Etiket: edebi kişiliği

Farabi Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında Düşünceleri Nelerdir?

Farabi (Ebu Nasr Muhammed bin Muhammed), Türk-İslâm bilgini ve filozofudur (Maveraünnehir/Farab 870-Şam 950).

Genç yaşta Bağdat’a gitti; felsefe, matematik, astronomi, müzik, doğa bilimleri, dilbilgisi, mantık öğrendi. Dönemin büyük bilim merkezi Harran’a gitti. 10. yüzyıl başlarında Bağdat’ta dinsel kökenli karışıklıklar başlayınca, önce Şam’a sonra da Mısır’ a gittiyse de aradığı özgür çalışma ortamını Halep’te buldu. Kentin Emiri Seyfü’d-Devle’nin sağladığı olanakla yaşamını sürdürdü. Emirle birlikte Şam’a yaptığı bir yolculuk sırasında öldü.

Farabi’nin düşüncelerini geliştirip bütünleştirmede yararlandığı en önemli felsefeci Aristoteles’tir. Bu nedenle Aristoteles birinci üsttat olduğuna göre Farabi de “Mu’allimu’s-Sâni” (ikinci üstat) olarak anılır. Batılılar tarafından Alfarabius adıyla bilinir. Tüm görüşlerinde egemen olan temel etmen dindir. Ancak dinle felsefe arasındaki bazı uzlaşmaz noktaları kendisi mantıkçı olmamasına karşın Aristoteles mantığını temel olarak çözümlemeye yönelir. Gerçek, ona göre ancak mantıkla duygusal motif olan sevginin kaynaşmasıyla kavranabilir. Platon’unkini anımsatan sevgi anlayışında sevgi, aklı en yüce ve en büyük gerçeğe doğru yönlendirir. En yüce gerçeğe yönelen sevgi olmazsa, akıl olguların çokluğu içinde daralır ve amaçsızca çabalar durur. Sevgi ise akıl olmadan işlevi tam anlaşılamayan, yararsızca tükenen bir güçtür. Bu iki gücün uyumlu birliği ise insana varlığın sonsuzluğunu açar. Farabi’nin evren görüşü de Tanrı ile başlar. Evreni tümüyle yaratan Tanrı, her şeyin ilk, temel ve zorunlu nedenidir. Tanrı herhangi bir nedene ya da bir görünüşe gerek olmadan varlığın nedeni olarak vardır; en yetkin, en güzel, en güçlü, kendisi hareket etmeyen ancak, hareket yaratan yalın varlıktır. Aynı zamanda bir hekim de olduğundan insan gövdesini daha yakından inceleyip tanımış olan Farabi’ye göre bedende en önemli organ kalp olup, daha sonra beyin gelir. Ruh anlayışında da Aristoteles’in etkisindedir. Farabi, toplumlar ya da devletleri üç aşamalı olarak ele alır; Ulusal devletler ya da kent devletleri, orta toplumlar ya da bir ulusa ilişkin devlet, insanlığın tümü ya da tek dünya devleti. Erdemli bir devlet insanları gerçekten mutlu kılan ve onların dayanışmasını sağlayan devlettir. Devleti yaratan da erdemli olun ulustur. Bu nitelikteki ulus ve devlet sağlam, dayanıklı bir gövde gibidir. Devlette en büyük sorumluluk her bireyin özgür istenciyle seçtiği devlet başkanındadır. Devlet başkanında aradığı temel özellik gerçekten erdemli, yetkin, dengeli, başarılı, egemen olmasıdır. Farabi’nin eserleri daha sonraları Latinceye çevrilerek tüm Avrupa’ya yayıldı. Böylece Avrupalılar, öteki Arap bilginlerinden olduğu gibi Farabi’nin eserlerinden de Antik Yunan felsefesini bir kez daha keşfettiler.

Başlıca eserleri: Arap dilinde yazılmış ilk ansiklopedi sayılan İhsâ ul Ulûm (Bilimlerin Sayımı), El Maani ül’Aki (Aklın Anlamları), El-Medinet ü’l-Fazıla (Erdemli Toplum), Kitab Fusus al-Hikam (Hikmetlerin Özleri), Kitab ü’l, Mûsîkî ü’l Kebir (Büyük Müzik Kitabı).

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Namık Kemal Edebi Kişiliği ve Hayatı

NAMIK KEMAL (1840- 1888), büyük bir şairimiz, fikir ve siyaset adamımızdır. Abdülâziz ve II. Abdülhamit devirlerinde, istibdada karşı amansız savaşmış, ateşli yazılarıyla millette hürriyet aşkını uyandırmıştır. Onun için «Hürriyet Şairi», «Vatan Şairi» diye anılır.

Namık Kemal 21 aralık 1840’ta ana tarafından büyükbabası Abdüllâtif Paşa’nın görevle bulunduğu Tekirdağ’da doğdu. Anasını erken kaybeden Namık Kemal’i annesinin babası büyüttü. Özel öğretmenlerle, kendi gayretiyle mükemmel şekilde yetişti. Arapça, Farsça ve Fransızca’yı, edebi-yatiyle, çok iyi öğrendi. 17 yaşında Babıâli Tercüme Odası’na girdiği zaman divan sahibi şairdi.

Namık Kemal’in şair olarak ünü, daha 20 yaşındayken bütün imparatorluğa yayılmıştı. 1861 ‘de «Encümen-i Şuarâ»ya (Şairler Akademisi’ne) üye oldu. Bu devirde Kemal, büyük şair Leskofçalı Galip Bey’in etkisindedir. Onun ölümünden sonra Kemal’e Şinasi üstatlık etti. 1862’de Şinasi’nin «Tasvir-i Efkâr» gazetesine girmesi, Namık Kemal’in hayatına büyük bir değişiklik getirdi. Böylece, Namık Kemal, gazeteciliğe, siyasete atılmış oluyordu.

1865’te Şinasi Paris’e gidince, Namık Kemal gazetenin başına geçti. Ondan sonra, siyasi başyazılarıyla Babıâli’yi tenkide, Âli Paşa ile Fuat Paşa’ya karşı amansız bir savaşmaya girişti. Bu sıralarda Veliaht Murat Efendi’ nin dostluğunu kazandı. «Yeni Osmanlılar» cemiyetine girerek Şehzade Murat’ı tahta geçirip Ali Paşa’yı iktidardan uzaklaştırmayı tasarladı.

Hürriyet Savaşçısı Namık Kemal

Ali Paşa, bu amansız yazardan kurtulmak için, onu İstanbul’dan uzaklaştırmayı düşündü. 1867’de Ziya Bey, Kıbrıs mutasarrıfı (valisi), Kemal de Erzurum vali (genel vali) yardımcısı tâyin edildi. Her ikisi de bu görevleri kabul etmediler; Paris’e gittiler. O sıralarda Avrupa’da «Hürriyet» gazetesini çıkaran Yeni Osmanlılar, Prens Mustafa Fazıl Paşa’nın mali himayesinden mahrum kalınca dağıldılar. Namık Kemal 1870’te İstanbul’a döndü.

İstanbul’da «İbret» gazetesini çıkaran Kemal, gene ateşli yazılariyle hürriyet için çalışmasına devam etti. 1872’de Gelibolu mutasarrıflığına tâyin edildi. Kısa bir müddet sonra, bir bahaneyle, azledildi. 1873’te İstanbul’ da Namık Kemal’in eseri olan «Vatan yahut Silistre» piyesinin temsilinde Veliaht Şehzade Murat lehine nümayiş oldu; bunun üzerine Kemal, arkadaşları ile beraber tevkif edildi; Kıbrıs’ta Magosa kalesine sürüldü. Bir müddet hapis yattı; sonra Magosa’da serbesçe yaşamasına izin verildi. Burada büyük eserlerini kaleme aldı.

Namık Kemal 1876’da, V. Murat‘ın tahta geçmesi üzerine, affedildi; İstanbul’a geldi. Anayasa’yı hazırlıyan komisyona, Şûrây-i Devlet’e üye oldu. II. Abdülhamit, tahta çıkınca, Ziya Paşa’yı, vezir rütbesiyle Suriye genel valisi yaptı. Namık Kemal ise İstanbul’dan çıkmamakta ısrar ettiği gibi padişahın hoşuna gitmeyen hürriyetçi yazılarına devam ediyordu. Bunun üzerine tevkif edildi. Mahkemede beraet etmesine rağmen, Abdülhamit onu gene, mutasarrıflıklarla, İstanbul’dan uzaklara göndermekten geri kalmadı. Namık Kemal 1879’da Midilli mutasarrıfı, 1884’te Rodos, 1887’de Sakız mutasarrıfı oldu. 2 aralık 1888’de 48 yaşında zatürreeden Sakız’da öldü. Yetiştirdiği değerli gazetecilerden Ebüzziya Tevfik Bey’e eskiden yaptığı vasiyeti üzerine, çok sevdiği Rumeli Fâtihi Şehzade Süleyman Paşa’nın Bolayır’daki türbesinin yanına gömüldü.

Şair ve Yazar Namık Kemal

Namık Kemal, hürriyet savaşçılığının yanı sıra, XIX. yüzyıl Türk şairlerinin de en büyüklerindendir. Yeni tarz şiirleriyle Abdülhak Hâmit’e yol açmıştır. Yazılarında olduğu gibi şiirlerinde ele, duygularını pek şiddetle İfade eder, âdeta kükrer. Vatan ve hürriyet duygularını olağanüstü bir epik-lirik hava içinde belirtmiş, bu alanda ölmez eserler yaratmıştır.

Namık Kemal romanları, piyesleriyle de Tanzimat edebiyatında çok önemli yer alır. Bu eserleri, çağdaşları ve sonrakiler tarafından taklit edilmiş, zamanla Türk romancılığı bugünkü seviyesini bulmuştur. Tiyatro eserleri şunlardır: «Vatan yahut Silistre», «Gülnihâl», «Akif Bey», «Zavallı Çocuk», «Kara Belâ», «Celâlettin Harzemşah». Bu sonuncusuna Namık Kemal, tiyatronun dilimizde ilk nazariyesini yapan bir önsöz yazmıştır. «Vatan yahut Silistre» yazıldıktan 3 yıl sonra Rusça’ ya, daha sonra da birçok Batı dillerine çevrilmiştir. Namık Kemal’in başlıca romanları «İntibah» ve «Cezmi»dir. Bunların dışında tarihleri, eski ve yeni tarz nesirleri, tenkid eserleri, çevirileri vardır. Gazetelere yazdığı makaleler son derece önemlidir. Bunlar, Kemal’in ne derece yüksek bir fikir adamı olduğunu gösterir. Tanzimat’ın en önemli fikir adamı olan Kemal, Türk toplumuna yeni bir hava getirmiş, «vatan şairi» olarak çağdaşları ve sonraki kuşaklar tarafından şükranla anılmıştır. Hakkında yazılan kitaplar ve yazılar sayılamayacak kadar çoktur. Yabancı dillerde ona dair yapılan yayınlar da büyük yekün tutar. Oğlu Ali Ekrem Bolayır, Servet-i Fünun Edebiyatı‘nın tanınmış şair ve yazarlarındandır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Ahmet Vefik Paşa Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Ahmet Vefik PaşaAhmet Vefik PaşaOsmanlı yazarı ve yöneticisidir (İstanbul 1823-ay. y.1891).

Tanzimat döneminin devlet ve edebiyat adamlarındandır. Resmi yönetim görevlerinden uzak kaldığı aralıklarda bilim, dil, çeviri ve edebiyat çalışmalarına adandı; böylece iki yanlı önem ve değer kazandı. Küçük yaşta çevirmenlik göreviyle Paris’e giden dışişleri memuru babası Ruhiddin Efendi’nin yanında yer aldığı için ortaöğrenimini orada tamamladı ve Türkçülük bilincine Fransız tarihçilerinin eserlerinin etkisiyle orada kavuştu. Genç yaşta Tercüme Odası’nda görev aldı (1837), elçilik kâtipliğiyle Londra’ya gönderildi (1840), 1847’de başçevirmen oldu, devlet yıllığının yayımıyla görevlendirildi, ardından elçilik ve bakanlık makamlarına yükseldi. Tahran (1851) ve Paris (1860) elçiliklerinden sonra iki kez maarif nazırlığı (1872, 1878), Meclis Reisliği (1878), Bursa valiliği (1879-1881) yaptı, kısa sürelerle iki kez de sadrazamlığa yükseldi (1878, 1882). Son yılları Rumelihisardaki köşkünde dil, edebiyat, çeviri ve tarih çalışmalarıyla geçti. Rumelihisarındaki Kayalar Mezarlığı’nda gömülüdür.

Hükümet görevleri ve devlet sorumluluğu dışındaki bütün zamanlarını dil, edebiyat, tarih çalışmalarına ayıran Ahmet Vefik Paşa, Tanzimat tiyatrosunu besleyen çeviri ve uyarlama çalışmalarına emek vermiş, Molière külliyatından 16’sını nazımla, nesirle dilimize kazandırmıştır (1869-1872). Bu arada Bursa Valiliği’nde İstanbul dışındaki ilk sürekli tiyatroyu kurduğu için Devlet Tiyatrosu’nun Bursa’daki şubesi bugün onun adını taşımaktadır. Ziya Gökalp’in milliyetçiliğin ilk öncüsü saydığı Vefik Paşa Özbek Hükümdarı Ebülgazi Bahadır Han’dan yaptığı çeviriyle (Secere-i Türk, 1863) ulusal kaynakların Anadolu dışında başlayan uzak geçmişine aydınlık getirdi, dilimizin de Orta Asya kaynaklı olduğunu gösteren sözlüğünü hazırladı; Lehçe-i Osmani (1877-1888). Bildiği Fransızcadan yararlanarak Hugo’ dan, Voltaire’den, Feneloun’dan, Lesage’dan çeşitli çeviriler yaparken folklor araştırmalarına girişerek seçme atasözlerini derledi. Müntehabat-ı Durûb-ı Emsal (1846). Çeviri ve uyarlama yoluyla dilimize kazandırdığı Moliere komedileri topluca basıldı: Moliere den Ahmet Vefik Paşa Külliyatı (hazırlayan Mustafa Nihat Özön, 4 cilt, 1933).

Lehçe-i Osmani, Ahmet Vefik Paşa’ nın dil alanında değer taşıyan sözlüğü (1877). İlk bölümde kökeni Türkçe olan sözcüklerle Arapça ve Farsçadan girmiş oldukları aide yazım (imlâ), söyleyiş (telâffuz), türeme (iştikak) bakımından dilimizin kurallarına uymuş, Türkçeleşmiş sözcükler yer alır; ikinci bölümde, Osmanlıca adı verilen yazılı kültür dilinin kullanmış olduğu hemen bütün Arapça-Farsça sözcükler dizilir. Kaynak zenginliği bakımından bu açıdan Şemsettin Sami ile (Kaamus-i Tür kî, 1900), Muallim Naci’nin eserlerine (Lugat-ı Naci, 1890) üstün sayılır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Heinrich Böll Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

heinrich-bollHeinrich Böll; Alman yazarıdır (Köln 1917 – Bornheim/Bonn 1985).

1939’da askere alındı. 6 yıl çeşitli cephelerde savaştı, birçok kez yaralandı, savaş dönüşü Köln’de, Alman Dilleri Edebiyatı okudu. 1947’den başlayarak, kısa öyküleri çeşitli gazetelerde yayımlandı. 1971-1974’te PEN’in başkanı oldu. 1972 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Eserlerinin çıkış noktasını kendi yaşamı oluşturur. Bir Katolik olarak savaşın anlamsızlığını yansıtır. Bağımsız solcu, liberal ve insancı (hümanist) olarak demokrasiye ters düşen gelişmeleri eleştirdi; ülkesindeki ve dünyadaki politik açıdan izlenenlerin, azınlıkların ve düşünce suçlusu denenlerin yılmaz bir savunucusu oldu. İnsan hakları hareketinin seçkin bir temsilcisi sıfatıyla ünlendi.

İlk eserleri, kendi deyişiyle “savaş, yıkıntı ve sıla dönüşü edebiyatıdır. ilk öykü kitabı Trenin Tam Saatiydi (Der Zug war pünktlich) 1949, bir askerin yaşam evrelerini anlatır. Öykülerini içeren Wander er kommst du nach Spanien (İspanya’ya Gelir misin Yolcu) 1950. İlk romanı, Ademoğlu Neredeydin? (Wo warst du, Adam ?) 1951’de yayımlandı. Siyasal sorunlara çözüm aradığı, mizahla vurguladığı eserlerin çoğu Ren kentlerinde geçer. Romanları: Ve o Hiçbir Şey Demedi (Und sagte kein einziges Wort) 1953, Babasız Evler (Hans ohne Hüter) 1954. Son romanı: Fürsorgliche Belagerung (Nazik Kuşatma) 1979. Die Verlorene Ehre der Kat har ine Blum (Katharine Blum’un Yitirilmiş Namusu) 1974. Öyküleri: Nicht nur zur Weihnachtszeit (Yalnız Yeni Yılda Değil) 1952, Gençlik Yıllarının Ekmeği (Das Brot der frühen jähre) 1955. irisches Tage (İrlanda Günlüğü) 1957. Radyo ve TV oyunları, şiir, deneme, eleştiri, söyleşi türü yazılan da vardır. Siyasal eleştiri: Frauen vor Flusslandschaft (1985).

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Jack London Hayatı ve Edebi Kişiliği

Jack LondonJack London Yaşamı; Amerikan hikâye ve romancısı Jack London, 12 Ocak 1876’da San Fransisco’da doğdu, 22 Kasım 1916’da Kaliforniya eyaletinin Glen Ellen kentinde, çok genç sayılabilecek bir yaşta -40 yaşında-, yaşama gözlerini yumdu. Tam adı John Griffith London’dur. Babası Prof. W. H. Chaney, annesi Flora Welman’ı ona hamileyken terk etti. Annesi Jack’ın doğumundan sekiz ay sonra, John London adında başarısız bir ticaret adamıyla evlendi. Bakkal dükkânı işletti, pansiyonerük yaptı, tavukçulukla uğraştı. Ancak ne yaptıysa, beceremedi. Bu yüzden Jack’ın çocukluğu yoksulluklar içinde geçti. Sonraki yıllarda London, “Ben çocukluk nedir bilmedim” demiştir.

Jack, bunca yoksulluk içinde beş yaşındayken kendi kendine okuma yazmayı öğrendi. Daha sekiz yaşındayken, bir çiftlikte işçi olarak çalıştı. Boş vakit buldukça okula gidip kitap okuyordu. Dakland Genel Kütüphaneşi’nden kütüphane memuru Calif’li seçkin şair İma Coolbirth’in seçtiği macera, yolculuk, deniz yolculuktan ve keşif kitaplarını ödünç alıp okuyordu. Kütüphane memuru ona kendi evinden de Madam Bovary, Anna Karenina’yı vermişti. Onca sıkıntı arasında ancak ortaokulu bitirebildi. On sekiz yaşına geldiği zaman çeşitli işlere girdi çıktı. Gazete satıcılığı, balıkçılık, tayfalık, çamaşırcılık gibi işler yaptı. Mançurya’da savaş muhabirliği yaptı. 1893 yılında Japonya yakınlarındaki bir tayfunu anlatan haberiyle gazetecilik ödülü kazandı. Klondike’de alün arayıcılığı yaptı (1897). Dinlenme zamanlarında ilk yazılarını yazdı. Amerika’yı yürüyerek dolaştı. Serserilikten Kanada’da Niyagara Cezaevi’nde 30 gün tutuklu kaldı.

On dokuz yaşında liseye başlayabildi. Bir yıl okudu. Kendini üniversiteye hazırladı. Üniversite sınavlarını kazandı. Ama burada da ancak bir sömestr okuyabildi. Geçinebilmek için bir kolacı dükkânında gömlek ütüledi. Bu hareketli yaşam ona yoğun bir deneyim ve bilgi birikimi sağladı. Bu yıllarda Marks’ı, Darwin’i, Spencer’i, Nietzsche’yi okudu ve onların eserlerinden hareketle kendi düşüncesini belirlemeye çalıştı. Yazmaya başladı. İlk hikâyesi 1898’de “Overland Monthly” de yayımlandı. Ardından “Alaska Hikâyeleri” adını verdiği ürünlerini, günümüzde de yayımı süren aylık edebiyat dergisi “The Atlantic Montly”de yayımlandığında büyük ilgi gördü. Yazdıklarını Kurdun Çocuğu (1900) adlı kitapta topladı. Bu onun ilk kitabı oldu. 1899-1903 yıllan arasında dergilerde yayımlanan kısa yazılan, öyküleri ve şiirlerinin sayısı 100’ü aştı. Aynca 8 ciltlik bir roman çalışması, bu yıllarda okuyucuyla karşılaştı. 1900-1916 yıllan arasında bu sayı 50’yi buldu. Üç de oyun yazdı. Yazılarından kazanmaya başlayınca spor için zaman da ayırabildi ve sporun tüm dallarına ilgi duydu. Altın arayıcılığı yaptığı sırada yakalandığı iskorbüt hastalığından kendini kurtaramadı. Cesedi kendi isteği üzerine yakıldı.

Türk ve Dünya Edebiyatındaki Yeri

Jack London’ın eserleri yirminci yüzyılın başında yayımlanmış olmasına rağmen Türkiye’de okura 40-50 yıl sonra ulaşabildi. İlk çevrilen eserleri ona Amerika’da da haklı bir ün sağlayan Vahşetin Çağrısı, Altın Arayıcılar gibi kitaplar oldu. Jack London’ın ele aldığı konular ve bu konulan anlayışı tarihsel süreçte, iç savaş yaşayan, birdenbire sanayileşmeye başlayan Amerika’nın çevreye, doğaya gösterdiği duyarlığı yansıtır. Talat Halman bu konuda şu değerlendirmeyi yapar: “Nietzsche felsefesini basitleştirerek kullanan Jack London (1876-1916) romanlarında üstün adamların kuvvet tutkusuyla giriştiği heyecanlı serüvenleri anlattı. İçindeki melodramatik ve romantik unsurlara rağmen. Natüralizm toplum sorunlarını, insan değerindeki sarsıntıları, sosyal adaletsizliği bütün ayrıntılarıyla çırılçıplak ortaya dökerek Amerika’yı yaman bir sille gibi sarstı.11 Gerçekçiliğin bu boyutu Jack London’ın ününü yaygınlaştırdı. Talat Halman’ın değerlendirmesinde olduğu gibi, Alman filozofu, Friedrich Nietzsche’nin idealleştirilmiş “üstün-insan” modeli, yazar için, gelişim sürecinin doruğudur. Vahşetin Çağrısı romanının kahramanı 63 kiloluk kurt köpeği Buck, insan kadar zeki, güçlü ve dostlarına bağlıdır. Bunun için de romanın kahramanıdır. Aynı şey Beyaz Diş için de öyledir. O da güçlü, zeki ve efendisi yargıca bağlıdır ve onu mahkum Jim Hall’in kurşunlarına hedef olmaktan kurtarır. Aslında Beyaz Diş bir Kızılderili kurt kırmasının öyküsünü anlatır. Büyük bir savaşçı olan Beyaz Diş, vahşete vahşetle karşılık verir. Ta ki iyiliği, sevgiyi gerçekten görene ve anlayana dek….

Türkçede de Yayımlanan Başlıca Eserleri

Açlar Ordusu (Süleyman Nebioğlu,1994; Hüseyin Beyazıt,1995); Ademden Önce (H. Pınar Kür, 1971); Ay Vadisi (Zaven Biberyan, 1977 ); Beyaz Diş (Ardan Tüzünsoy, 2002; Bedia Mekânsız, 2003); Demir Ökçe (Emin Türk Eliçin, 1967; Şemsa Yeğin, 1999); Deniz Kurdu (Gülen Fındıklı, 1974); Güneş Çocuğu (Bülent Özön, 1963); Macera Arayan Kadın (Celal Ekrem, 1941); Martin Eden (Kaya Ersoy, 1989); Sevginin Katıksızı (Şemsa Yeğin, 2003); Yanan Gün (Mete Ergin, 1974)

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Rabindranath Tagore Hayatı ve Eserleri

Rabindranath TagoreRabindranath Tagore Yaşamı; Hintli şair, yazar, düşünce adamı Rabindranath Tagore, 6 Mayıs 1861’de Kalküta’da doğdu. 7 Ağustos 1941’de Bengal’de Bolpur yakınlarında Santiniketan’da yaşama gözlerini yumdu. “Zengin, soylu, memlekete yararlan dokunan” bir ailenin dördüncü çocuğuydu. İlköğretimini özel olarak yaptıktan sonra 17 yaşında hukuk öğrenimi için İngiltere’ye gitti. Ancak İngiliz edebiyatının zenginliği karşısında, kendini edebiyata adadı, İngiltere’de hem İngiliz, hem de tümüyle Ban edebiyatını inceleme olanağını buldu. Bu arada müzikle ilgilendi.

Hindistan’a döndüğünde dergilere yazılar yazarak, adını duyurmaya başladı. Aile mülkünün yönetimiyle uğraştı. 19 yaşındayken ilk romanını, 20 yaşındayken Bir Avrupa Yolcusunun Mektuplan’nı yayımladı. 22 yaşında evlendi. Mutlu bir evlilik yaşadı. Müzikli iki dram yazdı: Valmiki’nin Dehası; Trajik Av (1882). Yine bu dönemde Akşam Türküleri ile Sabah Türküleri çıktı (1882-83). Tagore’un en verimli dönemine ilişkin yapıdan arasında Çitra (1896) yer alır. Kitapta ideal kadın güzelliğini yüceltir.

Tagore, yeniden İngiltere’ye giderek, İngilizceye çevirdiği eserlerini burada yayımladı. İngiltere’de Karanlık Odadaki Kral (The King in the Dark) Raca ile Postane (Dakghar) adlı dramları yayımladı.

Tagore, 1901’de, Kalküta yakınlarında Evrensel Ses (Santiniketan) okulunu kurdu. Bu okul, bireyin uyumlu bir biçimde eğitilmesini öngörür. Evrensel Ses, zamanla Hint Üniversitesi’ne dönüştü. Eşi ve iki çocuğunun ölümü (1902-1907) onu çok sarsn. Ama verimli çalışmasından alıkoymadı. Ulusal Hareket (Svadeşi Samac) adlı siyasal denemesinde Hindistan’ın bağımsızlığını savundu. Ülkesinin İngilizler tarafından parçalanmasına karşı çıktı (1905). Bu arada siyasal eylemlerinden dolayı üniversiteden uzaklaştırılan öğrencilerin yeniden üniversitelerine dönmeleri, öğrenimlerini sürdürmeleri için çaba gösterdi. İlahiler (Gitanjali) adlı şiir kitabı, bütün dünya için bir yenilik getirdi (1910). Tagore’a 1913 Nobel Edebiyat Ödülü verildi ve buradan kazandığı paranın tamamını kurduğu bu okulun gelişmesi için kullandı. 1915’te, Tagore’a, İngiltere tarafından soyluluk nişanı olan, ‘Sir’ (Sör) unvanı verildi. Ancak 1919’da, Pencap’ta çıkan olaylarda İngilizlerin kullandığı kanlı yöntemleri protesto için bu unvanı Tagore, geri verdi. Japonya’ya (1916), Latin Amerika’ya, İtalya’ya (1925-26) gitti. Oxford’ta bir dizi konferanslar verdi (1930). Bunlar bir yıl sonra kitaplaştırıldı. Tüm kitaplan çeşitli alanlan kapsar. Öncelikle felsefe, din ve politika alanlarını, bunun yanı sıra da edebiyatın şiir, öykü, roman, oyun, eleştiri, deneme dallarını içerir.

Tagore, bu yapıtlannı anadili olan Bengalce’yle yazdı, bir bölümünü İngilizceye çevirdi, İngilizce olarak basıldı. Kendi yazdığı birçok şiiri besteledi. Hindistan Milli Marşı’nın sözlerini yazdı. Hayatının son döneminde resim yapmaya da başladı.

Gora’da kahramanına söylettiği şu sözler, onun yaşama bakışının da özü oldu: “Bugün ben Brahitiya’yım. Benim içimde ister Hindu, ister Müslüman, isterse Hristiyan olsun, topluluklar arasında bir çatışma yoktur. Bugün Hindistan’ın tüm kastları benim kastımdır…” Gora’yı yayma hazırlayan (İzdüşüm Yayınlan), çevirmen İbrahim Şener, “Tagore için dünya yalnızca, insanın daha mutlu bir yaşamın peşinde koştuğu bir sahne değil; aynı zamanda, tüm deneyimlerde daha zengin bir anlam bulma çabalarımızı ilgiyle izleyen, sevecen bir anaydı. Tagore nefsini her şeyden yoksun bırakan ve bedensel yaşamı reddeden bir çileci değildi. Ama bir Epikürcü ya da bir hedonist de değildi, çünkü yaşamın gerçek anlamının, daha dolu ve daha zengin deneyimler peşinde koşmakta gizli olduğunu hissetmişti” diyerek Tagore’un büyüklüğüne dikkat çeker.

Türk ve Dünya Edebiyatındaki Yeri

Tagor’u Türk edebiyatına kazandıranların başında Bülent Ecevit gelir. Önce Gitanjali (1941), ardından Avare Kuşlar (1943) çevirileri yayımlanır. Tagore’un çevirmenleri arasında Orhan Burian, Tarık Dursun K, Ülkü Tamer gibi ünlü edebiyatçılarımız da bulunmaktadır. Tagore, önce şairdir. Bu şiir kaynağını felsefeden ve mistisizmden alır. O, “Şiir, melodiye benzer” der. “Çocuğun ilk çığlığı ne ifade ederse, benim için de şiir böyle bir çığlıktır” diye ekler. Lirik şiirleri yanında panteist bir din anlayışı ile doğa sevgisi, göze çarpar. Gençlik yapıtlarının tümü felsefi özellik taşır. Hint bilgeliğini Batı hayranlığıyla kaynaştırır.

Bülent Ecevit, Avare Kuşlar’ın Önsöz’ünde şunları yazar:

“Avare Kuşlar’ı okurken anlayacaksınız ki Tagore karşınıza hiç böyle bir görünümde çıkmamıştı. Bahçıvan, Gitanjali, Meyva Zamanı, Büyüyen Ay ve Firari’deki Togare, sözlerinden söyleyeceğine giden yolu biz, tabii dünyanın tabii adamları yanından geçirmez, mecazlarla bulutlu yükseklerden geçilirdi; ve biz o yola bir erişememenin verdiği hayranlıkla, vecdle bakardık. Belki onları anlayabilirdik; fakat ben burada “bizden olmak “la “anlayabilme”yi ayırıyor ve kabul ediyorum ki bazen bizden olmayan bir şeyi de anlayabilmemiz mümkündür. O kitapların şairi Tagore, sanki bizi hiç görmez, hiç hesaba katmaz, gözleri sadece kendisini ve ne düşünüyorsa onları görürdü. “Avare Kuşlar”da ise Tagore, bizim aramıza iniyor ve düşündüğü, söyleyeceği şeylere, bizim aramızdan, bizimle beraber bakıyor; ve onları daha çok bizim çerçevemizden seçiyor. Avare Kuşlar’da Allah mevzuubahs olduğu zaman Allah’la Tagore arasındaki bağdan ziyâde, bizlerle Allah arasındaki bağlar gözükür.

Bu kitabın çoğu şiirlerinde Tagore, mistik duygu ve fikirleri, her sefer olduğu gibi, en öne koymamış, onlara daha “fon”da bir yer vermiştir. Avare Kuşlar’da Tagore, insanlara karşı bir psikolog, tabiata karşı bir objektif ve bütün bunların başında da her zaman olduğu gibi yine “şair”, aslında mistik olduğunu daima gösteren bir şairdir. Avare Kuşlar’ı okurken başka bir şey daha görüyoruz: Eğer Tagore çapında bir adam “Zarif’se nasıl mizah ve hiciv yapar ve bu mizah ve hiciv ne kadar başka bir incelikle ve asillikte olur!” (Bülent Ecevit, Avare Kuşlar, Hilmi Kitabevi, Ankara 1943, s.4-6)

Türkçede de Yayımlanan Başlıca Eserleri

Gitanjali İlahiler (Bülent Ecevit, 1941,1999); Avare Kuşlar (Bülent Ecevit,1943); Bahçıvan (İbrahim Hoyi, 1938); Büyüyen Ay (İbrahim Hoyi, 1941); Gitanjali/Nefesler (İbrahim Hoyi, 1942); Kebir’den Seçme Şiirler (Sofi Huri, 1970); Bahçıvan (Aşk Türküleri, I. Hoyi, 1938; Orhan Burian, 1938; C. Durukan, 1969); Büyüyen Ay (A.H. Şami-Kenan Halet, 1928; İ. Hoyi, 1941); Çitra (İrfan Konur, 1942); Firari (Sahir Ergin, 1940); Gitanjali (nefesler, İ. Hoyi, 1942; C. Durukan, 1971); Gora (roman, Âdnan Cemgil, 1966); İlkbahar Devri (Zekiye Handan, 1949); Mektup (“Post-Office” piyesi, Sabati Ataman, 1940); Meyva Zamanı (I. Hoyi, 1940); Mrinmaji (Kurşunluzade Raşit, 1932); Nalaka (Hint öyküsü, Zekiye Handan, 1955); Sevgi Bahçesi (Mehmet Şükrü Erden, 1936); Şairin Dini (Hikmet Hikay, İ949); Şekerden Bebek (iki uzun öykü, R. Tomris, 1962); Yurt ve Dünya (Bedri Tahir Şaman, 1928, İ942); K Tagore ve Ateşböcekleri (Dr. Rasih Güven, 1971); 101 Şiir (Gökçen Ezber), Sadhana/Yaşamın Kavranışı (İbrahim Şener-Çiğdem Ondem); Öyküler (İdil Gürbüz); Aşka Çağn (Tarık Dursun K, 1962), Milliyetçilik (Murat Çiftkaya), Gora (Yayına haz. İbrahim Şener, 2004).

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Ernest Hemingway Hayatı ve Edebi Kişiliği

ernest hemingwayErnest Hemingway Yaşamı; Nobel ve Pulitzer ödüllerinin sahibi Amerikalı romana Ernest Hemingway, 21 Temmuz 1899’da Chicago yakınlarındaki Oak Park’ta doğdu, 2 Ağustos 1961’de Küba’daki evinde, silahını temizlerken bir kaza kurşununa (kendini öldürdüğü de ileri sürülür) kurban giderek, yaşama gözlerini yumdu.

Çocukluğu Michigan’da göl kıyısında, orman içinde geçti. Doktor olan babasıyla birlikte sık sık yolculuklara çıktı. Her çeşit spora ilgi duydu. Hemingway, liseyi bitirdi, üniversite öğrenimi görmedi. Kansas City’de Star gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başladı. Savaştan sonra Paris’e yerleşti. Orada Ezra Pound ve Gertrude Stein’le dostlukları oldu. Bir süre yayımcı bulamamaktan yakındı.

Birinci Dünya Savaşı’nda gönüllü olarak, bir Amerikan birliği ile İtalya’ya gitti, yaralandı. Groce di Guerra madalyası aldı. Adnan Benk “Yazı sanatının inceliklerini, düşündüğünü, gördüğünü okura anlatmanın yollarını gazetecilikte öğrendiğini” yazıyordu. (Adnan Benk, Eleştiri Yazılan, Doğan Kitap, İstanbul 2000, s. 569) On yıl sonra kaleme aldığı İtalya’daki savaşı anlatan Silahlara Veda (1929) romanı, çok beğenilen eserleri arasında yer aldı.

Elli Bin Dolar adlı ilk öyküleri bu çocukluğunun geçtiği yerleri anlatır. Bu öykü Paris’te yayımlandı (1925). Paris’te sürgün hayatı yaşayan bir Amerikalı grubun serüvenlerini anlatan Güneş de Doğar (1926) ile Kadınsız Erkelder (1927) ona ilk ünü sağlayan kitaplar oldu.

Hemingway, avlanmayı seven, çok iyi de avcı olan bir yazardı. Afrika’nın Yeşil Tepeleri adlı yapıtında, Afrika’da avlanışını, orada gördüklerini günü gününe not ederek yapıtında kullandı. Klimanjaro’nun Karları adlı öykü kitabında aynı konulan daha da yoğun bir sanatçı duyarlığıyla ele aldı. Ya Hep, Ya Hiç aşk romanında Morgan adlı soylu bir kaçakçının öyküsünü anlattı. Ernest Hemingway, Birinci Dünya Savaşı’na olduğu gibi, İkinci Dünya Savaşına, İspanya iç savaşına da katıldı. Gazeteci kimliğiyle İngiltere ve Fransa’daydı. Bu dönemde yalnızca makaleler yazdı. Savaş sürerken Çanlar Kimin İçin Çalıyor 1940’ta yayımlandı. Onunla İspanyol cumhuriyetçilerine destek olurken, Irmağın Ötesinde ve Ağaçların Altında eseriyle savaş sonrası, 1950’de elli yaşındaki bir Amerikalı albayın on dokuz yaşındaki Venedikli bir genç kıza duyduğu sevgiyi anlattı. İhtiyar Balıkçı ve Deniz en büyük yapıtlarından biri oldu. Paris’e ilk geldiği yıllan Hareketli Şölen’de (1964) anlatmıştı. Bu ölümünden üç yıl sonra yayımlandı.

Türk ve Dünya Edebiyatındaki Yeri

Ernest Hemingway’le Türk edebiyatçılarının tanışması yirminci yüzyılın ortalarında yani ilk kitabının çıkışından 25 yıl sonra gerçekleşir. Aslında 1950’li yıllarda pek çok kitabı çevrilir ve okunur. Gene Sabah Oldu, Güneş de Doğar, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, İspanya Geceleri bu kitapların başında gelir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasının psikolojik çöküntüsü içinde olan dünya için, bunlar beklenen kitaplardır.

Hemingway’i çok etkileyen yazarlardan biri Mark Twain’dir. Twain’in dildeki başansı düşünülürse, onun etkisinde kalan bir ustanın neye dikkat etmesi gerektiği hemen ortaya çıkar. Ve Hemingway, öncelikle az sözle yoğun duygulu anlatıma önem veren bir yazar olarak, ‘yolunu şaşırmış yazarlar kuşağı’nın (Beat générations) içinden kendini farklı yaratarak çıkar. Leyla Kermenli, Hemingway için “İlk döneminde natüralisttir,” diyor ve değerlendirmesini şöyle sürdürüyor: “Tıpkı Dreiser, Anderson, Crane gibi, kişilerin davranışını çevrenin etkisi ile anlatır. İnsan erkin değildir; istemsizdir; kader, toplum ve ekonomik çevre onu belirli bir yöne götürür. 1926’da yayımlanan ilk romanı The Sun Also Rises’de (Güneş de Doğar) “yolunu şaşırmış kuşağı” dile getirir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra umutsuzluğa kapılmış, Avrupa’da iyi vakit geçirmeye çalışan Amerikalıları anlatır. Romanın belli başlı kişileri savaşta cinsel erkini kaybeden Jake Barnes; kocasından boşanmak üzere olan Lady Brett Ashley; Amerikalı Musevi yazar Robert Cohn ve İspanyol boğa güreşçisi Romeo’dur. Jake Barnes’i seven Brett, peşinden giden John’la ilgilenmez, kısa bir süre için Romeo ile gider ve en sonunda Michael Campbell’le evlenir. Kişilerin umutsuzluğu ve uyumsuzluğu güçlü bir dille kaleme alınmıştır. En önemli kişilerden biri boğa güreşçisi Romeo’dur. Çünkü o, büyük bir yüreklilik ve soğukkanlılıkla her an ölümle karşı karşıyadır. Kendi hayatını tehlikeye atarak kişilere ölüm ve ölümsüzlük duygululuğunu yaşatır. İnsanlar ilgisiz, soğuk bir evrende, gülümseyerek acı çekebilmektedirler. Romeo’nun boğa güreşindeki özel davranışını incelerken yazar, onun tehlikeden kaçmadığını ve tutumundaki anlığı belirtir. Boğa güreşi, Hemingway’in dirim görüşünün en güçlü sembolüdür. Onu ilgilendiren toplum uygarlığı değildir, ama kişilerin evrenle ilişkileridir. Eserlerinde içten davranışlan değerlendirir.(…)

Hemingway toplum sorumluluğunu törellik açısından inceler. 1940’ta yayımlanan For Whom The Bell Tolls’da (Çanlar Kimin İçin Çalıyor) yazar, daha da ileri gider. Dünyanın ve toplumun tek parça olduğunu belirtir. Bu eser, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “tek dünya” düşüncesini yaymakta etken olmuştur. Hemingway insanın yalnız yaşamadığını ve bütün insanlığa karşı sorumluluk duyması gerektiğini açıklar. Çanlar Kimin İçin Çalıyor’da gelişmiş bir toplum bilinciyle karşılaşırız; İspanya İç Savaşı’nda Hemingway’in başından geçen olaylar, eserin esin kaynağıdır. Faşistlerle savaşan Robert Jordan’ın hayatından üç gün ve üç gece anlatılır. Maria adındaki genç bir kızı sever. Bir köprüyü havaya uçurduktan sonra vaktinde kaçamaz ve ölümü beklerken yüce bir ülkü uğrunda can verdiğini ve dünyayı Faşizmden kurtardığını düşünür.(Leyla Kermenci, “Altı Romancı”, Türk Dili Dergisi, Aralık 1964,

Türkçede de Yayımlanan Başlıca Eserleri

Gene Sabah Oldu (Vahdet Gültekin, 1945; Güneş de Doğar adıyla, Filiz Karabey, 1955; Sinan Fişek, 1982); Bütün eserleri (Bilgi);’3,1990 Denizin Değiştirdiği (öykü, MemetFuat, 1992), İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşından Mektuplar (M.Aİİ Kayabal,1970), Kilimanjaro’nun Karlan (Aziz Üstel- Neşe Başman,1990), Silahlara Veda (Erçetin Tümay,1954; Vahdet Gültekin,1963), Yaşk Adam ve Deniz ve Seçilmiş Hikayeler (Yaşar Anday, 1972 ); Kadınsız Erkekler, 1971; Yenilmeyen Adam (Seyhan Satar,1998); Asla Vedalaşmayacağız (Semih Yazıcıoğlu, 1950); Çanlar Kimin İçin Çalıyor (Vahdet Gültekin, 1946; Mete Ergin, 1967; Erol Mutlu, 1998; Sevim Raşa, 2000)

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , ,

Ali Şir Nevai Kimdir ve Edebi Kişiliği Hakkında Bilgi

Ali Şir NevaiAli Şir Nevai, Çağatay şairi (Herat 1441 – ay. y. 1501). Timur soyundan gelen varlıklı bir ailedendi. Çok iyi bir eğitim gördü. Süt kardeşi de olduğu söylenen okul arkadaşı Hüseyin Baykara’nın güven ve desteğini kazandı. Meşhet, Herat, Semerkant kentlerinde geçen öğrenim yıllarından sonra Herat’ ı ele geçiren (1469) Hüseyin Baykara’ nın çağrısıyla hükümet işlerine girdi, nişancı, divan beyi (1472) oldu, iki yıl süreyle bağımsız valiliğini yaptı Astarâbâd Kenti’ndeki görevi dışında (1487-1488) bütün yaşamı Herat’ta ve Hüseyin Baykara’nın yanında geçti. Aylık bile kabul etmeden üstlendiği memurlukları sonunda Sultan Baykara kadar sözü geçen bir devlet adamı oldu. Savaş alanlarından devlet işlerine kadar her dalda kazandığı başarılar düzeyinde Çağatay Türkçesinin en büyük ve verimli şairi oldu. Sultan Baykara’ yı bir savaş dönüşünde karşılarken geçirdiği kalp krizi yüzünden ölünce daha önceden hazırlatmış olduğu türbesine gömüldü.

Ali Şir Nevai Edebi Kişiliği

32 yıl boyunca Horasan Sultanı Baykara’ya destek olan devlet adamlığı, siyasal ve toplumsal alanlarda başarılı uygulamaları yanı sıra Ali Şir Nevâî, Türkçenin en büyük şairlerinden ve Türk dilinin en bilinçli savunucularından bir oldu. Çok iyi bildiği Arapça ile Farsçanın karşısında Türkçenin bağımsız ve verimli, güzel ve aydınlık yanlarını hem şiirlerinde dile getirdi, hem bir düşünür olarak ileri sürdüğü savları inandırıcılıkla savundu.

Farsça yazma özentisindeki çağdaşı sanatçılara eserlerinin büyük çoğunluğunu Türkçe yazarak en iyi karşılığı vermiştir; toplumsal moda akımının zorunluğuyla ve belki de kendini kanıtlamak için hazırladığı Farsça divanı da vardır. Bu kitabı da içeren şiir toplamının genel adı Hazâinul-Maâni (Anlamlar Hazineleri)’dir; Türkçe olan dört bölüm Garâibü’s-Sıgar (Çocukluk Gariplikleri), Nevâdirü’ş-Şebâb (Gençlik Seçkinlikleri), Bedâyiul-Vasat (Ortayaş Güzellikleri), Fevâidü’l-Kiber (Yaşlılık Yararları) adlarını taşır, toplamı 10 bin beyit tutarındadır. Kabul edilmiş bir tutumla konularını İran Edebiyatının ilk şuâra tezkeresi de onundur: Mecâlisü’n-Nefâis (Güzellikler Meclisleri, 1491); 15. yüzyıl Çağatay ve İran şairleri üzerine titiz bilgileri verir.

Mizanü’l-Evzân (Vezirlerin Ölçüsü) eseri şiirde ve müzikte kullanılan her çeşit biçim ve usul özelliklerini tanıtır. En önemli eserlerinden biri Farsça ile Türkçenin karşılaştırılması, dilimizin Farsçadan üstün özelliklerinin tanıtılması, açıklanması amacıyla yazdığı Muhakemetü’l-Lugateyn’dir (İki Dilin Karşılaştırılması, 1498). Nevâî’nin bütün eserleri ise Agâh Sırrı Levent’in çabasıyla Türk Dil Kurumu Yayınları arasında 4 cilt halinde basıldı.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Ömer Hayyam – Kısaca Hayatı ve Felsefesi

Ömer Hayyam, İranlı şair (Horasan/Nişapur 1044 – ay.y. 1123-1135 ?). adı: Gıyasettin Ebu’l-Feth bin İbrahim. İran topraklarına Büyük Selçuklu Devletinin egemen olduğu bir çağda yaşadığı kesinse de (Reşidüttin, Cami-üt Tevarih adlı eserinde vezir Nizamülmülk ile İsmaili mezhebinin kurucusu Hasan Sabbah ile okul arkadaşı olduğuna değinir), yaşamı ve gençlik yılları karanlıktır. Adını ve ününü, etkisini ve gücünü kanıtlayan ürünler, bilimsel ürünleri değil, şiirleridir.

İran şiirinin geleneksel biçimi olan rubai’yi (dörtlü: dü beyt: iki beyit) aruzun özel kalıplarıyla şiirleştirirken, dilin en güzel ve uyumlu ses yapısını koruyan dikkatiyle öne çıkarsa da asıl etkisi burdan da gelmez. Onu güçlü, her çağdaş geçerli, her toplumda aranır kılan yoğunluk, kısacık şiirlerine sığdırdığı yaşam felsefesiyle dünya sevgisidir. Çok Tanrılı bir inanış olan Zerdüştlükle tek Tanrılı Müslümanlığın çatışma yeri olan doğum toprağında, eski Yunan felsefesinden gelen (Epikuros….) yaşama neşesini işlerken insanı yalnızca bu dünyanın ürünü sayan tutumu, dinsel inanışları aşan bir akıl ve sağduyu ufkuyla çok özgür bir yaşam değerlendirmesinin duyurusunu taşır.

Ahireti umursamayan, yazgıdan ötürü suçlanmayı kabul etmeyen, öteki dünyada yaşama umuduna değer vermeyen, bu yaşamda mutlu olmak için tutkusuz bir yetinmenin dirliğini koşulmayan tutumu, yadsınmaz bir etki olarak zaman engellerini aşar. Her rubaisinde ölüm sonrasının boşluğunu dile getirmeyi amaç sayar:

“Kim görmüş bu cenneti, cehennemi?
Kim gitmiş de getirmiş haberini
Kimselerin bilmediği bir dünya?
Özlenmeğe, korkulmağa değer mi?”

Bütün dinsel yorumlara ve vaatlere karşı yalnızca burada, bu dünyada insanca yaşamayı başlıca konu bilir: “Şurda oh diyecek bir yer olsaydı!
Ya da şu uzun yolun güzel bir sonu
Yüzbin yıl sonra, yerin altından!
Otlar gibi, yeşil yeşil çıkma umudu”

Ömer Hayyam’ın (soyadının anlamı: Çadırcı) bir benzeri daha olmayan Rubaiyat’ı dilimize çevrildi.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Jean de La Bruyere Hayatı

Jean de La Bruyère PortresiJean de La Bruyere, Fransız ya arı (Paris 1645 – Versailles 1696). Orleans Hukuk Fakültesi’ni bitirerek avukat olduysa da zengin bir amcasının mirasıyla rahat bir hazine memurluğu satın aldı (1673). On yıl Paris’te rahatça yaşadı, J. B. Bossuet’nin (1627-1704) ilgisini çekerek onun salık verişiyle Louis de Bourbon’a öğretmen ve eğitici oldu, bundan sonraki yaşamını o büyük ailenin konak ve köşklerinde kitaplık görevlisi, danışman gibi rahat görevlerle geçirdi, zengin ve yüksek zümreyle saray yaşamının özelliklerini gözleme fırsatını bulduğu için çağının bütün eleştirisini yapabilecek deneyim zenginliğine erişti.

Ünlü eserini ilkin 1688’de imzasız olarak yayımlattı: les Caracteres de Theophraste Traduit du Grec, Avec les Caracteres et les Moeurs de ce Siecle (Theophrastos’un Karakterlerinin Yunancadan Çevirisi ile Bu Yüzyılın Karakterleriyle Töreleri). Kısa sürede tükenen ve aranan eserin dokuzuncu basımında (1696) kendi yazdıkları hemen hemen iki katına çıkmıştı, portrelerini çoğalttı, Fransız Akademisi’ne seçildi (1693), ahlakçı bir tutumun örnek davranışlarım özdeyişlerle belirledi, çağının bir tanığı oldu; gözlem sağlığı ve dikkatiyle anlatımındaki kısalık ve özlülük başlıca üstün nitelikleri oldu.

Karakterler, yazarın seçtiği 15 ayrı konu üzerindeki tanım, özdeyiş, betimlemeye yargılarla örnek diye alınan belirgin tiplerin canlı portrelerini içeren kitabın planı şöyledir.
1- Düşüne Ürünleri Üzerine,
2- Kişisel Değerler Üzerine,
3- Kadınlar Üzerine,
4- Gönül Üzerine,
5- Toplum ve Söyleşi Üzerine,
6- Varlıklı Olma Üzerine,
7-Saray Çevresi Üzerine,
8- Büyükler Üzerine,
9- Kral ya da Halk Üzerine,
10- İnsan Üzerine,
11- Yargılar Üzerine,
12- Moda Üzerine,
13- Bazı Adetler Üzerine,
14- Vaiz Kürsüsü Üzerine,
15- Bilgiçler Üzerine.

En tanınan portreler arasında yer almış akıllı Cydias’ın, Dalgın Meenalque’ın kimliklerinde okurlar o çağın bilinen kişilerinin çizgilerini buldukları için karakterler, yargıları kadar güncel tanıklarıyla da ilgi gördü; karamsar umutsuzluğuna karşın toplumun tam bir aynası sayıldı.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Karacaoğlan Hayatı

Karacaoğlan

Onyedinci yüzyılda yaşamış çok ünlü bir halk şairimizdir. Doğum, ölüm tarihleri kesinlikle bilinmemekle birlikte, 1606’da doğduğu, 1680’de öldüğü sanılıyor. Karacaoğlan’ın nerede doğup nerede öldüğü de belli değildir. Ancak, güneydoğu illerinde yaşadığı, Toros dağları, Adana, Gaziantep, Hatay dolaylarında ömrünü genellikle gezginci bir halk ozanı olarak geçirdiği anlaşılıyor.

Türkmen boyundan bir ozan olan Karacaoğlan, Anadolu’nun daha uzak bölgelerine de gitmiş, Rumeli’de yapılan savaşlara bile katılmıştır. Bütün bunlar, onun çeşitli şiirlerinde ettiği sözlerden, yaptığı tasvirlerden anlaşılmaktadır.

Karacaoğlan çok güçlü eserler meydana getirmiş bir halk şairidir. Zamanında Türkçe konuşulup yazılan bütün yurt içi ve yurt dışı ülkeleri saran geniş ünü, ölümünden sonra da çoğalarak süregelmiştir. Bütünüyle hece vezninde, baştan başa halkın öz diliyle meydana getirdiği şiirlerinde Türk zevkini, yaşayışım, özlem duygularını, sevgiyi, çeşitli güzellikleri, bu arada yurt köşelerini derin bir içtenlikle dile getirmiştir.

Koşma, koçaklama, türkü gibi halk şiir türlerinin hemen hepsinde şiirler düzenlemiş bulunan Karacaoğlan’ın dağınık bir halde bulunan eserleri ancak 20. yüzyılda toplanmış, bir araya getirilerek yayımlanmıştır. Ozanın bütün şiirlerinin sayısı 500’ü geçer. Karacaoğlan, çoğunlukla hecenin 6 + 5, 4 + 4, 4 + 4 + 3’lü ölçülerini kullanmıştır.

İşte yurt güzelliklerini anlatan şiirlerinden biri. Karacaoğlan bu şiirinde, en çok yaşadığı, yakından tanıdığı Çukurova’da kışın sona erip baharın gelişini bakın ne güzel anlatıyor:

Çukurova bayramlığın giyerken
Çıplaklığın üzerinden soyarken
Şubat ayı kış yelini kovarken
Cennet dense sana yakışır dağlar

Ağacınız yapraklarla donanır
Taşlarınız bir birliğe inanır
Hep çiçekler bağrınızda gönenir
Pınarınız çağlar akışır dağlar

Rüzgâr eser dallarınız atışır
Kuşlarınız birbiriyle ötüşür
Ören yerler bu bayramda pek üşür
Sümbül niçin yaslı bakışır dağlar

Karac’oğlan size bakar sevinir
Sevinirken kalbi yanar gövünür
Kımıldanır hep dertlerim devinir
Yas ile sevincim yıkışır dağlar

Kelimeler:

Gönenmek: mutlu olmak;
ören: bakımsız, harap;
gövünmek: yanmak, tutuşmak;
devinmek: kımıldamak, hareket etmek;
yıkışmak: güreşmek.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Cahit Sıtkı Tarancı Hayatı ve Eserleri

Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin öncülüğünü yapmış en önemli şairlerimizdendir 4 Ekim 1910 Diyarbakır’da doğdu. İlk öğrenimini burada yaptıktan sonra İstanbul’a geldi. Ortaokul bölümünü Fransız Saint-Joseph Lisesi’nde okudu; Galatasaray’a girerek 1931’de mezun oldu. Birkaç yıl Mülkiye Okulu’na (Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne) devam ettiyse de, tamamlamadan ayrıldı, ilk şiirlerini o sıralarda yayınlamaya başlamıştı.

Daha sonra Paris’e gitti. Orada hem Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyor, hem de şiir, edebiyat hareketlerini yakından izliyordu. II. Dünya Savaşı’nın çıkması, Paris’in Alman işgali altına girmesi yüzünden, öğrenimi gene yarıda kaldı. 1940’ta yurda döndü, basın hayatına atıldı, şiirle birlikte hikayeler de yazıyordu. 1943’te memurluk hayatına girdi. Anadolu Ajansı’nda, Toprak Mahsulleri Ofisi’nde, Çalışma Bakanlığı’nda çeşitli görevlerde çalıştı.

Cahit Sıtkı Tarancı, bu arada kendini içkiye kaptırmıştı. Yaratılıştan zayıf bulunan vücudu, bu düzensiz yaşayışına dayanamadı; ağır bir felce uğradı. Şair hassas varlığını, hiçbir şekilde kıpırdanamayan bir vücut kalıbı içinde mahkum görmenin sonsuz acısını çekerek iki yıl böylece yaşadı. İstanbul ve Ankara’da ki tedavilerden bir sonuç alınamayınca Viyana’ya gönderildi ve orada da 13 Ekim 1956 yılında öldü. Cenazesi yurda getirilerek Ankara’da gömüldü.

Edebi Kişiliği : İlk şiirlerini yayımlamasından beri, kısa bir süre içinde, sanat gücünü çevresine kabul ettiren Cahit Sıtkı Tarancı, tam bir özelliği bulunan bir şairdir. Başlangıçtaki eserlerinde biraz içine kapalı, karamsar bir karakter taşıyan şiirlerinde, az çok halk edebiyatı çeşnisi de bulunmaktadır. Sonraları bu özelliklerinden hayli uzaklaşmış, şekli oldukça dağıtmış, konularında daha iyimser, anlatımda daha özgür, aydınlık bir yol tutmuştur. Yaşamaya, çeşitli güzelliklere karşı derin bir sevgi şiirlerinin belli başlı temelidir. 1946’da düzenlenen büyük bir şiir yarışmasında birinciliği kazanan “Otuz Beş Yaş” isimli şiiri, onun olduğu kadar, Türk edebiyatının da en güzel ve en meşhur şiirlerinden birisidir. Sadece Otuz Beş Yaş isimli şiiri için dahi üniversitelerde tezler dahi yazılmıştır. Ayrıca “Memleke İsterim” isimli şiir de pek bir meşhurdur.

Ömrümde Sükut (1933)
Otuz Beş Yaş (1946)
Düşten Güzel (1953)
Sonrası (1957)
Ziya’ya Mektuplar (Ölümünden sonra 1957. Ziya Osman Saba’ya mektupları)
Gün Eksilmesin Penceremden (Ölümünden sonra derlendi)

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Mehmet Emin Yurdakul Hayatı

mehmet-emin-yurdakulMehmet Emin Yurdakul; (1864- 1944) XX. yüzyılın ünlü Türk şairlerinden biridir. İstanbul’da doğdu. Babası, balıkçılıkla uğraşan Salih Reis adında bir halk çocuğu idi. Salih Reis, oğlunu okutmak için, elinden gelen gayreti sarfetti; Mehmet Emin, ilk öğrenimini Beşiktaş’ta yaptıktan sonra askeri  rüştiye ve idadilerde okudu; Hukuka ve Mülkiye’ye devam etti. Hayatını kazanmak zorundaydı; Sadaret evrak kaleminde bir süre mülâzim olarak çalıştıktan sonra; «Fazilet ve Asalet» adlı küçük eserinin devlet ilerigelenlerinin dikkat ve ilgisini çekmesi üzerine, Rüsumat kalemine maaşlı memur olarak yerleştirildi. Bir, iki yıl geçmeden Rüsumat Evrak Müdürü oldu.

Mehmet Emin, ilk şiirlerini bu sıralarda yayınlamış, lâkin başarı kazanamamıştı. 1897 Osmanlı – Yunan Savaşı’nda, Servet-i Fünun dergisinde «Cenge Giderken» başlıklı şiiri çıktı:

«Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur.» mısrası ile başlayan; dil, konu, anlatım bakımlarından Servet-i Fünun şiirlerinden tamamıyla ayrı ve yeni olan bu manzume, bazılarınca küçümsenmekle beraber, birçok çevrede ilgiyle karşılandı. Mehmet Emin, bu nitelikte eserler vermeye devam etti. 1898 yılında «Türkçe Şiirler» adlı kitabını yayınladığı zaman, birçokları bu adı saçma buldular, «Bizim yazdıklarımız başka dilde midir,» demişlerdi. Mehmet Emin Yurdakul çeşitli destekler ve tenkitler ortasında, yolunda yürümekten çekinmedi. Memurluk hayan da başarı ile devam ediyordu. İkinci Meşrutiyet’ten sonra sırasıyla Hicaz, Sivas, Erzurum valiliklerinde bulundu. 1914 yılı başlarında Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Musul Mebusu oldu. Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlıya-rak, çeşitli illerin milletvekilliğini yaptı. 1944 yılının ilk günlerinde İstanbul’da, Beşiktaş’ ta öldü.

Mehmet Emin Yurdakul, Türk edebiyatında kendine has bir çığır açan, bu yolda başarıya ulaşan bir şairdir. Bu çığırın niteliği şudur: Halk için ve halk dili ile yazmak; milliyetçi bir ideale yönelmek; duru bir.Türkçe ile birlikte yalnız hece veznini kullanmak; konulan toplum dertlerinden, sosyal hayat olaylarından derlemek… Ömrü boyunca bu yolda yürüyen, bütün eserlerini bu çerçeve içinde vücuda getiren M. Emin Yurdakul’un sanatçı olarak, kişiliği zayıftır. Şiirleri, heyecansız ve derinliksizdir. Mehmet Emin Yurdakul, Türk şiirinde sanatçı olmaktan fazla, önder, yol gösterici ve idealist bir çehre olarak değerlidir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Cenap Şahabettin Hakkında Bilgi

Cenap ŞahabettinÜnlü Türk şair ve edibidir. Babası Binbaşı Osman Şahabettin Bey, 1877-1878 Türk-Rus Savaşı’nda, Cenap yedi yaşındayken, Plevne’de şehit olmuştur. Cenap, askeri ilk ve ortaokullarını, bitirdikten sonra, Askeri Tıbbiye’ye girdi. Bu sıralarda Muallim Naci ile tanıştı. Kuvvetli bir şair olmak için durmadan çalışıyordu. İlk şiiri bir gazeldir. Muallim Naci onun şiirlerini, nesir parçalarını, Fransızcadan yaptığı çevirileri bastırıyor, kendisini daima teşvik ediyordu. 1887’de basılan «Tâmât» adlı şiir kitabı gençlik şiirlerini bir araya toplar.

Cenap Şahabettin 1889’da Askerî Tıbbiye’yi bitirdi, 1890’da Paris’e gönderildi. Genç edip orada yalnız tıp tahsil etmiyor, edebiyata da çalışıyordu. 1894’te İstanbul’a döndü. İzmir, Konya ve Ankara sıhhiye müfettişliklerinde bulundu. 1897’de, bir sıhhiye heyetiyle birlikte Hicaz’a gönderildi. Bu seyahata ait yazıları «Hac Yolunda» adını taşıyan bir kitapta toplanmıştır. Seyahat edebiyatımızın Avrupalı anlamda ilk örneği bu eserdir.

Cenap’ın Paris dönüşü yazdığı şiirler eskilerinden çok farklıdır. Artık bunlarda Hamit’in, Ekrem Bey’in tesirlerine rastlanmaz. Şiirleri, o zaman eskileri kızdırmakla beraber, yenilik taraftarlarını sevindiriyor, hatta bazı şiirlerine, aralarında Tevfik Fikret de olmak üzere zamanın ileri gelen şairleri tarafından nazireler yazılıyordu. Tevfik Fikret’in yakınlık göstermesi Cenab’ı «Serveti Fünun» ‘culara yaklaştırdı. 1896’da bu dergide çıkan bir şiiriyle Edebiyat-ı Cedide’ciler arasına katıldı. Edebîyat-ı Cedide şiirini, yıllarca Tevfik Fikret’le birlikte o temsil etti.

Cenap Şahabettin Meşrutiyetin ilanından sonra şiiri ikinci plana aldı. «Aşiyan», «Tânin», «Hürriyet», «İçtihad», «Hak» gibi çeşitli gazete ve dergilerde edebi ve siyasi makaleler yazıyordu, ilk mizahi yazıları da bu devreye rastlar. «Kalem» dergisinde «Dahhâk-i Mazlûm» takma adı ile mizahi makaleleri çıkıyordu. 1914’te de emekliye ayrıldı. Darülfünun Edebiyat Fakültesi Lisan Şubesi Fransızca Müderrisliğine (ordinaryüs’profesörlüğüne) tayin edildi, sonra da Garp Edebiyatı Müderris Vekili oldu. Millî Mücadele sona erince bir kenara çekildi. Hayatının sonuna kadar okuma ve yazmakla meşgul oldu. Ölümüne yakın yıllarda Türkçe sözlük hazırlamaktaydı.

Cenap Şahabettin, bütün Türk yenilik şiirinin en büyük birkaç simasından biridir. Nesirlerinde de Türkçe’yi pek üstatça ve dahice bir zevkle kullanmıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Hüseyin Rahmi Gürpınar Hakkında Kısa Bilgi

Hüseyin Rahmi GürpınarÇağdaş Türk edebiyatının herkesçe en sevilen, tutulan hikaye, roman yazarıdır. 1864’te İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Aksaray’daki okullarda yaptı. Bir süre Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde de okudu ise de, genç yaşta yazarlık hayatına atıldığı için, burayı bitirmeden ayrıldı. Kısa bir süre devlet memurluğu yaptıktan sonra kendisini bütünüyle gazeteciliğe, yazarlığa verdi. Ömrü boyunca geçimini yazılarıyla sağlamış sayılı Türk edebiyatçılarının ilklerindendir.

Hüseyin Rahmi Gürpınar, Heybeliada’ya yerleşmiş, daha çok orada yaşamıştı. 1944’te burada öldü. Mezarı da bu adadadır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar, Servet-i Fünun edebiyatçıları ile çağdaş bulunduğu halde, edebiyat, sanat anlayışında onlardan çok ayrı bir yol izlemiştir. Servet-i Fünun romancıları eserlerini yüksek, «alafranga» tabaka için yazıyorlardı. Bundan dolayı onların romanları dil, konu, kişiler, olayların geçtiği çevreler yönünden geniş okuyucu yığınlarından uzak, ayrıydı. Hüseyin Rahmi Gürpınar bunun tersi bir yol izledi: Eserlerinin dili duru, açıktır; konu, kişiler, olayların geçtiği çevre de İstanbul’un asıl halk çoğunluğu arasından derlenmiştir. Halkın yaşamını halka dönük bir biçimde anlattığı için çok sevilen bir yazar oldu.

Onun romanlarında İstanbul halkının her türlü yaşayışı, zevkleri, çeşitli tipleri çok büyük bir sadelik, doğallık ve ustalıkla işlenmiştir. Yazarın çok belirgin özelliklerinden biri de gerçekçi oluşudur. Gözlem, tasvir gücü çok sağlamdır. Romanları bize ondokuzuncu yüzyılın sonu ile yirminci yüzyıl başlarındaki İstanbul yaşayışını pek canlı, renkli bir biçimde yansıtır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın sayısı 70’i aşan roman, hikaye kitaplarından belli başlıları şunlardır: Şık; İffet; Mürebbiye; Tesadüf; Şıpsevdi; Hakk’a Sığındık; Hayattan Sayfalar; Utanmaz Adam; Mezarından Kalkan Şehit.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Tevfik Fikret Hakkında Kısa Bilgi

Tevfik FikretEdebiyatımızda «Servet-i Fünun Topluluğu» olarak anılan belli bir sanat döneminin, sanat anlayışının en büyük şairidir. 1867’de İstanbul’da doğdu, ilk ve orta öğreniminin bir kısmını Aksaray semtindeki okullarda yaptıktan sonra Galatasaray Lisesi’ni birincilikle bitirdi. Kısa bir süre memurluk yaptıktan sonra öğretmenlik hayatına atıldı. Ticaret okulunda, Galatasaray Lisesi’nde yıllarca öğretmenlik, müdürlük yaptı, ömrünün son yıllarını Robert Kolej öğretmenliğinde geçirdi. Ünlü «Servet-i Fünun» dergisini, «Tanin» gazetesini kuranlar arasındadır. 1915’te Rumelihisarı sırtlarında, Âşiyan (Yuva) adını verdiği evinde öldü. Mezarı bu evin avlusundadır. Âşiyan bugün bir edebiyat müzesidir.

Tevfik Fikret Türk şiirine konu, biçim, yapı, düzen yönlerinden büyük yenilikler getirmiştir. Eserlerinde, kişisel duygular yerine, toplum sorunlarını ele alırdı. Yaşadığı zamanlarda ülkemiz Batı’dan çok geri, yoksul durumdaydı. Halkın özgürlüğü de son derece kısıtlıydı. Tevfik Fikret, özellikle sanat hayatının ikinci döneminde, bütün çalışmalarını bu alanlara yöneltti. Çalışkan, canlı, uygarlığa yönelik bir ulus olmamız için çaba harcadı. Onun sanatı, edebiyatı yalnız sanat için değil, daha çok, toplum için uygulayan bir anlayışı vardı. Bundan dolayı şiirleri genellikle bütünüyle eğitici, öğretici bir nitelik taşır.

Eserlerinin dil, anlatım yönü ağır, günümüz için eskimiş olmakla birlikte yapısı, nazım düzeni çok güçlüdür.

Tevfik Fikret manzumelerinin bir bölüğünü yalnız gençlere seslenerek, gençler için, onlara iyiyi, doğruyu, güzeli göstermek için yazmış, ayrıca çocuklar için de çok duru, açık bir dille, hece vezni ile manzumeler de meydana getirmiştir. Tevfik Fikret’in başlıca şiir kitapları şunlardır: Rübab-ı Şikeste (Kırık Saz); Halûk’un Defteri; Şermin. Bunlardan ikincisi gençler, üçüncüsü çocuklar için yazılmıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Namık Kemal Hakkında Kısa Bilgi

Namık KemalTanzimat döneminin tanınmış yazarlarındandır. Eserleri kadar yurtseverliği, ulusun faydaları için çalışması ile de tanınmıştır. 1840’ta Tekirdağ’da doğdu. Özel öğrenim görerek yetişti. 1867’de, padişahın zulmünden Avrupa’ya kaçarak Londra’da «Hürriyet» adlı gazeteyi çıkardı. Orada yıllarca ülkemizin iyiliği, yükselmesi için çalıştı. 1870’te yurda döndü, İstanbul’da arkadaşları ile birlikte «İbret» gazetesini kurdu. Hapise konulup sürgünlere yollandı. 1873’te oynanan «Vatan yahut Silistre» oyunu yüzünden yeniden yakalanıp bu sefer Kıbrıs’ta Magosa zindanına atıldı. Üç yıldan fazla bu zindanda kaldı. Padişah Abdülaziz‘in tahttan indirilip V. Murad‘ın tahta çıkması üzerine serbest bırakılıp İstanbul’a geldiyse de, ondan sonra padişah olan II. Abdülhamit zamanında yeniden hapse atıldı, sürgüne yollandı, İstanbul’a dönmemek şartıyla, o zaman bizim olan Midilli, Rodos, Sakız adalarında mutasarrıflık (kaymakamlıkla valilik arasında bir görev) yaptı. 1888’de Sakız adasında öldü. Mezarı Gelibolu yakınlarında Bolayır’dadır.

Namık Kemal yurduna, ulusuna yararlı olmayı amaç edinmiş bir adamdı. Bundan dolayı bütün eserlerini yurt, ulus sevgisiyle dolu olarak meydana getirdi. Yazı türlerinin hemen her dalında, manzum, ya da düz yazı alanında çeşitli eserler verdi. Bunların çoğunda yurdun, ulusun özgürlüğü, kalkınması için çalıştı. Edebiyatımızın doğululuktan çıkıp batılılaşmasında da çok önemli hizmetleri vardır. Şiir, roman, tiyatro, tarih, eleştirme, makale dallarında değerli ürünler vermiştir. Bütün eserleri «didaktik» denilen öğretici, eğitici türdedir.

Bir dörtlüğünde şöyle der:

Halka hizmet etmekte ayak diriyorum.
Fedakârlık edenlerin adı milletin kalbinde kalır.
Bir gün gelecek, yurtseverlik güneşi altında,
«Kemal’in mezarı kalmadıysa da adı kaldı.» diyecekler.

Namık Kemal’in en tanınmış eserleri şunlardır: Cezmi; İntibah (romanları); Vatan yahut Silistre; Akif Bey; Zavallı Çocuk, Gülnihal (tiyatroları); Osmanlı Tarihi; Evrak-ı Perişan; Kanije (tarih kitapları). Şiirlerini bir kitap halinde toplayıp bastırmamıştır. Namık Kemal’in çeşitli eserlerinin sayısı 20’yi aşkındır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Nikolay Gogol Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Nikolay GogolTanınmış bir Rus yazarıdır. Edebiyatın her alanında eserler vermiştir. Rus edebiyatında gerçekçiliğin öncülerinden sayılır. Nikolay Gogol, Ukrayna’da 31 Mart 1809 tarihinde doğdu. Asil bir ailenin çocuğuydu. Küçük yaşta öksüz kaldı. 19 yaşındayken Petersburg’a gitti. Ekmek parasını sağlayabilmek için çalışmak zorundaydı. Fakat kısa zamanda Ukrayna’yı özledi. Vatan hasretini gidermek için Ukrayna ile ilgili hikayeler yazmaya başladı. İlk hikaye kitabını 1831 ‘de yayınladı. Ukrayna’da çiftlik hayatını anlatan bu hikaye kitabı pek fazla beğenilmedi. Gogol, kısa zamanda şöhrete kavuşan talihli yazarlardan değildi. Ancak, Puşkin’le tanışıp ahbap olduktan sonra kader onun yüzüne gülmeye başladı. Puşkin, Gogol için büyük bir ilham kaynağı olmuştur.

Gogol, 1835’te «Taras Bulba» adındaki ilk romanını yayınladı. Bir yıl sonra da hemen bütün dünya sahnelerinde oynanan «Müfettiş» piyesini yazdı. Bu eserde Müfettiş o devrin bürokrasi zihniyetiyle tatlı bir şekilde alay eder. Piyesi kitap halinde basanlar, eserin sahneye konmadan önce devrin Çarı I. Nikola tarafından bir kere gözden geçirilmesini uygun bulmuşlardı, zira, eserin fırtınalar yaratacağını, bu yüzden pek çok kimsenin Sibirya’ya sürüleceğini tahmin etmişlerdi. Çar Nikola piyesi okudu, derhal sahneye konması için emir verdi.

Gogol, bir yandan da en büyük eseri olan «Ölü Canlar» ı tamamlamaya uğraşıyordu. Bu, Rusya’daki kölecilik düzenini tenkid eden bir eserdi. Zengin bir adamın köle satın alıp başkasına satarak diyar diyar gezisini anlatıyordu. Gerçekçi bir üslupla yazılan eserde yer yer çok güzel tasvirlere de rastlanıyordu. Eser 1842’de kitap halinde yayınlandı. Yazar bu kitabı yüzünden pek çok tenkide uğradı.

Gogol, hayatından memnun değildi. Sıhhati de günden güne bozuluyordu. Zamanla kimseyle görüşmez, hiçbir yere gitmez oldu. Ünlü yazarın kendini melankoliye kaptırdığı söyleniyordu. Gogol, ölümünden kısa bîr zaman önce, evindeki bütün müsveddeleri toplayıp yok etti. Bunların arasında, «Ölü Canlar» romanının o zamana kadar hiç yayınlanmamış olalı ikinci cildi de vardı. XIX. yüzyıl dünya roman edebiyatının anıtlarından biri sayılan «Ölü Canlar» ın ikinci cildinin böyle bir kazaya uğraması edebiyat alemi için büyük kayıp sayılır.

Gogol’u İngiliz romancısı Charles Dickens‘a benzetenler çoktur. Hayatın acı taraflarını alaylı bir şekilde anlatmasını bilen Gogol, eserlerinden söz ederken: «Bunlar benim ruhumun tarihidirler» demişti. Gerçekten de romanlarında, hikayelerinde anlattığı insanlar gibi onun da hayatı acılarla doluydu. O, eserlerinde Rusya’nın küçük taşra kasabalarında yaşayanların hayat ve maceralarını dile getirmiştir. Yazarın en güzel eserleri «Taras Bulba», «Ölü Canlar» ve «Müfettiş» tir. Ayrıca hikâye kitapları da .vardır.

Nikolay Gogol Eserleri

*** Ölü Canlar
*** Taras Bulba
*** Müfettiş
•*** Portre
*** Eski Zaman Beyleri•
•*** Evlenme
*** Bir Delinin Hatıra Defteri
*** Petersburg Hikâyeleri
*** Masallar
*** Fayton
*** Dava

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Ahmet Rasim Kısaca Hayatı

Ahmet RasimÜnlü yazarlarımızdandır. 1864’te İstanbul’da doğdu, ilk öğrenimini mahalle mektebinde yaptı. Darüşşafaka Lisesi’ne girerek bu okulu birincilikle bitirdi. Bir süre Posta ve Telgraf idaresinde memurluk yaptı. Bu sırada yazı yazmaya merak sararak ilk denemelerini zamanının ünlü gazetecisi, yazan Ahmet Mithat Efendi’ye yolladı. Ahmet Mithat Efendi o vakitler Tercüman-ı Hakikat adlı bir gazete çıkarıyordu. Genç yazarın eserlerini çok beğenerek ona gazetesinde iş verdi. Böylelikle Ahmet Rasim ömür boyu sürecek olan gazeteciliğe, yazarlığa başlamış oldu. Ömrünün son yıllarında (1927-1932) milletvekili seçildi. 1932’de İstanbul’da öldü.

Çok yönlü bir yazar olan Ahmet Rasim, şiir de dahil olmak üzere, yazı türlerinin hemen her dalında eserler vermiştir. İnceleme, gezi notları, siyasi, tarihi yazılar, anılar, romanlar, hikayeler yazdı. Onun bütün bu yazıları ayrı ayrı birer değer taşımakla birlikte Ahmet Rasim özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki İstanbul’un türlü yaşantısını, çok çeşitli, değişik insan tiplerini, sorunlarını, eğlencelerini, geleneklerini, göreneklerini dile getiren sohbet, makale, fıkra türündeki yazılarıyla büyük değer taşır. Sonraları bir kısmının kitap haline getirildiği onun bu tür yazıları dilimiz, edebiyatımız için olduğu kadar yarınki uygarlık tarihimiz için de bir kaynak olarak, çok önemlidir.

Ahmet Rasim’in en büyük hizmetlerinden biri ise edebi yazı dilimizi eski geleneklerinden kurtarıp duru, rahat, temiz bir hale getirmesi, böylelikle günümüz Türkçesinin temelini atmış olmasıdır. Çağdaş Türk gazeteciliğinin gelişip evrimleşmesinde de bu yazarımızın büyük, şerefli bir payı bulunmaktadır.

Ahmet Rasim’in, sayıları kırkı aşan eserlerinden başlıcaları şunlardır: Şehir Mektupları; Eşkâl-i Zaman (fıkra ve sohbetler); Hamamcı Ülfet (roman); Muharrir Bu ya; Muharrir – Şair – Edib (anılar, makaleler, sohbetler); Falaka (anılar); Şinasi (inceleme); Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi (tarih); Romanya Mektupları (gezi notları}.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Musahipzade Celal Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Musahipzade CelalTanınmış bir tiyatro yazarımızdır. III. Selim’in musahibi büyük bestekar Şakir Ağa’nın torunudur. Tophane Fevziye Rüştiyesi’nde okudu. 1889’da Babıali Tercüme Odası’nda çalışmaya başladı. Bundan sonra çeşitli memurluklarla resmi hayatına devam ederken bir yandan tiyatroya merak sardı.

1908 Meşrutiyeti’nden sonra kıpırdamaya başlayan tiyatro hareketleri sırasında, Mınakyan Efendi, Osmanlı Dram Kumpanyası’nda Celâl Esat Arseven’le Salâh Cimcoz’un ortaklaşa yazdıkları «Selim-i Sâlis» (Üçüncü Selim) piyesini oynamıştı. Bunu seyreden Musahipzade Celâl de «Köprülüler» adında bir dram yazdı. Mınakyan eseri beğendi ve oynadı.

1913″te «İstanbul Efendisi» adı ile ilk komedisini meydana getiren yazar «tarihin gölgesi altında hayal meyal seçilen halk hayatını piyese sokmak» istiyordu. 1913-1933 yılları arasında «Macun Hokkası», «Yedekçi», «Lâle Devri», «Atlı Ases», «Kaşıkçılar», «İtâat İlâmı», «Fermanlı Deli Hazretleri», «Aynaroz Kadısı», «Kafes Arkasında», «Bir Kavuk Devrildi», «Demirbaş Şarl», «Pazartesi-Perşembe», «Gül ve Gönül», «Balaban Ağa» gibi, konusunu tarihten alan, geçmişin gülünçlüklerini canlandıran, komediler, dramlar yazdı.

«Selma» çağdaş hayattan alınan bir konuyu işliyordu, ancak 1961-1962 tiyatro mevsiminde sahneye konuldu. «Aynaroz Kadısı» 1938’de, «Bir Kavuk Devrildi» 1939’da filme de alınmıştır.

Bir müddet İstanbul Şehir Tiyatrosu dramatürlüğü de yapan Celâl Musahipoğlu’nun «Eski İstanbul Yaşayışı» (1946) adlı eseri, onun toplum hayatı üzerindeki bilgisinin, görgüsünün derinliğini belirten bir eseridir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , , ,

Abdülhak Hamit Tarhan Hayatı ve Eserleri

Abdülhak Hamit TarhanAbdülhak Hamit Tarhan; şair ve yazardır. (İstanbul 1852 – ay.y. 1937).

İlmiye sınıfından köklü bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Dedesi Abdülhak Molla hekimbaşı; babası elçilik görevleri de yüklenen tarihçi Hayrullah Efendi’dir. Özenle yetiştirildi, özel hocalar önünde okudu, ağabeyinin yanında bir süre Paris’te bulundu, hemen hemen hiç okula gitmeden 12 yaşında Tercüme Odası’na girdi (1864), iki yıl sonra elçi babasının katibi niteliğiyle Tahran’a gitti (1866). Babasını yitirince (1866) yurda döndü, memurluk yaşamını sürdürdü. İlk evliliğini “Makber mülhimesi (Makber’i esinlendiren) Fatma Hanım ile yaptı (1874). İki yıl sonra eşini yurtta bırakarak elçilik kâtipliğiyle Paris’e gitti (1876); ufak tefek pürüzlerden sonra Rusya’da Poti (1881). Yunanistan’da Colos, 1883 Ekiminde Hindistan’da Bombay başkonsolosluğuna atandı, bu kez eşini de birlikte götürdü, hastalığı ağırlaşan eşini (verem) geri getirirken, Beyrut’ta vali olan ağabeyinin yanında kaldı, Fatma Hanım orada öldü (1885).

Bu olay şairi ölüm sorununa çekecek, birçok şiirinde aynı temayı işleyecektir Makber (1885), Ölü (1885), Bunlar Odur (1886), Hacle (Gerdek Odası, 1886). Londra elçiliği başkâtipliğinde (1886) tutundu, edebiyatı bırakmaya, kitap yayımlatmamaya razı olarak görevini korudu (1895), görevi yükseldi, Lahey elçiliğine atandı (1895), Londra elçilik müsteşarlığına döner (1897), büyükelçi aylığıyla Brüksel orta elçiliğine gönderildi (1906), dördüncü evliliğini Belçikalı Lüsyen Hanım ile yaparak işine son verildiği için yurda döndü (1912), Âyan üyesi seçildi (1914), bu meclisin ikinci başkanı oldu, mütarekede yurtdışına çıkmayı yeğledi (Viyana, 1919), Kurtuluştan sonra TBMM tarafından kendisine aylık bağlandı, 1928’den sonra süreklilikle İstanbul milletvekili olarak görevde gözüktü, belediyenin kendisine ayırdığı Maçka Palas’ta oturdu, öldüğü zaman (13 Nisan) ulusal cenaze töreniyle Zincirlikuyu Asri Mezarlığı’na ilk gömülen o oldu.

Tanzimat Edebiyatı’nda şiirimize Batı nazım biçimlerini getiren, Makber gibi bir eserde belli bir konuyu bütünlükle işleyen, her iki ölçüyü de kullanarak uyum araştırmaları yapan, değişik konu ve orunları ele alarak ufku genişleten kişi oldu. Yanı sıra değişik ülke edebiyatlarını yerinde izlemiş olmanın, çeşitli dilleri bilmenin ayrıcalığıyla dilimize yeni deyiş çalışmaları, imge zenginlikleri, söz oyunu ustalıkları ekleyen de odur. Bu yüzden duygusal hayranlıklar ona şairi a’zam (en büyük şair) demeye kadar varacaktır.

Bazı şiir örneklerini koşukla yazdığı oyunları içinde kullanan sanatçı (Duhter-i Hundu, 1875; Nesteren, 1877; Nazife, 1878, Tarık) bağımsız şiir kitaplarında çok değişik konulara yayılır: Sahra (1879), Divaneliklerim Yahut Belde (1886), Bir Sefileninin Hasbıhali (1887). Abdülnamit’e verdiği söz gereği suskunlukla geçireceği dönemden önceki oyunları: Macera-yı Aşk (düz yazıyla, dram 1874, içinde 73 atasözü, Vefik Paşa’nın salık verişiyle), İçli Kız (1875), Duhter-i Hindu (1875),Nesteren (1877), Tarık (1880), Tezer (1880, aruzla dram), Eşber (1880, aruzla tragedya). Gerek dil yanlışı, gerek tiyatro tekniğine aykırı yapılan yüzünden bu eserlerin hiçbiri yaşayan tiyatronun öğesi değildir. İkinci Meşrutiyet sonrasındaki eserleri: Zeynep (1908), Baladan Bir Ses (1912, koşukla bir aşk öyküsü), İlhan (1913, 10 perde, düzyazı-koşuk karışık, iki ölçülü), Liberte (duraksız-hece ölçüsüyle, koşukta alegorili oyun), Validem (1913, tek şiiri), Turhan (1916, aruzla mesnevi), İlham-ı Vatan (yurtseverlik şiirleri, aruzla, 1916), Mektuplar (2 cilt, 1916), Finten (1917, düzyazıyla melodram, arada şiir örnekleri), İbn-i Musa (1917, şiirler), Sardanapal (1919), Yâdigar-ı Harb (1919), Tayflar Geçidi (1919), Ruhlar (1922), Yabancı Dostlar (1924), Arziler (1925), Hakan (1935).

Başlıca eserlerinin özetleri:
Eşber,; şairin aruz ölçüsüyle manzum oyunu, Mef’ûlü (//.) mefâilün (././) feûlün (.00) kalıbıyla mesnevi düzeninde, düz uyakla (AA BB CC..) yazılmış olan eser, tiyatro tekniğiyle sahne olanaklarına uymadığı gibi dilce de ağır ve kanşıktır; bu bakımdan oynanması söz konusu değildir. Keşmir Hükümdarı Eşber, yurt görevi gereği, kendinden güçlü olduğunu bildiği Makedonya Kralı Büyük İskender’e karşı çıkar. İskender’i seven kız kardeşi Sumru bunu yararsız bir çaba sayıp küçümsediği gibi sinirli konuşması arasında yurdu için de aşağılayıcı söyler. Eşber bıçakladığı Sumru’yu kale kapışma asıp savaşa gider. Yenilgiden sonra yanıp yıkılan kent kapısında İskender; yiğitliğini değerlendirdiği Eşber’i zincirlerinden kurtarıp kılıcını geri verir. Canına kıyan Eşber’in ölüsü karşısında hocası Aristo’ya savaşın sonucunu sorar; aldığı cevap iki sözcüklüdür: “Zafer veya hiç.” Buna ana konu çevresinde İskender’in İran Seferi, eski sevgilisi Roksan’ı çiğneyip geçişi gibi yan olaylar da vardır. Eser, yalnızca şiir değeri açısından önemli sayılabilir.

Finten, şairin Shakespeare etkisinde yazdığı abartılı dram. Soyluluk tutku-sundaki Kanadalı Finten, yaşlı ve zengin eşi Mr. Cross, Hintli uşağı Davala-ciro, evlenmek istediği Lord Dick, ona eş diye yakıştırılan veremli Blanch, Finten’in Davalaciro’dan olduğu halde Lord’dan doğurduğuna inandırdığı sakat çocuk, oyunun kişileridir. Finten’e kavuşma dileğindeki Davalaciro’nun Finten’in eşini öldürmesi, Lord Dick’in mezardan çıkardığı Blanch’a tutulması, Davalaciro’nun kışkançlık umutlannı yitirmiş olan Finten’in Davalaciro’yu tabancayla vurması konuyu sonuçlandırır. Tiyatro tekniğine pek az uyan, dilce ağır, inandıncılığı zayıf bir eserdir.

Makber, şairin üçüncü şiir kitabı (anlamı gömüt, sin, medfen, kabir). 1874’te evlendiği ilk eşi Fatma Hanım’ın verem yüzünden Hamit’in başkonsolos olarak görevli bulunduğu Bombay dönüşünde ölümü üzerine kırk günde yazıldığı yaratıcısının satır-iarıyla belgelidir. Fatma Hanım, Hâmit’in ağabeyi Nasuhi Bey’in bulunduğu Beyrut’ta ağırlaşır, ölünce de oraya gömülür; Hamit’in her gün gidip gördüğü mezarı (mezar kök anlamıyla ziyaret yeri demektir), acı da olsa şaire, yaşam ve ölüm üzerine düşünce ve kuşkularını dile getireceği bu uzun şiirin esinini getirir (sekizer dizelik bentlerden 295 bent, toplamı 2360 dizelik tek başlıklı tek şiir). Bir bütünlüğü ve aynı konuyu sürdürüşü Tanzimat dönemi için alışılmış bir şey değildir. Nazım biçimi, Batı şiirinde Ottava ri-ma denilen sekiz dizelik bentlerin aabbaaca biçiminde uyaklanışına dayanır; aruz kalıbı, istendiği zaman-sekt-i melih: güzel duruş denen bir hece eksikliğine fırsat veren Mefûlü Mefâilü Feûlün (Mef’ûlün Fâilün Feûlün) ölçüsüdür. Konu; şairin, eşinin ölüm anından başlayarak duyup düşündükleri, anımsayıp yerindikleri, başkaldırıp karşı koydukları, pişman olup geriye döndükleridir denebilir. Bu nedenleriyle ölüm olayı karşısındaki insanın acılan, şaşkınlığı, kararsızlığı, isyanı, tövbesi, umudu, tesellici… gibi durumdan duruma geçen ruh halleri olarak evrensel bir öz taşır, modası geçmez.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , , , ,

Tolstoy Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

tolstoyKont Lev Nikolayeviç TOLSTOY (9 Eylül 1828 – 20 Kasım 1910), büyük bir Rus yazarı, fikir, eğitim, sanat dünyasının en ünlü kişilerinden biridir. Zengin bir ailenin çocuğu olarak Yasnaya-Polyana’da doğdu. Çok küçük yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybetti, yakınlarının elinde büyüdü. Çocukluğundan beri gerçekleri incelemeye karşı büyük bir ilgisi vardı. Öğrenimini tamamlamak için Moskova’ya gitti.

Çalışkan, zeki bir öğrenci olarak başarı ve sevgi kazandı. Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire‘i, J. J. Rousseau‘yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetle etkisinde kalmıştı. Yasnaya-Polyana’ya döndü, yoksul köylüler arasına katıldı. İlk eseri olan «Çocukluk»u bu sıralarda yazdı. Bir süre sonra orduya girdi; Kafkasya’ya gitti. Kafkas halkının yoksulluk dolu yaşayışlarından aldığı izlenimlerle ilk gerçekçi hikayelerini yazdı.

1854’te Kırım Savaşı’na subay olarak katıldı. Sonra askerlikten ayrılıp Petersburg’a gitti. Bir kısım eserlerini, oldukça sakin geçirdiği o yıllarda yazdı. Gene de içinde, aradığını bulamayan bir ruh çalkalanıyordu. Batı Avrupa ülkelerinde uzun bir geziye çıktı. Almanya, Fransa, İsviçre’de dolaştı. Yurduna dönüşünde gene Yasnaya-Polyana’da yerleşti. Asalet unvanlarından, lüksten sıkılıyordu. Köyünde bir okul kurdu. Bu okul, öğrenim, eğitim bakımından yepyeni bir kurumdu. Huzura kavuştuğuna kanaat getirdikten sonra, 1862’de evlendi.

Tolstoy bir düzineyi geçen çocuk sahibi olduğu bu evlilik hayatının ilk yıllarında ömrünün en mutlu, en rahat devresini yaşadı. Eserlerinin en kuvvetlisi olan iki romanını, «Savaş ve Barış» ile «Anna Karanina»yı, bu sıralarda yazdı. Aradan bir süre geçince yeniden, bu sefer eskilerinden daha şiddetli, bir moral çöküntüye uğradı. Geniş halk yığınlarının, özellikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Kabasaba giyiniyor, giydiği her türlü elbiseyi kendisi dikiyordu. Değişmeyen tek tarafı, bıkıp usanmadan, yazmasıydı. «Kreutzer Sonat», «Efendi ile Uşak», «Karanlıkların Gücü», «İman Nedir?», «İndiler», «Kilise ve Devlet», «İtiraflarım» hep bu yılların ürünleridir.

Tolstoy, ömrünün son yıllarını büsbütün derbeder bir şekilde geçirdikten sonra, bir küskünlük sonucunda, evini bırakıp yollara düştü. Bir gün küçük bir kasaba istasyonunda, hayata gözlerini yumdu.

Eserlerinde insanlığın çeşitli meselelerine dokunan Tolstoy’un dünya ölçüsünde bir sanat ve fikir değeri vardır. Kendi ülkesinin toplumsal, siyasal çalkantılarını, halkının yaradılışını, yaşayışını gerçekten büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden biri olduğu kadar, bir filozof ve eğitimci olarak da ün kazanmıştı. Yukarıda sayılanların dışında «Diriliş», «Gençlik», «Hacı Murat», «Ayaklanış», «Sergey Baba», «Tanrı Bizim İçimizdedir», «Kazaklar», «Tesadüf», «İki Süvari» gibi eserleri vardır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , , ,

Kaygusuz Abdal Kimdir

Kaygusuz Abdal Kimdir

Bir Türk halk şairi. Doğum ve ölüm yılları bilinmiyor, «Kaygusuz Sultan» diye de anılır. Adındaki «Abdal» kelimesi, Bektaşiliğe göre üç yüz evliyanın ancak kırk tanesine verilen bir mertebedir.

Kaygusuz Abdal hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan birine göre asıl adı Gaybî’dir. Alâiyye (Alanya) Beyi’nin oğludur. Yiğit bir delikanlıydı. Bir gün, avda yaraladığı bir geyiğin arkasından koşarken Elmalı kasabasında Abdal Musa dergahına kadar geldi. Kendisini önleyen dervişlerden geyiği istedi. Böyle bir geyik gelmediğini söyleyen dervişle çekişirken Derviş Abdal Musa araya girdi:

— «Oğul, attığın oh (ok) bu mu ola?» diye bir ok gösterdi.

Geyiğe attığı oku Abdal Musa’nın koltuğuna saplanmış gören Gaybi onun ermişliğine iman getirerek kulu oldu. Adını değiştirdi. Oğlunu aramaya düşen Alanya Beyi, Elmalı’nın bağlı olduğu Teke Beyi’yle vuruştu. Teke Beyi de, Gaybî’yi kurtarmak için Abdal Musa ile savaşa girişti. Kaygusuz Abdal, kırk yıl Abdal Musa dergahında kulluk eyledi.

Bektaşiliğin uluları arasına girdi. Hicaz’a, Mısır’a gitti. Şiirlerinde Edirne’ye, Filibe’ye, Sofya’ ya, Yanbolu’ya gittiği de yazılıdır. Belki de bir Yeniçeri saz şairiydi. Şiirlerinde zaman zaman Gaybî ve Sarâyî adlarını da kullanmıştı. Mezarının Mısır’da olduğu sanılıyor.


Kaygusuz Abdal’dan Bir Parça

Bu adem dedikleri
El ayakla baş değil
Adem manaya derler
Surat ile kaş değil.

Gerçi et ve deridir
Cümlenin serveridir
Hakk’ın kudret sırrıdır
Gayre bakmak hoş değil

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Şair Fuzuli Hayatı ve Eserleri

fuzuliKlasik Türk edebiyatının ünlü şairlerinden olan Fuzûlî’nin asıl adı Mehmet’tir. Kesin olmamakla beraber, 1480 yılında Kerbelâ (veya Bağdat)’da doğduğu sanılmaktadır. Küçüklüğünde iyi bir eğitimden geçmiş olan şair, Arapça ve Farsçayı iyi bilmektedir. Bütün yaşamını Hille, Kerbelâ, Necef ve Bağdat arasında geçiren şair, Kanunî Sultan Süleyman’ın Bağdat’ı alması üzerine devlet büyüklerine kasideler sunmuştur. Ancak onun kendi döneminde Anadolu’daki şairler kadar destek görmediği de bir gerçektir. Fuzûlî daha çok gazelleri ve Leylâ ve Mecnûn adlı ünlü mesnevîsiyle tanınır. Onun Türkçe eserleri kadar Arapça ve Farsçayla yazdığı eserleri de ünlüdür.

Fuzûlî’nin şiirlerinde lirizmi bütün yönleriyle görmekteyiz. Onun şiirlerinin asıl konusunu aşk oluşturur. Şairlik yeteneğini, temeli sağlam bir eğitimle pekiştiren şair şiirde bilimi temel olarak benimser. Ona göre, “Bilimsiz şiir, temeli olmayan bir duvar gibidir.” Fuzûlî’nin şiirlerinde tasavvufi simgeler çok kullanılmıştır. Türkçeyi ustalıkla kullanan şair, şiirlerinde akıcı bir anlatıma önem vermiştir. Bu bakımdan onun şiirlerinde rahat ve akıcı bir söyleyiş görülür.

1556 yılında Necef’te vefat eden şairin mezarı belli değildir.

Eserleri

Türkçe Eserleri: Türkçe Divan, Leylâ ve Mecnûn, Beng ü Bâde (Yiyecek ve içeceklerin konuşturulduğu simgesel bir eser.), Kırk Hadis Tercümesi (Manzum kırk hadis), Hadi-katü’s – Sü’edâ (Kerbelâ olayının anlatıldığı düz yazı bir eser.), Mektupları (Beş mektubu).

Farsça Eserleri: Farsça Divan, Sakiname (Mesnevî), Rind ü Zahid (Farsça düz yazı bir eser.), Sıhhat ü Maraz, Risale-i Mu’ammeyât (muamma hakkındaki eseri).

Arapça Eserleri: Arapça Divan, Matlaü’l-İ’tikad fî Ma’rifeti’l-Mebde ve’l-Me’ad (düz yazı).

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Erzurumlu İbrahim Hakkı Edebi Kişiliği

Erzurumlu İbrahim Hakkı, 18 Mayıs 1703’te Erzurum’a bağlı Hasankale’de dünyaya gelmiştir. Küçük yaşlarda annesini ve daha sonra da babasını yitiren İbrahim Hakkı, bir süre amcalarının yanında kalır. Bu süre içinde eğitimine de devam eder. 1747 tarihinde İstanbul’a gelerek Sultan I. Mahmut ile görüşür. Yeniden Erzurum’a dönen İbrahim Hakkı, sürekli olarak dinî ve bilimsel konularla ilgilenir. 1780 yılında rahatsızlanır ve aynı yılın 22 Haziranında vefat eder.

Manzum ve düz yazı on beş eser yazmış olan İbrahim Hakkı’nın en önemli eserleri, Divan’ı ve Marifetname’sidir.

Erzurumlu İbrahim Hakkı, astronomi, fizik, psikoloji, sosyoloji ve dinle ilgili pek çok bilimsel çalışmalar yapmıştır. Tasavvufi konularla birlikte, fen bilimleri hakkında da geniş bilgileri kapsayan Marifetname adlı eseri, ansiklopedik bir özellik taşımaktadır. 1757’de tamamlanan Marifetname, yalın ve halkın anlayabileceği bir dille yazılmıştır.

Yazarın söylediğine göre Marifetname, 400 kitaptan yararlanılarak kaleme alınmıştır.

MUHAMMES (İlahi)

Hakk’ın olıcak işler
Boştur gam u teşvişler
Ol hikmetini işler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Hiç kimseye hor bakma
İncitme gönül yıkma
Sen nefsine yan çıkma
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Naçar kalacak yerde
Nagâh açar ol perde
Derman eder ol derde
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , ,

Dadaloğlu Edebi Kişiliği

Dadaloğlu göçer bir aşiret olan Avşar boyuna mensuptur. Göçerler, bütün yaşamlarını hayvancılık üzerine kurmuşlardır. Beslenmeleri, barınmaları ve hatta eğlenmeleri bu yaşam biçimine bağlıdır. Hayvanlarına otlak aramak için yapılan göçler de bu yaşam biçiminin bir parçasıdır.

Göçler, yılın her iki baharında olmak üzere yılda iki kere yapılırdı. Her göç, göçerlerin yaşamında bir şenlik havası meydana getirirdi. Denkler günler öncesinden hazırlanır, yük develeri süslenir, gençler bayramlık giysilerini giyerler, obada tam bir bayram havası yaşanırdı. Aynı zamanda bu göçler büyük sevdalara da sahne olurdu. Sevdalı gençler, türküleriyle, mânileriyle bir yandan gönül dertlerini dökerken bir yandan da göçe ayrı bir canlılık getirirlerdi.

Dadaloğlu, Oğuzlar (Türkmenler)ın yirmi dört boyundan biri olan Avşar (Afşar) boyuna mensuptur. Toros Dağlarında göçebe yaşam süren bir ailede dünyaya gelmiştir. Ne zaman doğduğu tam olarak bilinmemektedir. Kayseri’ye bağlı Pınarbaşı ilçesinde vefat etmiştir. Bir başka söylentiye göre yaşamının son yıllarında dağların özlemine dayanamayarak Toroslara dönmüş, orada ölmüştür. Onun yaşamı Kayseri – Kahramanmaraş – Adana üçgeni içinde geçmiştir. Dadaloğlu, bu bölgenin yetiştirdiği Karacaoğlan kadar güçlü bir şairdir.

Dadaloğlu bugüne kadar bir koçaklamasındaki “Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur / Öter tüfek davlumbazlar vurulur / Nice koç yiğitler yere serilir / Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.” sözleriyle sert bir insan olarak tanınır. Hâlbuki onda bir de ince bir ruh vardır. Onun bu yönü ihmal edilmiştir. Dadaloğlu’nun gönlü, oba güzellerinin sevdasıyla doludur. O, bir yiğitlik şairi olduğu kadar bir sevda şairidir.

Şiirlerinde yiğitlik, adalet, doğa, güzellik, aşk ve sevgi gibi konuları ele almıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Muallim Naci Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Muallim NaciMUALLİM NACİ (1850 – 1893)

İstanbul’da doğdu. Asıl adı Ömer’dir. İyi bir medrese eğitimi gören Muallim Naci, Arapça ve Farsçanın yanı sıra Fransızca da öğrendi.

Sait Paşanın özel kâtipliğini yaptı. Bu görevi nedeniyle Anadolu’nun değişik yerlerini dolaştı. Sait Paşanın İstanbul’dan ayrılması üzerine Ahmet Mithat Efendi’nin çıkardığı Tercüman-ı Hakikat adlı gazetenin edebiyat sayfasını yönetmeye başladı. Bir süre sonra da Ahmet Mithat’a damat oldu. Bundan başka Saadet, Mürüvvet gazeteleri ile Mirsad dergilerinde çalıştı. Bir yandan da Galatasaray Sultanisi, Mülkiye ve Hukuk Mektebinde hocalık yaptı.

Muallim Naci hem doğu hem batı kültürünü yakından tanımış ve bu yolla klasik zevke ulaşmış bir yazar ve şairimizdir. Şiirde daha çok eski edebiyat geleneğini benimsediği için, eskiyi reddeden Recaizâde Mahmut Ekrem ve arkadaşlarının saldırılarına uğradı. Eski ve yeniyi savunanlar arasında, bu ikisinin kişiliğinde büyük bir tartışma başladı. Recaizâde’nin Talim-i Edebiyat’ı ile Muallim Naci’nin Istılahat-ı Edebiyye’si ancak hükümetin el koyması ile biten bu tartışmaların sonucunda ortaya çıktı.

Muallim Naci edebiyatın çeşitli dallarında eserler vermiştir. Bununla birlikte şair kişiliği ön plandadır. Biçim ve öz bakımından klasik Türk edebiyatı özelliklerinin ağır bastığı şiirde, özgün ve yeni söyleyişlere ulaşmıştır. Şiirlerinin bir kısmında ise günümüz çağdaş edebiyat anlayışına yaklaşmıştır. Bu tür şiirlerde halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanmış; doğal bir Türkçe kullanmıştır.

Muallim Naci, pek çok eser vermiştir. Bunların bazıları şunlardır:

Şiirleri: Ateş-pâre, Şerâre, Fürûzan, Sünbüle, Yadigâr-ı Naci, Ertuğrul Bey Gazi…

Deneme, eleştiri ve inceleme: Yazmış Bulundum, İ’câz-ı Kur’an, Şöyle Böyle, Medrese Hatıraları, Müdâfânâme, Muallim, Demdeme, Sünbüle (Ömer’in Çocukluğu), Istılâhât-ı Edebiyye…

Edebiyat tarihi, dil, sözlük: Çocuklar İçin Lügat Kitabı, Lügat-ı Naci, Kâmus-ı Osmânî, Osmanlı Şâirleri…

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Tevfik Fikret Edebi Kişiliği

Tevfik Fikret
TEVFİK FİKRET (1867 – 1915)

Tevfik Fikret İstanbul’da doğmuş ve yaşamını bu şehirde geçirmiştir. Aksaray’da Mahmudiye Rüştiyesinde başladığı öğrenimini Galatasaray Lisesinde sürdürdü. Okuldan sonra kısa süreli bazı memurluklarda bulunmuşsa da yaşamı boyunca şiirle uğraştı ve öğretmenlik yaptı.

Tevfik Fikret, Edebiyat-ı Cedîde’nin şiirdeki en büyük ustasıdır. Batılı sanat anlayışının yerleşmesinde önemli rolü olan şair, getirdiği yeniliklerle, işlediği konuların çokluğu bakımından da haklı bir üne sahiptir.

Tevfik Fikret, gururlu ve etkileyici bir kişiliğe sahiptir. Sevgi ve nefretleri, sevinçleri, üzüntüleri, kırgınlıkları, ümitleri, ümitsizlikleri şiirlerinde açıkça görülür. Çevresindeki her türlü zulme ve kötülüğe boyun eğen kişilere meydan okur. Kendisinin onlardan olmadığını ve onlardan nefret ettiğini gururla dile getirir. O, edebiyatımızın en karamsar şairlerinden birisidir. Sürekli acı çeken bir insan görünüşü bütün şiirlerine yansımıştır. Toplumcu şiirlerinde, kişisel üzüntülerine ulusun acılarını da eklemiştir.

O, dizeye kattığı canlılık ve hareket, söz sanatları ve sözcük seçimi ile uyağa verdiği önem bakımından edebiyatımızda az görülen bir sanatçı kişiliğe sahiptir. Bütün duygu ve düşüncelerini çeşitli mecaz ve simgelerle anlatır. Ressam oluşu nedeniyle eşya, renkler ve doğayla çok ilgilenir. Bu yüzden de betimlemeye çok önem vermiştir. Doğa sevgisi ve şiirlerine betimlemeden bir dekor oluşturma çabası onda sık görülür. Doğa, hüzün, keder, karamsarlık, acıma, aile sevgisi, ulus, vatan ve insanlık düşünceleri gibi pek çok tema onun şiirlerinde yer almıştır.

Şiirlerinde sağlam bir dil, biçim, konu ve ahenkle ilgili yenilikler vardır. Aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla uygulamasını bilmiş; nazmı dı£ yazıya yaklaştırmıştır. Nazım, onun şiirlerinde doğal, yer yer yalın, sağlam bir düz yazı yapısı kazanmıştır.

Servet-i Fünûn Döneminde (1896 – 1901) yazdığı şiirlerde kişisel duyguların ve doğanın baskın olduğu görülür. 1901’den sonraysa toplumsal konuları daha çok işleyen şair, aynı zamanda biçime de önem vermiştir.

Bir aruz şairi olan Tevfik Fikret yaşamının son dönemlerinde yazdığı çocuk şiirlerinde hece ölçüsünü kullanmıştır.

Şiirleri, Rilbâb-ı Şikeste, Halûk’un Defteri, Rübâb’tn Cevabı ve Şermln adlı eserlerinde toplanmıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Halit Ziya Uşaklıgil Hayatı

Halit Ziya UşaklıgilHALİT ZİYA UŞAKLIGİL (1866 – 1945)

İstanbul’da doğan Halit Ziya, gençlik yıllarını İzmir’de geçirdi. Orada yazı yaşamına başladı. Arkadaşlarıyla birlikte Nevruz ve Hizmet gazetelerini çıkardı. İzmir Rüştiye ve İdâdîsin-de Fransızca öğretmeni olarak çalıştı. Daha sonra İstanbul’a gelerek 1896’da Servet-i Fünûn Topluluğuna katıldı. Meşrutiyetten sonra Dârülfünunda Batı edebiyatı okuttu. Bir ara Fransa ve Almanya’ya gönderildi. Cumhuriyet Döneminde de çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yayımladı. Anılarını yazdı.

Halit Ziya yazı yaşamına çevirilerle başlamıştır. Onun Fransız yazarlarından bazılarının öykülerini “Bütün bölüm ve parçalarını aslına bağlı kalarak noktalamada bile asıllarına uymaya çalışarak” Türkçeye çevirme denemeleri vardır. Bu durum yazarın Fransız edebiyatını da çok iyi bildiğini göstermektedir. Türkçenin Fransızcaya uygulanmasından Servet-i Fünûn düz yazısının üslûbu doğmuştur.

Kurdtığu roman tekniği ve güçlü anlatımıyla sadece Edebiyat-ı Cedîdenin değil, XX. yüzyıl Türk edebiyatının da en güçlü romancılarındandır. Fransız realist ve natüralistle-rinin etkisinde psikolojik tahlillerin ağır bastığı eserleriyle ün kazanmıştır.

Romanlarında daha çok aydın çevreleri konu edindiği hâlde, öykülerinde halka inmiş ve daha yalın bir dil kullanmıştır.

Mâi ve Siyah, Aşk-ı Memnu ve Kırık Hayatlar en tanınmış romanlarıdır. Aşka Dâir, Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Onu Beklerken gibi öykü kitapları da bulunan yazar, anılarını Kırk Yıl ve Saray ve Ötesi adlarıyla yayımlamıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , ,

Hüseyin Rahmi Gürpınar Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında (Kısaca)

Hüseyin Rahmi GürpınarHÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR (1864 – 1944)

İstanbul’da doğdu. Anne annesinin eski İstanbul evlerinin tipik bir örneği olan konağında büyüdü. Mahmudiye Rüştiyesinde okudu. 1878’de Mülkiyeye girdiyse de hastalığı nedeniyle öğrenimini yarım bıraktı. Yaşamını yazılarıyla kazandı. Bir ara Kütahya milletvekili oldu.

Hüseyin Rahmi, mahalle aralarındaki kadın kavgalarını, gelin kaynana geçimsizliklerini, konak yaşamını, gizli kadın erkek ilişkilerini, batıl inançları, yüzeyde kalan batılılaşma heveslerini konu edinen romanlarıyla tanındı. Romanlarında daima gözlemden yola çıkan yazar, eski İstanbul’un günlük yaşamını okuyucuya yansıttı. Genellikle halk arasından seçtiği kişilerin konuşmalarını başarılı bir biçimde canlandırdı.

Hüseyin Rahmi, bu yönüyle edebiyatımızda realizmin ve natü-ralizmin önemli temsilcilerinden sayılmaktadır. Güldürücü üslubu ve deyimlerini ustalıkla kullanmasıyla Ahmet Mithat geleneğini sürdürmüştür. Dilinin de yalın olması onun geniş kitlelerce sevilerek okunmasını sağlamıştır. Hüseyin Rahmi yaşadığı dönemi günümüze ustalıkla taşıyan popüler yazarlarımızdan biridir.

Özellikle romanlarında çok yalın bir dil kullanan Hüseyin Rahmi Gürpınar, her dönemde, eserlerini okuyacak az veya çok okuyucu kitlesi bulmuştur.

Eserlerinden bazıları: Şık, iffet, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Mürebbiye, Tesadüf, Gulyabani, Utanmaz Adam, işkiya İninde

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Ahmet Hikmet Müftüoğlu Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında (Kısaca)

Ahmet Hikmet Müftüoğlu
AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU (1870 – 1927)

İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesini bitirdi. Dışişleri Bakanlığında çeşitli görevlerde bulundu. Bir ara Galatasaray Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak çalıştı. İstanbul Üniversitesinde Alman ve Fransız edebiyatı dersleri okuttu.

İlk öyküsü Servet-i Fünûn dergisinde çıktı. Bu dönemde yazdığı yazılarında Servet-i Fünûncuların etkisi görülür.

Türkçülük ve Yeni Lisan akımını benimseyip Türk Yurdu ve Türk Derneği dergilerinde yazmaya başladıktan sonra yerli ve ulusal konuları yalın bir Türkçe ile anlattı. Millî Edebiyat Akımının gerek dil gerekse düşünce alanındaki en güçlü savunucuları arasına girdi.

Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun asıl değeri, Türk kültürüne ve ulusal sorunlara verdiği önemle ölçülebilir. Son eserlerinde batı taklitçiliğine karşı ince bir üslupla savaş açmıştır.

Hâristân ve Gülistan ile Çağlayanlar adlı iki öykü kitabı yayımlayan Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Gönül Hanım adlı bir de romanı vardır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Nergisi Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

NERGİSÎ (1585 – 1635) klâsik Türk nesrinin en tanınmış yazarlarındandır. Babası Nergis Ahmet Efendi’nin kadı olarak bulunduğu Bosna sarayı’nda doğdu. Öğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra müderrislik etti, kadı oldu, ömrünün 25 yılını kadılıklarda geçirdi. 1634’te Revan Seferi‘ne gidecek orduya vakanüvis tâyin edildiyse de daha seferin başlarında attan düşerek öldü.

Eski nesrin en kuvvetli siması olarak ün kazanan Nergisî, eserlerinde Arapça, Farsça kelimelere aşırı derecede yer vermiş, bu yoldaki aşırılığı yüzünden ifadesi yer yer anlaşılamıyacak hale gelmiştir. Bu bakımdan, Tanzimat’tan sonra, çok şiddetli tenkitlere uğramış, eski değerini kaybederek okunamaz bir yazar haline gelmiştir. Bu arada, Namık Kemal 1866’da Nergisi’nin garip üslubu üzerinde durmuş, Türk okuyucusunun onun eserini anlamasının Farsça «Gülistan»ı anlamaktan daha güç olduğunu söylemiştir. Nergisi’nin başlıca eserleri “Hamse” ile “Münşeat”‘dır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Yenişehirli Avni Bey Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Yenişehirli Avni Bey
Yenişehirli AVNİ BEY, (1826 – 1883)

XIX. yüzyıl Türk edebiyatının ünlü şairlerindendir. Divan tarzında gayet kuvvetli eserleriyle tanınmıştır. Yenişehir’de doğdu, oranın eşrafından Bekir Paşa’nın oğludur. Bağdat’ta Divan Katipliğinde ve İstanbul Bidayet Mahkemesi üyeliğinde bulundu.

Mevlevî tarikatına mensup
olduğundan, öldüğünde İstanbul’da Bahariye Mevlevihanesine gömüldü. Yenilik cereyanlarına uzak kalmış olmasına rağmen XIX. yüzyılın edebiyat âleminde önemli bir yeri vardır. Şiirleri Divan tarzının en güzel örneklerindendir. Üslûbu Nefî’nin üslûbuna benzetilir. Bu arada Farsça şiirleri de vardır. Basılmamış bîr divanı varsa da şiirlerinin hepsi bu eserde toplanmamıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Divan Şairi Baki : Hayatı, Sanatı ve Eserleri

bakiBAKÎ (1526-1600), Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Asıl adı Abdülbaki Mahmut’tur. İstanbul’da doğmuş, gene orada ölmüştür. Fatih Camisi meyzinlerinden Mehmet Efendi’nin oğludur.

Bakî’yi babası saraç çıraklığına vermişti, orada çok kalmayarak medreseye girmek fırsatını buldu. Medresede devrin ünlü bilginlerinden Karamanlı Ahmet ve Mehmet efendilerden ders gördü, tarihçi Hoca Sadettin, şair Nev’î ile ders arkadaşlığı etti.

Bakî on sekiz, on dokuz yaşlarında İstanbul’un en beğenilen genç şairlerinden biri olmuştu. Daha sonra Kadızade Şemsettin’;n derslerine devam etti ( 1552), Nahçivan seferinden dönen Kanunî’ye takdim ettiği bir kaside ile de padişahın ilk defa dikkatini çekti (1554). Bakî Halep kadılığına atanan Kadızade ile birlikte Halep’e gitti, 1559’da İstanbul’a döndükten sonra padişahın gözüne girme yollarını aradı. Meslek hayatına «danişment» (müderris yardımcısı) olarak girdi. 1563’te padişahın isteği üzerine 30 akça ile Silivri’de Pîrî Paşa Medresesine atandı. Kanunî’den sonra II. Selim ve III. Murat devirlerinde de mevkiini muhafaza edebilmiş olan Bakî, 1579’da Mekke, 1580′ de Medine kadılıklarına atandı, iki kere İstanbul kadılığı (1584, 1585), iki kere Anadolu kazaskerliği (1585, 1590), üç kere de Rumeli kazaskerliği (1591, 1595, 1597) etti. Çok arzuladığı, hattâ elde etmek için birtakım entrikalara bile karıştığı şeyhülislâmlık makamına ulaşamadan öldü.

Sağlığında «Sultan-üş-Şuara» (Şairler Sultanı) diye anılan, ünü imparatorluk dışına kadar yayılmış olan Bakî’nin ölümü, İstanbul’un fikir ve sanat çevrelerinde derin bir teessür uyandırdı. Bütün devlet er.kânı, vezirler, âlimler ve şairler, büyük şairin son hizmetinde bulunmak üzere Fatih Camisinde toplandılar. Cenaze namazını Şeyhülislâm Su-nullah Efendi kıldırdı. Şeyhülislâm, musalla taşı üzermde şairin tabutunu görünce, onun:

Kadrini seng-i musallada bilüp, ey Bakî
Durup el bağlıyalar karşına yâr an saf saf

beytini okumaktan kendini alamadı. Tabut, büyük bir kalabalıkla, Edirnekapı dışında, Eyüp’e giden yol üstünde, La’lî Efendi Çeşmesi yakınında hazırlanmış olan kabre gömüldü.

Bakî’nin Özel Hayatı

Bakî’nin aile hayatına ait doğru ve etraflı bilgi yoktur. Yalnız, ömrünün son zamanlarında evlendiği ve iki oğlu olduğu bilinmektedir

Bakî açık tabiatlı, şen, şuh mizaçlı bir adamdı. Düşündüğünü hemen söyler, sırası gelen bir nükteyi, her nerede olursa olsun, sarfetmekten kendini alamazdı, Zevk ve safa âlemlerinde ne kadar serbest, neşeli ve atılgan ise, en ciddî meclislerde de aynı serbestliği ve nesey göstermekten çekinmez, tenkid ve tarizlerini esirgemezdi. Fakat bu tenkid ve tarizlerinde zarafet haddini aşmaz, herkese iyi muamele eder, istemiyerek kalbini kırdığı kimse’erin gönlünü almıya çalışırdı.

O devrin edebî geleneklerine göre şairlerin karşılıklı hicviyeler yazmaları çok tabiî bir şeydi. Bu yüzden Bakî ile bazı şairler arasında da karşılıklı hicviyeler yazılmıştır. Ba kî’nin babası, herhalde çirkin sesli bir mey-zin olduğu için, «Karga» lâkabı ile anılır, Bakı’ye «Kargazade» denilirdi. Onun bu lâkabı hicviyeler için daima bir konu olmuştur.

Bakî daha öğrencilik hayatında, o devrin bütün genç şairleri gibi, zevke ve eğlenceye çlüşkünclü. Kışın bozahane sohbetleri, hususî içki toplantıları, tahtakale gezintileri, Balat, Samatya ve Galaca meyhaneleri; yazın Kâğıthane, Bahariye, Tophane âlemleri boş zamanlarını doldururdu. Yeni yazdığı gazelleri sarığının arasına sokarak bütün bu çevreleri dolaşır, birçok genç şairlerle tanışır, etrafına bir yığın takdirkârla birlikte rakîp ve muarızlarını da toplardı.

Ebuşsuud Efendi’nin kâhyası Hasan Ağa’ nın oğlu olan «Ruhî» mahlâslı genç ve güzel bir şairle Bakî’nin dostlukları birçok dedikodular uyandırmıştı. Fakat Bakî bu dedikodulara hiç aldırmıyordu.

Ruhî’nin ölümünden sonra Bakî hocası Kadızade Şemsettin Ahmet Efendi’nin oğlu Yusuf’a karşı büyük bir ilgi duymuştu. Yusuf hakkında yazmış olduğu birtakım gazeller bu devreye rastlar. Düşmanlarının sonradan Bâkî’yi kötülemek için silâh gibi kullandıkları:

«Seni Yusuf’la güzellikte sorarlarsa bana
Yusuf’u bilmezim amma seni rânâ bilirim »

beytini şair onun için söylemişti.

Özel hayatında bu kadar serbest ve hoş görür olan Bakî, memuriyet hayatında vicdanının emirlerine uymaktan geri kalmamış, dış tesirlere kapılmamıştır. Şahsî mührüne:

«Fânist cihan derö vefâ nîst
Bâki heme ost cümle fânist»

(Dünya geçicidir, vefa yoktur; her şey gibi Bakî de geçicidir ) beytini kazdırmış olan şairin, hükümlerinde adaletten ayrılmıyan bir kadı olduğu daha başka bazı vesikalardan da anlaşılmaktadır.

Bakî, zevk ve safaya düşkün mizacına rağmen serseri ve parlşan bir hayat geçirmedi. Ölçülü ve hesaplı bir adam olması dolayısiyle, daha ömrünün ilk çağlarından başlıyarak ruhuna hâkim olan yükselmek ihtirasını tatmin maksadı ile meşru gördüğü her vasıtaya başvurdu. Her devirde kendisine bir koruyucu bulmak için bütün zekâsını kullandı. En büyük koruyucusu, eserlerini Kanunî Süleyman’a tanıtarak, bu vesileyle onun sara/a girmesini sağlıyan Mirâhur Ferhat Ağa’dır. Sultan Süleyman, Bakî gibi büyük bir kabiliyeti bulup ona mevki vermşsini padişahlığının en zevkli birkaç olayından biri saymıştır.

Bakî’nin resmî mevkilere büyük önem vererek siyasi hayata basit bir memur ihtira-siyle kapılması, yükselmek için hayatının son yıllarında bile birtakım entrikalara katılmaktan geri durmaması, büyük şair için şüphesiz ki ahlâki bir kusur, bir küçüklük sayılabilir. En büyük emeli olan şeyhülislâmlığa yükselememesi, edebî şöhretiyle bütün imparatorluğu dolduran ihtikar şairi, son yıllarında çok üzmüştü. Zaten zayıf, hastalıklı, sinirli bir adamdı Bu yüzden büsbütün sinirli oldu Yalnız, birçok ahlâkî meziyetleri yanında bu beşerî za’fını hoş görmek, onun büyük sanatkâr tarafını esas olarak kabul etmek gerekir.

Bakî’nin Sanatı

Fuzulî’yi kendine has, erişilmez mevkiinde bir yana bırakacak olursak, Bakî, şiirimizin gelişmesi üzerindeki derin ve devamlı tesiriyle, XVI. yüzyılın en büyük Türk şairidir diyebiliriz. Türk şiirinin çok değerli üstatlar yetiştirdiği bir yüzyılda yaşadığı halde, Bakî parlak ünü ile hepsini gölgede bırakmıştır.

Bakî daha çok kaside ve gazel yazmıştır. Kasidelerinde gösterdiği büyük başarıya rağ-mön asıl sevdiği, en çok başarı gösterdiği tarz gazeld’r. İnceden inceye işlenen bu şiirlerde göze çarpan özellikler, samimî olmaktan çok şekil mükemmelliğini sağlamak, edebî sanatları ustalıkla kullanmak, kelime oyunlarına fazla düşkünlüktür. ( Divan Edebiyatı Bakî’nin şahsında ilk defa en yüksek temsilcisini bulmuş, nazım tekniği onun elinde yüksek bir seviyeye ulaşmıştır.

Bakî tasavvuf ve’ din konuları ile hemen hiç ilgilenmemiş, hattâ her divanda bulunması âdet olan münâcât, tevhit, naat gibi şiirler yazmamıştır

Eserleri şunlardır:

«Divan»: Bakî şiirlerini ilk önce Kanunî Süleyman’ın emir ve isteği üzerinö divan şeklinde toplayıp düzenlemişse de, sonradan daha birçok manzumeler yazdığı için, bu ilk divan eksik bir nüshadır. Bugün İstanbul ve Avrupa kitaplıklarında, hususi ellerde, birbirinden oldukça farklı, pek çok Bakî divanları vardır. Bakî’nin basılmış divanlarında 4508 beyit bulunuyorsa da eldeki nüshaların ve şiir mecmualarının incelenmesi sonunda bundan epey fazla şiirin mey-” dana çıkacağı muhakkaktır. Divanı tam olarak 2 kere İstanbul’da, bir kere de Prag’ da basılmış, Hammer tarafından Almanca’ya çevrilmiştir.

«Fazâil ül-Cihâd»: İslâm müelliflerinden Ahmed bin İbrahim’in «MeşâıT l-eşvâk ;lâ meşârî’ l-Uşşak» adlı Arapça eserinin çevirisidir Müslümanları cihada teşvik için yazılan ve İslâm edebiyatında güzel örneklerine raslanan bu cins eserler arasında bu kitabın da önemli bir yeri vardır.

«Maâlim.-ül-Yakîn fî Sîret-i Seyyid-il-Mürselîn»: Şihabüddin Ahmet bin Muhammed Kastalânî’nin «El Mevâhib-ül-ledünniyye» adlı kitabının bazı değiştirmeler, eklemeler ve çıkarmalarla çevirisidir.

«Fazâil-i Mekke»: Kutbüddin Muhammed bin Ahmet Mekkî’nin Arapça Mekke tarihinden çevirisidir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,