Gustave Flaubert, yalnızlıktan hoşlanırdı. Zamanla iyi arkadaşlar edinmesine rağmen sonradan arkadaşlarının hepsinden yüz çevirmiş, kendini tamamen kitaplarına vermişti.
Hayatı boyunca bir kere sevdi. Fakat bu sevginin de kelimenin tam anlamıyla büyük bir sevgi olduğuna inanamamıştı. Sevgilisi, Gustave Flaubert‘in çalışmaları ile yakından ilgilenmiş ve onu çalışmaya teşvik etmişti. Fakat Gustave Flaubert bu vefakar kadınla evlenmeyi hiçbir zaman düşünmedi. Esasen düşünseydi bile annesi razı olmayacaktı. Ufak tefek sinirli bir kadın olan Bayan Flaubert, kocasının ölümünden sonra küçük oğlu Gustave’a çok bağlanmıştı. Onu başka hiçbir kadınla paylaşmaya gönlü razı olmazdı.
Gustave Flaubert, her zaman yaşadığı dünyanın dışında başka bir dünyada olmayı isterdi. Bir kitabı yazarken asla ondan söz açmaz, daima o kitap bittikten sonra yazacağı eser hakkında konuşurdu. Gustave Flaubert için geçmiş ve şimdiki durumu önemli değildi. Onu asıl gelecek ilgilendirirdi.
kaynak:nkfu
Bedri Rahmi Eyüboğlu; şair ve ressamdır (Görele 1913-İstanbul 1975).
Trabzon Lisesi’nde iken Zeki Kocamemi’nin resim öğretmenliğinden etkilendi. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi (1929). Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı atölyelerinde çalıştı. Paris’e ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun yanına gitti (1930). Andre Lhote’un öğrencisi oldu. Dönüşünde birikmiş ürünleriyle D Grubu’nun dördüncü sergisine katıldı (1934). İlk kişisel sergisini de aynı yıl Bükreş’te hazırladı. 1936’da Hamam eseriyle birinciliği kazandı, Akademi’nin Resim Bölümü Şefi Leopold Levy’ye asistan oldu (1937). Oradaki öğretim görevi profesörlük unvanıyla ölümüne kadar sürdü. Resim yapmak için yurt gezilerine (1938, 1941) katıldığı için köy görünümlerini, köy kahvelerini, yöresel özellikleri işledi. 1928’de başladığı şiir çalışmalarının ürünleri de bu dönemde dergilerde yayımlandı (Muhit, Yeni Adam), ilk kitabı da yerli ve renkli bir coşkunun ürünleriyle çıktı; Yaradana Mektuplar (1941). Önce duvar resimlerine(Lido Yüzme Havuzu’nda, 1943) yöneldi; atölyesini açtı (1947). İkinci kitabındaki birçok şiiri dillerde dolaştı: Karadut (1948). ikinci Paris gezisinde karşılaştığı (1950) ilkel sanat ürünlerinden esinlenerek, “güzelin aynı zamanda yararlı da olması” ilkesine sarıldı, bu tutumunu hiç değiştirmedi. Şiir çalışmalarını aksatmadan (Tuz, 1952; Üçü Birden 1953; Dördü Birden 1956) mozaik çalışmalarına yöneldi. Uluslararası Brüksel Sergisi için yaptığı büyük panoyla büyük ödül olan altın madalyayı kazandı (1958), NATO binası için 50 m2’lik mozaik hazırladı (1959). İki kez ABD’ye yararlı geziler yaptı (1960, 1961), 1969 Sao Paulo Bienali’nde onur madalyası kazandı (1969), altıncı şiir kitabı da bu yıl çıktı, Karadut 69. Devlet Resim ve Heykel Sergileri’nde birkaç kez dereceye girdikten sonra, 1972’de birinci seçildi. Önceki kitaplarını hep yeni eklemelerle zenginleştirdi: Dol Karabakır Dol (1974). Gezi notlarıyla sanat üzerine yazıları da ayrı bir dizi oluşturur: Canım Anadolu (1953), Tezek (1957), Delifişek (1975).
Ölümünden sonra basılanlar: Yaşadım (Şiirler), Binbir Bedros (resimler), Resme Başlarken (1977), Karadut (resimler) 1979, Babatomiler (e–tik resimler) 1979; Milliyet Sanat Dergisi tarafından “1976 Yılının Sanatçısı” seçildi.
Başlıca Resimleri: Salıpazarı (1938), Eren (1940), Nallanan Öküz (1947), Düşünen Adam (1953), İstanbul Resim ve Heykel Müzesi; Karadut Satıcısı (1954), Çömelmiş Köylü (1972), Ankara’nın Kavakları (1973), Son Kahve (1975), Ankara Resim ve Heykel Müzesi; Hilton ve Divan Otellerinin duvar resimleri; İşçi Sigortaları Samatya Hastanesi’nde seramik pano 1959; Marmara Oteli’nde Vakko fabrikasında mozaik panolar, çeşitli yerlerde duvar kabartmaları.
kaynak:nkfu
Bilge Olgaç; (d. 14 Ocak 1940, Vize, Kırklareli – ö. 2 Mart 1994, İstanbul), Türk sinemasının en çok film çekmiş kadın yönetmendir.
Lise son sınıfta öğrenimini bırakarak çeşitli işlerde çalıştı. 1962’de Memduh Ün’ün yönettiği Kısmetin En Güzeli’nin senaryosunu yazdı; ayrıca bu filmin çekiminde asistanlık yaparak sinema dünyasına girdi. Yirmi kadar filmde yönetmen yardımcılığı yaptıktan sonra Üçünüzü de Mıhlarım’la (1965) yönetmenliğe geçti. Genellikle piyasanın isteklerine uygun filmler yaptı. Bu arada, bütün oyuncularının erkek olmasıyla ve şiddet sahneleriyle dikkati çeken, Kerim Korcan’ın aynı adlı romanından Linç’i (1970) ve Yılmaz Güney’in bir senaryosundan siyasal konulu Bir Gün Mutlaka’yı (1975) yönetti.
Olgaç 1976’da sinemadan uzaklaştı ve bir süre reklam filmleri hazırladı. 1984’te, gerçek bir olaya dayanan Kaşık Düşmanı’yla sinemaya döndü. Kadın sorununa ağırlık veren film, 1985’te Fransa’da Creteil’de düzenlenen 7. Uluslararası Kadın Filmleri Şenliği’nde birincilik ödülüyle Basın Özel Ödülü’nü, Halil Ergün de filmdeki rolüyle en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandı. Olgaç, Gülüşün (1986), Üç Halka Yirmi Beş (1987), İpekçe (1987) gibi sonraki filmlerinde de kadının toplumsal konumuna eğildi.
kaynak:nkfu