaptı. Bunu iki buçuk yıllık ODTÜ matematik hocalığı izledi. Ardından Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde genel müdür muavini oldu. 1965’teki AP iktidarı sırasında başbakanlık özel teknik müşaviri oldu. 1967’de DPT Müsteşarlığına getirildi. Bu dönemde Para Kredi Kurulu Başkanlığı, Ekonomik Koordinasyon Kurulu, AET ve RCD Kurulu Başkanlığı yaptı. 1970’te ünlü 10 Ağustos 1970 paketinin hazırlanmasında ön planda yer aldı. 12 Mart 1971 Muhtırası’ndan sonra DPT’den ayrıldı ve aynı yıl Dünya Bankası’nın iki buçuk yıl süreyle danışmanlık görevini üstlendi. Yurda döndükten sonra çeşitli özel kuruluşların üst düzey yöneticiliğinde bulundu. 1979’da Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası (MESS) başkanı oldu. 1979 sonunda kurulan Süleyman Demirel Hükümeti döneminde başbakanlık müsteşarı ve DPT müsteşar vekili olarak görev yaptı. 24 Ocak 1980’de açıklanan “İktisadi Önlemler Paketi”nin hazırlayıcıları arasında yer aldı ve iktisadi kararlarda sorumluluğu üstlendi. 12 Eylül 1980 Harekatı’nın ardında 20 Eylül’de kurulan Bülend Ulusu Hükümeti’nde iktisadi işlerden sorumlu başbakan yardımcısı ve devlet bakam oldu. Bu dönemde 24 Ocak Kararlar uygulamasını sürdürdü. Program ilk hazırlandığında gerçekleştirilemeyen vergi değişiklikleri, onun bu yeni görevi sırasında uygulamaya konuldu. Ayrıca Türk lirasının değerinin günlük olarak belirlenmesi kararlaştırıldı. “Bankerler Olayı” olarak bilinen ve bankerlik piyasasının çökmesiyle sonuçlanan gelişmelerden sonra 13 Temmuz 1982’de görevinden istifa etti. Bir süre İslâm Kalkınma Bankası’nda çalıştı ve çeşitli şirketlere danışmanlık yaptı. Siyasal parti çalışmalarına izin verilmesi üzerine 2 Mayıs 1983’te Anavatan Partisi’ni (ANAP) kurdu. ANAP seçime katılmasına izin verilen üç partiden biri oldu. ” Muhafazakâr”, “sosyal adalet” ve “liberale ekonomi” yanlısı parti, 6 Kasım 1983 Seçimlerinde, oyların % 45.15’ini alarak tek başına çoğunluğu sağladı.
7 Aralık’ta yeni siyasal dönemin ilk hükümetini kuran Özal’ın bakanlar kurulu listesi 13 Aralık’ta Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından onaylandı. Türkiye Cumhuriyetinin 45. Hükümeti olan Özal Hükümeti mecliste güvenoyu aldı. Üç aylık bir aradan sonra 25 Mart 1984’te yapılan yerel seçimlerde de büyük başarı kazanan partisi 54 ilde belediye başkanlıklarını aldı. Onun başkanlığındaki hükümetin bu dönemde en çok dikkat çeken çalışmalarından bire Katma Değer Vergisi’ni Türkiye’de ilk kez uygulamaya koyması oldu (Aralık 1984). Mart 1987’de ABD’nin Houston kentinde başarılı bir by-pass ameliyatı geçirdi. Aynı yılında eylül ayında eski parti liderlerine siyasal haklarının geri verilip verilmemesini belirleyecek olan referandumda partisi, halka “hayır” yönünde oy kullanma çağrısı yaptıysa da “evet” oyları az farkla çoğunluğu sağladı. Bunun üzerine aldığı erken seçim kararını parlamentoya onaylatarak uygulamaya koydu. (29 Kasım, 1987). Seçim sonucu partisi oyların üçte birini almasına karşın, seçimden kısa bir süre önce parlamentoya kabul ettirdiği ve Türkiye’de ilk kez uygulanan çifte baraj sistemiyle, en çok oy alan parti olarak (% 36) milletvekillerinin yaklaşık 2/3’ünün (292) kazanmayı başardı. Seçimden hemen sonra gittiği ABD’de başarılı bir göz ameliyatı geçirdi (Aralık 1987).
Ocak 1987’de İsviçre’nin Davos Kenti’nde Yunanistan Başbakanı A. Papandreu ile Türk-Yunan sorunlarını bir zirvede görüşen ilk Türk başbakanı oldu. Mart 1988’de Brüksel’de Papandreu ile yaptığı ikinci görüşme, Türk-Yunan ilişkilerinde yumuşamaya doğru giden yeni bir dönem başlattı. 37 yıl sonra Atina’yı ziyaret eden ilk Türk başbakanı oldu (13 Haziran 1988). ANAP Büyük Kongresi’nde uğradığı suikasttan hafif yaralı kurtuldu (18 Haziran 1988) ve yeniden genel başkan seçildi. Hükümette bazı değişikliklere gitti.Fransa’ya (Kasım 1988), ABD’ye (Aralık 1988) resmi gezilerde bulundu. ABD gezisinde, Teksas Teknik Üniversitesi tarafından fahri doktor unvanı verildi. 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde, ANAP’ın oy oranı % 21.8’e düşmesine karşın, istifa etmeyeceğini, erken seçime gidilmeyeceğini açıkladı. 1988 enflasyonunun % 80’i bulması, hükümetini iyice yıprattı, cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu (Eylül 1989). Muhalefeti katılmadığı cumhurbaşkanlığı seçiminde Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. cumhurbaşkanı seçildi. (31 Ekim 1989); 9 Kasımda resmen göreve başladı. Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle (2 Ağustos 1990) patlak veren körfez bunalımında ve 17 Ocak 1991’de başlayan savaşta Türkiye’nin etkin bir rol oynaması gerektiğini, bu savaştan kazançlı çıkacağı görüşünü savundu. Nisan 1992’de ABD’ye yaptığı gezi sırasında yapılan sağlık kontrollerinde prostat kanseri teşhisi sonucu yapılan ameliyatla sağlığına kavuştu. Yurda dönüşünde aktif politikanın içinde yer almayı sürdürdü. Orta Asya Türk cumhuriyetlerine yaptığı yorucu bir gezinin ardından yurda dönüşünde geçirdiği bir kalp kriziyle yaşamını yitirdi.
kaynak:nkfu