Etiket: fotoğrafçı

Diane Arbus Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Diane Arbus; evlenmeden önce Nemerov (d. 14 Mart 1923, New York kenti – ö. 26 Temmuz 1971, New York kenti), alışılmamış, fantastik ve aykırı kişileri görüntülediği ilginç portreleri ile tanınan fotoğrafçıdır.

Zengin bir işadamının kızı, eleştirmen ve şair Howard Nemerov’un kız kardeşiydi. On sekiz yaşındayken yükseköğrenimden vazgeçip babasının yanında çalışan Allan Arbus ile evlendi (1969’da boşandı). 1957’ye değin kocasıyla birlikte moda fotoğrafçısı olarak çalıştı. 1950’lerin ortalarında, onu yönlendiren Lisette Model’ın önerisiyle kentteki ve kent çevresindeki çeşitli insanlarla olayları düzenli olarak görüntülemeye başladı. 1960’ta Esquire dergisi için, yüksek sosyete yaşantısıyla yoksulluğu yan yana, çarpıcı bir biçimde sergilediği ilk dizi fotoğraflarını çekti. Bundan sonra, intiharına değin, yaşamını serbest fotoğrafçı ve fotoğraf öğretmeni olarak sürdürdü.

Arbus, çarpıcı ve sarsıcı bir üsluptaki daha sonraki çalışmalarında, başka etkilerin yanı sıra, kompozisyondan çok konuyu öne çıkarmasını sağlayan kare formatı ve fotoğraflarına teatral ve gerçeküstücü bir boyut kazandıran flaşı kullanmıştır. Travestiler, çıplaklar ve toplum dışı kişiler gibi sıradan olmayan konulara yönelen Arbus’ un, bu kişilere olan belirgin yakınlığı fotoğraflarına da yansır. Konularına sempati ve anlayışla yaklaştığı için de iyi sonuçlar alabilmiştir.

Fotoğraflarından oluşan bir derleme 1972’de, P. Bosworth’un yazdığı yaşamöyküsü ile Diane Arbus Magazine Work adlı yapıt ise 1984’te yayımlanmıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , , , ,

Timothy H. O’Sullivan Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Timothy H. O’Sullivan; (d. y. 1840, New York kenti – ö. 14 Ocak 1882, Staten Island, New York, ABD), ABD’li fotoğrafçıdır. Amerikan İç Savaşı’nı görüntüleyen yapıtları ve ABD’nin batı bölgesinden manzara fotoğraflarıyla tanınmıştır.

Fotoğrafçılığı New York kentinde Mathew B. Brady’nin stüdyosunda öğrendi. Amerikan İç Savaşı sırasında Brady’nin oluşturduğu ekipte yer alarak çeşitli cephelerde fotoğraf çekti. En tanınmış yapıtlarından biri Gettysburg Çarpışması’nda ölmüş Güneyli askerleri gösteren “Ölüm Hasadı” adlı fotoğrafıdır. O’Sullivan 1867-69 arasında ABD 40. Enlem Jeolojik Keşif Seferi’ni yürüten kuruluşun resmi fotoğrafçısı olarak Nevada’nın Virginia kentindeki madenlerle daha doğudaki çeşitli alanları görüntüledi. 1870’te Panama’da kıstak boyunca bir kanal açılması için araştırma yürüten ekipte yer aldı. 1880’de Hazine Bakanlığı’nın başfotoğrafçılığına atandı.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

Eugène Atget Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Eugène Atget; (d. 12 Şubat 1857, Libourne, Bordeaux yakınları -ö. 4 Ağustos 1927, Paris, Fransa), fotoğraf sanatçısıdır. Paris’e ve Parislilere ilişkin resimleriyle 20. yüzyılın en etkili fotoğrafçılarından biri olmuştur.

Yaşamının ilk yılları üzerine pek az şey bilinir. Çok küçük yaşta annesiyle babasını kaybetti ve amcasıyla oturdu. Gemilerde kamarot olarak birçok yolculuk yaptıktan sonra tiyatro oyuncusu olmak için denizciliği bıraktı. Kendinden yaşça çok büyük bir kadın oyuncuya âşık oldu, onunla birlikte gezici bir tiyatro kumpanyasıyla Fransa’nın bellibaşlı kentlerinde turneye çıktı. Kaba saba bir görünümü olduğu için hep küçük roller ve düşük ücret alıyordu. Atget 40 yaşlarına vardığında, sevgilisi de kendisi de tiyatro oyunculuğuyla geçinemeyecek hale gelmişlerdi. Yeni bir iş bulmak zorunda kalan Atget kısa bir süre ressamlığı denedi ve yaklaşık 1898’de de fotoğrafçı olmaya karar verdi. Yaşamı bundan sonra, Paris ve çevresinde resimlenmeye değer ne gördüyse hepsinin fotoğrafını çekmekle geçti. Demir parmaklık, çeşme, heykel, ağaç görüntülerinden çeşitli fotoğraf dizileri-hazırladı. Dükkân cephelerini (“Sepet ve Süpürge Dükkânı, Paris”, 1910), vitrinleri (“Üniformalar, Haller, Paris”, y. 1910) ve yoksul satıcıları (“Gezici Abajur Satıcısı”, y. 1910) görüntüledi.

Basit ya da sıradan pek az fotoğrafı vardır. Yaklaşık 1920’de çektiği “Café ‘La Rotonde,’ Montparnasse Bulvarı, Paris” adlı fotoğrafı içinde hiçbir insanın bulunmamasına karşın lirik ve insani bir nitelik taşır. Yaklaşık 1910 tarihli “Dev, Fête du Trône, Paris” onun garip ve insanı tedirgin eden görüntüleri yakalamadaki ustalığını gösterir. Belli başlı müşterileriyse, tarihsel yapı ve anıt fotoğraflarını satın alan müzeler ve tarih kurumlarıydı. Atget I. Dünya Savaşı sırasında ve daha sonraki yıllarda yoksul düştü. Ama 1921’de, yaşamı boyunca gelen az sayıdaki iş önerilerinden birini aldı: Paris genelevlerini belgeleyecekti. Bu çalışma sırasında “Genelev, Versailles” (y. 1921) gibi usta işi fotoğraflar çekti. 1926’da, Paris’te yaşamakta olan ABD’li ressam ve fotoğrafçı Man Ray, Atget’nin “Vitrin: Terzi Mankenleri” (y. 1910) ve “Kuaför, Avenue de l’Observatoire, Paris” (y. 1920) adlı fotoğraflarım gördü. Onun vitrin camlarındaki yansımaları kullanmadaki ustalığına, bu yansımalarla elde ettiği karışık görüntülere hayran kaldı ve onun dört fotoğrafını La Révolution Surréaliste dergisinde yayımladı. Atget’nin yaşamı boyunca yayımlanan yapıtları yalnızca bunlardır.

Atget son yıllarında pek az yapıt verdi. 1900’lerden sonra ekmek, şeker ve süt dışındaki yiyeceklerin tümünün zehirli olduğuna inanarak yalnızca bunlarla beslenmişti. Bu yıpratıcı rejim ve zorlu çalışmalarla geçen uzun yıllar onu fiziksel açıdan oldukça güçsüz bıraktı. Tüm yaşamını paylaştığı kadının 1926’da ölmesinden sonra bütünüyle yalnız kaldı ve yardıma muhtaç duruma düştü. Ölümünden sonra, New York’ta sanat yapıtlarının alım satımıyla uğraşan Julien Levy ile Man Ray’in yardımcısı ABD’li fotoğrafçı Berenice Abbott, onun koleksiyonunun kalan bölümünü satın aldılar. Bu koleksiyon bugün New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’ndedir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

Ara Güler Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında

O her ne kadar bu kadarıyla yetinmese de hepimiz tarafından sade bir biçimde “İstanbul Fotoğrafçısı” olarak tanındı. Oysa o kendini hep dünya vatandaşı olarak gördü. “Dünyanın foto muhabiriyim” diye tanımlıyordu kendini. Dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından biri olarak anıldığını da düşünürsek, pek de haksız değildi aslında.

Aksi huysuz halleri, bir yandan tatlı görünümüyle şimdi de ona veda zamanı. Yaşıyordu, biliyordum ya, en zoru bu cümleleri kurmak galiba. İstanbul’a aşık delikanlı, çocuk yüzünü dün gece İstanbul’a döndü; gözlerini keşfettiği sonsuzluğa usulca kapadı.

Şimdi ondan geriye birçok fotoğraf kaldı. Elbette her şeyi buraya sığdırmam imkansızdı. Bugün de Ara Güler için yüreğimin ağırlığını test ettim sanırım. Ardından böylesine huzurlu bir “Güle güle” diyebildiğim için de ayrıca bir sevinç de var o ağırlığın içinde.

Ruhun şad olsun Ara Güler…

Sevgimle…

(5 yaşındayken)

Çocukluğu

Ara, 16 Ağustos 1928’de İstanbul Beyoğlu’nda, Verjin Hanım ve Dajad (Dacat) Derderian Bey’in oğlu olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona, “Aram Güleryan” adını verdi. Verjin Hanım, İstanbullu zengin Ermeni ailesinin kızıydı. Eczacı olan babası ise, Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinden İstanbul’a, 6 yaşındayken okumak için gelmişti.

Ara, belki de ailesinden ona esen hava, belki biraz da okuldan aldıklarıyla, çocuk yaşlarında sinemadan çok etkilendi. Bir gün sivri dili, aksi tavrı, huysuz ama tatlı halleriyle bir usta fotoğrafçı olacak, kadim bir İstanbullu olarak anılacaktı…

(Anne ve babası)

Çocuk hafızasında çok anı biriktiriyordu. Bunlardan birini ise Atatürk oluşturuyordu. Onunla ilgili anısını yıllar sonra şöyle anlatacaktı: “Florya Köşkü’nün yanındaki halk plajının üstünde evimiz vardı. Atatürk de zaman zaman oraya gelir denize girerdi. Atatürk’ü görmüşümdür. Çünkü hep orada otururdu, çizgili mayosuyla. Öyle barikat falan da yoktu. O geldiğinde biz de bütün veletler toplanırdık. Daha küçüğüz tabii, Atatürk’ün kim olduğunu bilmezdik bile. Arkası kesik bir sandalı vardı. İşte ben o sandalın arkasına takılıp yüzen veletlerden biriydim”. Belki de o her şeyi fark ettiği noktada başlıyordu aslında hayatı. Çocukluk sadece çocukluktan ibaretti…

(15 yaşında – Sessiz filmler ile uğraşırken)

Eğitim hayatı

1951’de mezun olduğu Getronagan Ermeni Lisesi sıralarındayken, bir yandan da film stüdyolarında, sinemacılığın hemen her dalında çalıştı. Aslında bir yandan da erkenden çalışma hayatına da atılmış oldu. Sinema, tiyatro konusunda oldukça kararlıydı. Muhsin Ertuğrul’un yanına tiyatro ve oyunculuk almak için gitmeye başladı. Her şeyi emek emek öğrenip, ya rejisör olmalıydı ya da oyun yazarı… Ancak onun mesleği, buralarda aldığı eğitimlerin görsellik alanından şekillenecekti.

Lisenin ardından İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne de kaydoldu. Bir yandan da “Yeni İstanbul” gazetesinde gazeteciliğe başlamıştı. Bunda babasının da payı oldu. Babası, Ara’ya lisedeyken 35 milimlik bir film makinesi ve bir de fotoğraf makinesi hediye etmişti. 1950’de çektiği ilk fotoğraf, Ticaniler denen bir grubun kırdığı Gümüşsuyu’ndaki Atatürk heykelinin fotoğrafıydı. Yeni İstanbul’a foto muhabiri olarak işe girmesine de yardımcı oldu.

Ermenice gazetelere de sanat yazıları yazdı. Her ne kadar yükseköğrenimini İktisat alanında alıyor olsa da, Ara, gazeteci olmaya karar verdi. Gazeteciliğin içinde kendine bulacağı yer için de biraz zamana ihtiyacı vardı.

(NATO, 6. Filo Akdeniz Manevraları, 1958)

Bir eşikten atlayınca başlar hayat

Gerçekten de insanın hayatında böyle oluyordu işte. Bir yerlerde yol ayrılır ve seçtiğin yol, senin eşiğin oluverir. Ara için de bu eşik, 1958’de foto muhabirliğine başlaması oldu. 1961’e kadar “Hayat” dergisinde Fotoğraf Bölümü Şefi olarak çalışacaktı.

1960’lı yıllardan itibaren de dünyaya açıldı ve işini yapmaya başladı. Sonunda kim olduğunu ve ne yapması gerektiğini bulmuştu. Gözleri ışığı da, güzeli de, yaşanan olayı da bir başka seçiyordu…

Öykü ve senaryo da yazdı

Aslında rejisör ya da oyun yazarı olmak istiyordu. Bu istek gönlüne elbette çok okumaktan düşmüştü. Henüz lise sıralarındayken ezber etmişti klasikleri. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in tercüme ettirdiği Dünya Klasiklerinin çoğunu okumuştu. Daha çok Batı Edebiyatı’nı okudu evet, ama aynı zamanda felsefesine de merak sarmıştı.

Okuma alanında kendini geliştirmeye başladığında fark etti ki roman okumak pek ona göre değildi. Ona bir şeyler öğreteceğini düşündüğü kitapların peşine düşüyordu. Zamanla bu okumalar yerini yazma hevesine bıraktı tabii. Ara, 1946’da yazdığı ilk öyküsüne “Mahkum” adını verdi. akşam Postası’nda yayımlanmıştı. Özellikle içinde olmadığı bir dünyayı yazmak için yanıp tutuşuyordu. Yüzünü dünyaya döndü…

“Bir Garip Yılbaşı Gecesi” adın verdiği tek perdelik oyunu yazdığında da yirmisindeydi. Aslında 9 tane yazmış; ama diğer sekizini çok amatör bulduğu için atmıştı. Amatör hissiyatların profesyonelce ortaya konmasını sanata haksızlık olarak görüyordu.

Yeni İstanbul ve New York Herald Tribbune gazetelerinin düzenlediği “Dünya Edebiyatı Yarışması”na gönderdiği hikayesini. Ermeni olduğu için Ali İhsan Akgün adıyla katılmıştı. Üçüncü olduğunu öğrendiğindeyse adını açığa çıkardı.

Birinci Samim Karagöz, ikinci ise Necdet Öktem olmuştu…

Dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından biri

Çalışmalarının getirdiği başarıların övgüleri ona çabucak dönmüştü. Ara, 1953’te Henri Cartier Bresson ile tanıştı; Paris Magnum Ajansı’na katıldı. 1961’de İngiltere’de yayınlanan Photography Annual, onu, “Dünyanın En İyi Yedi Fotoğrafçısından Biri” olarak tanımlamıştı bile.

Elbette ardında başkalarını da taşımıştı. Yine aynı yıl Amerika Dergi Fotoğrafçıları Derneği, onu derneğin üyeleri arasına kabul etti. Ayrıca bu derneğin Türkiye’den ilk üyesiydi.

1958’de Time-Life, Der Stern, Paris-Match dergilerinin Yakın Doğu Foto Muhabirliğini yapmaya başladı. 1961, aynı zamanda Ara’nın askere gittiği yıl oldu. Görevini tamamlayıp döndüğünde Hayat Dergisi’nde Fotoğraf Bölüm Şefi oldu.

Dünyada adı geçtikten sonrası bolca fotoğraf içeren uzun soluklu ve hızlı bir çalışma hayatıydı. Ünü dünyaya yayılmış bir Türk fotoğrafçı olarak Amerika, Paris, Almanya gibi ülkelerde birçok sergi açacak, birçok ünlünün fotoğraflarını çekecek, röportajlar yapacaktı. O sadece fotoğraf çekmiyordu, aslında tarihi bir arşiv oluşturuyordu…

1979’da, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden, Foto Muhabirliği dalında birincilik ödülünü de aldı. Tabii zamanla bu ödüller arttı, Ara Güler’in ünü yayıldıkça yayıldı. Ara Güler hakkında sekiz doktora tezi yazıldı. Bunlardan biri Münih Üniversitesi’ndeydi. Ayrıca Mimar Sinan, Boğaziçi ve Yıldız Teknik Üniversiteleri tarafından Fahri Doktora unvanına layık görüldü…

(NATO, 1958)

Savaş Foto Muhabiri Ara Güler

Ara, Savaş Foto Muhabiri görevi ile 4 savaşa gitti. Bu savaşlar ortamında çektiği fotoğraflar dünya çapında birçok dergide yayımlandı. Hatta bir tanesi Times Dergisi’ne kapak dahi oldu.

Bu zorlu yolculuğu da başarılı bir şekilde atlatmıştı. Haliyle onurlandıracak bu tepkiler çıkıyordu ortaya. Mesela bir İsviçre yayını olan Camera Dergisi, Ara Güler’e özel bir sayı çıkardı. Ayrıca Almanya’da çok titizlikle verilen “Master of Leica” unvanına da layık görüldü.

Bütün dünyayı gezip röportajlar yapan Ara, Magnum Ajansı bağlantısı ile bunu dünyaya duyuruyordu. Listesinde İsmet İnönü, İndira Gandi, Winston Churchill gibi birçok siyasi isimle ve daha nice sanat insanı vardı.

Belgesel fotoğraflarının da ustası

Ara, Türk fotoğrafçılığının ustalarından biri oldu ve dünya fotoğrafçılığı çapında da oldukça özel bir yer edindi. 1979’da, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden, Foto Muhabirliği dalında birincilik ödülünü aldı. Tabii zamanla bu ödüller de arttı, Ara Güler’in ünü yayıldıkça yayıldı. Ara Güler hakkında sekiz doktora tezi yazıldı. Bunlardan biri Münih Üniversitesi’ndeydi. Ayrıca Mimar Sinan, Boğaziçi ve Yıldız Teknik Üniversiteleri tarafından Fahri Doktora unvanına layık görüldü…

Fotoğrafçılıkta ustalaştığı alanlardan biri de belgesel fotoğraf biçimi oldu. Bu konuda ayrı bir üne sahipti. Yavuz zırhlısının sökümünü anlatan “Kahramanın Sonu” adını verdiği bir belgesel filmi de çekti. Arkeolojiye ve tarihe duyduğu merakı, fotoğrafçılıkla buluşturdu.

Fotoğrafları Amerika’da Rochester George Eastman Müzesi ve Nebraska Üniversitesi Sheldon Koleksiyonu, Paris’te Ulusal Kitap, Almanya’da Köln Mueseum Ludwing ve Das Imaginare Photo Museum bünyesinde sergileniyor.

(Eşi Suna Hanım ile)

Ara Güler evlendi

Ara, 1975’te Perihan Hanım ile evlendi. Ancak bu evlilik sadece 4 yıl sürdü.

Ara , ikinci evliliğini ise 1984’te Suna Taşkıran ile yaptı.

Ara Güler kitapları

Ara Güler fotoğrafları zamanla kitaplaşmaya da başladı. İlkini 1980’de Karacan Yayınları bastı; fotoğraflarının bir kısmını içeriyordu. 1986’da da Prof. Abdullah Kuran’ın kaleme aldğı “Mimar Sinan” adlı kitabı fotoğrafladı. Hürriyet Vakfı’nın yayımladığı bu kitap, ayrıca 1987’de de Institute of Turkish Studies tarafından İngilizce olarak yayımlandı. Yine yıllarca üzerine çalıştığı Mimar Sinan yapıtları fotoğrafları 1992’de, Amerika ve Birleşik Krallık’ta Thomas and Hudson, Singapur’da Archipelago Press, Fransa’da Edition Arthaud tarafından “Turkish Style” başlığıyla duyuruldu. Fransa’da ise, Albin Michel Yayınevi, “Demeures Ottomanes de Turquie” adıyla yayımlandı.

1989’da “Ara Güler’in Sinemacıları” kitabı Hil Yayınları tarafından basıldı. Bu çalışmaları, Dünya Şirketler Grubu’nun 1994’te yayımladığı “Eski İstanbul Anıları” ve 1995’teki “Yitirilmiş Renkler Kitabı” izledi. Ana Yayıncılık ise yine 1994’te “Bir Devir Böyle Geçti, Kalanlara Selam Olsun” ve 1995’te “Yüzlerinde Yeryüzü” adlı eserleri bastı.

Kitapların sayısı günden güne, yıldan yıla arttı. Bir röportajı sırasında ona, “Adınıza çıkan 56 kitap var; şu daha iyi diye bir ayrım yapıyor musunuz?” diye soruldu. “56 kitap yapan adamı döverler be! Olur mu 56 kitap, ama fotoğrafta olur neden? Her an değişen bir şeyin karşısındasın ve ondan bir şey yakalıyorsun. Bunları yan yana getirdiğin zaman yeni bir dünya oluşturuyorsun, bu oluşturduğun dünya senin dünyan oluyor. Ve sen onu mecburen seviyorsun zaten. Ben aslında bütün kitaplarımı seviyorum. Tabii ki bu daha iyidir dediğim vardır, ama mühim olan o değildir, mühim olan fotoğraf nedir sorusunun cevabıdır” diye yanıtladı.

Onun gözünde her şey basit ve de netti aslında…

Fotoğrafçı ve gazeteci arasındaki fark

Fotoğraflarının büyük bir kısmı Amerika, Fransa ve Almanya’da birçok müzede sergilenen Ara Güler, fotoğraflarını çekerken Leica makinesini kullanıyordu. Ona göre fotoğraf bir sanat değildi. Bir röportajında kendisine “Fotoğraf nedir?” diye sorulduğunda yanıtı yine şahsına münhasırlığını yansıtıyordu: “Fotoğraf bir kere sanat falan değildir. Fotoğraf görülen bir şeyin zapta kayda geçmesidir. Fotoğraf meselesi bir arşiv meselesidir. Arşiv; kaybolmasın, yitmesin, bitmesin, gene bakayım, gene göreyim diye. Onun için fotoğraf bir alettir, makinedir onunla hayatı yakalarsın hayatı yakalamak da arşiv yapmandan çok daha mühimdir. Bir arşiv bir dünyayı getirir. Fotoğraf makinesinin icadı bunun içindir”. Aslında işte bu kadar basitti.

Ara Güler, aslında bir gazeteci olduğunu da işte bu noktada ayırdı. Bu konuya ise şu şekilde çarpıcı bir açıklık getiriyordu: “Ben de gazeteciyim. Fotoğrafçı değilim. Fotoğrafçı ile gazeteci arasındaki fark budur. Fotoğrafçı bomba patlar kaçar. Ama gazeteci peşinden gider olayı yakalamaya çalışır. Ben de bu yaşa kadar ona göre çalıştım”.

(Picasso, Ara Güler’i resmederken)

Ünlü isimler ile fotoğraf üzerine anıları: Picasso

Ara Güler dünyaca ünlü bir fotoğrafçıydı ve bunun getirileri de elbette diğer ünlü isimlerin fotoğraflarını çekmek oldu. Onlarla röportaj da yapabilirdi; aynı zamanda gazeteciydi nihayetinde.

Kuşkusuz bu konuda anıları arasındaki en özel isim Picasso oldu. Aynı zamanda onun en ünlü fotoğrafı olarak da tanınacaktı. Ara, Cannes Film Festivali’ni izlemeye gönderilmişti. Kapıda fotoğraf çekiyordu. Bir anda herkes yere düştü, lambalar devrildi. Rutin bir fotoğraf çekiminden fazlasıydı. Çelimsiz, kısa bir adam sıradan görünümüyle geliyordu; Pablo Picasso.

(Cannes Film Festvali, 1962)

Ara Güler daha sonra Picasso’nun fotoğrafını çekmeyi koydu kafasına. O günlerde fotoğrafçılığını yaptığı Skira Yayınevi, Picasso’nun kitabını basıyordu. Hemen yayınevinin yolunu tuttu. Patron da arkadaşıydı. “Beni yanında götürmezsen senin için ne bir fotoğraf çekerim ne de bir daha seninle konuşurum” dedi. Evet, artık dünyanın en ünlü ressamının fotoğrafını özel olarak çekme fırsatını bulmuştu. Ev atmosferindeki fotoğraflarını çekmekle görevliydi. Gitti, 3 gün evinde kaldı.

(Ve o resim…)

Sonrası Ara için de büyük sürprizdi. Picasso, Ara’ya dönüp, “Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin resmini çizeyim” deyiverdi. İnsan herhalde böyle bir anı bir kere yaşardı. Ara Güler şöyle bir baktı. Karşısındaki adam dünyanın en ünlü ressamıydı ve 90’ındaydı. Bir şeyleri söylediğini unutması çok doğaldı. Hemen oracıkta bir kağıt aradı ve buldu. Picasso, Ara’nın resmini çizdi ve imzaladı.

Ünlü isimler ile fotoğraf üzerine anıları: Dali

Ara, bir diğer efsane çalışmasını da bir diğer ünlü ressam Salvador Dali ile gerçekleştirdi. Paris’te kaldığı otele gitmişti. 101 numaralı odanın kapısını aralayan Dali, “Niye benim fotoğrafımı çekmek istiyorsun” diye sordu. “Çok meşhursun da ondan” diye cevapladı Ara. Sonra Dali, “Benim dakikam 25 bin dolardır” dediğinde Ara’nın ”Güzel, ama ben bir dakikada fotoğraf çekemem ki!” karşılığı üzerine, Dali, Ara’yı dışarı attı.

Umudunu yitirmişti. Dali fotoğrafı çekemeyeceğinden emindi. Akşam yemeğinden sonra şansının döneceğinden habersizdi. Bir Yahudi arkadaşı ile yemekte buluşmuştu. Başından geçenleri paylaştı onunla. Arkadaşı ise dinledikten sonra “O, benim vaftiz babam” dedi. Bazen bir şeyin olacağı varsa, eninde sonunda oluyor işte. Ara şaşkınlığını gizleme gereksinimi duymadan “Ama sen Yahudi’sin, o Hristiyan; nasıl olur?” diyebildi. Arkadaşı “Sen karışma” dedi ve gidip Dali ile konuştu.

Ertesi sabah tekrar Dali’nin karşısında buldu kendini Ara. Muhtemelen dünden sonra kaybedecek bir şeyi olmadığını düşünüyordu. Ama Dali yüzüne bakıp, “Ben seni bir yerden tanıyorum” dedi. Belli ki dün kovduğu adamın kendisi olduğunun farkında değildi. Ara da durumu bozmadı, “New York’taki basın toplantısından tanıyorsun” dedi.

“Sen benim filmimi biliyor musun?” diye sordu Dali. Ara, “Hangi film?” diye karşılık verdiğinde, “Benim yaptığım bir film var, nasıl bilmezsin? Bir Endülüs Köpeği’ydi ismi. Onu al, gel; akşam sinema oynatacağım size” dedi. Bu aslında bir nevi dostluk başlangıcıydı. Dali, her gün bütün sarhoşları, serserileri yanına topluyordu. Seviyordu bu ortamın havasını. Ara da o serserilerden biri oluvermişti işte. Bir zaman sonra fark etti ki, sürekli beraberler. Sonunda bir gün Dali’ye, “Senin fotoğrafını çekeyim. Adamakıllı bir fotoğrafın yok” dedi.

Ama Dali yerinde duramıyordu. Tam deklanşöre basacakken, bir anda kılıcını çekiyordu mesela. Sonra Ara, “Duracaksın, ansiklopedi Britanicca gibi, bana bakacaksın” dedi. “Kimse yokken gel” dedi Dali.

Sonraki gün saat 10.00’da bu kez fotoğraflarını çekeceğini bilerek gitti Dali’nin odasına. Ancak üç gazeteci daha geldi. Ara “Hani benden başka kimse olmayacaktı?” diye sordu.

Elinde gümüş saplı bir baston ile duran Dali, “Bilin bakalım ziftin formülü nedir?” diye sordu karşısında duran gazetecilere. Haliyle kimse bilememişti. “Benim adım Salvador Dali, bu bastonu ziftin içine sokar çıkarırım. Beş kuruşluk baston olur 50 bin dolar. Sen bunu yaparsan deli derler. Şimdi dediğimden ne anladınsa git onu yaz” dedi ve hepsini gönderdi.

Ara, Dali fotoğraflarını işte bu karmaşadan sonra çekti. Aslında Dali evinde fotoğraf çekelim diye de teklif etmişti; ama o hafta hayata veda etti…

Ünlü isimler ile fotoğraf üzerine anıları: Hitchkock

Ara’nın unutamadığı özel çalışmalardan biri de Alfred Hitchkock ile yaptığıydı. Hitchkock, başlarda pek sevmemişti Ara’yı. Ama sonra sonra alıştılar birbirlerine. Yine de çekişmeli başlayan çekim sabah 11.00’de başlamış, akşam 17.00’de bitmişti. Sonuna geldiklerinde ise, artık şakalaşıyorlardı.

Ara Güler bu anıyı anlatırken şöyle bitiriyordu: “Baktı ki, ben ondan daha matrak biriyim, rahat rahat çalıştık sonra. Ben de içimden: ‘Yahu ben, Picasso’larla falan çalışıyorum. Sen de kim oluyorsun? Sen Hitchkock isen ben de Ara Güler’im’ diyorum”.

Ünlü isimler ile fotoğraf üzerine anıları: Chaplin

Bir diğer anısı ise Charlie Chaplin ile. Onun büyük hayranlarından biriydi; fotoğraflarını özellikle çekmek istiyordu. “Chaplin benim dünyamı kuran, bana vizyonu veren, hayata bakmayı öğreten adam…” diyordu.

Chaplin o zamanlar İsviçre’de bir şatoda yaşıyordu. Amerikalı ünlü yazar Eugene O’Neill’in kızı Oona ile evliydi. Ara, 3 gün bekledi kapılarında; kar kış demedi. Sonunda Oona, Ara’yı içeri aldı; ama “Konuşursan konuş, ama fotoğraf çekme” dedi.

Chaplin, felçli halde fotoğraflarının akıllarda kalmasını istemiyordu, haklıydı da.

Ara, eline fırsatı geçtiği halde bunu yapmayı kendine yakıştıramadı ve Chaplin’in fotoğrafını çekmedi. Onu, ona olan hayranlığından ayrı bir köşede, hafızasına kazıdı.

Ara Güler öldü

Bu listede elbet pek çok isim vardı. Sophia Loren, Indira Ghandi, Federico Fellini, Winston Churchill, Maria Callas, John Berger, Louis Aragon ve daha nicesi…

Tüm bu isimleri sayınca insan onu yüzlerce yıl yaşamış gibi hissediyor. Ya da en azından ben öyle hissettim. Hatta belki her sanatçı gibi sonsuz…

Tabii yine de fiziksel anlamda bir gidiş var bu dünyadan. Ara Güler de, dün gece (17 Ekim) 23.20’de ayrıldı aramızdan. Florence Nightingale Hastanesi’nde tedavi gören Ara Güler’in doktoru Dr. Zafer Gökay, ölümüyle ilgili şu açıklamada bulundu: “Serviste üç kez resüsitasyona cevap vermiş, yoğun bakımda da iki kere verdi ama üçüncüsünde ne yazık ki döndüremedik, başımız sağ olsun. Tamamen kalp yetersizliği”

Elbette geride bıraktığı fotoğraflarla, benim şuracıkta sayfalara sığdıramadığım anılarıyla tükenmeyecek bir ömrü var onun; ne mutlu. Fotoğrafa, kitaplara ve birçok güzel şeye olan düşkünlüğü ve bunlara inat aksi, tatlı huysuz halleriyle bir Ara Güler geçti bu dünyadan…

İyi ki…

Damla Karakuş

[email protected]

Not:

Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.

Instagram: biyografivekitap

Kaynak:Enson haber Biyografi

Etiketler, , , , , , , , , , , , ,