Niyazi Emre Altuğ, 14 Nisan 1970 yılında İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde dünyaya geldi. Aslen Niğdeli olmakla birlikte ev hanımı bir annenin ve diş hekimi bir babanın ikinci çocuğudur.
Sanata gitarla başlayan Altuğ, lise yıllarında kızlarla arkadaşlık kurmak için bu işe başladığını ifade etti. Liseyi bir yıl tekrarla bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Tiyatro Bölümü’ne yazıldı.
1990’lı yıllarda “Sertab Erener, Sezen Aksu, Levent Yüksel, Nilüfer” gibi ünlü şarkıcılara vokalistlik yaptı. Şarkıcılıktan arka kalan vakitlerini tiyatroda, 3 sezon boyunca Haldun Dormen Tiyatrosu’ndaki oyunlarda rol alarak geçirdi.
1999’da çıkardığı ilk albümü “İbret-i Alem”i çıkardı. En büyük hayali oyunculuk olan Altuğ’un, müzikteki başarısı ikisini yürütmesiyle devam etti. 2000 yılında, başrollerinde Selçuk Yöntem, Perihan Savaş, Bülent Kayabaş, Nilgün Belgün’ün yer aldığı “Bir Kış Öyküsü” adlı müzikalde yer aldı. Ayrıca “Ağaçlar Ayakta Ölür, Halk Çocuğu” gibi filmlerde de rol aldı. Devamında, “Kolay Para, Eve Giden Yol 1914” adlı sinema filmlerinde; “Tatlı Hayat, Lise Defteri, Elde Var Hayat, Otel Divane, Mert ile Gert, El Gibi, Gülpare, Hasret” ve “Sensiz Olmuyor” isimli dizilerde oynadı.
Müziğe ara vermeyen sanatçı, Ocak 2003’te 2. albümü “Sıcak”ı piyasa sürdü. Çok geçmeden 3. albümü “Dudak Dudağa” çıktı. “Kişiye Özel” adlı albümünü 2 Haziran 2007 tarihinde piyasaya sürdü. 10 Mayıs 2010’da “Maxi Single” albümünü, 7 Haziran 2011’de ise “Zil” adlı albümü piyasaya çıkardı.
2005 yılında, oynadığı dizinin jenerik müziği “Sensiz Olmuyor” adlı single albümünün bütün gelirlerini “Baba Beni Okula Gönder” kampanyasına bağışladı.
Emre Altuğ, dört sene beraber olduğu manken Çağla Şikel’le 10 Ağustos 2008 tarihinde evlendi. İlk oğulları Hüseyin Kuzey Altuğ 31 Ekim 2009’da, ikinci oğulları Uzay Tuncer Altuğ ise 2 Mart 2012’de dünyaya geldi.
7 yıllık evlilikleri, 10 dakika süren duruşmayla bitti. Şıkel’in 6 Ocak 2015’te Beykoz Aile Mahkemesi’nde açtığı dava erkene alınarak 12 Ocak 2015 tarihinde görüldü. Çocukları velayetleri Çağla Şikel’e verdi.
Kaynak:Enson haber Biyografi
Danimarka’da 24 Temmuz 1997 yılında doğan Emre Mor, FC Nordsjaelland U19 takımı formasını giyiyordu.
Danimarka’nın Lyngby FK takımında futbol yaşantısına başlayan oyuncu hızı, rahat adam eksiltmesi ve şutları ile dikkat çekiyor. Babası Türk, annesiyse Makedonya’lıdır. Babası aslen Uşak İli Sivaslı İlçesi Tatar Kasabası’ndandır. Boyu 1.68 olan oyuncu sağ kanatta oynamaktadır. Lyngby ve Nordsjaell takımlarında oynadıktan sonra Dortmund’a transfer olmuştur.
28 Kasım 2015’de oynanan FC Nordsjælland – Randers maçının 84. dakikasında oyuna girip profesyonel kariyerine başlamıştır. Sonraki lig maçında ise Brondby karşısında ilk 11’de forma giyme şansı bulan Emre Mor, iyi bir maç çıkararak kendisini kanıtlamayı başardı. 2013’dan beri Danimarka Milli Takımı’nın alt yaş gruplarında mücadele eden futbolcu, milli forma ile toplamda 22 maça çıkıp 3 de gol attı. Milli Takım tercihini 2016 yılında Türkiye’den yana kullanmış ve ilk kez Karadağ maçında oynamıştır.
Emre Mor’un Milli Takımı’mızı seçmesi için Fatih Terim sık sık babası ile görüşmüş ve babasının imzası alınarak Emre Mor milli takıma kazandırılmıştır. 17 Mayıs 2016 yılında annesi ve menajeri ile birlikte Kopenhag Türk Büyükelçiliğine giderek Türk Vatandaşı olduğunu ispat eden nüfus cüzdanını Konsolos Mustafa Güneş’ten almıştır.
2013 yılında bir antrenman sırasında ayağı kırılan Emre Mor bir daha futbol oynayamayacağı korkusuyla kendisine çok daha iyi bakmış ve uzun bir süre ayağında 2 kiloluk ağırlıklarla dolaşarak kendisini güçlendirmiştir.
07 Haziran 2016 tarihinde Almanya Bundesliga ekiplerinden Borussia Dortmund ile 53 milyon TL karşılığında transferinin gerçekleşti.
Kaynak:Enson haber Biyografi
Asırlar öncesinde dünyada 82 yıllık yer kapladığı düşünüyor Yunus Emre’nin. Düşünülüyor diyorum, çünkü şiirleri pek sevilmiş ve dillerden dillere dolaşa dolaşa düşmüş kayıtlara. Bu sebepten onun hayatından çok araştırmalar sonunda kayıtlara düşmüş hayatının efsanesini aktarabiliyorum sizlere.
Her biyografim bir insanın, başka hayatlara dokunarak yürüttüğü yaşamından izler taşıyorsa, bir de yaşama öğretisi sunuyor demek. Yani demem o ki, iyiyi örnek almak her zaman esas görevlerimizden. Yunus Emre’nin yaşamından çıkardığım iki ders var:
Bir, ani kararlar vererek kendine bu kadar güvenmemezlik etme! Ki okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız. İkincisi de, pişman olduğunda Yunus Emre gibi, “Ben pişman oldum” diye yürüdüğün yolu geri dönmekten asla gocunma. Bu seni ancak yüceltir…
Kendime ve naçizane size notlar da düştüğüme göre, Yunus Emre’nin hayatının efsanesine geçebiliriz…
Keyifle…
Yunus Emre’nin doğduğu yer ve zaman konusunda kesin olan bir bilgi yok. Ancak 13. Yy’ın ikinci çeyreği ile 14. yy’ın ilk çeyreğinde yaşadığı düşünülüyor ve babasının İsmail Efendi olduğu biliniyor.…
Şöyle bir bilgi de var: Yunus Emre, Anadolu tarihinin en karışık dönemlerinden birinde dünyaya geldi. Bâbâîler İsyanı patlak vermişti ve Anadolu Selçuklu Devleti, Kösedağ Savaşı’nda Moğollara mağlup olarak çöküş dönemine girmişti. Resmi kaynaklara göre net bir tarih söylemek gerekirse de, tarih 1238 yılını gösteriyordu. Yine kayıtlara göre Batı Anadolu’da Sakarya nehri çevresinde bir yerlerde doğmuş olabileceği düşünülüyordu; bazı kaynaklara göre ise, Karamanlıydı.
Adına gelince, Yunus adını gerçekten ona ailesi mi vermişti, bilinmez. Ancak günümüze adının ulaşmasını sağlayan şiirleriydi. Çünkü hemen her şiirinde adının Yunus olduğunu söyleyecekti. Emre lakabıysa, on bir şiirinde geçecekti…
Hakkında çok az şey bilindiğinden, zamanla efsaneler onun hayat hikayesini oluşturmaya başladı. Yunus, küçük bir çocukken okula gitti; ancak alfabeyi bir türlü öğrenememişti. Bu sebeple okulu bıraktı ve köyünde çiftçilik yapmaya başladı. Küçücük elleri ile tarlalarda çalışıyor, ağaçlarla, bahçelerle ilgileniyordu. Kıtlık zamanlarıydı ve bu durum bir gün onunda kapısını çalmak için oldukça yaklaşmıştı.
Kıtlıktan etkilendiği sırada Kırşehir’e yakın Sulucakarahöyük’te Hacı Bektaş-ı Veli adında birinin, insanlara yardım ettiğini duydu ve yollara düştü…
Yunus Emre, biraz buğday alabileceğini düşünüyordu. Eli boş gitmek istemediğinden yol boyunca alıç topladı. Az gitti, uz gitti, sonunda Hacı Bektaş-ı Veli’nin dergahına ulaştı.
Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre’nin düşünceli davranışından çok etkilenmişti. Onun buğday için geldiğini düşündüğünde de şöyle dedi: “Sorun bakalım, buğday mı ister, himmet mi?”
Yunus, bu soru karşısında düşünmedi bile. Çünkü söz konusu olan açlıktı. “Himmet karın doyurmaz” dedi ve buğdayını alıp dönüş yoluna düştü. Yolu yürümeye henüz başlamıştı ki, elinin tersiyle düşünmeden reddettiğinin pişmanlığı sardı içini ve bu kez de düşünmeden dergaha doğru yürümeye başladı. Tekrar Hacı Bektaş-ı Veli’nin huzuruna çıktı.
Pişmanlığını bir solukta anlattı Hacı Bektaş-ı Veli’ye. Ancak aldığı cevap belli ki onu uğraştıracaktı. Hacı Bektaş-ı Veli, “O söylediğin artık geçti; bir o anahtarı Taptuk Emre’ye verdik” demişti. Aynı hatayı ikinci kez yapmayacaktı Yunus. Karnının açlığını unutmuştu ve bu kez Taptuk Emre’yi bulmak için yollara düştü…
Yunus Emre, Taptuk Emre’yi araya araya bulmuştu. Belki çok emek vermesi gerekecek; ama aradığını da bulacaktı. Eskiden her istenilen şey için verilmesi gereken bir emek vardı veşimdiki zaman gibi sabırsız değildi insanlar. Yunus Emre de emek verecek ve emeğinin karşılığına da ulaşacaktı…
Yunus Emre, Taptuk Emre’ye yaşadıklarını ve buraya neden geldiğini anlattı. Onun dervişi olmuştu; görevi ise, dergaha odun taşımaktı. Yunus Emre, sabrın timsaliydi. Tam 40 yıl boyunca dergaha odun taşıdı ve bir tek eğri odun getirmedi…
Yunus Emre, dergahlarda şeyhleriyle manevi yönünü geliştirdi. Aşık Çelebi, Yunus Emre’nin medresede başarılı olamayıp Tanrı mektebinde eğitim gördüğüne açıklık getiriyordu. Evet, belki Yunus’un medresede eğitimini tamamladığı ya da icazet alıp almadığı konusu kesin bir şekilde açıklığa kavuşmuyordu; ancak iyi bir tahsil gördüğü muhakkaktı. Çünkü şiirlerinde devrinin ilmi ve felsefi sistemlerine rastlanıyordu.
Ayrıca onun şiirlerine kafiye zoruyla giren Farsça ve Arapça sözcükler de vardı. Özellikle tasavvufi kelimelere çok sık rastlanıyordu. Farsçası, Mevlana’nın etkisinde kalarak Divan-ı Kebir’den ve İran’ın en büyük şairi Sadi’den tercümeler yapacak kadar iyiydi.
Bunun yanında Kur’an’ı anlayacak ve özümseyecek kadar da Arapçaya vakıftı. İslami bilgiler onun için kutsaldı. Sadece Kur’an’ı değil, hadis kültürünü ve peygamberler tarihini de iyi biliyordu. Eserlerinde tüm bu bilgilerinin yanında Leyla ile Mecnun, Ferhad ile Şirin gibi klasik edebiyatta yer etmiş aşıklardan bahsetmesiyle de dikkat çekiyordu.
Yunus, şeyhleri sayesinde Allah sevgisini öğrenmeye nail olmuştu. Allah sevgisi, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşünceleri, eserlerinde İslam tasavvufunu işlemesine vesile olmuştu.
Bazı şiirlerinde şehir şehir yürüyüp dost sorduğunu, Urum’da, Şam’da kendisi gibi bir garip bulamadığını anlatıyordu; aşık olup gurbet ellerde Mecnun gibi geziniyordu…
Kayseri, Tebriz, Sivas, Maraş, Bağdat, Nahcivan, Şiraz şehirlerini ve neredeyse bütün Azerbaycan illerini dolaştıktan sonra bir süre Anadolu’da kışladı. Tarikatlar döneminde bu seyahatler, sufîlerin hayatında nefis terbiyesi için önemli bir unsurdu. Muhtemelen Yunus Emre de bu sebepten geziyor ve gezdikçe yazıyordu…
Yunus Emre, sanat yaşamı ile iç içe geçmiş bir nefis terbiyesindeydi…
Tüm sanat yaşamı boyunca Yunus Emre, halka hitap etti. Halka, kendi konuşma diliyle adeta seslendi.
Şiirlerinde genellikle Allah sevgisi ve bu sevgi uğrunda bir ömür verilmesi gereken çabayı işledi. En azından bundan emin olacak kadar yaşadığı için ne kadar şanslı olduğunu biliyordu. Çünkü bu, tek gerçek sevgiydi.
Ayrıca eserlerinde ölüm, doğum, yaşama duyulan bağlılık, ilahi adalet ve insanın yüreğindeki salt sevgiye yer verdi. Şiirlerinde insanı yürekten gelen bir sesle çağırıyor; iyiye, güzele davet ediyordu…
“Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz!”
Yunus Emre evlendi
Taptuk Emre’nin iki gözünün bebeği bir kızı vardı. Özellikle sabrını ve düzenini takdir ettiği kızını Yunus Emre ile evlendirdi.
Ancak Yunus iç dünyasında kendisini bir türlü ona layık görmedi ve şeyhinin kızına asla elini sürmedi. Onun tek amacı erenler mertebesine ulaşmaktı ve bunu da başaramadığını düşünüyordu. Taptuk Emre’nin yanından ayrılmaktan başka çare göremedi…
Yunus Emre, hayatının ikinci dönüm noktasındaydı. İlkindi Hacı Bektaş Veli’nin karşısına pişmanlıkla çıktığı andı. Şimdi ise, yine benzer bir pişmanlık Taptuk Emre’nin karşısındaydı. Belli ki insanın kendini arayışı hiç bitmiyor; insan kendini belki de hiç tanıyamıyordu.
Yunus Emre, dergahından ve şeyhinden ayrı geçirdiği süreçte başından geçenler ve onlara karşı duruşu sayesinde anladı ki, istediği mertebeye ulaşmıştı. Çoktan mahcup olmuş bir yüzle döndü Taptuk Emre’nin yanına.
Şeyhine kendisini affettirmek için çaba harcaması gerekiyordu ve işe karısının gönlünü almaya çalışarak başladı. Karısının cevabı ise şöyle oldu: “Bilirsin gözleri görmez, sen kapının eşiğine yat. O sabah namazına kalktığında ayağı sana dokunur. ‘Bu kim?’ diye bana sorar. Ben de Yunus derim. Eğer ‘Hangi Yunus?’ derse, çek git. Yok, eğer ‘Bizim Yunus mu?’ derse, kalk, şeyhinin eline sarıl”.
Onun ki bu dünyadan vefalı bir gidişti…
Şeyhine kendisini affettirmenin bir yolunu arıyordu ve karısının söyledikleri aklına yatmıştı. Gittiği ve döndüğü uzun yollar, şeyhini öylece bırakıp gidişi sebebiyle kendine öyle kızıyordu ki…
O sabah, karısının dediği gibi şeyhinin ayağının kendisine dokunacağı anı bekledi. Ve hakkında rivayet edilen efsaneye göre, Yunus Emre’nin ömrü işte buraya kadardı. Şeyhinin ayağı ona değdi ve şeyhi “Bu kim?” sorusundan sonra “Yunus mu?” tepkisini verdiğinde, kalkıp şeyhinin ellerine sarıldı. Ve o elleri minnetle öptükten sonra, oracıkta son nefesini verdi. Şükürler olsun ki, erenler mertebesine ulaştığını fark ederek ayrılmıştı bu dünyadan. Varsayılan kayıtlara göre yıl, 1320 idi.
Belli ki insanın ömrü bir arayıştan ibaretti. Aramak ve şanslıysan aradığını bulmak, bu dünyada çok az insana bahşediliyordu. Yunus Emre, o şanslı isimlerden biriydi. Yaratılmışı hoş görüyordu; yaratandan ötürü. Bu duyguyu taşıyabilmek, öyle kolay kaldırılamazdı…
Yunus Emre öylesine çok sevildi ki, Anadolu’nun birçok yerinde adına mezarlar yaptırıldı. Asırlar öncesinden bahsettiğimiz ve efsanelere yatkınlık düşünülürse, Yunus Emre’nin ne zaman doğduğu, öldüğü ya da nereli olduğunun tam olarak bilinmeyişi çok doğaldı.
Risalettün Nushiye ve Divan adlı iki eseri yayımlandı. Eserlerine başka aşıkların da eserleri karıştı. Zamanla titiz bir çalışmayla ayıklanacak ve bugünkü haline getirilecekti.
Erenler mertebesine erişmek için bir ömrünü insana, hayata, huzura ve ahirete adayan, şiirleriyle yön bulduran bir Yunus Emre geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Damla Karakuş
[email protected]
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Kaynak:Enson haber Biyografi