Bedreddin Mahmud Ayni; (d. 22 Temmuz 1360, Antep – ö. 28 Aralık 1451, Kahire), ünlü İslam tarihçisi, fıkıh ve hadis âlimidir.
Bir ulema ailesindendi. Antep’te başladığı öğrenimini Şam, Kudüs ve Kahire’de tamamladı. Bir süre Antep’te bulunduktan sonra 1392’de Kahire’ye yerleşti. Burada Sultan Berkuk’un oğlu veliaht Ferec’in çevresine girerek kısa sürede bilgisiyle dikkati çekti ve Kahire muhtesibliğine atandı. Ferec döneminde de (1399-1412) önemli bir görev olan evkaf nazırlığına getirildi. Çeşitli sultanlar döneminde zaman zaman azledilmekle birlikte, uzun süre nazırlık, müderrislik ve Hanefi başkadılığı gibi yüksek görevlerde bulundu.
Aynî’nin hadis, fıkıh ve nahiv alanında Türkçe ve Arapça birçok yapıtı vardır. Bunların en tanınmışları hadiste Umdetü’l-Kâri fi Şerhi’t-Buharî (ös 1891, 12 cilt), fıkıhta Kuduri Tercümesi, nahivde Makasi-dü’n-Nahviye’dn (1882, 4 cilt).
Aynî’nin önemli bir yönü de tarihçiliğidir. Bu alandaki en ünlü yapıtı İkdü’l-Cüman fi Tarihi Ehli’z-Zaman’dır. İki bölümden oluşan yapıtın birinci bölümü genel dünya tarihidir. İkinci bölüm 622-1446 arasını kapsayan İslam tarihidir. Bu bölümde olayları anlatırken çoğu günümüze ulaşamamış yüze yakın kaynağı da ayn ayn belirtmesi yapıtı daha da değerli kılmıştır. Aynca görgü tanıklarına ve kendi gözlemlerine dayanarak yazdığı 1360-1446 arasını kapsayan bölüm, özellikle Memlûk tarihi bakımından çok önemlidir. Bunun dışında Sultan el-Müeyyed Şeyh’in yaşamını anlatan Siretü’l-Meliki’l-Müeyyed ve İran tarihine ilişkin Türkçe Tarih-i Ekasire adlı yapıtları da vardır.
kaynak:nkfu
İngiliz fizikçisidir. 24 Aralık 1818’de İngiltere Lanehashire/Salford’de doğmuştur. İngiltere Cheshire/Sale’de 11 Ekim 1889’da hayata gözlerini yummuştur. Kendi kendini eğiterek araştırmalarına başladı. 1839’da yayımladığı Annals of Electricity‘de (Elektrik Olayının Tarihsel Sistemi) kendi buluşu olan elektromanyetik motorun tanımını yaptı. 1840’ta dört yolla yaptığı ısının mekanik eşdeğerini doğrulayan bir yönetimi açıkladı. Başka bir anlatımla, “bir ısınlık ısı üretmek için gerekli iş değerinin 4.1855 joule/1 kal” kuramını ortaya koydu. 1843’te yayımladığı gazetede suyun elektrolizinde ortaya çıkan ısıyı tanımladı. 1847’de enerjinin ilinti ve korunum öğretisini açıkladı. Son çalışmasıyla dikkatini çektiği Lord Kelvin ile birlikte gazlar üzerinde yaptıkları deneyde basınç altında ısı değişimini incelediler.
Isı, elektrik, termodinamik bilime yaptığı katkılar nedeniyle 1866’da Royal Society’nin Copley Altın Madalyası ile onurlandırıldı. 1872, 1887’de İngiliz İleri Bilim Kurulu’nun başkanlığına getirildi.
Joule Nedir: Fizikte kullanılan iş birimine verilen isimdir. Bir cisim, 1 Newton’luk bir kuvvetle hareket ettiğinde, 1 metrelik yol alıyorsa bu sırada yapılan iş 1 Newton-metre ya da 1 Joule’dur. Bu tanım uluslararası anlaşmalarla belirlenmiş olan M.K.S. birim sistemindedir. C.G.S. birim sisteminde iş birimi erg’dir. 1 joule=107 erg olarak bulunur. Joule, mekanikte kullanılan iş birimidir. Ancak elektrikte de elektriksel iş birimi olarak joule kullanılır. Burada 1 joule: 1 wattxsan olarak tanımlanır.
Joule Yasası Nedir?
Mekanik olarak sürtünen tüm cisimler bir süre sonra ısınırlar. Çoğu kez bu ısınma çok yüksek sıcaklıklar oluşturur. Örneğin bir otomobilin motorunda mekanik parçaların sürtünmesi sunucu oluşan ısı, soğutma suyu kullanılarak alınabilir. Bu olayı ilk defa inceleyen İngiliz bilim adamı James Joule oldu. Burada mekanik enerjinin, ısı enerjisine dönüşmesi söz konusudur. Bu dönüşümün kurallarını ve matematik formülünü ilk kez Joule ortaya çıkardığından onun adına dayanarak “Joule Yasası” olarak bilinir. Buna göre W mekanik işi ile açığa çıkan G ısı miktarı arasında şu bağlantı vardır:
W/Q= J. J’ye Joule sabiti denir.
Deneyler sonucu hesaplanan değeri 4.1855 Joule/cal’dir. Yani 1 kalorilik ısı enerjisi elde etmek için 4.1855 Joule’lük iş yapmak gerekir. Genellikle kullanılan mekanik makinelerde Joule Yasası geçerlidir. İş ve verim hesapları buna göre yapılır. Joule Yasası ters yönde de uygulanabilir. Isı enerjisinden yararlanıp, mekanik iş elde edilir. Örneğin eski buharlı lokomotifler ile gemilerde, ısı enerjisi mekanik işe dönüştürülür. Joule Yasası uyarınca, 1 Joule= 1/4.1855 kalori olarak hesaplanır.
kaynak:nkfu
Richard Wagner Alman bestecisidir. 22 Mayıs 1813’de Almanya Leipzig’de doğmuştur. 13 Şubat 1883’de ise İtalya Venedik’te hayata gözlerini yummuştur. Ressam ve oyuncu olan üvey babasının da etkisiyle önceleri edebiyata yöneldi. Piyano dersleri aldı, 1828’de Müller’in armoni derslerine devam etti. Aynı yıl Shakespeare’in etkisinde bir oyun yazdı. 1831’de Leipzig Üniversitesi’ne gitti, armoni ve beste dersleri aldı, Beethoven’in senfonilerini inceledi.
1833’te Würzburg’da koro şefliği yapmaya başladı. O yıllarda Die Freen‘i (Periler) besteledi. 1833-1839 arasında Magdeburg, Königsberg Riga’da operalarda yöneticilik yaptı. Para sıkıntısı yüzünden Der Fliegende Hollander (Uçan Hollandalı) için hazırladığı librettoyu Paris Operası’na sattı. 1842’de sahnelenen Rienzi büyük ilgi gören Richard Wagner, Dresden’de saray operasının yöneticiliğine getirildi. 1848 Devrimi’nde katıldı. Ertesi yıl İsviçre’ye kaçmak zorunda kaldı. 1861’de çıkan aftan yararlanarak Almanya’ya döndü, daha sonra Viyana’ya gitti.
Die Meistersinger von Nürnberg (Nürnbergli Usta Şarkıcılar) operasını besteledi. Çok borçlandığından, hapse girmemek için Viyana’dan kaçtı. Bavyera tahtında bulunan II. Ludwig çalışmalarını sürdürmesi için onu Münih’e çağırdı. Richard Wagner’in İsviçre’deyken bestelenmiş olduğu Tristan ve İsolde, Die Meistersinger von Nürnberg, Das Rheingold, Die Walküre gibi önemli eserleri ilk önemli Richard Wagner yorumcusu sayılan Hans von Bülow yönetiminde başarıya ulaştı. 1865’te Bülow’un eşi Cosima ile olan ilişkisinden dolayı Münih’ten ayrıldı. 1870’te evlendiği Cosima’dan üç çocuğu oldu.
1870’de Der Ring des Nibelungen üstünde çalıştı. Eserini sahnelemek için gerekli geliri sağlayabilmek amacıyla Almanya’da konserler verdi. Festspielhaus adını verdiği tiyatro binası 1876’da tamamlandı ve 13-17 Ağustos 1876’da Der Ring des Nibelungen baştan sona sahnelendi. Bundan sonraki yaşamının büyük bölümü Bayreuth’ta geçti. Son eseri olan Parsifal‘ı besteledikten bir yıl sonra öldü.
Richard Wagner, eserlerini bestelerken ana tema olarak tanımlanan leitmotifler kullandı. Dramın gelişmesine göre olayların düğüm noktalarını düzenledi. Çalgılama bakımından ise yaylıları aralarında bölümlere ayırdı. Gitgide güçlenen tınılar yarattı. Pes sesleri melodi biçiminde kullanarak o zamanlar henüz orkestralara girmemiş olan alto obua, bas trompet tuba gibi aletleri kullandı.
Richard Wagner’in başlıca eserleri:
Opera ve müzikli dramlar: Das Leibesverbot (Aşk Yasağı) 1834-1835, Rienzi (1838-1840), Der fliegende Hallander (Uçan Hollandalılar) 1841, Thannhauset (1843-1845), Lohengrin (1845-1848), Das-Rheingold (Ren Altını) 1852-1854, Die Walküre (Valkiri) 1852-1856, Siegfried (1857-1859). Götterdämmerung (Tanrıların Günbatımı) 1869-1874, Parsifal (1877-1882).
Orkestra müziği: Do Majör Senfonisi (1832), Goethe’nin Faust’u İçin Uvertür (1840);
Kitap: Über deutsches Musikwesen (Alman Müziği Üzerine) 1840, Oper und Drama (Opera ve Tiyatro) 1850-1851, Religion und Kunst (Din ve Sanat) 1880.
kaynak:nkfu
Erich Fromm; Alman kökenli ABD’li psikologdur (Frankfurt 1900-İsviçre/ Muralto 1980).
Heidelberg, Frankfurt ve Münih üniversitelerinde psikoloji ve sosyoloji öğrenimi gördü. 1922’de doktorasını tamamladıktan sonra Berlin Psikoanaliz Enstitüsü’nde psikanaliz alanında çalıştı. 1933’te ABD’de dersler verdi, klinikte çalıştı, 1951’de Meksika Ulusal Üniversitesi’nde profesör olarak görev aldı, bir psikanaliz enstitüsü kurdu ve başkanlığını yaptı. 1957-1961 arasında Michigan, 1962′ den sonra New York üniversitelerinde profesörlük yaptı. 1962’de yazdığı Beyond the Chains of illusion (Yanılma Zincirlerinin Ötesinde) adlı eserinde Freud ve Marx’in görüşlerini karşılaştırdı, ayrıldıkları noktaları irdeledi ve bu iki görüşü kaynaştırmaya çalıştı. Çağdaş insanın doğadan ve insanlardan kopmuşluk yüzünden yalnızlık duygusu içine düştüğünü açıkladı. 1941’de yazdığı Özgürlükten Kaçış’ta (Escape From Freedom) tarih boyunca insanın daha çok özgürleşirken gittikçe yalnızlaştığını belirterek bu çelişkinin çözümünü aradı. İnsan öteki insanlarla sevgi ve çalışma yoluyla birleşir, karşıt durumda otoritenin buyruklarına boyun eğer. Birinci durumda özgürlüğünü daha iyi bir toplum yaratma amacında kullanılır, ikincisinde ise köleliği kabullenmiş olur.
Başlıca eserleri: Kendini Savunan İnsan (Man for Himself) 1947, Psikanaliz ve Din (Psychoanalysis and Religion) 1950, The Forgotten Language (Unutulmuş Dil) 1951, Sağlıklı Toplum (The Sane Society) 1955, Sevme Sanatı (The Art of Loving) 1967, Marx’s Consept of Man (Marx’ ta İnsan Kavramı) 1969, The Crisis of Psychoanalysis (Pskinalazin Bunalımı) 1970, The Anatomy of Human Destructiveness (İnsan Yıkıcılığının Anatomisi) 1973, Sahip Olmak ya da Olmamak (To Haver or To Be) 1976.
kaynak:nkfu
Mehmet Rauf İnan; (d. 1905, Genç, Bingöl- ö. 29 Şubat 1996), eğitimci ve yazar. 1925’te İstanbul Erkek Muallim Mektebi’ni bitirdi. 1925-28 arasında Kayseri’nin Zencidere Öksüz Yurdu’nda öğretmenlik yaptı. Viyana’da pedagoji öğrenimi gördü (1928-31). Yurda, döndükten sonra, önce İstanbul’da, sonra İzmir’ de ilköğretim müfettişliği yaptı. İzmir Milli eğitim müdür yardımcılığı (1936), Manisa milli eğitim müdürlüğü (1937) görevlerinde bulundu. 1938’de Manisa-Horozköy eğitmen kursu müdürlüğüne getirildi. Köy Enstitüsü hareketi içinde yer alarak 1940-45 arasında Çifteler Köy Enstitüsü’nde müdürlük, 1945-47 arasında da Hasanoğlan Köy Enstitüsü ve Yüksek Köy Enstitüsü’nde müdürlük ve öğretmenlik yaptı. 1961’de Kurucu Meclis’te görev aldı. Emekli olana (1970) değin çeşitli ortaokullarda öğretmen olarak çalıştı.
Rauf İnan kuruluşundan başlayarak Halkevleri’nde, öğretmen derneklerinde üye ve yönetici olarak bulundu. UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’nun çeşitli komitelerinde görev aldı. Çeşitli ülkelerde eğitim, sanat ve gençlikle ilgili incelemelerde bulundu. 1936-70 arasında temel ilk ve orta öğretim program ve yönetmeliklerini hazırlama çalışmalarında yer aldı.
1932’den sonra pek çok mesleki dergi ve gazetede incelemeleri yayımlanan İnan’ın başlıca yapıtları arasında Birinci Sınıfta Çocuğa Göre Mektep (1932), Kari Linke den Serbest Tahrir (1936), Çocuğa Göre Okulda Eğitim ve Erdirim (1952), Orta Avrupa’da Gelişmenin ve Demokrasinin Temeli Eğitim (1971), Bir Üstün Adam-Rüştü Uzel (1976) sayılabilir. Anılarını Bir Ömrün Öyküsü 1 (1986), Bir Ömrün Öyküsü 2, Köy Enstitüleri ve Sonrası (1988) adlı yapıtlarda toplamıştır.
kaynak:nkfu
Muallim Cevdet İnançalp; (d. 1883, Bolu – ö. 1935, İstanbul), eğitimci ve yazar. Çeşitli eğitim görevlerinin yanı sıra arşiv çalışmalarında da bulunmuştur.
İlk ve orta okulu Bolu’da, liseyi Kastamonu’da okudu. Bir süre İstanbul Hukuk Mektebi’ne gitti; daha sonra yatılı olarak İstanbul Erkek Muallim Mektebi’ne girdi. Babası ölünce ailesini geçindirmek için Darüşşafaka Lisesi’nde etüt öğretmenliğine başladı. Aynı yerde Arapça dersleri verdi. Burhan-ı Terakki Mektebi ile Ortaköy’deki Şemsülmekâtip Rüştiyesi’nde çalıştı. Bakû islam cemaatinin çağrısı üzerine gittiği Bakû’da Darülmuallim’in ders programını hazırladı ve Türkçe dilbilgisi okutulmasını sağladı. Rusça ve Latince öğrendi. Ahmed Ağaoğlu’nun gazetesinde Türk milliyetçiliği konusunda yazılar yazdı. Pedagoji ve tarih araştırmaları yaptığı sırada Rus hükümeti tarafından sınır dışı edilince İstanbul’a döndü (1908). II. Meşrutiyet döneminde çeşitli okullarda ders verdi. İstanbul’da Darülmuallim’in pedagoji öğretim üyeliğine getirildi. Türk dili ve sosyoloji okuttu. Orta dereceli okullarda dil, tarih, din, felsefe ve coğrafya öğretmenliği yaptı. Görevinin sık sık değişmesi ve geçim sıkıntıları yüzünden sağlığı bozulunca iki yıl çalışmadı. 1932’de Başbakanlık Resmi ve Tarihi Evrak Tedkik ve Tasnif Heyeti reisliğine getirildi. Üç yıl sonra İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Heyeti reisliğine atandıysa da hastalığı yüzünden bu görevinden ayrılmak zorunda kaldı.
Muallim Cevdet, Batı düşüncelerini incelemiş aydın Doğulu kişiliğiyle ve geniş kültürüyle öne çıktı. Batı düşüncesini özümsemesine karşın ulusal ve dinsel yanı ağır basan bir eğitimciydi. Türk arşivciliğine de önemli katkılarda bulundu ve yaşamı boyunca topladığı çeşitli ferman, berat, mühür ve yazma kitaptan oluşan birçok değerli belgeyi ölmeden önce İstanbul Belediye Kütüphanesi’ne bağışladı. Bunlar arasında 700 yazma, 4 bin kadar Almanca, Fransızca ve İngilizce, 6 bin kadar da Arapça, Farsça ve Türkçe basılı kitap vardı. Başlıca yapıtları arasında Zamanımızda Usûl-i İnşa ve Muhabere (1925), Askeri Din Dersleri (1928), Spor Ruhu (1928, Ahmet Cevat Emre’yle birlikte), İbn Batuta’ya Zeyl (1932), Müderris Ahmed Naim (1935) ve Tarihi Sözlük (ancak altı forması basılmıştır) sayılabilir.
kaynak:nkfu
William Henry Hudson; (d. 4 Ağustos 1841, Buenos Aires yakınları, Arjantin – ö. 18 Ağustos 1922, Londra, İngiltere), İngiliz yazar, doğabilimci ve kuş uzmanıdır. Başta Green Mansions (1904; Yeşil Malikâneler, 1961) olmak üzere egzotik romanslarıyla tanınır.
Arjantin’de koyunculuk yapan New England’lı bir ailenin çocuğuydu. Far Away and Long Ago (1918; Çok Uzakta, Çok Eskiden) adlı yapıtında sevgiyle andığı çocukluğunu pampa’larda özgürce dolaşıp bitkilerin ve hayvanların yaşamını inceleyerek, doğayı ve insanları gözlemleyerek geçirdi. On beş yaşında geçirdiği bir hastalık sağlığını kalıcı olarak bozunca, içine kapandı ve kendini çalışmaya verdi. Darwin’in Türlerin Kökeni adlı kitabı doğayla ilgili kendi gözlemlerini de doğruladığı için üzerinde derin bir etki bıraktı. Anne ve babasının ölümünden sonra sürekli dolaşmaya başladı. Bu döneme ve 1869’da yerleştiği İngiltere’deki ilk yıllarına ilişkin çok az bilgi vardır. Büyük olasılıkla yoksulluğundan ve hastalığından dolayı 1876’da kendinden çok yaşlı bir kadınla evlendi. Karısına Londra’nın Bayswater kesiminde bir evin miras kalmasıyla rahat bir yaşam sürmeye başladı. 1900’de İngiliz uyruğuna geçti.
Konusu Güney Amerika’da geçen ilk romansları karakter betimlemeleri açısından zayıf olmakla birlikte, doğanın gücüne ilişkin derin düşüncelerle doludur. Günümüzde ününü borçlu olduğu bu romanları ilk yayımlandıklarında pek ilgi görmedi. The Purple Land That England Lost (1885, 2 cilt; İngiltere’nin Yitirdiği Mor Ülke) adlı ilk romanını, 1902’de El Ombu adlı kitapta topladığı birkaç uzun öykü izledi. Son romansı Yeşil Malikâneler, ormanın gizemli yaratığı, yarı kuş yarı insan Rima’nın tuhaf aşk öyküsünü anlatır. En tanınmış karakteri olan Rima, Jacob Epstein tarafından yapılan ve Hudson’ın anısına 1925’te Londra’da Hyde Park’taki kuş barınağına konan heykele de konu olmuştur.
Yazdığı romanslar Hudson’a Joseph Conrad, Ford Madox Ford, Edward Garnett ve George Gissing gibi birçok İngiliz yazarın dostluğunu kazandırdı. Kuşlar üzerine yazdığı Argentine Ornithology (1888-89; Arjantin Kuş Bilimi) ve British Birds (1895; İngiliz Kuşları) gibi kitaplar devlet adamı Sir Edward Grey’in 1901’de kendisine maaş bağlamasını sağladı. İngiliz kır yaşamını konu alan Afoot in England (1909; İngiltere’yi Yaya Dolaşmak), A Shepherd’s Life (1910; Bir Çobanın Yaşamı), Dead Man’s Plack (1920; Ölüden Kalan Kırıntı), A Traveller in Little Things (1921; Küçük Şeyler Arasında Bir Gezgin) ve A Hind in Richmond Park (1922; Richmond Parkı’nda Bir Dişi Geyik) gibi kitapları geniş okuyucu kitlesine ulaştı. Doğaya bütün yönleriyle tutkun bir sanatçının duygularını ayrıntılı ve düşsel betimlemelerle aktaran bu kitaplar, 1920’lerin ve 1930’ların “doğaya dönüş” hareketine büyük katkıda bulunduysa da zamanla daha az okunur oldu.
kaynak:nkfu
İbnü’t-Tilmiz; tam adı ebul hasan hibetullah bin ebi’l-âlâ said bin ibrahim ibnüt tilmiz (d. 1063 ?, Bağdat-ö. 1165, Bağdat), hazırladığı zengin ilaç kodeksiyle tanınan Arap hekimdir.
Irak’a yerleşmiş bir Hıristiyandı. Ünlü bir hekim olan babasının yanında yetişti; tıp, dil ve din eğitimini İran’da tamamladı. Süryanice ve Farsça öğrendi. Şiir, hat sanatı ve müzikle ilgilendi. Bağdat’a yerleşti. Kısa sürede ünlü bir hekim oldu. Aynı zamanda da Hıristiyan toplumunun dinsel önderliğini üstlendi. Ölünceye değin Bağdat’taki Adudi Hastanesi’nin müdürlüğünü yaptı. Galenos, Hippokrates ve İbn Sina’nın öğretilerini izleyen İbnü’t-Tilmiz öncelikle çok değerli hekimler yetiştirmiş bir hoca olarak bilinir. Tedavi yöntemlerinden söz eden bazı kitapları ve Akrabazin adıyla bilinen bir ilaç kitabı dışında özgün yapıtı yoktur.
kaynak:nkfu
İbn Abbad; tam adı Ebu Abdullah Muhammed Bin Ebi İshak İbrahim En nefzi El himyeri Er rundi (d. 1333, Ronda, İspanya – ö. 17 Temmuz 1390, Fas), din bilginidir. 14. yüzyılda Kuzey Afrika’nın önde gelen mutasavvıfıydı.
Medreselerinin ünü dolayısıyla Fas’ın çekiciliğine kapılan İbn Abbad genç yaşta bu ülkeye göç etti. Tasavvufa eğilim duyduğundan fıkıh öğrenimini yarıda bıraktı. 1359’da Sala (bugün Salé) kentine yerleşerek, tasavvuf öğretisine kişisel bağlılığı vurgulayan ve manevi çileciliği kurumsallaştıran Şazeliye tarikatına girdi. Öğreti ve yazılarıyla tarikatın Kuzey Afrika’da yaygınlaşmasında önemli rol oynadı. Tasavvufta ılımlı bir yaklaşımı temsil ettiğinden, Fas’ın geleneksel din bilginleriyle hiçbir çatışmaya girmedi. 1375’te Fas hükümdarınca imamlığa atandı. Bâbü’l Fütuh’ta gömülüdür.
İbn Abbad, din bilgini olarak, müritlerine manevi açıdan yol göstermeyi amaçlayan mektuplardan oluşan Resail Kübra ve Resail Sugra adlı yapıtlarıyla tanınır.
kaynak:nkfu
İbn Akil; tam adı Ebu-l Vefa Ali Bin akil bin Muhammed bin Akil bin Ahmed El-bagdadi Ez-zafari (d. 1040, Bağdat – ö. 1119), Hanbeliliğin önde gelen fıkıhçıları arasında yer almış, düşünce ve öğretileriyle bu mezhebin katı gelenekçiliğini yumuşatmaya çalışmış din bilginidir.
1055-66 arasında Hanbeli mezhebinin ilkeleri doğrultusunda eğitim gördü. Gene aynı yıllarda hocalarının onaylamadığı ilahiyat görüşleriyle de ilgilendi. Bu görüşler İslam düşüncesindeki iki farklı eğilimi temsil ediyordu: Dini, mantıksal sorgu ve usavurma kurallarına göre kavramayı ve yorumlamayı hedefleyen Mutezile akımı ile mutasavvıf Hallac-ı Mansur’un özellikle vahdet-i şühûd (olguların birliği) kavramını içeren öğretisi.
Bu düşüncelere yakınlık duyması ibn Akil’in Bağdat’ta Hanbeli mezhebi içindeki konumunu sarstı. Henüz 26 yaşındayken biraz da kendisini koruyan çevrelerin yardımıyla el-Mansur Camisi hocalığı gibi önemli bir göreve getirilmesi ise düşmanlarını daha da artırdı. Bu makama gelmeyi beklerken sırası atlanan din bilginlerinin kıskançlığı, kendisinin de yenilikçi ve tartışmalı öğretileri benimsemesi İbn Akil’in baskı altında kalmasına yol açtı. Etkili koruyucusu Ebu Mansur bin Yusuf 1067 ya da 1068’de ölünce hocalıktan ayrılmak zorunda kaldı. 1072’ye değin Ebu Mansur’un, Hanbeli mezhebinden zengin bir tüccar olan damadının koruması altında görece gözden uzak yaşadı. Eylül 1072’de geleneksel öğretiye bağlı bir grup din bilgininin önünde inançlarından vazgeçtiğini halka duyurmaya zorlandı. İçinde bulunduğu durumdan kurtulmak için başvurmak zorunda kaldığı bu yol, genel kabul gören takıyye (zor karşısında inancını gizleme) uygulamasıyla çelişmiyordu.
İbn Akil ömrünün geri kalan bölümünü bilime adadı. En ünlü yapıtı Kitabü’l-Fünun (Bilimler Kitabı) çok çeşitli konulan ele alan bir ansiklopedi niteliğindeydi. Toplam cilt sayısının 200-800 arasında değiştiği tahmin edilen bu yapıtın günümüze yalnızca bir cildi ulaşmıştır.
kaynak:nkfu
İbnü’l-Bevvab; İbnü’s-Sitri olarak da bilinir, tam adı Ebu’l-hasan Ali Bin Hilal İbnü’l-bevvab (d. Bağdat – ö. 1022 Bağdad), aklâm-ı sitte adıyla anılan altı çeşit yazıya İbn Mukle’den sonra yön veren ikinci ünlü Arap hattattır. Bugün elde yazı örnekleri bulunan en eski hattattır. İyi bir öğrenim gördü. Muhammed bin Esed’den ve Muhammed bin Semsemani’den yazı dersi aldı. İbn Mukle’nin yazılarını topladı ve bunlardan yararlanarak aklâm-ı sitteyi hem kural, hem de estetik yönünden daha yetkin hale getirdi; böylece İslam yazısının gelişmesinde büyük rol oynadı.
Şiir de söyleyen İbnü’l-Bevvab’ın yazıya ilişkin kuralları saydığı bir kasidesi vardır. Çok sayıda öğrencisi arasında en tanınmışları Muhammed bin Musa Şafii, Muhammed bin Abdülmelik, Zeyneb Şehde, Ebü’l-Fazl Hazin Dineveri, Esad bin Ebi’l-Meali’dir.
İbn Bevvab’ın eksik bir Kuran’ı bugün Dublin’de Chester Beatty Kütüphanesi’ndedir. İstanbul’da da Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya Bölümü’nde, Topkapı Sarayı Bağdat Köşkü Kütüphanesi’nde, Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde yazı örnekleri bulunmaktadır.
kaynak:nkfu
İbn Bacce; tam adı Ebu Bekr Muhammed İbn Yahya İbnü’s-sayig Et-tucibi’l-endelusi Es-sarakusti, Latince Avempace (d. y. 1095, Sarakusta [Zaragoza] – ö. 1139’39, Fez), Endülüslü Arap filozof ve hekim. Ülkesinde Aristotelesçi ve Yeni-Platoncu Arap felsefe geleneğinin bilinen ilk temsilcisidir. Anayurdu Sarakusta’nın, Aragon ve Navarra kralı I. Alfonso tarafından ele geçirilmesi (1118) üzerine İşbiliye’ye (Sevilla), oradan da Gırnata’ya (Granada) geçti. Daha sonra gittiği Fas sarayında büyük itibar gördü, saray hekimliği ve vezirlik yaptı. Nüfuzunu kıskanan Faslı hekimlerce zehirlenerek öldürüldüğü söylenir. Döneminin en büyük hekimi sayılan İbn Bâcce ayrıca botanik, astronomi, edebiyat ve müzikle de ilgilendi. Astronomi alanında Ptolemaios’un yerleşik görüşlerini eleştirerek karşıt bir kuram geliştirmeye çalıştı. Farabi gibi, kendine özgü bir müzik kuramı oluşturdu. Ama günümüze ulaşan 30’u aşkın yapıtından çoğunu tamamlayamadı, bazılarını da çok karmaşık ve anlaşılması güç bir dille kaleme aldı. İbn Tufeyl’in Hayy bin Yakzan adlı yapıtında öne sürdüğüne göre, İbn Bâcce’nin dünyevi ilgilerinin ağır basması ve makam düşkünlüğü yapıtlarını olgunlaştırmasına engel oldu.
Başlıca yapıtları Tedbirü’l-Mütevahhid, Risaletü’l-İttisal ve Risaletü’l-Vahdet’te öncelikle insanın etkin usla (akl-ı faal) birleşmesini (ittisal) öngördüğü için düşüncelerinin tasavvufi bir yönelimi vardı. Bu bakımdan Farabi ile İbn Sina’nın etkisi altında kalmıştı, ama temelde tasavvufa karşıydı. Ölümünden sonra da bazı İslam yazarlarınca ateistlikle suçlanmıştır.
İbn Bâcce’ye göre Gazali halvet (yalnız kalma) ve sezgi yoluyla Tanrısal evrenin gizlerine ulaşılabileceğini umduğu için yanılmış, başkalarını da yanıltmıştır. Gerçeğe yalnızca us aracılığıyla ulaşılabilir. Toplumsal yaşam belli bir plan içinde ve belli bir amaca yönelik eylemleri, bunlar da seçimi ve düşünmeyi gerektirir. Düşünme ise ancak tekil insanın (mütevahhid) gerçekleştirebileceği bir eylemdir. Dolayısıyla iyi ve erdemli devlet (medinetü’l-fazıla) ancak etkin usla bütünleşmeyi amaçlayan mütevahhidlerden oluşabilir. Bu toplumda, örneğin hekimlere ve yargıçlara yer yoktur; çünkü herkes hastalıklara yol açmayacak biçimde beslenir ve insanın erişebileceği en üstün olgunlukla davranır. Erdemli devlet oluşana değin mütevahhidler Tanrı’dan başka hekimleri olmaksızın, erdemli devletin bir üyesi gibi davranmak zorundadırlar.
Us kuramında titizlikle Aristoteles’i izleyen İbn Bâcce’ye göre insanın ayırıcı özelliği, davranışlarının irade ve düşünceye bağlı olmasıdır, insanın ve eylemlerinin özünü us oluşturur. Varlık basamaklarının en üstünde, göksel varlıkların biçimleri (suret) yer alır. Bunları etkin us, maddi us (heyulani akl) ve benliğin (nefs) iç güçlerini oluşturan biçimler izler.
İnsanın özü us olduğuna göre gerçek amacı da ussaldır. Bu nedenle insan etkin usa yönelik eylemlerde bulunmalıdır. Örneğin bilgiyi herhangi bir yarar düşüncesiyle değil, yalnızca bilgi için ve usunu olgunlaştırmak amacıyla öğrenmelidir. Bu eylemlerle amacına ulaşan mütevahhid bütün ruhsal biçimlerin özelliği olan süreklilik ve maddesizlik durumuna yükselir. Feısefi bilgelik (hikmet) ülküsüne ulaştığında, düşünsel ve ahlaki erdemlerle donandığında mütevahhid tanrısal bir kişilik kazanır, anlaşılabilir (makul) tözler (cevher) arasına karışır.
kaynak:nkfu
İbn Fadlan; tam adı Ahmed Bîn Fadlan Bin Abbas Bin Reşid Bin Hammad (10. yy), Arap din bilgini ve gezgindir.
Abbasi halifesi Muktedir’in 921’de İdil Bulgar hükümdarına gönderdiği kurulun yolculuğunu anlatan yapıtıyla tanınır. Abbasi komutanı Muhammed bin Süleyman’ın kölesiydi. Halife Muktedir’in 921’de İdil Bulgar hükümdarına gönderdiği elçiler kurulunda yer aldı. Oradaki Müslüman fakihleri denetleme, halifenin mektup ve armağanlarını krala sunma görevini üstlendi. Döneminin ünlü bir bilgini, değerli bir diplomat ve dikkatli bir gezgin olarak kabul edilen İbn Fadlan’ın Risale adlı ünlü yapıtında İdil Bulgar ülkesi ve halkına ilişkin gözlemlerin yanı sıra yolculuğu sırasında gördüğü yerler ve kavimlerle ilgili önemli bilgiler vardır. Bunlar arasında, Maveraünnehir’de henüz devlet öncesi bir düzende yaşamakta olan Oğuz boylarına ilişkin gözlemleri önemli bir yer tutar. Yapıtın Arapça metni. Almanca çevirisi ve açıklamalarla birlikte Zeki Velidi Togan tarafından yayımlanmıştır (İbn Fadlan’s Reisebericht, 1939; İbn Fadlan’ın Seyahatnamesi).
kaynak:nkfu
İbn Mukle; tam adı Ebu Ali Muhammed Bin Ali Bin Mukle (d. 886, Bağdat – ö. 940, Bağdat), İslam yazısının estetik yapısına katkıda bulunan ilk Arap hattatdır. Hattatlıktan başka fıkıh, tefsir ve edebiyatla da uğraşmıştır. Gençliğinde Abbasi sarayında divanda çalıştı. Halife Muktedir döneminde (908-932) görevle Fars eyaletine gönderildi. Bağdat’a döndüğünde gözden düşüp hapse atıldıysa da kurtulduktan sonra vezirliğe getirildi. Bir süre sonra siyasal entrikalara katıldığı için Fars’a sürüldü. İki kez daha vezirliğe atandı ve görevinden alındı. Sonunda yaşam boyu hapse mahkûm edildi ve hapiste öldü.
İbn Mukle aklâm-ı sitte denen altı kalem yazıyı yetkinleştirmek için çaba göstermiştir. Bunun için yazı kaleminin ucuyla konan noktayı, elif harfini ve daireyi ana ölçü olarak kabul etmiş, böylece yazıyı kurallar içine almıştır. Bugün de hat sanatında bu kurallar geçerlidir.
Hiçbir yazısı günümüze ulaşmayan İbn Mukle’nin en tanınmış öğrencileri İsmail bin Hammad Cevheri Farabi, Muhammed bin İsmail Bağdadi ve Şemsü’l-Meali Kabus bin Veşmgir’dir.
kaynak:nkfu
İbn Mukaffa; asıl adı Daduye Bin Rozbih (d. Gur [Firuzâbad] – ö. 759, Basra). İranlı bilgindir. Arapçaya çevirdiği felsefe, dil, tarih ve edebiyat yapıtlarıyla tanınır. Müslümanlığı kabul ettikten sonra Ebu Muhammed bin Abdullah bin Mukaffa adını aldı. Öğrenimini Gur’da tamamladı. Arapça ve Orta Farsça (Pehlevi dili) öğrendi. Bir süre kâtip olarak devlet hizmetinde bulunduktan sonra Basra’ya gitti ve bir söylentiye göre orada kendisini kıskanan Vali Süfyan’ın emriyle çeşitli işkencelerden geçirilerek öldürüldü.
Pehlevi dilinden Arapçaya çevirdiği Kelile ve Dimne’yle ünlenen İbn Mukaffa, çevirileri ve yapıtlarıyla Anadolu-Yunan felsefesinin İslam ülkelerine yayılmasına önemli katkıda bulunmuştur. Aristoteles’in bazı mantık kitapları, Porphyrios’un İslam ülkelerinde “İsago” olarak bilinen Isagoge (İsagoji, 1948/Isagoge, 1986) adlı kitabı Arap diline kazandırdığı en önemli yapıtlardır. Siyerü’l-Mülûk, Kitabü’r-Rüsum, Kitabü Şagisaran, Kitabü Mazdak, Kitabu l-Peyker İbn Mukaffa’nın Farsçadan Arapçaya yaptığı öteki çevirilerden bazılarıdır. Özgün yapıtları arasında el-Adabü’l-Kebir (1912), el-Kitabü’s-Sagir (1913) ve Resail (1917, 2 cilt) sayılabilir.
kaynak:nkfu
Cengiz Orhonlu; (d. 17 Temmuz 1927, Tokat – ö. 11 Haziran 1976, İstanbul), Osmanlı tarihiyle ilgili araştırmalarıyla tanınan tarihçidir.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü 1951’de bitirdi ve aynı fakülteye asistan olarak girdi. 1958’de Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretleri İskân Teşebbüsü 1691-1696 (1963) adlı teziyle tarih doktoru oldu. 1959’da Montreal’e giderek bir süre İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalıştı. Daha sonra doçent (1964) ve profesör (1971) oldu. Tarih Dergisi, Tarih Enstitüsü Dergisi, Türk Kültürü, Türkiyat Mecmuası, Belleten gibi dergilerde çoğu Osmanlı tarihine ilişkin çok sayıda makalesi yayımlandı. Doçentlik tezi Osmanlı İmparatorluğu’nda Derbent Teşkilatı (1967) Osmanlılarda karayolu ve ulaşım sistemini, profesörlük tezi Habeş Eyaleti (1974) Osmanlıların Habeşistan’a (bugün Etiyopya) karşı izledikleri siyaseti anlatır. Osmanlı İmparatorluğu’nda Şehircilik ve Ulaşım Üzerine Araştırmalar (1984; yay. haz. Salih Özbaran) adlı yapıtı, daha önce çeşitli dergilerde yayımlanmış sekiz makalesini içerir.
kaynak:nkfu
Augustine Baker; (d. 9 Aralık 1575, Abergavenny, Monmouthshire – ö. 9 Ağustos 1641, Londra, İngiltere), çileci ve mistik ilahiyat üzerine önemli yazılan olan Benedikten keşişidir.
Oxford’da Broadgate’s Hall’da (bugün Pembroke College) öğrenim gördü. Sonradan Katolik olarak okuduklarına ve kişisel deneyimlerine dayanan bir çilecilik öğretisi geliştirdi. Özgün olmayan bu öğreti, çileci yaşamla ilgili görüşlerinden çok, bedene eziyet ve dua “yöntemi” yüzünden gene de yoğun saldırıya uğradı. Ruhani rehberliğin doğrudan Tanrı’dan geldiğini ve dua yoluyla bu rehberliğe kavuşabileceğini ileri sürdüğü gerekçesiyle daha da şiddetli eleştirilerle karşılaştı.
Baker, çilecilik üzerindeki denemelerini, Fransa’da Cambrai’deki İngiliz Benedikten rahibelerinin manevi yöneticiliğine atandıktan (1624) sonra yazdı. Manastırda kendini tefekküre adamış olanlann izlediği “yön-tem”i yardımcı olmaktan çok, engelleyici görüyor, onlara “duygusal” ibadeti öneriyordu. Öğütlerine gereksinim duyanlara ya da kendini onun koruyuculuğuna emanet edenlere yardımcı olmak üzere, 14. yüzyıla ait iki İngiliz yapıtını salık verirdi: Yazan belli olmayan Cloud of Unknowing (Bilisizlik Bulutu) ile Walter Hilton’ın Ladder of Perfection (Yetkinlik Merdiveni) adlı yapıtı. Baker vebadan öldükten 16 yıl sonra, denemelerinin sistematik biçimde bir araya getirildiği Sanda Sophia (Kutlu Bilgi) yayımlandı. Bu yapıt, çileci ve mistik ilahiyatın tüm başlıklarını içine alır. Cloud of Unknowing üzerine yazdığı Secretum’un (Gizlilik), bir bakıma manevi bir özyaşamöyküsü olan ilk bölümü The Confessions of Venerable Fr. A. B. (1922; Saygıdeğer Frer A. B.’nin İtirafları) adıyla yayımladı. Yayımlanan öteki yazıları şunlardır: Cloud of Unknowing üzerine bir açıklama (der. J. McCann, 1924) ve The Inner Life and Writings of Dame Gertrude More (1920, 2 cilt; Hemşire Gertrude More’un İç Yaşamı ve Yazıları).
kaynak:nkfu
Bakıllani; tam adı Ebu Bekir Muhammed Bin Et-tayyib Bin Muhammed Cafer El-Bakıllani (d. 949 ?, Basra – ö. 6 Haziran 1013, Bağdat), Arap düşünür. İslam kelamcılarının en ünlülerindendir. Eş’ari okulunun görüşlerini “atom” kavramıyla yeniden yorumlamıştır. Kelamcılar arasında “el-Kadı” sanıyla anılır. Adı, bakliyat satan anlamındaki “bakil” sözcüğünden gelir. Bu tür benzetmeler Araplardan çok Horasan ve Harezm bölgesinde sık görüldüğünden, onun Arap olmadığını ileri sürenler de vardır. Öğrenimini dil ve edebiyat alanında büyük ün kazanmış Basra Okulu öğretmenlerinin yanında yaptı. Özellikle Eş’ari’nin öğrencisi kelamcı İbn Mücahid et-Tai’nin derslerine ve gene Eş’ari’nin önde gelen öğrencilerinden Ebu İshak İsferaini ile Ebu Bekir bin Furek Ebu’l-Hasan el-Bahili’nin cuma derslerine devam etti. Yaklaşık 960’ta Bağdat’a giderek daha çok hadis alanında çalıştı. 970’te Bağdat’ın önemli bilim merkezi Camiü’l-Mansur’da ders vermeye başladı. Ünü bütün İslam dünyasına yayılarak öğrencileri çoğaldı. Hükümdar ve emirler arasında büyük saygınlık kazandı.
Bakıllani, Şiraz’da Şii Büveyhi hükümdarı Adudu’d-Devle’nin huzurundaki tartışmalarda Mutezile ve Şia bilginlerine karşı Sünniliği savundu. Bu dönemde ünlü yapıtı Kitab fi Temhidü’d-Delail ve Telhisti’l-Avail’i yazdı. 981’de Adudu’d-Devle tarafından elçi olarak Bizans’a gönderildi. Bağdat’a döndüğünde gittikçe güçlendiklerini gördüğü Batınilere karşı Keşfü Esrarü’l-Batıniye (Batınilerin Sırlarının Keşfi) adlı kitabını yazdı. Bu arada Abbasi halifesi Kadir Billah ile Büveyhiler arasındaki siyasal ve dinsel ilişkilerde rol oynadı.
Kelamda Eş’ari mezhebini savunan Bakıllani’nin Basra’daki hocası İbn Mücahid’in Maliki olmasına bakanlar, fıkıhta Maliki olduğunu varsayarlar. Şafii ve Hanbeli olduğunu öne sürenler de vardır.
Bakıllani, çalışmalarının büyük bölümünü kelama ayırmıştı. İnanç sorunlarını kelam ilminin ilkelerine göre açıklayan Eş’ari’nin yöntemini benimsedi. Dönemin yaygın felsefe tartışmalarından da yararlanarak kelama yeni bir felsefi derinlik getirdi. Aristoteles’in İslam dünyasındaki çok güçlü etkisine karşı Demokritos ve Epikuros’un atom kavramından yararlandı.
Atomun varlığından yola çıkarak Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışmıştır. Ona göre evrende gerçek varlık yalnızca cevherlerdir. Cismin en küçük parçası olan bu cevherlerin bölünme, parçalanma, ayrılma olanağı yoktur. Bu cevherlerin var oluş nedeni onlara eklenen arazlardır. Arazsız bir cevher olamaz. Cevherlerin varlığını, yoktan var edici güce sahip başka bir varlık sağlayabilir. Cevher kendi kendisini var edemez. Bütün cisimler yaratılmıştır ve dolayısıyla da birer yaratıktırlar. Bu nedenle atom var olabilir, ama atomun bölünememesi, neden-sonuç ilişkisi bakımından kendi kendine yetmediğinin kanıtıdır. Atom bölünebilseydi, var oluş nedeni kendisinde aranırdı. Bu yüzden var oluş nedeni başka bir yetkin güçte aranmalıdır. Yoktan var edici bu güç, Tanrı’dan başkası değildir. Tanrı’nın yaratıcılığı süreklidir. Çünkü cevher, araz ve cismin varlığı, Tanrı’nın yaratıcılığının sürdüğünü gösterir. Tanrı yaratmasını durdurursa her şey yok olacaktır. Doğada değişmez bir yasa yoktur. Yaratma sürdüğüne göre değişme de vardır. Atomların birleşmeleri, arazların birbirlerini izlemeleri kendi doğal yapılan gereği değildir. Her şey, Tanrı istediği için yaratılmıştır. Bütün bunlar mucizeleri kimin yaptığım göstermektedir. Mucizeler alışılmışın dışında oluşan, nedeni açıklanamayan olaylar olduğuna göre nedensellikleri de yoktur. Ancak görünüşlerin birbirini izlemesi vardır.
Kuran’ın bir mucize olduğunu göstermek için kaleme aldığı ünlü yapıtı İcazü’l-Kuran (1897) dışında Bakıllani’nin et-Temhid (1975) ile basılmamış üç kitabı günümüze değin gelebilmiştir. Yalnız adları bilinen 15 kadar kitabı daha vardır.
kaynak:nkfu
William Fielding Ogburn; (d. 29 Haziran 1886, Butler, Georgia – ö. 27 Nisan 1959, Tallahassee, Florida, ABD), istatistik yöntemlerini sosyal bilimlere uygulama yaklaşımı ve “kültürel gecikme” kavramıyla tanınan ABD’li sosyologdur.
Columbia (1919-27) ve Chicago (1927-51) üniversitelerinde ders verdi. Sık sık işçi-işveren uyuşmazlıklarında arabuluculuk yaptı. Başkan Herbert Hoover’ın ABD’deki toplumsal yönelimleri araştırmak üzere oluşturduğu komiteyi yönetti (1930-33). Toplumsal kuramları niceliksel yöntemlerle doğrulama gereğini vurgulayarak, sosyolojinin toplumsal felsefe ve reform programlarından uzaklaşmasına ve toplumsal olguları inceleyen daha kesin bir bilim olma yönünde gelişmesine yardımcı oldu.
Ogburn’e göre kültürel evrimin temel etkeni, var olan kültürel öğelerin yeni bir bileşimini ifade eden “buluş”lardır. Doğrudan kültürün bir alanını etkileyen bir buluşun öteki alanlara da uyum sağlaması gerekebilir. Bu durumda uyumun zaman alması “kültürel gecikme”ye yol açar. Uzun tarihsel dönemler söz konusu olduğunda genellikle pek fark edilmeyen “kültürel gecikmeler” bazen toplumu bir anda çözülme noktasına getirebilecek ölçüde şiddetli olabilir. Örneğin, sanayi alanındaki büyük bir yenilik bir ulusun ekonomi, yönetim ve toplumsal felsefesini altüst edebilir. Bu karışıklığın sonunda yeni bir dengeye varılır.
Ogburn’ün başlıca yapıtları arasında Social Change (1922; Toplumsal Değişim) ve Meyer F. Nimkoff’la birlikte kaleme aldığı Sociology (1940; Sosyoloji) sayılabilir.
kaynak:nkfu
John Ogilby; (d. Kasım 1600, Edinburgh ya da yakınları – ö. 4 Eylül 1676, Londra), ilk yol haritalarını hazırlamış İngiliz basımcıdır.
Şair ve çevirmen olarak, Dryden’ın MacFlecknoe ve Pope’un The Dunciad (1728) adlı şiirlerinde alay konusu edilmiştir.
Ogilby İrlanda’da dans öğretmeni ve tiyatro sahibi olarak hayata atıldı. Meslek yaşamı, Dublin’de inşa ettirdiği bir tiyatronun kazandığı başarı ile doruk noktasına ulaştı ve İngiliz İç Savaşları patlak verince, 1641’de mali kaynaklarını yitirerek sona erdi. Yoksulluk içinde İngiltere’ye dönen Ogilby Eski Yunanca ve Latince öğrendi, Vergilius ve Homeros’un yapıtlarından çeviriler yaparak yayımladı. Restorasyon sırasında II. Charles onu taç giyme töreninin “şiirsel yönü”nü oluşturmakla görevlendirdi. Bir kez daha İrlanda’ya giderek bir başka tiyatro açan Ogilby, sonunda gene İngiltere’ye yerleşti.
1666’daki büyük yangından sonra Londra’daki tartışmalı mülklerin ölçümlerini yaptı. “Kralın kozmografi ve coğrafya basımcısı” unvanı ile basım işine girdi; içinde önemli tipografi ve resimlerin yer aldığı birçok kitap yayımladı. 1675’te çıkardığı Britannia… Geographical and Historical Description of the Principal Roads thereof… (Britanya Anayollarının Coğrafi ve Tarihsel Betimlemesi) adlı yapıtı, yayımlamayı tasarladığı dünya atlasının bir bölümüydü ve yolların ayrıntılı bir biçimde betimlendiği ilk yapıttı.
kaynak:nkfu
Peter Skene Ogden; (d. 1794, Québec – ö. 27 Eylül 1854, Oregon kenti, Oregon Toprakları), Kanadalı kürk tüccarıdır. ABD’nin batısındaki Büyük Havza, Oregon, California’nın kuzey kesimi ve Snake Irmağı bölgesinin önde gelen kâşiflerindendir. Batı’nın dağlık iç kesimini kuzeyden güneye geçen ilk kişi olmuştur.
Gençliğinde Kanada’nın doğusundaki evinden ayrıldı ve Kuzeybatı Kumpanyası ile ilişkiye geçerek kürk ticaretine atıldı. Bu işinin gereği olarak hemen yeni topraklar keşfetmeye girişti. St. Louis’den (Missouri) gelen Amerikalı tüccarlarla rekabet halinde yıllık seferler düzenleyerek Yerlilerle ticari ilişkiler geliştirdi. 1825’te, Utah’da bugün kendi adını taşıyan ırmağa ulaştı. 1826-27’de Oregon’un güneyiyle California’nın kuzeydoğu kesiminde araştırmalar yürüttü.
1828’de Nevada’nın kuzeyindeki Humboldt Irmağını keşfetti. Ertesi yıl Sierra Nevada’ nın doğu kesimini ilk kez dolaşarak Carson ve Owens göllerini buldu. 1831-44 arasında Hudson Körfezi Kumpanyası’nın görevlisi olarak İngiliz Kolumbiyası’ndaki ticari etkinlikleri denetledi.
Birkaç Yerli dili konuşabilen Ogden’ın evlendiği iki Yerli kadından çocukları oldu. Traits of American-Indian Life and Character (1853; Amerika Yerlilerinin Yaşam ve Karakter Özellikleri) adlı kitabı, yazarının adı belirtilmeden Londra’da yayımlandı
kaynak:nkfu
Johann Jakob Bachofen; (d. 22 Aralık
1815, Basel – ö. 25 Kasım 1887, Basel, İsviçre), hukukçu ve antropologdur. Das Mutterreeht (1861; Analık Hukuku) adlı yapıtı, modern toplumsal antropolojiye önemli bir katkı sayılır.
1841-45 arasında Basel Üniversitesi’nde Roma hukuku tarihi profesörlüğü, 1842-66 arasında ayrıca Basel ceza mahkemesi yargıçlığı yaptı. 1847 ve 1848’de Roma medeni hukuku üzerine iki yapıt kaleme aldıktan sonra, İtalya ve Yunanistan’a giderek eski gömütlerdeki simge düzenini inceledi. Böylece ilk insanlar ile yasaları ve dinleri üzerine önemli bulgular edindi.
Das Mutterrecht’te toplumsal bir kurum olarak ailenin ilk kez bilimsel bir tarihini yazma girişiminde bulundu ve tarihte analık hukukunun babalık hukukundan önce geldiğini öne sürdü. Kuramını Yunan ve Roma klasiklerine dayandırmış olmasına karşın, daha önce hiç yayımlanmamış yazılarının toplandığı Gesammelte Werke’den (1943 vd., 10 cilt; Toplu Yapıtları), 1869’da Das Mutterrecht’i daha zengin bulgulara dayanarak yeniden düzenlemeyi tasarladığı ve bilinen hemen tüm kültürler üzerine 15 yıl sürecek bir incelemeye başladığı anlaşılmaktadır. Bachofen, 1872’den sonra giderek daha çok Amerikalı antropolog Lewis Henry Morgan’ın akrabalıkla ilgili görüşlerini benimsemiştir.
kaynak:nkfu