Ralph Barton Perry (d. 3 Temmuz 1876, Poultney, Vermont – ö. 22 Ocak 1957, Cambridge, Massachusetts, ABD), ABD’li eğitimci ve felsefeci. Amerikan pragmatizmindeki yeni-gerçekçilik akımının kurucusu olarak tanınır.
Philadelphia’daki özel bir okulda öğrenim gördükten sonra Princeton Üniversitesi’ni bitirdi (1896). Lisansüstü öğrenimiyle (1897) doktorasını (1899) Harvard Üniversitesi’nde tamamladı. 1899’da öğretim üyesi olduğu Williamstown’daki (Massachusetts) Williams College’da, ardından da kısa bir süre Northampton’daki (Massachusetts) Smith College’da felsefe dersleri verdi. 1902’de öğretim üyeliğine başladığı Harvard Üniversitesi’nde 1913’te profesör, 1930’da da Edgar Pierce Kürsüsü felsefe profesörü oldu. 1946’da bu üniversiteden emekli olduktan sonra 1948’e değin Glasgow Üniversitesi’nde ders verdi.
William James’den büyük ölçüde etkilenen Perry, onun pragmatizm anlayışı temelinde yeni-gerçekçilik akımını geliştirdi. James’ in yapıtlarını yayıma hazırladı; ayrıca The Thought and Character of William James (1936; William James’in Düşüncesi ve Kişiliği) adlı yaşam öyküsüyle Pulitzer Ödülü’nü aldı. Öbür yapıtları arasında, The Approach to Philosophy (1905; Felsefeye Yaklaşım), The Present Conflict of Ideals (1918; Günümüzde İdealler Çatışması), General Theory of Value (1926; Genel Değer Kuramı), Shalt Not Perish From the Earth (1940; Yeryüzünde Kalacak), Puritanism and Democracy (1944; Püritenlik ve Demokrasi), One World in the Making (1945; Kurulmakta Olan Dünya), The Citizen Decides (1951; Yurttaş Karar Verir) ve Realms of Value (1954; Değer Alanı) sayılabilir.
kaynak:nkfu
Aristo ( Aristoteles) (M.Ö. 384 – 322), Eski Yunanistan’ın ünlü bir filozofudur. Ege Denizinin kuzeydoğu kıyılarında bulunan Stageira’da doğmuştur. Babası Nikomakhos, Makedonya Kralı II. Amintas’ın sarayında hekimdi. Aristoteles on yedi yaşından otuz yedi yaşına kadar Platon (Eflatun) un öğrencisi olarak çalışmıştır. Bu 20 yıllık süre içinde, Akademia çalışmalarında Eflatun’un en büyük yardımcısı olmuştur. Aristoteles Akademia’da mantık ve metafizik çalışmalarından başka hukuk ve kanun meseleleriyle, matematik, astronomi ve hatta tıpla da meşgul oluyordu.. Bu devrede Eflatun’la aralarında bir fikir ayrılığına rastlanmaz.
Üstadı Eflatun’un ölümünden sonra Aristoteles gezgin bir hayat yaşamaya başlamıştır. 12 yıllık bir süreyi kaplayan hayatının bu kısmı Assos’ta, Lesbos (Midilli) Adasında, Makedonya kralının sarayında geçmiştir. Bu süre de öğrencisi İskender’in tahta çıkması ile sona ermiştir (M.Ö. 347-336).
Bu devrede Aterneus Kralı Hermeias’ın idaresindeki Assos’ta bir okul açan Aristoteles burada üç yıl öğretmenlik etti, kralın yeğeni Pythias ile evlendi. Bir yandan da siyaset meselelerine karşı ilgi göstermeye başladı. Pella’ya yerleştikten sonra Hermeias’ın Persler tarafından öldürüldüğünü öğrenince öğrencisi İskender’e Yunanistan’ın önderliğini yapmasını, Doğu’nun büyük kralını yenmesini telkin etti. İskender tahta çıktıktan sonra, Aristoteles, Makedonya’dan ayrılıp, Atina’ya döndü. Aristoteles artık kendini yalnız bilime vermişti, bir yandan Akademia’da ki öğretmenliğine devam ederken bir yandan da Lykeion adındaki kendi okulunu kurdu.
Aristoteles’in hayatının ilk devresinde yazdığı «Diyaloglar» Eflâtun’un diyalogları örnek tutularak yazılmış edebi yazılardır. Yazar bu eserde üslûp güzelliğine özenmiştir.
kaynak:nkfu
Ernest Renan (28 Şubat 1823, Tréguier, Fransa – 2 Ekim 1892, Paris, Fransa)
Ünlü bir Fransız dilcisi ve tarihçisidir. Treguier’de doğdu. Babası kaptandı. Beş yaşındayken babasını kaybetti, annesiyle ablası tarafından yetiştirildi. Önceleri doğduğu kasabanın kilise kolejinde okudu. Bu arada kuvvetli bir ilahiyat öğrenimi gördü. Ayrıca Doğu dillerine büyük merak sarmış, İbranice, Arapça, Süryanice öğrenmişti. 1848′ de felsefeden mezun oldu, ertesi yıl da «Bilimin Geleceği» adlı eserini yazdı. Ancak 1890′ da basılabilen bu eserde Renan’ın düşüncelerinin bütün özelliklerini bulmak mümkündür.
Renan, Versailles Universitesi’ne felsefe profesörü olmuştu, öte yandan arkeolojiyle ilgileniyordu. 1860-1861 yılları arasında Suriye kıyılarında da arkeolojik bir geziye çıktı. 1862’de College de France’a İbranice profesörü oldu. Daha ilk dersinde İsa’dan «Mukayese edilmez bir insan» diye bahsettiği, yani İsa’ yı kutsal bir varlık saymadığı için hoş karşılanmadı, görevinden uzaklaştırıldı, Papa tarafından da aforoz edildi. 1878’de Fransız Akademisi’ne üye seçildi, 1884’te College de France müdürü oldu. 8 yıl sonra da Paris’te öldü.
Ernest Renan yalnız dilci olarak değil, edebiyat ve fikir adamı olarak da XIX. yüzyılın önemli kişilerindendir. «Sami Dillerin Genel Tarihi» Renan’ın dil konusundaki en önemli eserlerindendir. Filozof ve terbiyeci gözü ile yazdığı eserler şunlardır: «Din Tarihi Üzerine İncelemeler», «Tenkid ve Ahlâk Üzerine Denemeler», «Çağımızın Meseleleri», «Felsefe Sohbetleri.» Bunlardan başka Renan’ın «Çocukluk ve Gençlik Hâtıraları», «Kopmuş Sayfalar», «Felsefî Dramlar», «Nemi Rahibi» gibi eserleri vardır. Tarih konusunda yazdığı kitapları ise birkaç ciltlik «Hıristiyanlığın Menşei» ile «İsrail Kavminin Tarihi»dir.
Hıristiyanlık tarihi ile İsa’nın hayatını ilk olarak doğal ve insani bir görüşle inceleyen Ernest Renan, fikirlerinin serbestliği yüzünden, Hıristiyanlık alemince dinsiz sayılmıştı. Ölümünde papaz bulunmamasını, dini ayin yapılmamasını istemişti.
kaynak:nkfu
Friedrich von Schelling (27 Ocak 1775, Leonberg, Almanya – 20 Ağustos 1854, Bad Ragaz, İsviçre)
Ünlü bir Alman filozofudur. Felsefe öğreniminden sonra Wurtzburg, Erlang, Berlin üniversitelerinde felsefe profesörlüğü yaptı. Başlangıçta Fichte ile Spinoza’nın felsefi mesleklerini benimsemişse de sonraları kendisi tabiata dayanan bir felsefe çığırı açtı.
Schelling’in kuramı «saltçılık» (mutlakiyet) terimiyle anılır. Ona göre, tabiat, Tanrı’nın belirtisidir; onun için, Tanrı ancak denemeyle, gözlemle tanınabilir. Bu görüşe karşı koyanların başında Hegel gelir. Schelling’in felsefe ve din konusundaki görüşlerini açıkladığı eserlerinin başlıcaları «Ideen zu einer Philosophie der Natur» (Bir Tabiat Felsefesi Üzerine Düşünceler) ile «System des transzendentalen Idealismus» (Yüksek idealizm Sistemi)dir.
kaynak:nkfu
İBNİ RÜŞT (14 Nisan 1126, Córdoba, İspanya – 10 Aralık 1198, Marakeş, Fas)
En büyük İslam filozoflarından biridir. Avrupa’da «Averroes» diye tanınır. Endülüs’te Kurtûba (Cordoba) da doğdu. Babası, büyükbabası da yüksek devlet memurluklarında bulundukları için, İbni Rüşt iyi bir öğrenim gördü. 28 yaşında Fas’a, Muvahhit İmparatorluğunun başkenti Marakeş’e gitti. Muvahhit sultanlarından büyük itibar gördü. 1169’da İşbiliye (Sevilla) kadısı oldu. İmparatorluk başkadılığına kadar yükseldi. Bir ara Sultan’ın başhekimliğinde bulundu. 72 yaşında Marakeş’te öldü.
İbni Rüşt, felsefede Yunan okulunun yolundan gitmiştir, Aristoteles’in bugüne kadar en büyük açıklayıcısı sayılır. Aristoteles’in eserleri Ortaçağ’da Avrupa’da ancak İbni Rüşt’ün yazdığı açıklamalarla anlaşılmış, onun eserleri Avrupa medreselerinde Yeniçağ’ın başlarına kadar başlıca felsefe kitabı olarak okutulmuştur.
İslâm tefekkürünü temsil eden Gazalî, İbni Rüşt’le şiddetle çatışmıştır. İki filozofun çatışması, İslâm tefekkür tarihinin en ünlü olaylarındandır.
Uzun zaman Aristo’yu İbni Rüşt’ün anlattığı gibi, yani az çok değiştirilmiş şekliyle anlayan Avrupalılar, ancak yakın yüzyıllarda İbni Rüşt’ün etkisinden sıyrılmışlardır. Ortaçağ’ın sonlarında Papa, İbni Rüşt’ün felsefesini dine aykırı bularak yasak etti. İbni Rüşt’ü La Haye Universitesi’nde okutmakta inat eden filozof Van Riswik, 1512’de, diri diri yakılırken şu ünlü sözleri söyledi: «Aristoteles’le İbni Rüşt’ten büyük hiçbir mütefekkir yoktur. Eskiden körken onların sayesinde sonradan, nuru gördüm». Petrarca ile Dante de İbni Rüşt’ü «dinsiz» sayarak ona hücum etmişlerdir. Buna rağmen, XVII. yüzyılın büyük Avrupalı filozofları tarafından, en büyük üstatlardan biri şeklinde kabul edilmiştir. XIX. yüzyılda Renan, İbni Rüşt hakkında ünlü kitabını yazmıştır.
kaynak:nkfu
Tam adı Ebü’l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Rüşd’dür. Batıda Averroes diye bilinen İbn el-Rüşd, 1126’da Endülüs İslam Devleti’nin Kurtuba şehrinde doğmuştur. İslam hukuku (fıkıh) alanında birçok seçkin hukukçu yetiştirmiş bir aileye mensuptur. Hadis, kelam, tefsir, fıkıh, dil, belagat şiir gibi disiplinleri kapsayan klasik bir medrese eğitimi almıştır.
Yaşamı fıkıhtan kelama, felsefeden fiziğe ve mantıktan tıbba uzanan başarılarla doludur. Özellikle felsefe alanında yetkin bir kimliğe ulaşmasında o dönemin önemli bir kültür merkezi olan Kurtuba’da yetişmesinin ve ilk düşüncelerini burada edinmiş olmasının etkisi büyüktür. Felsefe problemlerine gösterdiği ilgi, ortaya koyduğu derin kavrayış ve eşsiz yorumları onun hem İslam Dünyası’nda hem de Batı Dünyası’nda şarih / commentator / yorumcu olarak büyük bir ün kazanmasının sebebidir. Özellikle 12. y.y.da Aristotelesçi felsefeye yeni bir boyut kazandırmış, Batıda Rönesans düşüncesinin temellerini hazırlamış bir bilim adamıdır. İslam düşüncesinin toplumsal, tarihsel ve kültürel gelişimine katkı sağlayan düşünceler geliştirmiştir. Hem dini hem de akli bilimlerde birçok yapıt kaleme almıştır.
• İbn el-Rüşd, İslam felsefesinin Batıdaki en büyük temsilcisidir.
İbn el-Rüşd’ün felsefesi ve Aristo yorumu Batı felsefe dünyasını temelden etkilemiştir. Batı’da ortaya çıkan Latin İbn Rüşdcülüğü Akımı bu etkinin göstergelerindendir.
• İbn el-Rüşd, Antik Yunan filozofu Aristoteles’in felsefesini yorumlayarak ona yeni bir şekil vermiştir.
İbn el-Rüşd Antik Yunan düşünürlerinin eserlerini okumuş, anlamış ve bunları yorumlayarak 12. yy bilim ve düşünce dünyasına yeniden kazandırmıştır. Batı Dünyası Aristoteles felsefesini İbn el-Rüşd’ün yorumlamasıyla birlikte onun kitaplarından öğrenmiştir. Aristo’nun eserlerine yazdığı 38 şerhten 28’i günümüze kadar gelebilmiştir.
• Bilim, felsefe, din ve tıp alanlarında sayısız eser vermiştir.
İbn el-Rüşd mantık alanında 46, tıp alanında 23, doğa bilimlerinde 22, metafizikte 15. dini bilimlerde 10, astronomide 5, politika ve ahlak konusunda Ver olmak üzere toplam 125 eserin sahibidir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
“Filozofların Prensi” olarak tanınan Ömer Hayyam’ın tam adı, Giyaseddin Ebu’l Feth b. İbrahim Ömer El-Hayyam’dır. 18 Mayıs 1048’de Nişabur şehrinde doğmuştur. Yetişme yılları Afganistan’ın Belh şehrinde geçen Ömer Hayyam, siyasi ve toplumsal olarak hayli karışık bir devirde yaşamıştır. Yetişme yıllarının ardından Belh kentinden ayrılan Hayyam, Semerkand’a gelmiş, burada şiirin yanında matematik, gök bilimi ve müzik konularında çalışmıştır. Bilimsel yetenekleri kısa zamanda duyulan Hayyam, 1070 yılında 22 yaşındayken Şelçuklu Sultanı Celâleddin Melikşah’ın veziri Nizamül Mülk’ün davetiyle İsfahan’a gelmiştir. Sultan Melikşah, Nişabur’da yaptırdığı gözlemevinin yönetimine Ömer Hayyâm’ı getirmiştir. Burada 18 yıl görev yapan Hayyam, El-Hazini, el-İsfizari ve el-Vasiti gibi ünlü bilginlerle çalışma fırsatı bulmuş, Bediüzzaman lakaplı büyük astronomi alimi el-Usturlabi ile ortak gözlemler yapmıştır.
Ömer Hayyam, İslâm Dünyası’nda Hakîm ünvanı verilen Harezmi, Bîrûni, İbni Sina ve Heysem gibi çok yönlü bilim adamlarından birisidir. Ünlü bilim tarihçisi George Sarton 12. Yüzyılın ikinci yarısını “Ömer Hayyâm Dönemi” olarak adlandırır.
Çalışmalarının birçoğu Batı dillerine çevirilen ve yüzyıllar boyunca kaynak eser olarak kullanılan Hayyam, 4 Aralık 1131’de Nişabur’da vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine. “Rüzgar gül kokularını mezarımın üstüne taşısın” dediği Nişabur’a defnedilmiştir.
• Cebir ve geometri çalışmaları ile kendinden sonra gelen matematikçilerin yolunu aydınlatmıştır.
Orta Çağın en büyük matematikçilerinden olan Hayyâm’ın en büyük eseri on bölümden oluşan Cebr ve Mukabele yani Cebir Risalesi’dir.
• Hayyam, üçüncü dereceden (kübik) denklemleri sınıflandırarak bunların çözümleri üzerine çalışan ilk matematikçidir. Binom teoeremini ve bu açılımdaki katsayıları bulan ilk kişi olduğu düşünülmektedir. Bugün Pascal üçgeni diye bildiğimiz şey aslında bir Hayyam üçgenidir. Hayyam’ın, irrasyonel sayıların da tıpkı rasyonel sayılar gibi kullanılabileceğini kanıtlaması Einstein’ın Genel Görelilik Teorisi nin temelini oluşturan önemli unsurlardan biridir.
• Yaşadığı dönemde Doğunun yetiştirdiği en büyük birkaç bilginden bin olarak kabul edilen Ömer Hayyam için “zamanın bütün bilgilerini bildiği” söylenir.
• Nişabur’daki gözlemevinde yaptığı astronomi çalışmalarının sonucunda ünlü Melikşah Zic’i ile Celali Takvimini hazırlamıştır.
İran ve Afganistan’da halen kullanılmakta olan bu takvim, ondan 500 yıl sonra hazırlanan ve bugün de kullanılan Gregoryen Takvimi’nden çok daha dakiktir. Öyle ki, Gregoryen Takvimi’nde her 3.300 yılda 1 günlük bir hata oluşurken, Celâli Takvimi’nde bu süre 5.000 yılda 1 gündür.
• Rubaileri dilden dile dolaşan Ömer Hayyam değerli madenlerin saflığının ölçülmesi, su terazisi, hava ve iklim konularında da çalışmalar yapmıştır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Tam adı Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed b. Turhan b. Uzluk el-Fârâbî el-Türkî olan ve Batı’da Alpharabius veya Avennasar olarak tanınan Fârâbî, 870 yılında Türkistan’ın Fârâb (Otrar) şehri yakınlarında bulunan Vesiç kasabasında doğmuştur. İsminde geçen ‘Turhan”, “Uzluk” ve “Türki” ifadeleri onun Türk olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Fârâbi, dönemin önemli eğitim ve kültür merkezlerinden olan Fârâb’da iyi bir tahsil görmüş, dini eğitimini burada almış, Arapça ve Farsça’yı burada öğrenmiştir. Bilinmeyen bir tarihte bilim uğruna memleketinden ayrılarak neredeyse tüm hayatı boyunca devam edecek olan bir seyahate başlamıştır. Fârâbî bu seyahat esnasında önce Buhara, Semerkant, Merv ve Belh gibi önemli bilim ve kültür merkezlerini ziyaret etmiş, 40 yaşını geçtiği bir zamanda Bağdat’a varmıştır. Gelecekte üstad olarak adını duyuracağı mantık, felsefe ve siyaset alanlarında ileri eğitimlerini burada almıştır. Bir ara dönemin diğer önemli bilim merkezleri olan Şam, Harran ve Halep’e de gittiği ve buralarda da farklı konuları öğrenip araştırdığı bilinmektedir.
Fârâbî, eserlerinin büyük bir kısmını yazdığı Bağdat’ta yaklaşık yirmi yıl kalmıştır. Kentte meydana gelen karışıklıklar nedeniyle 941 yılında Bağdat’tan ayrılarak önce Şam’a geçmiş, oradan da Halep’e geçerek Hamdânî Emiri Seyfuddevle’nın hizmetine girmiştir, ilerleyen yaşına rağmen 948 yılında son seyahatini Mısır’a yapan Fârâbî buradan yine Şam’a dönmüş ve 950 yılında, 80 yaşındayken burada vefat etmiştir. Cenazesine, önde gelen on beş devlet büyüğüyle birlikte Emir Seyfuddevle de katılmış, devlet töreniyle Bab el-Sagır’de toprağa verilmiştir.
• Fârâbi, bilim tarihinin en büyük filozoflarındandır.
Düşünceleriyle hem İslâm Dünyasını hem de Batı’yı derinden etkilemiş olan Fârâbî, Doğu’da Mu’allim-i Evvel (Birinci Bilge) olarak adlandırılan Aristoteles’in düşünsel mirasını kusursuz biçimde anlamış, bu düşünceleri yorumlayarak daha da ileriye götürmüş ve bunları anlatmıştır. Bu bilgeliği nedeniyle Doğu Dünyası kendisine Mu’allim-i Sâni (İkinci Bilge) adını vermiştir.
• Ona göre akıl en yüce değer, bu aklı insana verense en kutlu olandır.
İslam Dini’yle ortaya çıkan, dünyaya ve insana yönelik yeni anlayışla birlikte felsefeyi Ortaçağ Hristiyan Dünyasında olduğu gibi sadece teolojik olmaktan çıkartmış, felsefenin varlık üzerine gerçek anlamıyla akılcı bir uğraş haline gelmesini sağlamıştır.
• Siyaset felsefesinde Platon’un temellendirdiği görüşleri Doğu toplumları ve İslam anlayışına göre uyarlamıştır.
Fârâbi, Platon’un devlet kuramının temelini oluşturan ve devleti yönetenlerin bilge, adil ve erdemli olması gerektiğini ifade eden filozof-kral teorisini kendi toplumuna uyarlayarak filozof-kral yerine peygamber veya velileri koymuştur.
• Kaleme aldığı 160 kadar eser hem Doğu hem Batı bilim dünyasında uzun yıllar temel esefler olarak kullanılmıştır.
Farabi’nin en önemli eserlerinden biri, bir çeşit bilimler ansiklopedisi olan İhsa-il Ulüm’dür. Latince ve İbraniceye çevrilmiştir, el Medinetü’l fazıla ve el-Medinetul câhile kitaplarını Bağdat’tayken yazmış. Şam’da tamamlamıştır. Kitab-ül Musıki’l Kebir ise müzik teorisine ilişkin önemli eseridir.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Asıl adı Ebu Bekir Muhammed b. Yahya b. el-Saig el-Tuyibi el-Endelûsi el-Sarakuzi ibn Bacce’dir. Batı’da Avempace olarak tanınır. Endülüs’ün Aristoteles’i olarak da bilinen İbn Bacce Zaragoza’da sarraf bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte 1077 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Zaragoza’daki yaşamı ve çalışmalarıyla ilgili bilgi azdır ancak çocukluğunda çok iyi bir eğitim gördüğü bilinir. Önemli hocalarından biri, övgüler yazdığı büyük geometri ve matematikçi Abdullah Seyyid al-Kalbi’dir. Felsefe çalışmalarına Aristoteles’in mantık ile ilgili eserlerini yorumlamakla başladığı tahmin edilmektedir. Bu konudaki bilgisi ve yetkinliği eserlerine de yansımıştır. Dönemin bilim ve kültür merkezlerinden İşbiliye’de (Sevilla) felsefe ve diğer bilimlerde öncü bir bilim adamı olmuştur. Vezirlik ve saray hekimliği yaptığı da bilinmektedir. 1139 yılında Fas’ta vefat etmiştir.
• İbn Bacce Batı İslam Dünyasında yetişen ilk Müslüman filozoftur.
• İbn Bacce matematik, fizik, astronomi, felsefe, siyaset, tıp ve müzik gibi birçok bilimle uğraşan çok yönlü bir bilim adamıdır.
• Aristoteles’in felsefesini yorumlayan çalışmaları Batı Dünyası’nda Rönesansa giden yolun ilk adımlarını oluşturmuştur.
• Matematik ve mantık gibi rasyonel bilimlere dayanan Endülüs felsefesini doğa bilimleri ve teorik bir felsefe temeline oturtmuş, bu anlamda Endülüs İslam felsefesinin başlangıcını oluşturmuştur.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
980 yılında Buhara yakınlarındaki Afşana adlı köyde dünyaya gelmiştir. Tam adı Ebu Ali el-Hüseyin İbn Abdullah
İbn Ali İbn Sina’dır. İslam dünyasında bilim ve felsefe alanındaki eşsiz konumunu ifade etmek amacıyla kendisine verilen “eş-şeyhü’r-reis” unvanı ile de bilinir. Eserlerini yüzlerce yıl temel kaynak olarak kullanan Batı’da Avicenna ismiyle tanınmış, pek çok yerde “Hekimlerin Kralı” ya da “Filozofların Prensi” ünvanlarıyla anılmıştır.
Saray katiplerinden olan babası Abdullah’ın bilim ve felsefeye düşkünlüğü ile alim ve filozofları zaman zaman evinde toplaması İbn Sina’nın çok küçük yaşlarda bilimle tanışmasını sağlamış, içine ömrü boyunca tükenmeyecek olan öğrenme arzusunu ateşlemiştir. Henüz 10 yaşındayken Kuran-ı Kerim’i ezberlemiş, dil, edebiyat ve dini konularda iyi bir eğitime kavuşmuştur. İlerleyen yıllarda da devrin önemli alimlerinden dersler almış, matematik, mantık, coğrafya, felsefe ve daha birçok konuda o güne kadar yazılmış en önemli eserleri okumuş, ardından da tıp eğitimine başlamıştır. Diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da hocalarından bir müddet ders aldıktan sonra tıpla ilgili eserleri kendi kendine okumaya başlamıştır. Kısa sürede tıp ve eczacılıkta da ileri bir düzeye ulaşan İbn Sina, kendi ifadesine göre daha 19 yaşında iken bir tabipin onu bir tıp otoritesi sayarak bilgisinden faydalanıldığı bir hekim haline gelmiştir.
Samani Hükümdarı Nuh Bin Mansur’un hastalığını iyileştirmesi üzerine, Buhara’da olağanüstü zengin kitaplıktan
dilediği gibi yaralanmasına izin verildi. Burada bulup okuduğu kitaplar, bilgisinin daha da derinleşmesine ve düşüncelerinin gelişmesine büyük katkıda bulundu. 21 yaşına geldiğinde dönemin en büyük hekimlerinden biri sayılıyordu.
Gazneli Mahmud’un Samani Hanedanlığı’na son vermesi üzerine Buhara’dan Harzem’e gitti. Ardından Gürgeç ve Rey’de dolaştı. Bu gezgin yıllarında zaman zaman hekimlik yaptı. Bir süre Hemedan’da Büveyhi Emir’i Şemsü’d Devle’nin vezirliğinde bulundu. Bir süre sonra İsfahan’da, Alaü’d Devle’nin sarayına girdi. Hükümdarla çıktığı bir sefer sırasında 10 Temmuz 1037 tarihinde mide rahatsızlığından Hamedan’da vefat etti.
* İbn Sina, bilimin hemen hemen her dalında çalışmalar yapmış ve felsefi düşünceleri ile kendinden sonra gelenleri etkilemiş dahi bir Türk düşünür ve bilgindir.
* Tıp tarihinin gelmiş geçmiş en büyük hekimi olan İbn Sina’nın eseri el-Kanun fi’t-Tıbb 18. yy.’a kadar dünyadaki tıp okullarında temel kaynak olarak okunmuştur.
Anatomik bilgiler, hastalıkların tarifi, tedavi yöntemleri, kullanılacak ilaçlar gibi tıbbın temelini oluşturan konularda yazılmış olan bu kitap yüzlerce yıl hem Doğu’da hem de Batı’da hekimliğin ana kaynağı olmuştur. Tıbbi konuları kadar verdiği bitki tanımları ve ilaç tarifleriyle de eczacılığın temel kitaplarından sayılır.
Fotoğraflar Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde çekilmiş, bilgiler oradan derlenmiştir.
kaynak:nkfu
Iamblichus; (d. y. 250, Khalkis, Suriye Çukuru [bugün Bikaa Vadisi] – ö. y. 330), Yeni-Platonculuğun önde gelen temsilcilerinden Suriyeli filozoftur. Bu okulun Suriye kolunun kurucusudur.
Günümüze ancak görece önemsiz yapıtları ulaşabilmiştir. Ama düşüncesinin temel öğeleri, 5. yüzyıl düşünürlerinden Proklos’ un onun öğretilerine yaptığı göndermelerden çıkarsanır. Latincede De Mysteriis Aegyptiorum (1821; Mısır Gizemleri Üzerine) adıyla bilinen Yunanca bir yapıtı vardır. Peri tou Pythagorikou Biou (Pythagorasçı Yaşam Üzerine), Protreptikos (Felsefeye Çağrı), Peri tis koines mathematikhes epistemes (Genel Matematik Bilimi Üzerine), Peri tes Nikomakheu arithmetikes eisagoges (Nikomakhos’un Aritmetiği Üzerine) ve Ta theologoumena tes arithmetikes (Aritmetiğin Tanrıbilimsel İlkeleri) gibi yapıtları günümüze ulaşmıştır.
3. yüzyıl başlarında Plotinos’un geliştirdiği Yeni-Platonculuğu, en çok Proklos’un yapıtları aracılığıyla tanınan karmaşık ama derinlemesine bir putperest felsefeye dönüştüren düşünürlerin başında İamblikhos geliyordu. Putperestliğin tüm ayinlerini, mitoslarım ve kutsal varlıklarını kapsayan bir ilahiyat geliştirmeye çalışan İamblikhos. Plotinos’un tinsel ve düşünsel gizemciliğinden uzaklaşarak tanrılara büyü (teürji) yoluyla seslenmeye yönelen ilk Yeni-Platoncuydu. Değişik düzeylerde birbirini yansıtan karmaşık bir varlıklar aşamalanmasıyla çok katlı bir gerçeklik yapısı ortaya çıkarabilmek için, Plotinos’un tinsel dünyasındaki genelleştirilmiş gerçekleri bölümlere ve alt-bölümlere ayırma sürecini o başlattı.
İamblikhos, Plotinos’un “İyi” ile özdeş olan “Bir”inin ötesinde, insan bilgisini ve kavrama gücünü aşan daha yüksek bir “Bir” olduğunu öne sürdü. Yeni-Platonculuğun (siyasal, arındırıcı ve öğretici olmak üzere) üçe ayırdığı ahlaki erdemlere tefekkür erdemini ekledi ve dördünün de üzerine, insanların vecd yoluyla “Bir”le birleşebilmelerini sağlayan ruhani erdemleri yerleştirdi. Tanrılarla büyü yoluyla ilişki kurmayı vurgulaması ve düşünsel olmayan erdemleri yüceltmesi nedeniyle İamblikhos, sonraki iki yüzyıl boyunca bir ermiş gibi görülmüştür.
kaynak:nkfu
Nikolaus von cusa. Latince nicolaus cusa-nus (d. 1401, Kues, Trier – ö. 11 Ağustos 1464, Todi, Papalık Devletleri), kardinal, matematikçi, bilim adamı ve filozof. Tanrı ve evrene ilişkin insan bilgisinin sınırlılığını vurgulamıştır.
Basel Konsili’nde Papa IV. Eugenius’un Trier başpiskoposu adayına karşı çıkarak (1432) adını duyurdu. De concordantia catholica (1433; Katolik Uyum Üzerine) adlı yapıtında kilise genel konsillerinin papalıktan daha yetkili olduğunu savundu. Ama kilisenin birliğini koruma ve gerekli reformları gerçekleştirme konusunda konsilleri başarısız bularak 1437’ye doğru tutumunu değiştirdi ve Eugenius’un en ateşli yandaşlarından biri oldu. Yaklaşık 1440’ta rahipliğe atandı. Papa V. Nicolaus tarafından Bressanone’da (Brixen) kardinal yapıldı, 1450’de de Bressanone piskoposluğuna getirildi. İki yıl Almanya’da papalık elçiliği yaptıktan sonra Bressanone piskoposluğuna döndü.
Tipik bir “Rönesans adamı” olarak ilahiyat, matematik, felsefe, bilim ve sanat gibi değişik alanlarda kendini geliştiren Nikolaus, De docta ignorantia (1440; Aydın Cahilliği Üzerine) adlı yapıtında aydını cahilliğini bilen kişi olarak tanımlar ve insanın gerçeği arama çabasını kareyi daireye çevirme işine benzetir.
Deneye dayalı bilgiye önem vererek hekimlikte tanı ve uygulamalı bilimlerle de ilgilenen Nikolaus’un bir başka ilginç görüşü, evrende Yer’i de kapsayan bir hareketliliğe değinmesidir.
Bitkilerin büyümesine ilişkin araştırmalarından bitkilerin havadaki besini emdikleri sonucunu çıkanr. Biyolojide modern deneylere öncijlük eden bu çalışması, havanın ağırlığına ilişkin ilk kanıt olarak kabul edilir. Ayrıca bir Avrupa haritası çıkaran ve Romalı yazar Plautus’un 12 komedisinin yazmalarını bulan Nikolaus’un geride bıraktığı zengin kitaplık, doğduğu kentte kendisince yaptırılan (1458) hastanede bulunmaktadır.
kaynak:nkfu
Panaetius; (d. Lindos, Rodos; ü. İÖ y. 180-109, orta dönem stoa felsefesinin kurucusu Rodoslu filozoftur.
Atina’da Seleukeialı Diogenes’in ve Tarsuslu Antipatros’un öğrencisi oldu. Platon ve Aristoteles’in felsefelerini inceledi. Uzun yıllar Roma’da yaşadı. Roma’nın ünlü komutanlarından Scipio Aemilianus ile Yunanlı devlet adamı ve tarihçi Polybios’la yakın dostluk kurdu. Scipio’yla birlikte İÖ y. 140’ta Doğu gezisine çıktı. Antipatros’tan sonra okulun başına geçti ve yaşamının son 20 yılını Atina’da geçirdi. Stoa öğretisinin temel ilkelerine bağlı kalmakla birlikte, eski stoacılığın katı yanlarını yumuşatarak hümanist bir içerik kazandırdı. Öteki önde gelen stoacılara göre daha az yazdığı sanılan Panaitios’a dayandırılan beş incelemeden hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Etikle ilgili konuları ele aldığı Peri tou Kathekontos (Ödev Üzerine) adlı yapıtı Cicero’nun De officiis’inin (Ödevler Üzerine) esin kaynağıdır. Öteki yapıtları arasında Peri Apatheias (Duygusuzluk Üzerine) ve Peri Ekpyroseos tou Kosmou (Dünyanın Ateşle Son Bulması Üzerine) sayılabilir. En önemli öğrencisi Apameialı Poseidonios’tur.
kaynak:nkfu
Ernst von Aster; (d. 18 Şubat 1880. Berlin-ö. 21 Ekim 1948. Stockholm), adcılığı, olgucu temellere dayandırarak bilgi kuramı açısından ele alan Alman felsefecidir. Nazilerin baskısı sonunda üniversitedeki görevinden ayrılmış, 1939’da Türk hükümetinin çağrılısı olarak geldiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 15 yıl süreyle felsefe tarihi ve bilgi kuramı dersleri vermiştir.
Prusyalı soylu bir aileden gelen von Aster’in babası generaldi. Üniversiteye Berlin’de başladı. Daha sonra Münih’te felsefe üzerinde yoğunlaşarak eğitimini sürdürdü. Ayrıca, doğa bilimlerine ilgi duyduğu için matematik ve zooloji derslerine de katıldı. Münih Üniversitesi’nde önce doçent, daha sonra da profesör olan von Aster, görevine Giessen Üniversitesi’nde devam etti. Sosyal Demokratların siyasal görüşlerine duyduğu yakınlık, 1933’te Nazilerin görevine son vermesine neden oldu. 1936’da İstanbul’a gelmeden önce bir süre İsveç’te yaşadı.
1933 Üniversite Reformu kapsamında Nazilerin görevlerine son verdiği profesörlerin ders vermek üzere çağrılmaları da yer alıyordu. Von Aster’in, kendisinden önce bu yolla Türkiye’ye gelen felsefeci Hans Reichanbach ve daha sonra gelen Walter Kranz ile birlikte, Türk üniversitelerinde felsefe geleneğinin yerleşmesinde önemli katkıları olmuştur. Von Aster ayrıca, Hukuk Fakültesi’nde hukuk felsefesi dersleri vermiş, üniversite içinde ve dışında verdiği konferanslarla dikkat çekmiş, İstanbul Üniversitesi’nin önemli yayın organı Felsefe Arkivi’nin kurucuları arasında yer almıştır. Von Aster’in Takiyettin Mengüşoğlu, Macit Gökberk, Bedia Akarsu gibi felsefecilerin yetişmesinde emeği geçmiştir. Edmund Husserl’in 1900’de Logische Untersuchungen (Mantık Araştırmaları) adlı kitabının yayımlanması, felsefede fenomenoloji akımının yaygınlık kazanmasına yol açtı. Von Aster’in felsefi görüşlerinin temelini fenomenolojiye karşı tutumu oluşturur. Bu iki görüş arasındaki temel farklılık “gerçek olan”ın kaynağı ile ilgili tartışmadan çıkar. Von Aster’in görüşüne göre “gerçek olan”ın kaynağı insandır. Buna bağlı olarak düşünme ediminin öznesi insan; mantığın konusu da insanın düşünme edimidir. Oysa fenomenoloji, gerçeğin insan ile sınırlı olmayan “mutlak” bir varlığı olduğu görüşünden kaynaklanır. Von Aster’in Prinzipien der Erkenntnislehre (1913; Bilgi Öğretisinin İlkeleri) adlı yapıtının alt başlığının Versuch zu einer Neubegründung des Nominalismus (Adcılığın Yeniden Kurulması Denemesi) oluşu, onun yeni bir adcılık görüşünün öncüsü olduğunun işaretidir. Adcılıkta tümellerin tek başlarına ayrı bir varlıkları yoktur; tek tek insanlardan bağımsız bir insanlık yoktur. İnsan düşüncesinden bağımsız, ayrı bir varlık dünyasını kabul etmeyen von Aster, “değerler”in de insan zihninden bağımsız ele alınamayacağını, “güzel” diye bir şeyin olmadığını, ancak “güzel bir çocuk” ya da “güzel bir kitap”tan söz edilebileceğini vurgularken, bu tür “değerler”in insanın nesnelere eklediği sıfatlar olduğunu belirtiyordu. Prinzipien’i Almanya’da fenomenoloji görüşünün en etkili olduğu dönemde yayımlaması, von Aster’in getirdiği karşı görüşlerin yeteri kadar etkili olamamasına yol açmıştır. O da bu yüzden daha sonraki çalışmalarında felsefe tarihine ağırlık vermiştir.
Von Aster, Geschichte der neueren Erkenntnistheorie: von Descartes bis Hegel (1921; Yeni Bilgi Kuramının Tarihi: Descartes’tan Hegel’e) adlı yapıtında felsefe tarihinin bağımsız bir felsefe disiplini ve “felsefe tarihinin felsefe üzerine felsefe yapmak” olduğunu savunur. Felsefe tarihi çalışmalarında, felsefe sorunlarının gelişme çizgisini izleyerek, mantık düzenini kavramaya çalışır. Von Aster’in öbür önemli yapıtları arasında Geschichte der Antiken Philosophie (1921; İlkçağ Felsefesi Tarihi), Raum und Zeit in der Geschichte der Philosophie (1921; Felsefe Tarihinde Zaman ve Mekân Kavramı), Philosophie der Gegenwart (1935; Çağdaş Felsefe) ile Macit Gökberk’in derlediği Felsefe Tarihi Dersleri (1943) ve Bilgi Kuramı ve Mantık (1945) sayılabilir.
kaynak:nkfu