ABDULLAH bin ZÜBEYR, Arap komutanı (Medine 622- Medine 692). Babaannesi Safiyye, Hz. Muhammet’in halası, annesi Esma da Hz. Ebubekir’ in kızıdır. 14 yaşındayken Yermuk Savaşı’na (635) babası Zübeyr ile birlikte de Mısır’ın fethine katıldı. 650’de Sait bin As ile Horasan üzerine sefer düzenledi. Cemel Savaşı’nda (656) Hz. Ali’nin yanında yer aldı ve onun piyade birliklerine komuta etti.
Muaviye’nin halifeliğini kabul etmemekle birlikte ona karşı açıkça cephe almadı. Onun ölümünden sonra oğlu Yezit’in halifeliğine karşı çıktı, 9 yıl süreyle mücadelesini sürdürdü. Halife Yezit, Abdullah’ı ortadan kaldırmak için kardeşi Amr bin Zübeyr’i gönderdiyse de Amr, ağabeyine yenildi. Abdullah, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’i kendisine rakip gördüğü için onu Irak’a gitmeye inandırdı. Hz. Hüseyin’in Halife Yezit tarafından Kerbela’da şehit edilmesi üzerine Mekke’de halifeliğini ilan etti ve Emirü’l-Müminin unvanını aldı, Medine halkı da onu tanıdı. Emevi valilerinden Hüseyin bin Numeyr, Abdullah’ı Mekke’de uzun süre kuşattı ve Yezit’in ölümü üzerine kuşatmayı kaldırdı (683).
Yezit’in ölümünden sonra Abdullah, İslam dünyasının büyük bir bölümünde halife olarak tanındı. Eline geçen fırsatları yeterince değerlendiremedi ve kardeşi Musap bin Zübeyr’in ölümünden (690) sonra da halifeliği yalnız Mekke’de geçerli oldu. Emevi Halifesi Abdülmelik, Abdullah’ı ortadan kaldırmak üzere dönemin ünlü komutanı Haccac’ı Mekke üzerine gönderdi. Altı buçuk ay süren kuşatma sırasında Kabe mancınıklarla dövüldü. Abdullah, annesinin öğüdüne karşın teslim olmayı reddetti ve savaş alanında öldü.
kaynak:nkfu
Alparslan (1029 veya 1033-1072) Malazgirt Savaşı‘nı zaferle bitirerek Anadoluyu Türklerin yurdu haline getirmiş olan büyük Selçuklu hükümdarıdır.
Asıl adı Mehmet, lakabı Adud-ud-Devle’dir. Babası Çağrı Bey ölünce Horasan’a hakim olmuştu. 1063 yılında amcası Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ölünce, Türk beyleri kendisini hükümdar yapmak istemişlerdi. Fakat vezir Amid-ül-Mülk-i Kündürî’nin uğraşmaları ile sultanlığa Alp Arslan’ın kardeşi Süleyman geçirilmişti. Süleyman’ı istemeyen Türk beyleri Alp Arslan’a bağlılıklarını bildiklerinden, durumu kabul etmek zorunda kalan Kündürî’nin daveti üzerine Alp Arslan Selçuklu Hükümdarı ilan edildi. İlkin kendisini tanımak istemeyen akrabalarından bazıları ve bazı beylerle uğraşmak zorunda kaldı. Onların hepsini ve kardeşini ele geçirdiği halde sonradan affetti.
Alp Arslan 1064’te Bizans üzerine yürüdü. Gürcistan kralını haraca bağladı. Kars ve Ani şehirlerini aldı. Kendisine baş kaldıran Kirman valisi kardeşi Kavurt’u yola getirdi. Bir yıl sonra Amuderya’nın ötesine kadar uzanan bir kuzey seferinden dönüşte Melikşah‘ı kendisine veliaht yaptı. 1067’de yeniden ayaklanan Kavurt’u tekrar yola getirdi.
Aral Gölü’nün kuzeyindeki Türk boylarını emri altına almaya uğraşan Alp Arslan, bir taraftan da bazı Türk komutanlarını, Bizans üzerine akın yapmak üzere Anadolu’ya yollamıştı. Bu akıncıların saldırısına karşı koymak isteyen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes sefere çıkmak zorunda kalmıştı. Fakat Malatya’daki kuvvetlerinin Türkler tarafından yenildiğini duyunca geri döndü.
Alp Arslan 1070 ilkbaharında Bizans’a karşı yeni ve kesin bir taarruza geçmeye karar verdi. İlkin Azerbaycan’a girdi. Buradan Doğu Anadolu’ya geçerek Malazgirt kalesini, Urfa’yı aldı. Bir yıl sonra Halep’i de aldıktan sonra, Bizans’ı bırakarak Mısır üzerine yürüdü. O sırada Bizans İmparatoru’nun, ordusu ile, Azerbaycan’a doğru yola çıktığını duyunca ordusunun bir kısmını Suriye’de bırakarak geri döndü. Malazgirt ovasında karşılaşan iki ordudan Bizans ordusu kuvvetçe Selçukluların iki mislinden fazla idi. Buna rağmen büyük bir bozguna uğradılar, imparatorları da esir düştü. Alp Arslan, esir İmparatora büyük hürmet gösterdi ve onu serbest bıraktı. Böylece Malazgirt Meydan Savaşı’nın zaferle bitmesi Anadolu’da yeni bir Türk vatanının kurulmasına yol açtı.
Alp Arslan 1072’de Maveraünnehir civarında ele geçirdiği bir kalenin komutanı tarafından ağır yaralandı ve birkaç gün sonra öldü. Çok cesur bir komutan, üstün karakterli bir hükümdardı. Devleti sağlam temeller üstünde kurmak için çalışırdı. Genç yaşta ölmeseydi büyük bir cihangir olacağını bütün tarih yazarları söylemektedir. Zamanın en büyük devlet adamlarından Nizam-ül-Mülk onun veziriydi.
kaynak:nkfu
Nur Yerlitaş 11 Aralık 1960 tarihinde İstanbul’un Vefa semtinde dünyaya gelmiş moda tasarımcısıdır. Annesi’nin adı Saadet Yerlitaş’dır. Nur Yerlitaş hiç evlenmemiştir ve Benan isminde bir de kız kardeşi bulunmaktadır. Nur Yerlitaş kendisini kimi zaman “kostüm tasarımcısı” kimi zamanda “dikişçi” olarak tanımlamaktadır. genel olarak çevresinde dobra bir kişilik ve sözünü budaktan sakınmayan ama hoş ve nazik birisi olarak tanınır ve sevilir. Nur Yerlitaş’ın bir çok ünlüye kostüm ve elbise diktiği bir dikiş atölyesi mevcuttur.
1980’li yıllarda Avrupa’nın moda merkezleri olan Milano ve Paris’ten valizler ile getirmiş olduğu kıyafetleri satarak moda yaşamına atılmıştır. Stresliolduğu dönemlerde bulaşık yıkayan gecenin bir yarısı ise üstüne geçirdiği bir palto ile bir kafeye giden kendi tabiri ile “Arızalı” bir tiptir Nur Yerlitaş.
Nur Yerlitaş şu anda İstanbul’un en gözde semtlerinden Nişantaşı’nda ikamet etmekte olupr evinin iki buzdolabı bulunmaktadır. Bir buzdolabında pasta tarzı tatlılar bulunurken bir diğer buzdolabında ise meyveler ve içecekler yer almaktadır. Evinde hizmetinde yer alan iki hizmetçisi sayesinde her sabah hamam usulü keselenip yıkanmaktadır.
Bilinen tüm sanatçı ve sosyetenin ünlü simalarına elbise dikmekte olan Nur Yerlitaş başta Bülent Ersoy, Petek Dinçöz, Derin mermerci, Ajda Pekkan, Seda Sayan gibi isimlere başta sahne kostümü olmak üzere kıyafet dikmektedir.
Nur Yerlitaş’ın bilinen ilk televizyon jüri üyeliği 2007 yılında ki “Bak Kim Dans Ediyor” isimli yarışmada gerçekleşmiştir. 2010 yılına gelindiğinde ise Nur yerlitaş bu defa bir yarışmada yarışmacı olarak boy göstermiştir. “yemekteyiz” isimli yarışmada Cenk Eren, Ece Vahapoğlu, Neşe Erberk ve Barbaros Şansal ile yarışmıştır. Hatta misafirlerini ağırladığı ilk gün sofrasına Seda Sayan’da konuk olarak katılıp boy göstermiştir.
2011 yılına gelindiğinde ise “Bugün ne Giysem” isimli Show TV’de yayınlanan yarışma programında yine jüri üyeliği yapmıştır. 2011 yılında ki diğer jüri üyesi arkadaşları ise Uğurkan Erez, Hakan Akkaya ve moda tsarımcısı İvana Sert olmuştur. Yine aynı yıl “Türkan” isimli Demet Akalın’ın klibinde Türkan Şoray’ı canlandırarak sükse yapmıştır.
2014 yılına gelindiğinde ise popülaritesi zirve yapmıştır. Öykü Serter‘in sunumu ile başlayan “Bu Tarz Benim” isimli yarışma programında gösterdiği performans ile hem yarışma programının popülaritesini arttırmış hem de meşhur capslere konu olarak Türkiye’nin gündemine oturmuştur. “Bu tarz benim misimli yarışma programındaki diğer jüri üyesi arkadaşları ise yine Moda Tasarımcısı İvana Sert, Kemal Doğulu olmuş, TV8’de 2015 Ocak ayı itibari ile devam eden yarışma programında jüri üyesiolarak Uğurkan Erez’de görev yapmıştır.
NUR YERLİTAŞ RESİM GALERİSİ
kaynak:nkfu
Öykü Serter Ankara Çankaya’da 25 Şubat 1975 tarihinde doğmuştur. Kendisi Balık burcu olup hayatını talk-show, yarışma sunuculuğu ve dizi oyunculuğu ile kazanmaktadır. Ankara’da TED kolejinden mezun olduktan sonra Hacettepe Üniversitesinde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünü bitirmiştir. Ardından Latin Dili ve Edebiyatı da okuyan Öykü Serter ardından da Galatasaray Üniversitesinde Radyo-TV alanında yüksek lisans yapmıştır.
Öykü Serter’in CHP’li Nur Serter’in kızı olduğu bilgisi ise tamamen yanlıştır. Sadece isim benzerliğinden gelen bir yanlış anlama bazı medya organlarında kendisinin Nur Serter’in kızı şeklinde lanse edilmesine sebep olmuştur.
Öykü Serter’in yıldızı bir dönemin en popüler reality show ve yarışması olan Biri Bizi Gözetliyor ile parlamıştır. 2000’li yılların başında bu yarışma programının sunucularından birisi olan Öykü Serter’in o dönemde yıldızı parlamıştır. Aslında medya sektöründeki ilk işi Capitol Radyo’da yaptığı DJ’lik olan Öykü Serter çeşitli programları hazırlayıp sunduktan sonra BBG ile asıl şöhretini yakalamıştır. Daha sonraları ise Akademi Türkiye ile Anadolu Rüzgarı isimli yarışma programlarını da sunmuştur.
Halen bekar olan Öykü Serter uzunca bir süre eski Kargo grubunun solisti Koray Candemir ile birliktelik yaşamış daha sonra da Levent Altınay ile bir birliktelik yaşamıştır. Bugünlerde Bu Tarz Benim yarışmasındaki jüri üyelerinden Kemal Doğulu ile olduğu yönünde iddialar mevcuttur.
2006 yılında Bilimsel Uygulama merkezi (B.U.M) isimli bir yarışma programını Ragga Oktay il birlikte hazırladı.
Öykü Serter bir dönemde yaşamış olduğu Pitbul saldırısı ile gündem olmuştur. Yan komşusunun köpeği 14 Temmuz 2007 günü Öykü Serter’e saldırmış ve ciddi bir şekilde ayak bileği ile uyluk kemiğinden yaralamıştır.
2010 yılında sürpriz bir şekilde TRT ekranlarında Bank Asya 1.Lig Günlüğü isimli spor programınjı ve ardından da MasterChef isimli yarışma programını sunmuştur. Ardından da 2011 senesinde Star TV’nin Star Akademi isimli yarışma programında sunuculuk görevini yerine getirmiştir.
2014 yılında Bu Tarz Benim yarışma programı ile yeniden hayatımıza giren Öykü Serter bu yarışmada jüri üyeleri Nur Yerlitaş, Kemal Doğulu ve moda tasarımcısı İvana Sert ile birlikte başarılı bir performans sergilemiştir. Daha sonra yarışma programı 2015 yılında kanal değiştirmiş ve jüri üyelerine Uğurkan Erez’in de dahil olması ile yarışma programı halen devam etmektedir.
Öykü Serter aynı zamanda kendi programlarının metinlerini de hazırlayan ve Osmanlıca’ya düşkün olduğu için Osmanlıca-Arapça kelimelerde konuşmalarına serpiştiren başarılı bir sunucudur.
ÖYKÜ SERTER FOTO GALERİSİ
kaynak:nkfu
Zahide Yetiş, Türk televizyon sunucusudur. 7 Temmuz 1979 yılında Avusturya’nın Viyana şehrinde dünyaya gelmiştir. Viyana’da dünyaya gelme sebebi babasının yeni evi iken burs kazanıp Avusturya’ya gitmesidir. Baba tarafından Kütahya’lı dır ancak baba tarafı daha sonra İzmir’e yerleşmiştir. Anne tarafından ise Selanik göçmenidir. Ailenin 5 çocuğu olmuş. Zahide Yetiş’in 3 erkek ve bir de kız kardeşi bulunmaktadır. Zahide Yetiş henüz çok küçük iken anne ile babası boşanmıştır ve çocukluğu İzmir‘de babannesinin yanında geçmiştir. Henüz orta öğrenimini sürdürürken Şiir okuma, kompozisyon ve güzel konuşma konularında yapılan yarışmalarda oldukça başarılı sonuçlar elde etmiştir. Lise eğitimini İzmir’in köklü okullarından Güzelyalı’da yer alan özel Fatih Kolejinde gerçekleştirmiştir. Ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Şatış Yönetimi ve İşletme Bölümünde okuyup mezun olmuştur.
Daha çocuk sayılacak yaşlarda TRT’de yayınlanan belgesellerde seslendirmeler yaparak televizyonculuk dünyasına adım atmıştır. Ayrıca TRT’de metin yazarlığı ve haber spikerliği de yapmıştır.
İzmir Özel fatih Kolejinde bir dönem Diksiyon, Güzel Konuşma ve Artikülasyon dersleri de vermiştir.
TV8 kanalında “Kentlerin Dili” isimli programı hazırlamıştır. Bu program sayesinde ülkemizin tam 25 ilini dolaşarak bu yerler hakkında yarı belgesel tadında programlar hazırlamıştır. Teknoloji ile de yakından ilgilenen Zahide Yetiş tam altı yıl boyunca ülkemizin ilk teknoloji programlarından olan “İnternet TV” yi sunmuş ve İnternet Dünyası isimli bir gazete köşesini de hazırlayıp yayınlamıştır.
TRT’de bir çok birbirinden farklı eğlence, tartışma ve teknoloji programlarının sunuculuğunu başarı ile yerine getirmiştir.
3 sezon boyunca Kanal D’de “Doktorum” isimli programı Op. Dr. Aytuğ Kolankaya ile birlikte hazırlayıp sunmuştur. Ardından ATV’ye transfer olarak “Zahide’yle Yetiş Hayata” isimli güncel programı sunmuştur. Bu programda yer alan uzmanlar sayesinde ihtiyacı olan kişilere her türlü konuda yardım etmektedir.
Zahide Yetiş iş adamı Cem Arısoy ile evlidir. 2014 yılında çift önce Paris’te evlenmiş daha sonra da Kuruçeşme’de düğün yapmışlardır.
Ayrıca Zahide Yetiş’in “Dinle! Hayat Sana Fısıldıyor!” isimli bir de yayınlanmış kitabı bulunmaktadır.
ZAHİDE YETİŞ FOTO GALERİ
kaynak:nkfu
Abebe Bikila, Etiyopyalı atlet (Addis Abeba 7 Ağustos 1932 – Addis Abeba 25 Ekim 1973).
1960 Roma Olimpiyat Oyunları’nda maraton şampiyonluğunu (derecesi: 2 saat 15 dakika 16 saniye) kazanarak adını duyurdu. Bu başarısını, 1964 Tokyo Olimpiyat Oyunları’nda (derecesi: 2 saat 12 dakika 11 saniye) da yineledi. Böylece iki olimpiyatta arka arkaya maraton kazanan ilk atlet oldu.
Maraton koşullarında çıplak ayakla koşması, dünya spor kamuoyunda ilgiyle karşılandı. Rütbesi çavuşken 1960 Olimpiyat Oyunları’nda birinci olduktan sonra, yüzbaşılığa yükseltilerek İmparatorluk Sarayı Muhafız Birliği’ne atandı. 1968’de geçirdiği bir trafik kazasında ağır biçimde yaralanarak kötürüm kaldı.
kaynak:nkfu
Büyük bir Türk şairidir. İstanbul’da doğdu. Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmet Tahir Efendi’nin oğludur. Babasından ve babasının arkadaşları olan medrese ileri gelenlerinden Arapça ile Farsça’yı, dini bilimleri öğrendi. Fatih Rüştiyesi’ni, İstanbul İdadisi’ni bitirdi. Genç yaşta babasını kaybetti. Halkalı’daki sivil Yüksek Baytar Mektebi’ne girdi. Burada Fransızca öğrendi, 1894’te sınıfının birincisi olarak okulu bitirdi. İmparatorluğun Rumeli, Anadolu, Suriye eyaletlerinde ödevlerde bulundu.
Mehmet Akif 1908 Meşrutiyeti’nden hemen sonra yazı ve şiir hayatına atıldı. «Sırât-ı Müstakîm» ve onun devamı olan «Sebîlu’r-Reşâd» dergilerinde başyazarlık etti; sonradan, 1911’de, kitap halinde topladığı şiirlerini burada yayınlamaya başladı. «İslâmcı» denen akımın en tanınmış lideri haline geldi. Halkalı Yüksek Ziraat Mektebi’nde, Edebiyat Fakültesi’nde müderris (ordinaryüs profesör) olarak edebiyat okuttu. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’ya inceleme gezisine gönderildi; döndükten sonra gözlemlerini yayınladı.
Kurtuluş Savaşı başlayınca Mehmet Akif Ankara’ya geçti, I. Büyük Millet Meclisi’nde Burdur milletvekili oldu. Kurtuluş Savaşı’nı bütün gücüyle destekleyerek, ateşli yazıları ile halkı canlandırdı, aydınlattı. Yazdığı İstiklâl Marşı, 1921’de B. M. M. tarafından Millî Marş olarak kabul edildi. 1925’te Kahire ye gitti, orada üniversitede Türk Edebiyatı okuttu. Ancak 11 yıl sonra, 1936’da, İstanbul’a döndü. 27 aralık 1936’da öldü. Halkın ve gençliğin katıldığı muazzam bir kalabalıkla Edirnekapı Şehitliği’ne gömüldü.
kaynak:nkfu
Türk bilim ve fikir adamlarından biridir. Avrupa’da «Hacı Halife» (Hacı Kalfa) diye tanınır. Asıl adı Mustafa’ dır. 1609’da İstanbul’da doğdu. Medrese öğrenimini tamamlamadı. Onun için, bütün bilgisine, en büyük devlet adamlarının dostluğunu kazanmasına rağmen kendisine öğretmenlik, kadılık verilmedi. Genç yaşından başlayarak orduda geri hizmetlerle seferlere katıldı. Yüksek rütbeli bir hassa subayı olan babası 1626’da Musul’da ölmüştü. Çelebi, birkaç kere önemli mirasa kondu. Bu paraları kitap almak için harcadı.
Fatih’te babasından kalan evde oturan Çelebi, 1638’de evlenmişti. Artık seferlere çıkmadı; tamamen bilimle uğraşmaya, devlet büyüklerinin çocuklarına özel dersler vererek hayatını kazanmaya başladı. Şeyhülislâm Abdurrahim Efendi, bu genç bilginin bilgisine hayran oldu, ona geçim sıkıntısı çektirmemek için her türlü yardımı yaptı. Kâtip Çelebi 6 Ekim 1657’de kahve içerken birden fenalaşarak öldü. 49 yaşını doldurmamıştı. Zeyrek yakınlarındaki mezarı 1953’te yeniden yaptırıldı.
Kâtip Çelebi Arapça, Farsça, Latince bilirdi. Tarih, coğrafya, maliye, askerlik, denizcilik, bibliyografya gibi, birbirleriyle az ilgisi olan bilimleri çok derinden, yenilik getirecek derecede kavramıştı. Bu bakımlardan, onunla herhangi bir Türk yazarını ölçebilmek gerçekten zordur. Çeşitli alanlarda kaleme aldığı eserleri o derece değerlidir. Eserleri daha zamanından başlayarak Latinceye, İngilizceye, Fransızcaya, Almancaya, İtalyancaya, daha başka dillere çevrilmiştir; hâlâ çevrilmektedir. Bu arada 1961’de «Mîzânu’l Hakk» ın bir çevirisi Amerika’da yayınlandı.
Kâtip Çelebi 30 kadar eser yazmıştır; birkaçı latinceden yaptığı coğrafya ve felsefe çevirileridir. Bunların en önemlileri —önem sırasına göre— şunlardır:
Keşfu’z-Zunûn. — Arapça yazılmıştır. 20 yılda meydana konan bu muazzam eserde 100.000 İslâm yazarının 14.500 eseri teker teker sayılır, içindekiler, eleştirmelerle açıklanır. Eserin geniş gidişinde yazar bilimlerin felsefesini, tasnifini yapar. Bu eseri Alman bilgini Flügel 7 büyük cilt halinde latinceye çevirmiştir. Arapça metin birkaç kere basılmıştır. Doğu, Batı bilim adamlarının elleri altında daima bulundurdukları en önemli başvurma kitaplarından biridir.
Cihân-Nümâ. — Türkçe yazılan bütün coğrafya eserlerinin en önemlisidir. Zamanından başlayarak birçok kereler birçok Batı diline çevrilmiştir. İbrahim Müteferrika tarafından çok büyük bir cilt halinde basılmıştır.
kaynak:nkfu
O. HENRY (11 Eylül 1862 – 5 Haziran 1910), Amerika’nın en ünlü hikaye yazarlarından biridir. Asıl adı William Sidney Porter’dir. Günlük hayatın görünüşü olağan, iç yüzü acıklı olaylarını ince bir alayla, derin bir içtenlik ile anlatan hikayeleriyle tanınmıştır.
O. Henry, Kuzey Karolayna’da, Greensboro’da doğdu. Küçük yaşta öğrenimini yarım bırakarak hayatını çıraklıkla, çobanlıkla kazanmaya başladı.
O. Henry, en sonunda, bir bankada çalışırken, yazı hayatına atıldı. 1894’te «The Rolling Stone» (Yuvarlanan Taş) adında bir mizah dergisi çıkardı, sonra gazeteciliğe başladı; fıkralar yazıyor, karikatürler yapıyordu.
1898’de, çalıştığı bankadaki bir yolsuzluktan dolayı suçlu görüldü, 3 yıl hapse mahkum edildi. Bu sırada karısı da ölmüş, kızı tek başına kalmıştı. Sidney Porter kızının geçimini sağlamak için, hapishanede hikayeler yazıyor, bunlar «O. Henry» adı ile yayınlanıyordu.
Üç yıl sonra hapisten çıktığı gün O. Henry adında ünlü bir yazar olmuştu. Bununla birlikte, hayatının son yılları hastalık, yoksulluk, içki düşkünlüğü içinde geçmiştir.
kaynak:nkfu
Richard Strauss (11 Haziran 1864- 8 Eylül 1949)
Tanınmış bir Alman bestecisidir. Johann Strauss’la hiçbir ilgisi yoktur. Münih’te doğdu. Babası orkestrada korno çalardı. Richard Strauss ilk müzik sevgisini ondan aldı, 4 yaşındayken piyano çalıyordu, 6 yaşında beste yapmaya başladı. 21 yaşında, Meiningen Şehir Orkestrası’na şef oldu. Daha sonra Münih operasında şef yardımcısı, saray orkestrası şefi olarak çalıştı. Nazi Almanyası’nda da sanat çevresinde yüksek mevkilerde bulundu.
Richard Strauss, çağımızda yaşamışsa da en önemli eserlerini eski çağın etkisiyle yazdığından, bir XIX. yüzyıl müzikçisi sayılır. Eserlerinde Wagner‘den Puccini‘ye kadar pek çok bestecinin açık etkileri görülür. Yalnız, orkestrasyonu çok kuvvetlidir. Operaları arasında «Salome», «Macbeth», «Elektra», «Der Rosenkavalier», «Ariadne auf Naxos» başta gelir.
kaynak:nkfu
Kanije Kalesi ile büyük bir ün kazanmış, tanınmış bir Osmanlı devlet adamıdır. Kimin oğlu olduğu, nerede ve ne zaman doğduğu hakkında bilgi yoktur. Aşırı ölçüde afyon düşkünü bulunduğu için «Tiryaki» diye anılmıştır. Enderun denilen saray Hasan Paşa okulundan yetişmiş, uzun süre saray çevresinde hizmet gördükten sonra dış görevlere geçmiştir.
Zigetvar Beylerbeyliğinde 20 yıl kadar bulunan Tiryaki Hasan Paşa, cesareti, zekası, olaylara çabucak uyup bunlardan faydalanma yollarını bir anda kestirmesiyle tanınmıştı. 1594’te Bosna Beylerbeyliğine, buradan Kanije Kalesi komutanlığına gönderildi.
Tiryaki Hasan Paşa, 9 Eylül 1601’de başlıyan savaşta kaleyi, başta Almanlar olmak üzere, 100.000 kişilik bir Avrupa ordusuna karşı büyük bir azim ve cesaretle korudu. III. Mehmet, Hasan Paşa’nın bu kahramanlığını, kendisine pek çok hediyeler yollamak, onu vezirliğe yükseltmekle karşıladı.
Tiryaki Hasan Paşa, bundan sonra, sırası ile, üçüncü defa, Bosna’ya, oradan Budin Valiliğine gönderildi. Sonra Rumeli Valisi oldu. O sırada Celâli eşkıyasından Canbolat’la oğlu baş kaldırmışlardı. Hasan Paşa bu ayaklanmaları bastırmak için kurulan orduya başkomutan tayin edildi. Bu ayaklanmaları da bastırdıktan sonra yeniden 1608’de Budin Valiliğine döndü, orada öldü.
Kanije’de bulunan arkadaşlarından Faizi Çelebi «Hasenât-ı Hasan» adındaki küçük kitabında Hasan Paşa’nın Kanije savaşlarını uzun uzun anlatmıştır. Ayrıca, büyük vatan şairi Namık Kemal‘in de bu konuda coşkun bir eseri vardır.
kaynak:nkfu
Ebu-Ali Hüseyin İbni Sina (980- 1037)
Tarihin en büyük bilginlerinden biridir. İnsanlık tarihinde belki hiçbir deha, onun dehasının genişliği, kavradığı alanın akla hayret veren büyüklüğü ile ölçülemez.
İbni Sina, aslında Belhli olan, sonradan Buhara’ya yerleşmiş bir ailenin çocuğudur. Babası Abdullah’ın bir maliye göreviyle Buhara yakınlarında Afşan’da bulunduğu sırada burada doğdu. 10 yaşında Kuran’ı ezberledi. 18 yaşına kadar devrinin bütün bilimlerini okudu, bu bilimlerde en yüksek dereceyi buldu.
İbni Sina kendisi hakkında şöyle diyor: «Öteki bilgiler arasında tıp da öğreniyor, nazari bilgimi hastalar üzerinde müşahedelerle tamamlıyordum… Böylece, arasız çalışmaya devam ettim. Geceleri de okumakla, yazmakla uğraşırdım. Uyku bastıracak olsa, bir bardak bir şey içerek açılıyor, yeniden çalışmaya koyuluyordum. Uykuda bile zihnim okuduğum şeylerle meşgul oluyordu. Ekseri uyandığım zaman, halledemediğim bazı şeylerin, uyku sırasında halledilmiş olduğunu gördüm. Bir ara Aristoteles’in «Metafizik» ini incelemeye başladım. Bu kitabı belki kırk kere okuduğum halde anlıyamadım, ümitsizliğe düştüm. Bir gün mezatta bir kitap satılıyordu. Beni tanıyan tellâl, bu kitabı almamı tavsiye etti. Bu, Fârâbî’nin uğraştığım halde anlıyamadı-ğım konu üzerinde yazılmış bir eseriydi. Kitabı aldım, eve dönünce, hemen okumaya koyuldum. O vakte kadar anlıyamadığım Aristoteles’in kitabındaki fikirleri derhal kavradım. Buna son derece sevindim. Allah’a şükrederek secdeye kapandım; fakirlere sadaka dağıttım».
Samanî devletinin başkenti olan Buhara’da hükümdarın saray kütüpanesinin müdürlüğüne atanan İbni Sina, bu kütüphanedeki bütün kitapları ezberlercesine okudu, inceledi. 20 yaşındayken, koruyucusu olan hükümdarın ölümü üzerine, Buhara’dan ayrıldı. Harzem’e giderek büyük bilgin Bîrûnî ile çalıştı. Fikirlerinden dolayı takibata uğradı, bilgisinin enginliği yüzünden kıskançlıklarla karşılaştı. İran’da şehirden şehre göç etmek zorunda kaldı. Böyle bir hayat geçirirken, o muazzam eserleri nasıl kaleme aldığı şaşılacak bir şeydir. Hemedan’da, 21 haziran 1037’de, 57 yaşında öldü.
İbni Sina’nın eserlerinin yüzden fazla olduğu söylenir. Bunların çoğu tıbba, fiziğe, astronomiye, felsefeye aittir.
İbni Sina eserlerini Arapça, yalnız bir ikisini Farsça yazmıştır. Büyük ansiklopedik eserleri «Aş-Şifâ» ve bunun kısaltılmışı olan «An-Nacât» tır. «Al-Kaanûn fi’t-Tıbb» adlı eseri, hekimlik alanında ancak XVI-XVII. yüzyıllarda geçilebilmiştir. İbni Sina, 600 yıl Batı ve Doğu’da hekimliğe hâkim olmuş, bütün İslâm ve Avrupa üniversitelerinde onun bu ünlü kitabı rakipsiz şekilde okutulmuştur.
Bu eserinde yazar, eşsiz bir gözlemci, büyük bir tasnifçi olarak görülür. Hastalıklara, binlerce ilâca dair yaptığı tasnif, modern çağlara kadar esas alınmıştır. «Tis’ Rasâil fî’l-Hikma ve’t-Tabî’îyât» ta fizik ve biyolojiyi inceler. «Kitâbu’n– Nafs» inde psikolojinin kurucusu olarak görünür. Öteki eserleri felsefe, tasavvuf, musiki üzerindedir. Şiirleri de vardır.
İbni Sina felsefede Fârâbî’nin yolundan gitmekle beraber ondan daha orijinaldir, Yunan felsefesini İslâm kelâmı ile uyuşturmaya çalışır. Bu bakımdan, Fârâbî ile Gazalî arasındaki en önemli geçittir. Felsefi iki roman da yazmıştır. Eserleri çağında Lâtince’ye, İbranca’ya, az sonra da zamanımıza kadar hemen bütün medeni Doğu ve Batı dillerine çevrilmiş, XV. yüzyıldan beri Avrupa’da yüzlerce kere basılmıştır. Tıptaki 600 yıllık mutlak otoritesi bir yana, felsefede de XVII. yüzyıla kadar Avrupa filozoflarını şiddetle etkilemiştir. Batı’da «Avicenne» (avisen) diye tanınır.
kaynak:nkfu
LATÎFÎ (1491 – 1582)
Kastamonu’da doğan Latîfî’nin asıl adı Abdüllâtif’tir. Öğrenimine Kastamonu’da başlamıştır. Daha sonra İstanbul’a gelen Latîfî, bir süre kâtiplik yapmıştır. Latîfî Tezkiresi adıyla ünlü eserini bu sıralarda yazmış ve bunun sonucunda Ebû Eyyüb Ensârî vakfına kâtip olarak atanıp ödüllendirilmiştir. Latîfî, bir süre sonra görevden alınıp ve Rodos’a gönderilmiştir. Rodos’tan Mısır’a geçen Latîfî’nin yaşamının son dönemine ait bilgi bulunmamaktadır. Bazı kaynaklarda Latîfî’nin Mısır’dan Yemen’e giderken bindiği geminin batması sonucu boğulduğu kayıtlıdır. Bu bakımdan Latîfî’nin ölüm tarihi de bilinmemektedir.
Latîfî’nin en önemli eseri, tam adı Tezkiretü’ş – Şu’arâ ve Tabsıra-i Nuzemâ olan tezkiresidir. Yazar’ın 1546 yılında yazdığı eserde 320 şairin biyografisi yer almıştır.
Arkadaşı şair Zaîfî’nin ısrarlarıyla bu eseri yazdığını söyleyen Latîfî, eserini dönemin padişahı Kanunî Sultan Süleyman’a sunmuştur. Latîfî’nin Tezkiresi’nde şair ve yazarlar abecesel sıraya göre dizilmiştir. Eser, mukaddime (ön söz), üç fasıl ve hatime (sonuç) bölümlerinden oluşmaktadır.
Yazarın, İstanbul’un bazı yerlerini ve yaşayış biçimlerini anlattığı Risâle-i Evsâf-ı İstanbul ve yüz hadis çevirisi olan Subhatü’l – Uşşâk adlı eserleri de bulunmaktadır.
kaynak:nkfu
İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini burada bitirdi. Babasının görevi nedeniyle Paris’e gitti. Ortaöğrenimini bir Fransız lisesinde yaptı. İstanbul’a dönüşünde Tercüme Odasında memuriyete başladı. Yurt içinde ve yurt dışında değişik görevlerde bulundu, sadrazamlığa kadar yükseldi.
Ahmet Vefik Paşa, bir devlet adamı olduğu kadar bir sanat adamıdır. Avrupa’da bulunduğu sırada Türkoloji (Türklük Bilimi) çalışmalarına ilgi duyarak yurda dönüşünde dil, tarih, folklor çalışmaları yaptı. Bu konularda öncü oldu.
Bursa valiliği sırasında bir tiyatro kurdu. Burada Moliere’in eserlerini sahneledi. Bu yönden tiyatro edebiyatının ve sahne yaşamının gelişmesine büyük yardımı olmuştur.
Lehçe-i Osmanî adlı bir sözlük hazırladı. Osmanlı ve İslam tarihi dışında bir Türk tarihi olduğu gerçeğinden yola çıkarak Ebu’l-gazi Bahadır Hanın Şecere-i Türkî (Türklerin Soy Kütüğü) adlı eserini Türkiye Türkçesine aktardı. Türk atasözlerini Müntehâbât-ı Durub-ı Emsal adıyla topladı.
Ahmet Vefik Paşa’ya esas ün kazandıran Moliere’den yaptığı çeviri ve uyarlamalardır. Bunların sayısı on altıdır. Uyarlamalar: Zor Nikâh, Zoraki Tabip, Tabib-i Aşk, Mera-kî, Yorgaki Dandini, Dekbâzlık vb.
Çeviriler: Savruk, Kocalar Mektebi, Kadınlar Mektebi, Okumuş Kadınlar, Tartuffe.
kaynak:nkfu
Taptuğun dergahına kırk yıl hep doğru odun taşıdığı rivayet edilen Yunus için anlatılanların ne kadarı gerçektir, bunu bilemiyoruz ama yediyüz yıldan beri hep doğruyu, güzeli, iyiyi söyleyen Yunus, elbette ki içi ile, dışı ile, katıksız bağlanışları ile gerçek bir velidir.
Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan.
diyen Yunus’un kalbi Allah’ın hazinelerinden kimbilir nanca nasip almıştı.
«Selçuklar Asrı», Anadolu’nun maddî ve manevî mânâda «Altın Asrı »dır. Bu asır faziletin dilini, kâh Yunus’un ilâhisine, kâh Mevlâna’nın semasına terketmiştir… İnanışların en katıksızı Yunus’tadır… Sözün en vecizi Yunus’tadır. İman Yunus’tadır… Aşk Yunus’tadır.
Taptuk’un dergâhında pise pişe bir kor haline geldi. Gitti her yeri nuruyla doldurdu. Ama kendisini hep o mütevazı kalıbın içinde mahviyetkâr bir ruh olarak gördü.
Taptuğu yüzüstü bırakıp dergâhtan kaçmasını herkes başka türlü yorumlar. Lâkin biz Yunus’un «Dergâha yük olmaması için kaçtığını» sanıyoruz. Yunus hangi makama erdiğini bilmiyordu… Şeyhi Taptuğa yalnız bu konuda inanmamıştı. Fakat bir âsâ, bir abâ ile dağlara düştüğü gün «Erenlerden» olduğunu başkalarından duydu. Döndüğü zaman Taptuk kendisini kabul etti ama tarizde de bulunmadan edemedi.
«— Sen ne mertebede olduğuna biz söylediğimiz zaman inanmadın da, yabancılardan duyunca mı inandın?»
Taptuk kerâmet göstermişti. Yunus Tapduğun ellerine kapandı… Yunus, seven adamdır. O serâpa aşktır. İlmi, aşk potasını yakmak için yakıt yapacak kadar aşk adamıydı… O, yaradanı seviyordu. Yaradılanı seviyordu. Bülbül gibi şakıyan Türkçesi ve tevazu ile ne güzel seslenir.
Yaradılanı hoş gör
Yaradandan ötürü
Yalnız bu iki mısra bir insanı şair, bir şairi aşk adamı yapmaya yeter.
Mübarek gecelerde buhurdanlardan ne zaman buhur kokusu yayılırsa, Yunus’un mısraları da bu kokularla birlikte uhrevî bir terennüm halinde Müslüman evlerini doldurup taşar.
Yunus, Mevlâna’nın Mesnevi’de uzun uzun anlattıklarını bir iki mısrada söyliyen bir Velidir.
Mevlâna, Yunus için hatırımızda kaldığına göre şöyle söyler : «İlimde hangi merhaleye ulaştımsa, karşımda Yunus denilen Türkmen dervişini gördüm.»
Bir başka rivayet daha vardır. Güya Yunus Mevlâna’nın Mesnevi’sini dinledikten sonra :
— Güzel, güzel ama demiş; uzun yazmışsın.
Hazret-i Mevlâna Türkmen Dervişi dediği Yunus’a sorar :
— Sen olsan nasıl yazardın?
«Ben olsam» der koca Yunus :
Etle deriye büründüm,
Yunus diye göründüm.
der. Eskişehir’de mezarı olduğu söylenir… Karaman’da Yunus’a ait bir mezar bulunduğu iddia edilir. Ama Yunus’un yattığı yer Mevlâna’nın deyimiyle «Ârif olan kişilerin kalpleri»dir…
kaynak:nkfu
Hazım Körmükçü (1898 – 1944)
Tanınmış bir Türk aktörüdür. İstanbul’da doğdu. Babası sarayda solfej öğretmeniydi. Küçük yaşta müzikle uğraşmaya başladı ve bu zevkini, ölümüne kadar da muhafaza etti.. Sesi «davudi» denilen gür bir baritondu. Birçok komedilerde klâsik usule uygun şarkılar okurdu. Ut ve keman çalmasını da bilirdi. Karagöz oynatmayı çok küçükken öğrenmişti. Darülbedâyi’ye 1917’de, Vasfi Rıza ile birlikte girdi. Sanatın bütün çilesini tam mânası ile çekti. Anadolu turnelerinden eksik kalmadı.
Hâzım Körmükçü, 1927’de başlanıp da ancak üç yıl sonra Paris’teki Tobis-Klangfilm stüdyolarında seslendirilebilen ilk Türkçe sesli filimde, «Kaçakçılar» da rol alarak filmcilik hayatına da atıldı. «Karım Beni Aldatırsa» (1933), «Söz Bir Allah Bir» (1933) gibi operet filmlerinde oynadı. Bunların hepsi konuları Almanca’dan adapte edilmiş operetlerdi.
Hâzım Körmükçü’nün asıl şöhretini taklitler, komediler yapmıştır. Musahipzade Celâl’in konularını Osmanlı tarihinden alan «Bir Kavuk Devrildi», «Aynaroz Kadısı», «Mum Söndü» gibi eserlerinde, ağdalı kelimeleri tecvide (Arap söyleşine) uygun kullandığından başarısı büyük oldu. Bilhassa Cemal Reşit Rey’in bestelediği ve kardeşi merhum Ekrem Reşit Rey’in yazdığı «Lüks Hayat», «Beş Saat» gibi operetlerde başarı gösterdi. Ayrıca, İpek-Film’in çevirdiği «Düğün Gecesi», «Karagöz» gibi dokümanter filmler yaptı. «Dadı» komedisinde, o zamanın moda züppesini temsil eden «bob-stil» rolü ile çok sevildi. Hâzım Körmükçü, hayatının son yıllarında, geçim derdine düşerek Beyoğlu’nda bir de piyango gişesi açmıştı. Genç yaşında ölen oğlu Settar Körmükçü de, filim artistliği yapmıştır.
Aynı ismi taşıyan oyuncu bir torunu vardır. Aynı aileden gelen ve Körmükçü soy ismini taşıyan başka oyuncularda bulunmaktadır.
kaynak:nkfu
KRİSTOF KOLOMB >/strong> (1451 – 1506)
Amerika’nın kâşifi, tarihin en büyük denizcilerinden biridir. İtalya’da, o devirde bizim «Ceneviz» dediğimiz Cenova’da doğdu. Babası dokumacıydı. Kolomb’un nasıl bir eğitim gördüğü hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kardeşi Fernando onun hayatı hakkında bir eser yazmıştır ki bu esere göre Kristof, Pavia Üniversitesine girmiş, orada astronomi, geometri, kozmografya okumuştur. Öte yandan, kendisi, 14 yaşından beri gemiciliğe başladığını söylemiştir. Ancak, bütün bunlar Kolomb’un tamamiyle babasının işinden uzak kaldığını göstermiyor, çünkü 1470 1473 yıllarında Cenova’da ticaretle uğraşmıştır.
Kristof Kolomb beş çocuklu bir ailenin en büyük oğluydu. Kendisinden başka iki kardeşi de denizciliğe düşkündü. Bunlardan Bartoldo daima onun sağ kolu olmuş, öbür kardeşi Diego da seyahatlerinde birlikte bulunmuştur.
İlk Seyahatler
Kristof Kolomb daha Cenova’dayken 19-21 yaşları arasında ilk defa denize çıkmaya başlamış, Ege Denizi’ne, bir, iki seyahat yapmıştır. 1476’da dört Cenova gemisinden kurulu bir filoyla İngiltere’ye giderken korsanların hücumuna uğradı. Kurtulan gemilerden biriyle Lizbon’a ulaşabildi. Bundan sonra İngiltere’ye giden Kolomb daha sonra 1477’de İzlanda’ya gittiğini de iddia eder.
1478’de yeniden Portekiz’e giden Kristof Kolomb orada bir kaptanın kıziyle evlendi. Bu arada Lâtince’yi, Portekizce’yi öğrenerek coğrafya kitaplarını incelemeye başladı, dünya hakkındaki görüşü iyice belirdi. Bu arada dünyanın yuvarlak olduğuna inanıyor, hep batıya doğru gidilirse Asya’ya ulaşılacağını ileri sürüyordu. Yalnız, iki hatası vardı. Biri, dünyayı olduğundan küçük sayması, öteki de Asya’yı olduğundan büyük tahmin etmesiydi. Ona göre, Asya’nın doğuya doğru çok yayılmış olması, gittikçe batıya yaklaştığını gösterirdi. Bütün bunlardan başka, o devirde batıya doğru açık denizlerde yolculuk eden birkaç kaptan yüzlerce fersah uzaklarda acayip yapıda sallar gördüklerini söylüyorlardı.
Büyük Plân
Kristof Kolomb, devamlı araştırmaları, görmüş – geçirmiş denizcilerle devamlı temasları sonunda, büyük batı yolculuğuna çıkmaya karar vermişti. Topladığı bilgilere göre, Asya’yı olduğundan büyük kabul ettiği için, 2.500 mil kadar batıya gitmekle Asya’nın doğusundaki adalara ulaşacığını sanıyordu. (Halbuki Kanarya Adaları’ndan Japonya’nın uzaklığı kuş uçuşu 11.000 mildir.)
Bu arada Kristof Kolomb, Portekizlilerin hizmetinde çeşitli deniz seferleri yapmış, kaptan olmuştu. Batıya gitme kararını verince Portekiz Kralı II. Juan’a baş vurarak plânını ona açtı. Kral önceleri Kolomb’un fikrini benimsediyse de çeşitli sebepler yüzünden onun istediği gemileri veremedi. Kolomb da 1484’te İspanya’ya geldi.
Burada sonradan dük olan Medina Celi Kontu ile temasa geçti, ondan büyük misafirperverlik gördü, gene onun vasıtasiyle 1486’da plânını İspanya Kraliçesi İsabella’ya açtı. Yapılan toplantı sonunda teklif orada da geri çevrildi. Kristof Kolomb yalnız seyahat için gerekli masrafın yapılmasını değil, aynı zamanda başka haklar da istiyordu. Bulduğu bütün toprakların kral naipliği ona verilecek, ele geçen ganimetten oda bir pay alacaktı; ayrıca, kendisine derhal amirallik verilmesini de istiyordu. Aynı teklif 1492 ocak ayında İspanyollar tarafından yeniden geri çevrilince, Kolomb Fransa’ya gitmeye karar verdi. Ancak, bu arada ileri görüşlü bazı İspanyollar Kraliçe İsabella’ya çok büyük bir fırsatı kaçırmakta olduğunu söyleyerek onu bu işe razı ettiler. Hemen bir haberci gönderildi, 1492 nisanında Kristof Kolomb’la İspanya sarayı arasında anlaşma imzalandı.
İlk Yolculuk
Yıllardan beri düşündüğü şeyin gerçekleştiğini gören Kolomb büyük bir hızla çalışmaya koyuldu. Birkaç ay içinde üç gemi sefere hazır duruma gelmişti. Bunlar sancak gemisi «Santa Maria» ile «Pinta» ve «Nina» adında daha küçük iki gemiydi. «Santa Maria» nın tayfası 52 kişi, ağırlığı 100 tondu; öteki iki geminin tayfası 18’er kişiydi, «Pinta» 50, «Nina» da 40 tondu. Böylece, amiral ve kaptanları ile birlikte 88 kişiden kurulu filo 3 ağustos 1492’de yola çıktı. İspanya’nın Palos limanından hareket eden gemiler 9 gün sonra Kanarya Adaları’na vardı. Burada ufak-tefek tamirlerden sonra 6 eylülde batıya doğru yola çıkıldı.
Yolculuk önceleri gayet rahat geçiyor, yelkenleri dolduran rüzgârlar gemicileri o çağın bilinmiyen ülkelerine doğru götürüyordu. 17 eylülde tayfalar arasında hoşnutsuzluk başladı. 18’inde bazı kuş sürülerine rastlanması, alçak bulutlar tayfalarda karaya yaklaştıkları kanısını uyandırdı. İki gün sonra kuşlar göründüyse de bir türlü karaya varamıyorlardı. Bundan sonra gene günlerce yollarına devam ettiler. 7 ekimde «Nina» dakiler karayı gördüklerini sandılarsa da yanılmış oldukları çabuk anlaşıldı. 11 ekimde «Pinta» dakiler denizde yüzen bir sırıkla bir sopa buldular. Sopanın üstü demirle işlenmişti. Bu, yolculara rahat bir nefes aldırdı. Aynı günün gecesi Kolomb çok uzakta bir ışık gördü. Birkaç saat sonra, 12 ekim cuma günü sabahın saat 2’sinde, «Pinta» gemisindekiler, ay ışığında, karayı gördüler.
Amerika Topraklarında
Ertesi gün öğleye doğru karaya vardılar. Kristof Kolomb, tayfanın büyük bir kısmiyle birlikte, elinde İspanyol bayrağı, karaya çıktı. Hepsi birden toprağı öperek Tanrı’ya şükrettiler. Burası Bahama takımadalarından Guanahani adasıydı. Kristof Kolomb adaya «San Salvador» adını verdi. Bu, yeni bir kıtaydı. Amerika kıtası keşfedilmişti. Yalnız, Kolomb, bunu bilmiyor, ya Çin, ya da Japonya yakınlarındaki Hindistan Adaları’na geldiğini sanıyordu. Bunun için, o adalara «Batı Hint Adaları» adı verildi, yerlilere de «Hintli» denildi. Bugün de Amerikalılar, İngilizler, daha birçok Batılılar Amerika yerlilerine (kızılderililerine) «Indian», (Hintli), Antil Adaları’ na da «West Indies» (Batı Hint) derler.
Kristof Kolomb bu ilk seferinde şu adaları keşfetti: Santa Maria de la Concepcion (bugünkü Rum Cay), Fernandina (Long Island), İsabella (Crooked Island), Juana (Küba), Hispaniola (Haiti). Bu sonuncu adadan ayrılacakları sırada dümencinin dikkatsizliği yüzünden «Santa Maria» gemisi kayalara çarparak parçalandı. Can kaybı olmadıysa da en büyük gemi elden çıkmıştı. Bunun üzerine, Kolomb tayfadan 44 kişiyi orada bıraktı. Bunlar için geminin enkazından bir kale yapıldı, oraya «La Navidad» adı verildi. Böylece Amerika’da ilk Beyazlar yerleşmiş oluyordu.
4 ocak 1493’te dönüş yolculuğuna çıkan iki gemi çok şiddetli fırtınalarla boğuştuktan sonra martta Avrupa’ya vardılar. Kolomb’un idaresindeki «Nina» önce Lizbon’a uğradı, 15 martta da hareket limanı olan Palos’a vardı. Arkasından da «Pinta» geldi. Kral Fernando ile Kraliçe İsabella Kolomb’u Barcelona’da karşılayacaklardı. Kâşifin Palos’tan Barcelona’ya gidişi muzaffer bir komutanın gidişine benzedi. Yanında, esir ettiği Kızılderililer, Yeni Dünya’dan getirdiği çeşitli hediyeler vardı. Kral ile Kraliçe onu büyük bir törenle karşıladılar. Kendisine «Okyanus Amirali», «Hint Adaları Kıral Naibi» unvanlarını verdiler.
İkinci Yolculuk
Kristof Kolomb ikinci Amerika yolculuğuna 1493 eylülünde başladı. Bu sefer 17 gemiden kurulu bir filoya komuta ediyordu. Gemilerde Amerika’da yerleşmeye giden, hepsi erkek, 1.500 kişi, birçok hayvan, orada yerleşmeye yarıyacak çeşitli malzeme vardı. Ayrıca, yerlileri Hıristiyaniaştırmak için iki de papaz götürüyorlardı. Bu defa 21 günde okyanusu geçerek doğrudan doğruya Antiller’e geldiler. Bu ikinci yolculuk sırasında ilk vardıkları ada Dominica oldu, oradan kuzeye ve batıya doğru giderek Marie Galante, Guadeloupe, Antigua, San Martin, Santa Cruz adalarına ayak bastılar, en sonunda şimdiki Puerto Rico Adası’na gelerek buraya «San Juan Bautista» adını verdiler. 22 kasımda Hispaniola (Haiti) Adası’na gidip La Navidad’ı bulduklarında, kalelerinin yakılmış, bu küçük yerleşmenin dağılmış olduğunu gördüler.
Kolomb bu İkinci seferinde Haiti Adası’nda ilk esaslı yerleşmeyi kurdu, altın madenlerini işletmeye başladı. Adayı kardeşi Diego’nun idaresine verdi. Bu yolculuğunda Jamaika’yı da keşfettikten sonra 1496’da İspanya’ya döndü.
Güney Amerika’nın Keşfi
Kolomb, 1498 yılının 30 mayısında, 6 gemiden kurulu bir filoyla üçüncü yolculuğuna başladı. Bu sefer daha çok güneye doğru gidiyorlardı. Kolomb, uzun bir yolculuktan sonra vardıkları adaya «Trinidad» adını taktı. Daha sonra batıya doğru yola devam ederek Güney Amerika’yı gördü. Burayı da önce bir ada sanmıştı. Günlerce kıyı boylarında dolaştıktan, Orinoko nehrinin çatalağzını gördükten sonra burasının büyük bir kıta durumu gösterdiğini anladı.
Öte yandan, Haiti’de yerleşenler arasında şiddetli anlaşmazlıklar, geçimsizlikler oluyor, Kıraliçe’ye Kolomb’la kardeşleri hakkında sayısız şikâyetler yapılıyordu. Bunun sonucu olarak, Kıraliçe Haiti’nin idaresini devralmak üzere Francisco de Bobadilla’yı Haiti’ye gönderdi. Bobadilla oraya varır varmaz Kristof Kolomb’Ja iki kardeşini yakalattı, zincire vurdurarak ispanya’ya göndermek üzere gemiye bindirdi. Yolda geminin kaptanı, Kolomb’a saygısından, zincirleri çıkarmak istediyse de Kolomb buna razı olmadı, Kıraliçe’nin emriyle yaptığı çalışmaların mükâfatı olan bu zincirleri taşıyarak İspanya’ya gideceğini söv-ledi, öldüğü zaman da zincirlerin kendisiyle beraber gömülmesini istedi.
Kolomb dediğini yaptı, üçüncü yolculuğundan zincirler içinde döndü. Ancak, ölümünden sonra vasiyetinin yerine getirilip getirilmediği bilinmiyor.
Kolomb, İspanya’ya gelince, saraya yazdığı bir mektup sayesinde durumunu düzeltti, hem halk, hem Kıraliçe ona karşı büyük bir sevgi beslemeye başlamıştı. 1502’de Bobadillo’yu yakalayıp memlekete göndermek üzere 30 gemiden kurulu bir filo yola çıkarıldı.
Son Yolculuk
Kolomb’un son yolculuğu 1502 mayısında başladı. Dört gemiyle, 150 kişilik tayfayla yola çıktı. Bu seferinde Jamaika’ya kadar gittikten sonra oradan batıya yöneldi, 30 temmuzda Orta Amerika’ya bugünkü Honduras’a vardı. Ondan sonra, bütün kıyı boyunca güneye doğru indi. Buradaki yerlilerden, karadan birkaç günlük yol ötede bir başka okyanus bulunduğunu öğrendi. Yalnız, oraya gidecek bir yol bulamadı, 1503 yılbaşını Panama’da bir koyda demirlediği gemisinde geçirdi. Kristof Kolomb bu dördüncü, son yolculuğunda birçok fırtınalarla karşılaştı, yerlilerle çarpıştı, birçok kayıp verdikten sonra 1504 haziranında İspanya’ya döndü.
Artık sağlığı iyiden iyiye bozulmuştu. Öte yandan Kraliçe İsabella ölmüştü, Fernando da kendisiyle pek ilgilenmiyordu. Hayatının son yıllarını hasta olarak bir köşede geçirdi, 20 mayıs 1506’da hayata gözlerini yumdu. Ölüsü 1542’de, oğlunun ölüsüyle birlikte, yakıldı, külleri Haiti adasında Dominikan Cumhuriyeti’ne getirildi.
kaynak:nkfu
Alphonse de Lamartine (21 Ekim 1790, Mâcon, Fransa – 28 Şubat 1869, Paris, Fransa)
Ünlü bir Fransız şairi ve devlet adamıdır. Bir asilzadenin oğludur. Mâcon kasabasında doğdu. Annesi çok zeki, bilgili bir kadındı. Oğlunda sanat zevkinin uyanmasında büyük etkisi olmuştur.
Lamartine küçük yaşta Lyon’da bir okula gönderildi, orada iki yıl kaldıktan sonra, yatılı hayatın yalnızlığına dayanamadığı için kaçtı. Dört yıl da Belley kolejinde okuduktan sonra eve döndü, öğrenimine kendi başına devam etti.
Lamartine, 1811’de İtalya’ya gitti. Napoli’de, bir balıkçının kızı ile ilişki kurdu. Kız, tütün işçisiydi. Lamartine onu, Graziella adı ile anarak, bu addaki eserinde ebedileştirdi. Napoleon’un Moskova bozgunundan sonra, imparatorluk düşünce, askerliğe heves ettiyse de bu meslek sonradan hoşuna gitmediği için bundan da vazgeçti. 1816 eylülünde sağlık bakımından bir süre kalmak üzere gittiği Aix-les-Bains’de bir kadına tutuldu. Ertesi yıl, Elvire diye andığı bu genç kadın ölünce Lamartine, duygularını belirten en güzel şiirlerini yazdı. Istırap, şairi olgunlaştırmıştı. Bu şiirlerin pek meşhur olan bir tanesi de «Göl» adındadır. İlk şiir kitabı 1820 martında basıldı. On gün sonra Lamartine, Napoli elçiliğine ataşe tâyin edildi. O sırada, Cenevre’de, bir İngiliz kızı ile evlendi.
Lamartine Napoli’de bir yıl kaldı, üç yıl sonra Floransa elçiliği kâtipliğiyle gene İtalya’ya gönderildi. 1821’den 1825’e kadar Saint-Point’da bir şatoda yaşadı. Eserlerinin önemli bir kısmını burada yazdı. 1830 ihtilâli, onu yeniden harekete geçirdi. 1831 seçimlerine girdiyse de kazanamadı. 1832’de Doğu’ya uzun bir geziye çıktı. Bir yaşındayken ölen oğlunu unutamıyordu. Kızı Julia ile karısını da bu geziye götürdü. Yunanistan’ı, Suriye’yi, Filistin’i gezdiler. Kızı Beyrut’ta öldü. Kendisi de hastalandı. Bulgaristan’da bir kasabada yattı. Sonra Fransa’ya döndü. Suriye’deyken, milletvekili seçildiğini öğrendi. Meclis’te hiçbir partinin tarafını tutmamakla beraber, nutukları ile büyük bir başarı sağladı. Bu arada ölüm cezası aleyhinde, köleliğin kaldırılması lehinde, bulunmuş çocuklar, basın hürriyeti, Napolyon’un kemiklerinin Fransa’ya getirilmesi için söyledikleri çok derin yankılar yarattı. 1839 – 1842 arasında, güttüğü siyaset belirlileşti. Liberal, insancı, barışçıydı.
1843’te kesin olarak muhalefete geçti. 1847’de yayınladığı «Jirondenlerin Tarihî» adlı eseri, siyasi temayülünü belirtir. 1848 ihtilâlinde önemli rolü oldu. Geçici hükümete devlet bakanı olarak girdi. 1851 hükümet darbesi onun da siyasi hayatına son verdi.
Lamartine’in ihtiyarlığı hayli acı geçmiştir. Süse, şatafata düşkünlüğü, hesapsızlığı yüzünden beş milyon frank borca girmişti. Para kazanmak için tarih ve edebiyat konularında durmadan çalışıyordu.
Lamartine, Fransız romantik şairleri içinde en duygulu bir sanatçı olarak tanınmıştır. Fransız şiirinde gerçek lirizmin kurucusudur. Edebiyatın birçok ifade tarzlarını denemiştir. Şiirlerinin konularını, ana temalarını, daha çok, insanın kaderi karşısında vardığı düşünceler meydana getirir. İnsanın doğduğu çevrelerin ilki olan aile, sevgi ve tabiat Lamartine’i en çok düşündürmüş içlendirmiş konulardır. Ölüm belki de anlatttığı duyguların en kuvvetlisidir. Çünkü Lamartine kendi hayatında birçok ölüm olayları ile karşılaşmış, Graziella’sını, küçücük oğlunu, kızını, karısını, annesini kaybetmişti. Şiirlerinin dili çok sade, son derece ahenkli, zaman zaman benzetmeler ile süslüdür. Tarihe ait eserlerinde, gerçeklere tamamen bağlı kalmıştır.
Lamartine’in 63 cilt tutan müsveddeleri Paris Millî Kütüpanesindedir. Başlıca eserleri şunlardır:
Şiir. — «Premieres Meditations Poetiques» (İlk Şairce Düşünceler, 1820); «Nouvelles Mediations Poetiques» (Yeni Şairce Düşünceler, 1823); «La Mort de Socrates» (Sokrates’in Ölümü, 1823); «Jocelyn» (1836); «La Chute d’un Ange» (Bir Meleğin Düşüşü, 1838 )
Roman. — Graziella (1849); Raphael (1849); Genevieve (1851).
Tarih. — «L’Histoire des Girondins» (Jirondenler’in Tarihi, 1847); «L’Histoire de la Revolution de 1848 (1848 İhtilâli’nin Tarihi, 1849); L’Histoire de la Turquie» (Türkiye Tarihi, 1854- 1855); L’Histoire de la Russie (Rusya Tarihi, 1855).
kaynak:nkfu
LA ROCHEFOUCAULD (15 Eylül 1613, Paris, Fransa – 17 Mart 1680, Paris, Fransa)
Tanınmış bir Fransız fikir adamıdır. Paris’te doğdu. Ünlü kimseler yetiştirmiş asilzade bir ailenin oğludur. Pek sağlam bir öğrenim görmediyse de, kibar çevrelerde, sarayda tanındı, devrinin meşhur kadınları ile yakın dostluklar kurdu. Madame de Longueville, Madame de Sable, Madame de Sevigne bunların başlıcalarıdır. Bu arada Madame de Chevreuse’le olan ilgisinden ötürü 8 gün hapsedildi, sonra 2 yıl kadar sürgüne gönderildi.
La Rochefoucauld’nun hayatının büyük bir kısmı «La Fronde» denen iç savaşlarda mücadele ederek geçti. Bu arada birkaç kere yaralandı, bir gözünü kaybetti. Yaşlanınca kendini edebiyata, fikir çalışmalarına verdi, mektuplarını, hatıralarını toplayarak yayınladı. En önemli eseri «Maximes» (Düşünceler) dir. Bu kitabı, ahlâka, toplum hayatına dair yazdığı özlü sözlerden meydana gelmiştir.
kaynak:nkfu
Vladimir İlyiç Lenin (22 Nisan 1870 – 21 Ocak 1924)
Rusya’daki komünizm hareketinin öncüsü, Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan bir Rus devrimcisidir. Asıl adı Vladimir İlyiç Ulyanov’dur, İhtilal sırasında Lenin adını almıştır.
Lenin, Volga üzerindeki Simbirsk şehrinde doğdu. Babası, bir eğitim müfettişi, annesi ise orta halli bir köylü kadını idi. Lenin’in beş kardeşi de hayatlarını devrimciliğe adamışlardı. Ağabeylerinden biri 1887’de Çar III. Aleksandr’a suikast yapmakla suçlandırılarak asıldı. Bu olayın, Lenin’in hayatı üzerinde büyük etkisi olmuştur.
Lenin, lise öğrenimini Simbirsk’te yaptıktan sonra Kazan ve Petersburg üniversitelerinde hukuk okudu. 1893’te Petersburg’a gittikten sonra, Marx’ ın eserlerini incelemekten başka bir işle ilgilenmedi. «İşçi Sınıfının Kurtarılması İçin Savaşanlar Birliği» adlı bir siyasi topluluğa katıldıktan bir süre sonra, 1895’te, Sibirya’ ya sürüldü. 1900’e kadar burada kaldı, serbest bırakıldıktan sonra, Rus Sosyal Demokrat Partisi tarafından teşkilat ve propaganda için yabancı ülkelere gönderildi. 1917’ye kadar Batı Avrupa’da kaldı. Bu sırada, bazı arkadaşları ile birlikte «Iskra» (Kıvılcım) adlı devrimci bir gazete çıkardı. Bu gazete Rusya’ya da gönderiliyor, gizlice halka dağıtılıyordu. 1903’te, parti içindeki çatışmalar, Londra Konferansı’nda Lenin’in çoğunluk kazanmasını sağladı. Bolşevik partisinin kuruluşu, Londra Konferansı’nın sonucudur.
Lenin, 1903 – 1917 yılları arasında liderliğini ettiği grubun 1905 Devrimi’ne hazırlanması, Çarlık Meclisi’ne, Birinci Dünya Savaşı gerçeklerine karşı tavır alması konusunda çalıştı. 1917 devrimi üzerine Rusya’ya döndükten sonra iktidarın derhal, asker, işçi ve köylülerden meydana gelendir kurul olan Sovyetler’e verilmesi gerektiğini ileri sürdü. 1917 yılının başlangıcından ekim ayına kadar Kerenskiy hükümetine muhalefet etti. Savaşa son verilmesi, köylülere toprak dağıtımı yapılması için çalıştı. Bu tutumundan dolayı, Almanlar’la işbirliği yapmakla suçlandırıldı, bunun üzerine Lenin Finlandiya’ya sığınmak zorunda kaldı. Ağustos ayında Bolşevik partisinin hazırladığı ayaklanma yenilgiye uğradı. Ekim ayındaki ikinci ayaklanma sonunda Bolşevikler, iktidarı ele geçirdiler. Lenin, hükümetin başına geçti. Almanlar’la Ruslar arasındaki savaşın sonuçlandığını bildiren Brest – Litovsk Antlaşması’nı imzaladı. Hayatının son yedi yılını, savaşın sona erdirilmesi, iç savaşın kazanılması, Beyazlar’a, komünist aleyhtarlarına karşı konulması, açlık meselesinin ortadan kaldırılması için yaptığı çalışmalarla geçirdi. 1921’de Yeni Ekonomi Siyaseti (N. E. P.) diye tanınan plânlamayı hazırladı. 1924’te öldü, Moskova’da yapılan büyük bir kabre gömüldü. Lenin’in vücudu, özel bir işlemle, sürekli olarak muhafaza edilebilecek duruma getirilmiştir ve bugün vücudunu örten bir cam kubbenin gerisinden, bütün ziyaretçileri onu görebilmektedirler.
kaynak:nkfu
Ruggero Leoncavallo (1858 – 1919)
Tanınmış bir İtalyan opera bestecisidir. Daha çok «I Pagliacci» (Palyaçolar) adındaki operası ile tanınmıştır.
Leoncavallo, Napoli’ de doğdu. 20 yaşına gelmeden ilk operası “Chatterton”u tamamlamıştı. Bir emprezaryo bu operayı sahneye koyacağını ileri sürerek Leoncavallo’nun elindeki bütün parayı aldı, ortadan kayboldu. Leoncavallo’nın geceleri eğlence yerlerinde piyano çalıp şarkı söyleyerek hayatını kazanmaktan başka çaresi kalmamıştı. Yeni işler peşinde Mısır’da, Yakın Doğu ülkelerinde dolaştıktan sonra Fransa’ya geçti. Bir zaman sonra opera bestelemek hevesine kapıldı. Wagner’in seri operaları gibi eserler bestelemek istiyordu. Paris’te geceleri kabarelerde piyano çalarak hayatını kazanıyordu.
Leoncavallo, İtalya’dayken genç bir müzisyen arkadaşının, karısını kamayla öldürdüğünü hatırlamıştı. Bu olay güzel bir trajik opera konusu olabilirdi. Ünlü «Palyaço» operasını bu olaydan ilham alarak besteledi. «Palyaço» 1892’de Milano’da sahneye kondu. Daha ilk gece, çok beğenilmiş, Leoncavallo meşhur oluvermişti. Leoncavallo bundan faydalanarak öbür operalarını da sahneye koymak istediyse de hiçbiri «Palyaço» nun başarısına ulaşamadı. Bu arada, Puccini’nin bestelediği «La Boheme» operasını Leoncavallo da bestelemişti. Yalnız Puccini’ nin karşısına çıkmayı göze alamadı.
Leoncavallo, ömrünün son yıllarını hayatta yenilgiye uğramış, kederli bir insan olarak geçirmiştir.
kaynak:nkfu
John Locke (29 Ağustos 1632, Wrington, Birleşik Krallık – 28 Ekim 1704, High Laver, Birleşik Krallık)
Ünlü bir İngiliz filozofu, XVIII. yüzyılın en Önemli düşünürlerinden biridir. Düşünce hürlüğünü, eylemlerimizi akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa’daki «Aydınlanma ve Akıl Çağı» nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir.
John Locke, Bristol yakınlarında, Wrington’da doğdu. Babası küçük bir toprak sahibiydi, ibadette sadelik is-tiyen Püriten mezhebinin koyu bir tarafçı-sıydı. Locke’un daha sonra ileri sürdüğü öğrenim kuramlarında babasının büyük etkisi sezilir. Locke, yüksek öğrenimini Oxford Universitesi’nde yaptı, en çok tabiat bilimleriyle tıp okudu. Hayata atıldıktan sonra hem yazar, hem de siyaset adamı olarak çalıştı. Önce Brandenburg Dükalığı’nda İngiliz elçiliği kâtibi olarak bulundu. İngiltere’ye döndükten sonra da 8 yıl Shaftbury adında bir İngiliz aristokratının yanında özel hekimlik yaptı. 1683’te Shaftsbury’nin Holânda’ya kaçmak zorunda kalması üzerine Locke da, İngiltere’den ayrıldı. Ancak 1689’da, İkinci İngiliz Devrimi başarı kazanınca İngiltere’ye dönebildi.
Locke, bütün eserlerinde gelenek ve otoritenin her çeşidinden kurtulmak gerektiğini, insan hayatına ancak aklın kılavuzluk edebileceğini ileri sürer. Bu düşünceleriyle, liberalizmin, tabiî din anlayışının, rasyonel (akılcı) pedagojinin öncüsü olmuştur. En önemli eserleri «An Essay Concerning Human Un-derstanding» (İnsanın Anlayış Gücü Üzerine Bir Deneme), «Some Thoughts Concerning Education» (Eğitimle İlgili Bazı Düşünceler)dir.
kaynak:nkfu
Jack London (12 Ocak 1876, San Francisco, Kaliforniya, ABD – 22 Kasım 1916, Glen Ellen, Kaliforniya, ABD)
Tanınmış bir Amerikan romancı ve hikâye yazarıdır. İrlandalı astrolog W. H. Chaney’in gayrımeşru oğludur. Jack’in doğumundan 1,5 yıl sonra annesi, John London adında bir adamla evlendi. John London, karısının oğlunu evlat edindi. Bakkal dükkanı işleterek, tavuk besleyip satarak, pansiyonculuk yaparak kıt kanaat geçiniyorlardı.
Jack London, sonradan, çocukluk günlerini anlatırken, yoksulluk yüzünden hayatının en tatlı çağının zevkini çıkaramadığını, bunun da daima içinde ukte olarak kaldığını söylemiştir.
Jack London, küçük yaştan okumaya merak sarmıştı. Bir yandan da para kazanmak için bulduğu her işi yapıyordu. Bir ara, Japonya, Sibirya limanlarına uğrayan bir yük gemisinde iş buldu, böylece yabancı ülkeleri görüp tanıdı. 19 yaşındayken Oakland Ortaokulu’na girdi.
Günde 18 saat çalışarak her konuda kendini yetiştirdi. Kaliforniya Üniversitesi’ne girmek istiyordu. Gösterdiği büyük gayret sayesinde bu isteği yerine geldiyse de daha ilk yılını tamamlamadan annesiyle üvey babasına yardım edebilmek için öğrenimini yarım bırakmak zorunda kaldı.
1896’da Amerika’da Klondike bölgesinde altın bulunmuştu. Jack London da, talihini denemeye, altın bölgesine gittiyse de, altın bulamadan geri döndü. Yalnız, bu altın arayıcılığı Jack London için faydalı olmuştu. Milyonlarca nüsha satılan, çeşitli dillere çevrilen eseri «The Call of the Wild» (Vahşetin Çağırışı) romanının konusunu bu maceradan almıştır.
Jack London, altın arama macerasından sonra yazı yazmaya başlamıştı. İlk hikayeleri, 1900’de «Overland Monthly» adındaki aylık dergide yayınlandı. Gene aynı yıl «The Son of the Wolf» (Kurdun Oğlu) adındaki eseri çıktı.
1903’te yayınlanan «Vahşetin Çağırışı» o güne kadar yazılan en güzel köpek hikâyesi olarak tanınmıştır. «Sea Wolf» (Deniz Kurdu), «Martin Eden», «Burning Daylight (Yanan Gün Işığı) daha çok kendi hayatını anlatan eserlerdir.
Jack London, romantik konuları, gerçek bir çevre, gerçek karakterler kullanarak işlemesiyle ün kazanmıştır. 1913’te dünyanın en çok kazanan yazarı olarak tanınmıştı.
Sürdüğü macera dolu hayat, Jack London’u çok yıpratmış, vakitsiz ihtiyarlatmıştı. Yazar, kendi hayatından ilham alarak yazdığı «Martin Eden» romanında olduğu gibi kendi eliyle hayatına son verdi.
kaynak:nkfu
Pierre Loti (14 Ocak 1850, Rochefort, Fransa – 10 Haziran 1923, Hendaye, Fransa)
Türk dostu olarak tanınmış bir Fransız romancısıdır. Asıl adı Julien Viaud’dur. Rochefort kasabasında çok denizci yetiştirmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kendisi de denizci olmak istedi, ama bu, daha çok, denizciliği değil, yalnızlığı, seyahati, doğayı sevdiğindendi. Bir savaş gemisinde güverte subayı olarak, dünyanın hemen bütün denizlerini gezdi. İlkel ülkelere karşı büyük bir hayranlık duyuyordu. Tahiti, Senegal, kendini dünyaya yeni kabul ettirmiş olan Japonya, o devrin İstanbul’u, Haliç’i Loti’yi çeken diyarlar oldu. Gördüğü yerlerle ilgili, şiir dolu romanlar yazdı. «İzlanda Balıkçısında kuzey hayatını, «Ramunço»da Bask ahalisini, «Bir Sipahinin Romanı»nda Afrika’yı, «Raarhu»da Tahiti’yi, «Madame Chrysantheme»de Çin ve Japon yaşayışını canlandırdı.
Pierre Loti’nin, İslâm ülkelerine karşı büyük bir eğilimi vardı. İstanbul’da, II. Abdülhamit devrinde yaşadığı gizli bir aşk macerasını, büsbütün acılaştırarak, «Aziyade» (Azade) ormanında canlandırdı. Haliç’in, İstanbul’un o devirde yabancılara hayli esrarlı görünen harem hayatı hakkında anlattığı hikâyeler kendi memleketinde de çok ilgiyle karşılandı. Pierre Loti «Vers Ispahan» (İsfahan’a Doğru), «Les Desenchantes» (Kırgınlar) adlı eserlerinde Doğu ülkelerinin büyüsünü dilediği gibi yaşattı. İstanbul’a birkaç defa geldi. Millî Mücadele’de Türkiye’yi kuvvetle destekledi. Hayatını, günlük notlar halinde yazıyordu. Sağlığında bunun iki cildini yayınladı. Ölümünden sonra, vasiyetine uyularak, Saint-Pierre d’Oleron’da atalarının bahçesinde, taş dikilmeden, toprağın tâ derinlerine gömüldü.
kaynak:nkfu
XV. Louis (15 Şubat 1710, Versay Sarayı, Versay, Fransa – 10 Mayıs 1774, Versay Sarayı, Versay, Fransa)
Fransız kralıdır. «Louis le Bien-Aime» (Sevgili Louis) diye ünlüdür. 1715’te 5 yaşında büyükbabasının babası XIV. Louis’ nin yerine geçti, 59 yıl saltanat sürdü. Devrinde Fransa, gücünün, medeniyetinin en yüksek noktasına erişti; yalnız en güçlü Hıristiyan devleti olma sıfatını kaybetti. Yerine İngiltere geçti.
XV. Louis, babası da, büyükbabası da, XIV. Louis’nin sağlığında öldükleri için, XIV. Louis ölünce, onun yerine geçti. Orleans Dukası, kral naibi oldu, naipliği 1723’e kadar 8 yıl sürdü, XV. Louis 1726’da, Lehistan Prensesi Marle Leczinska ile evlendi; bu evlenme, Fransa’nın Lehistan’ı Almanya ve Rusya’ya karşı destekleme siyasetine daha çok hız verdi.
1726’dan 1743’e kadar Kardinal Fleury’nin akıllı, iyi başbakanlığı sırasında Fransa, biraz kalkındıysa da, sonra onun kadar değerli bir başbakan bulunamadı. XV. Louis de günden güne devlet idaresini elinde toplamaya başladı. Bir gözdeler saltanatı, akıl almaz israflar, Fransa’yı perişan etti. Lehistan Veraseti savaşlarına son veren 1738 Viyana Antlaşması, Avusturya Veraseti savaşlarına son veren 1748 Aahen (Aix-la-Chapelle) Antlaşması üzerine Fransa, İngiltere ve Prusya’nın yanında sönük kaldı. 1756-63 Yedi Yıl Savaşları da, Fransa için iyi geçmedi. Fransa, pek önem de vermediği birçok sömürgesini, bu arada Kanada’yı İngiltere’ye bırakmak zorunda kaldı. Artık İngiltere, yalnız Avrupa’nın değil, Hindistan’ın büyük bölümünü de ele geçirerek, dünyanın en büyük devleti haline yükselmişti.
XV. Louis’nin saltanatı sonuna yaklaşırken, memnuniyetsizlik çok artmış, büyük fikir adamları, bir ihtilalin tohumlarını iyiden iyiye ekmişlerdi. Kralın Mine De Pompadour, Mme Du Barry gibi metresleri, Fransa’nın iç ve dış siyasetinde acıklı roller oynadılar. Osmanlı’nın Rusya’ya yenilmesi ve bunun sonunda Lehistan’ın parçalanıp büyük devletler arasından ebediyen silinmesi karşısında Fransa, hiçbir şey yapamadı. İngiltere’nin, Prusya’nın yarattığı tehlike karşısında, geleneksel düşmanı Avusturya’ya yaklaşmak zorunda kaldı. Avusturyalılardan nefret etmeye alışmış olan Fransız halkına bu durum pek ağır geldi, son derece sevilen kralı halktan uzaklaştırdı.
kaynak:nkfu
Niccolò Machiavelli (3 Mayıs 1469, Floransa, İtalya – 21 Haziran 1527, Floransa, İtalya)
Ünlü bir İtalyan devlet adamı ve yazarıdır. Floransa’da doğdu. Otuz yaşından sonra siyaset alanında kendini göstermeye başladı. O zaman dış siyaseti idare eden «Onlar Kurulu» na 1498’de genel sekreter seçildi. Koyduğu bir kural dolayısı ile şöhret kazandı: «Gaye, vasıtayı meşru kılar». Maksada ulaşmak için her çareye başvurmak, Machiavelli’nin olduğu kadar, ona uyanların da kuralı oldu. Onlar dostluk, sevgi, bağlılık, merhamet gibi insanlık duygularının hiçbirini, varılacak hedef için bir engel saymıyorlardı. Machiavelli de, hayatında bu kurala uyarak yükseldi, tarihe de, hilenin, zalimliğin, kurnazlığın, bencilliğin örneği diye geçti.
Bazı yazarlar onu yalnız İtalya söz konusu olunca böyle hareket eden, memleket menfaatini her şeyin üstünde tutan gerçek bir yurtsever olarak tanıtırlar.
Machiavelli, siyaset adamı olduğu kadar, bir yazardı da. 1512’de, «Onlar Kurulu»ndan çıkarılınca yalnız eser yazarak geçindi. 13 yıl süren bu devrede şiir, tiyatro siyaset kitapları yazdı. En tanınmış eseri «Il Principo» (Prens)tir. Bu eserinde devlet idaresi hakkındaki düşüncelerini anlatır.
kaynak:nkfu
Sir Robert Stephenson Smyth BADEN-POWEL (22 Şubat 1857, Paddington, Londra, Birleşik Krallık – 8 Ocak 1941, Nyeri, Kenya)
İlk İzcilik Teşkilâtını kuran İngiliz askeridir. Öğrenimini Charterhouse’da yapmış, 1876’da orduya katılmıştır. Hindistan’da, Afganistan’da ve Güney Afrika’da vazife almıştır. Emrindeki 1.200 askerle Mafeking’de 215 günlük bir kuşatmaya dayanmış, bu başarısından dolayı tuğgeneralliğe yükseltilmiştir.
Afrika’da Boer Savaşı sırasında İngiltere’ den gelen tecrübesiz askerlerin eğitimini üzerine alan Baden – Powell, bu ödevini İzcilik kurallarını kullanarak başarmıştı. Gençlerin açık arazide ve dağlık bölgelerde hareket etmekte zorluk çektiklerini görerek İzcilik konusunda bazı kurallar meydana getirdi.
1903’te İngiltere’ye döndüğünde, genç çocukların yetiştirilmesinde ordudaki tecrübelerinden faydalandı. 1907’de Brownsea adasında bir kamp kurdu. Bir yıl sonra «Erkek Çocuklar İçin İzcilik» adlı kitabını yayınladı ve İzcilik Teşkilâtını kurdu. Kız kardeşi Agnes, Baden – Powell’in yardımı ile kız izciler için de bir teşkilât meydana getirdi. Baden-Powell 1910’da ordudan ayrıldı.
kaynak:nkfu
Eski Yunan tarihinde, Sparta Kanunlarını yapmış olduğu sanılan bir kimsedir. Lykurgos, Sparta’nın öteki Yunan eyaletleri arasında en güçlü duruma yükselmesini Lykurgos sağlayan idare düzeninin, askerlik kurallarının kurucusu diye anılırsa da bazı tarihçiler, hakkında anlatılmış olan hikayelerin çoğundan, hatta onun gerçekten yaşamış olduğundan bile şüphe ederler.
Ünlü tarihçi Herodotos’un anlattığına göre, Lykurgos Kral I. Agis’in oğluydu. Bazı tarih eserlerde onun Girit, Mısır, İyonya gibi ülkelerde, başkalarında ise İspanya’da, Libya’da, Hindistan’da uzun uzun yolculuk etmiş olduğu anlatılır. Lykurgos’un M.Ö. 800 de yaşamış olduğu söylenir. Bazı tarihi kaynaklara göre, gezdiği ülkelerin idare şekillerini, kanunlarını incelemiş olan Lykurgos, Sparta’ya döndükten sonra, kendisine Sparta kanunlarını düzenlemesi teklif edilmişti. Gene Herodotos’un anlattığına göre, Lykurgos, Sparta geleneklerini bütün bütün değiştirerek yepyeni bir idare düzeni kurmuştu. Özellikle askerlik alanında yaptığı değişiklikler, Sparta’ da cesur, dayanıklı, kabiliyetli askerlerin yetiştirilmesine, halk arasındaki zayıf, sıhhatsiz kimselerin yaşatılmamasına yol açmıştı.
Lykurgos, meydana getirdiği bu yeni kanunlardan, kurduğu devlet şeklinden sonra yeni bir yolculuğa çıkmak üzereyken, Spartalılar’dan, kendisi dönünceye kadar bu alanlarda hiçbir değişiklik yapmayacaklarına dair söz aldı. Sonra Sparta’dan, bir daha dönmemek üzere ayrıldı, böylece, kurduğu düzenin hiçbir zaman değiştirilmeden sürdürülmesini sağladı.
kaynak:nkfu
Serge Voronoff (10 Temmuz 1866 – 3 Eylül 1951 )
Rus asıllı, Fransız uyruklu ve «Gençlik Aşısı» üzerindeki çalışmaları ile ün kazanmış olan bir bilim adamıdır.
Voronej’de doğan Voronof, tıp öğrenimini tamamladıktan sonra Fransa’daki Rus hastanesinin baş operatörü oldu. 1921’de College de France’da cerrahi kürsüsüne getirildi. O tarihten sonra hormonlar üzerindeki çalışmaları ile büyük bir ilgi toplayarak çağının ünlü kişileri arasına girdi.
Voronoff, denemelerini önce hayvanlar üzerinde yaptı. Sonraları genç maymunların hormon-yumurtalıklarını ihtiyarlara aşılama prensibini savundu ve denemeler yaptı. Bu arada tiroid bezlerinin aşılanma suretiyle gençleşmeyi doğuracağını ileri sürdü. Çağında, isminden çok bahsedilen ye denemeleri üzerinde ağır eleştirmeler yapılan Voronoff, bu «gençleşme» alanında birçok yazılar ve kitaplar yazdı. «Gençlik aşısı» alanında önemli bir başarı elde edemiyen Dr. Voronoff Lozan’da, 85 yaşında öldü.
kaynak:nkfu
YAHYA EFENDİ ( 1553 – 1644)
Büyük Türk şairi ve devlet adamıdır. İstanbul’da doğdu. Babası 1593’te Şeyhülislâm iken 79 yaşında ölen, büyük bilgin, Ankaralı Bayramzâde Hacı Zekeriya Efendi’dir. Mükemmel bir tahsilden sonra, derece derece yükselerek 1622’de babası gibi Şeyhülislâm oldu. 27 şubat 1644’te 91 yaşında bu makamdayken öldü. Sultanselim’de babasının yanına gömüldü. 9 padişah görmüş olan Yahya Efendi, Osmanlı Şeyhülislâmlarımın en büyüklerinden bîridir. Büyük bir liyakatle makamını doldurmuş, Osmanlı tarihinin karışık devirlerinde önemli devlet hizmetlerini başarı ile yapmış, IV. Murat gibi amansız bir diktatörün ve Sultan İbrahim gibi zabtu rabta alınması çok zor bir hükümdarın üzerinde nüfuz kurmuş, saygı görmüştür. IV. Murat kendisine: «hocam» ve «babam» diye hitap ederdi.
Yahyâ, klâsik Türk şiirinin en büyük şahsiyetlerinden biridir. Baki ile Nef’î arasında yetişen Türk şairlerinin en büyüğüdür. Kendisinden sonra gelenler onu taklit etmişlerdir. Nedîm bile, yüzyıl sonra onu üstad tanımıştır. Dili çok temiz, basit ve akıcıdır. Küçük, fakat çok değerli divanı, Ibnülemin M. K. İnal tarafından mükemmel bir şekilde yayınlanmıştır.
kaynak:nkfu
Thomas Mann (6 Haziran 1875, Free City of Lübeck – 12 Ağustos 1955, Zürih, İsviçre)
Son çağ Alman edebiyatının en ünlü yazarlarından biridir. 1929’da Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmıştır. Lübeck’te doğdu, zengin bir tüccarın oğluydu. Annesi Brezilya’dan gelin gelmişti. Thomas Mann, babası ölünce, 15 yaşında, annesi ile birlikte Münih’e taşındı. Orada bir sigorta şirketinde çalışmaya başladı. Bir yandan da, şiirler, hikâyeler yazıyordu.
«Düşmüş» adındaki bir hikâyesi onu kısa zamanda edebiyat çevrelerine tanıttı. Ondan sonra, «Buddenbrook’lar» adındaki romanı ile daha büyük ün kazandı. Thomas Mann bu eserinde, eski bir Alman ailesini ele alıyordu. Eser Fransızlar’ın biçimciliğiyle Almanlar’ın özcülüğünü birleştirmiş, Fransızlar’ın mantık tahlillerini Almanlar’a has şiir ve müzik dehası ile işlemiştir.
Yazarın en çok ilgi toplayan eseri «Zauberberg» (Sihirli Dağ)dır. Yazar, bu eserini 12 yılda tamamlamıştır. Ciğerlerinden hastalanan karısını İsviçre’de bir sanatoryuma yatırdığı zaman bu eseri yazmayı düşünmüştü. Sihirli Dağ, ondan medet uman, çeşitli ülkelerden gelme bir sürü insanla doludur. Dağ onlara takvimi unutturur, günler, aylar, yıllar, sessiz bir hiçlik içinde ebediyete doğru akar gider. Mann, bu eserinde, XX. yüzyıl insanının dertlerini açıklamaya çalışmıştır. Thomas Mann’ın bunlardan başka başlıca romanları «Josef-Tetralogie», «Lotte in Weimar», «Dr. Faustus»tur.
Almanya’da Naziler iş başına gelince, Thomas Mann’ın eserlerini yaktılar. Bunun üzerine, yazar Amerika’ya göç etti, ömrünün son yıllarını orada konferanslar vererek, çeşitli makaleler yazarak geçirdi.
Thomas Mann ile ağabeysi Heinrich Mann (1871-1950) son çağ Alman edebiyatında büyük etki yaratmış yazarlardır. Heinrich Mann’ın en tanınmış eseri «Prof. Unrat»tır. Bu eser, konusu üzerine çevrilen filimden dolayı, daha çok «Mavi Melek» diye bilinir.
kaynak:nkfu
Pietro Mascagni (7 Aralık 1863, Livorno, İtalya – 2 Ağustos 1945, Roma, İtalya)
Tanınmış bir İtalyan opera bestecisidir. «Cavalleria Rusticana» adlı bir perdelik operası ile bir gece içinde dünya çapında bir şöhret kazanmıştır.
Mascagni, Liverno’ da doğdu. Babası çiçekçiydi, oğlunu avukat yapmak istiyordu. Mascagni ise, babasından gizli müzik dersleri almaya başlamıştı. Daha sonra amcalarından biri onu evlât edindi, Milano’da müzik öğrenimi yapmasını sağladı. Mascagni konservatuvarda uzun zaman kalmadı, gezici tiyatro truplarından birirıe orkestra şefi olarak girdi, İtalyanın hemen bütün şehirlerini dolaştı. Sonunda, bir kasabada yerleşti, piyano dersleri vererek geçimini sağlamaya çalışıyordu.
1889’da bir nota yayınevinin bir perdelik opera yarışması açtığını okudu. Kazanana verilecek para da oldukça yüksekti. Genç besteci «Cavalleria Rusticana» operasını bestelemeye koyuldu, 80 günde tamamladı. Bitirince, ortaya çıkan eserden hiç de memnun kalmadı. Yarışmaya girmekten vazgeçti. Yalnız, bestecinin karısı müsveddeleri saklı olduğu yerden çıkarıp gizlice yayınevine gönderdi, eser birinciliği kazandı. Bu opera ilk defa 1890’da Roma’daki Costanzi Tiyatrosu’nda temsil edildi, daha ilk gece büyük bir başarı kazandı. Perde indikten sonra besteci tam kırk defa sahneye çıkıp halkı selâmlamak zorunda kaldı. Mascagni’nin evini de opera seven yüzlerce kişi sarmıştı. Besteci evine ancak, arkadaki pencereden girebildi.
Mascagni, sonradan 14 opera daha bestelediyse de bunların hiçbiri «Cavalleria Rusticana» kadar başarılı olmadı. Mussolini İtalya’nın başına geçince Mascagni de faşist rejimini benimsedi, faşizmi öven şarkılar besteledi. Faşizm aleyhine kıpırdanmalar başlayınca bestecinin de durumu zorlaştı. En sonunda, Mussolini idaresi yıkılınca Mascagni’nin malına-mülküne el kondu. Besteci, 82 yaşında, Roma’da bir otelin fakir döşenmiş odasında öldü.
kaynak:nkfu
YULUĞ TİGİN
Müslümanlıktan önce yetişip adı bilinen Türk ediplerinin en ünlüsü, Göktürk Yazıtlarının yazarıdır. Göktürkler’den Büyük Türk Hakanı Kapağan Kağan’ın (699-716) 3 oğlunun küçüğü ve Böğü Kağan’ın (716) kardeşi, Bilge Kağan ile Kül Tigin’in amca oğludur.
Göktürk Yazıtları’nı Bilge Kağan’ın veziri (başbakanı) Bilge Tonyukuk’un emriyle kaleme almıştır. Yuluğ Tigin, bu yazıtlarda harikulâde akıcı, çok güzel bir Türkçe ile Türk imparatorluğunun Çin boyunduruğundan kurtulmasını, Bilge Kağan’ın, kardeşi Kül Tigin’in ve babaları Kutluğ Kağan’ın hizmetlerini, kahramanlıklarını, Türk devletinin eskisi gibi nasıl ve ne emeklerle Asya’nın en büyük devleti durumuna yükseldiğini anlatır.
Bilindiği gibi Göktürk Yazıtları, Türk edebiyatının hemen hemen en önemli eseridir. Bunlar 3 yazıttır: İlki 730’da Bilge Tonyukuk tarafından diktirilmiştir. İkincisi 732’de yazılmıştır, 731’de şavaşta kahramanca ölen Kül Tigin için ağabeyisi Bilge Kağan tarafından diktirilmiştir. Üçüncüsü ise 735 tarihlidir; 734’te ölen Bilge Kağan için kaleme alınmıştır.
kaynak:nkfu
Antonin Dvorak (8 Eylül 1841, Nelahozeves, Çek Cumhuriyeti – 1 Mayıs 1904, Prag, Çek Cumhuriyeti)
Bohemyalı ünlü bir bestecidir. Müziksever bir meyhanecinin oğlu olarak bugünkü Çek Cumhuriyetinde yer alan Nelahozeves köyünde doğdu. İlk müzik derslerini köy öğretmeninden aldı, altı yaşında babasının yanında keman çalmaya başladı. 1857’de Prag Konservatuvarı’na girdi. Okulu bitirince, önce bir daha sonra Çek Millî Tiyatrosu orkestrasında viyola çalmaya başladı.
Bu arada bazı besteler yaptıysa da hemen hepsini, bitirdikten kısa süre sonra yaktı. Kendini ilk tatmin eden eser olan bir opera partisyonunu orkestranın şefi ünlü besteci Smetana’ya verdi, fakat onun tavsiyesiyle geri almak zorunda kaldı. İki yıl sonra, yurtsever duygularla işlenmiş «Hymnus» adında bir kantat besteliyerek bununla ilgi çekti, bu arada öğrencilerinden Anna Cermak adında bir şarkıcıyla evlendi.
Dvorak, Avusturya Devlet Bursunu kazanarak Viyana’ya gitti, burada çağın ünlü sanat adamlarından Hanslick, Herbeck ve Brahms’la tanıştı. Bilhassa Brahms’ın öğütlerinden faydalanarak Beethoven, Schubert ve Wagner’in etkisinden kurtuldu, milletinin halk müziğine yöneldi. Bu alanda ilk verimleri olan «Slâv Dansları» büyük başarı sağladı, 1876’da küçük kızının ölümü üzerine bestelediği «Stabat Mater» ona dünya çapında ün kazandırdı.
Antonin Dvorak Amerika’da
1891’de Prag Konservatuvarı kompozisyon profesörlüğüne atandı, aynı yıl New York Millî Korıservatuvarının davetiyle Amerika’ya gitti. Yeni Dünya’da Çek göçmenleri yanında yurt hasretini dindirmeye çalışırken Amerikan halk müziği, bilhassa Afro-Amerikan ve Kızılderili folkloru üzerinde incelemeler yaptı, bunun sonucunda «Yeni Dünyadan» senfonisini besteledi. Besteci, Amerikan halkının milliyetçi bir bestecinin özlemini çektiğini biliyordu. «Yeni Dünyadan» adındaki senfonisini bu düşünceyle besteledi. Bu eser için Amerikalı şair Henry W. Longfellow’un «Hiawatha» adındaki uzun şiirinden ilham almıştı. Eserde her ne kadar Afro-Amerikan şarkılarından alınmış parçalar varsa da, esas tema tamamen Çek halk müziğinin bir devamıdır. Dvorak 1895’te yurduna döndü, Prag Konservatuvarı müdürlüğüne getirildi. Hayatının son yıllarında, yurdunun en büyük kişilerinden bîri olarak derin saygı ve sevgi gördü.
«Ben, Bohemyalı basit bir müzikçîyim. Öyle de kalmak isterim» diyen Dvorak mutlu bir aile hayatı geçirmiş, bestelerinden kalan boş zamanlarında bahçesine bakmış, güvercinler yetiştirmiş, akşamları kasaba birahanesinde çubuğunu yakarak gezilerini anlatmış, bütün davranışları ile çevresindekilere örnek olmuştur.
Dvorak XIX. yüzyılda kalkınmaya başlayan Çek millî müzik akımının en büyük temsilcilerinden biridir. Çağdaşı olan Smetana milli Çek müziğini opera sahnelerine, Dvorak ise konser salonlarına sokmuş, büyük kabiliyetiyle dünya dinleyicilerinin sevdiği eserler arasına katabilmiştir.
Dvorak’ın başlıca eserleri şunlardır:
Senfonileri. — Bazı senfonileri, kendi isteğiyle yayınlanmamıştır. Bunun için yazdığı 9 senfoninin ancak beşi numaralanmıştır: Birinci enfonî (Re majör, 1880); İkinci Senfoni (Re minör, 1885); Üçüncü Senfoni (Fa majör, 1875); Dördüncü Senfoni (Sol majör, 1889); Beşinci Senfoni: Yeni Dünya Senfonisi (mi minör), 1893). Konçertoları. — Viyolonsel Konçertosu (Si minör, 1895); Keman Konçertosu (La minör, 1880); Piyano Konçertosu (Sol minör, 1876). Orkestra eserleri. — Karnaval Uvertürü (1891); Üç Slâv Rapsodisi (1878). Piyano eserleri. — Humoresk, Slâv Dansları. Opera. — (Russalka).
Dvorak’ın bilinmiyen tarafları
ÜNLÜ Çek bestecisi Anton Dvorak sakin yaşamayı severdi. Zorda kalmadıkça mektup yazmazdı. Hele kendisinden söz edilmesini hiç istemezdi. Şöhretin zirvesine eriştiği sıralarda bir koro şefinden aldığı iltifat dolu mektup, besteciyi öfkeden hastalanacak hale getirmişti. Gayet sert bir cevap yazdı; «Kendine gel, dostum Bir yarı tanrıya hitap etmiyorsun. Ben basit bir insanım, şatafatlı sözler bana göre değil. Şimdiye kadar neysem, bundan sonra da öyle kalacağım »
Dvorak, her sabah, ormanda kuş seslerini dinleyerek yürüyüş yapardı. Kuşlara, hele güvercinlere çok meraklıydı.
Bestecinin bir başka merakı da trenlerdi. Boş vakitlerinde istasyona gider, gelen trenlerin numaralarını, içlerindeki yolcuların adlarını bir deftere kaydederdi.
Prag Konservatuvarı’nda öğretmenlik yaptığı sıralarda, ders ortasında öğrencilerden birini bir yolcunun o gün hangi trenle gideceğini öğrenmeye göndermeyi adet edinmişti. Günün birinde kızının nişanlısına da aynı görevi verdi. Delikanlı, istasyonun yolunu bile pek iyi bilmiyordu. Bu işi başaramayınca Dvorak kızını, iyi bir eş seçemediği için azarladı.
kaynak:nkfu
Şenol Göka, 5 Mart 1962 tarihinde Denizli’nin Çal ilçesine bağlı Denizler Köyünde dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Denizli’de tamamladı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo Televizyon Bölümü’nü tamamladı.
20 Mayıs 1986 tarihinde TRT Antalya Radyosuna atanarak TRT serüveni başlamış oldu. Sırasıyla prodüktör, Ankara Radyosu Müdürlüğü, Radyo Dairesi Başkanlığı ve Dış Yayınlar Dairesi Başkanlığı yaptı. Göka, 2012-2014 yılları arasında da geçici olarak “Başbakanlık Müşavirliği” görevini yürüttü.
Göka, 25 Haziran 2014 tarihinde TRT Genel Müdür Yardımcılığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerini üstlendi. Birçok makale ve tebliğinin yanında, “İnsan ve Mekân, Söz Uçar Yazı Kalır, Herhalde İnsan, Siyaset Medya ve Zihnime Yansımalar, Radyo Olmalı, Bir Varmış Bir Nurmuş” adında 6 kitabı bulunuyor.
TRT’nin İngilizce kanalının hayata geçirileceğini belirten Göka, “Deneme yayınlarına başladık ve önümüzdeki günlerde İngilizce yayınla ilgili TRT’den bir şeyler bekleyebilirsiniz. Önümüzdeki günlerde İngilizce, Arapça’yla ilgili güzel gelişmeler göreceğiz.” diye konuştu.
İngilizce bilen Göka, evli ve 3 çocuk babasıdır.
Kaynak:Enson haber Biyografi
Murat Karayalçın, 1943 yılında Samsun’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamlayan Karayalçın, gittiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Maliye Bölümü’nden 1968 yılında mezun oldu.
Devlet Planlama Teşkilatı’nda (DPT) uzman yardımcısı ve uzman olarak çalıştı. İngiltere’de kalkınma ekonomisi üzerine lisans derecesi alarak 1978-1979 yıllarında “Köy İşleri Bakanlığında Müsteşar Yardımcılığı” görevine getirildi.
Karayalçın, 1986 yılında İngiltere’de Dünya Konut Yılı Ödülü’nü aldı. Aynı yıl Nokta Dergisi tarafından “Yılın İşadamı” seçildi. 1987 ve 1991 yıllarında Türkiye’nin dış tanıtımına yaptığı katkılardan ötürü “Türk Tanıtma Vakfı Ödülü”ne, 1993 yılında da Fransız Hükümeti tarafından “Légion d’honneur Nişanı”na layık görüldü.
26 Mart 1989 tarihinde yapılan yerel seçimlerde “Sosyaldemokrat Halkçı Parti’den (SHP) Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı” oldu. Bu görevi SHP’nin 11 Eylül 1993’te yapılan 4. Olağan Kurultayında Genel Başkanlığa seçilmesine kadar sürdü. Genel başkanlığa seçilmesiyle, DYP-SHP Koalisyon Hükümeti’nde “Başbakan Yardımcısı, Devlet Bakanı ve Dışişleri Bakanı” olarak görev yaptı.
Genel başkanlığından, 1995 yılında SHP’nin CHP ile birleşmesiyle ayrıldı. Deniz Baykal’a karşı, 9-10 Eylül 1995 tarihlerinde yapılan CHP 27. Olağan Kurultayı’nda genel başkanlığa adaylığını koydu, ancak yenildi. 1995 genel seçimlerinde CHP listesinden “Samsun Milletvekili” olarak meclise girdi.
18 Nisan 1999 yerel seçimlerinde CHP’den Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na adaylığını koydu ancak kazanamadı. 22 Mayıs 1999’da toplanan CHP 9. Olağanüstü Kurultayı’nda genel başkanlığa adaylığını koydu fakat yine kazanamadı. 2001 yılında CHP’den istifa etti ve Fikri Sağlar ile birlikte sola yeni bir oluşum kazandırmak istedi. Bunu Mayıs 2002’de Sosyaldemokrat Halk Partisi adında yeni bir partiyle sağladı. 2004 Yerel Seçimlerinde Sosyaldemokrat Halk Partisi’nden Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına tekrar aday oldu ancak yine kazanamadı.
2009 Yerel Seçimlerinde CHP’den Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday oldu. Bu seçimleri de kazanamadı. 2012-2014 yılları arasında CHP Parti Meclisi Üyeliği yaptı.
17 Aralık 2014 tarihinde “Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı” oldu.
Neşe Karayalçın ile evli olup bir erkek çocuk babasıdır.
Kaynak:Enson haber Biyografi
Ertuğrul Günay 1 Ekim 1948 yılında Ordu’da dünyaya geldi. Babasının adı Nazım, annesini adı Mürüvvet’tir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Lise öğrenimini 1965 yılında Ordu Lisesi’nde tamamladı. Üniversiteyi İstanbul Üniversitesi’nde okuyan Günay, hukuk fakültesini 1969 yılında tamamladı. Genç bir hukukçu olan Günay, Ordu’da avukatlığa başladı.
1973 yılında CHP Genel Merkezi’nin düzenlediği 50. Kuruluş yılı yarışmasında “Devlet Partisi’nden Halk Partisi’ne” başlıklı yazısıyla birinci oldu. Bu CHP ile kesiştiği nokta 2004 yılına kadar aralıklarla devam etti. 1974-1977 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Partisi Ordu İl Başkanlığı görevini yürüttü.
1976 yılında Bülent Ecevit’e karşı oluşan muhaliflerin kurultay başkan adayı olarak Ertuğrul Günay seçildi.
Tarih 1977’yi gösterirken, seçimlerde CHP’den Ordu milletvekili olarak meclise girerek “en genç milletvekili” oldu. 12 Eylül Darbesi’nde Dev-Yol ile işbirliği olduğu gerekçesiyle 1 yıl tutuklu kaldıktan sonra 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Darbeden sonra Sosyaldemokrat Halkçı Parti’den devam eden Günay, Ankara İl Başkanlığı (1986-1987) ve Genel Sekreter Yardımcılığı (1990-1991) yaptı.
CHP’nin 1992’de geri dönüşüyle Ertuğrul Günay’da partiye katıldı. 1992’den 1994’e kadar CHP’nin Genel Sekreterlik görevini yerine getirdi.
1994 yılında karşısında Refah Partisi’nden Recep Tayyip Erdoğan, Doğru Yol Partisi’nden Bedrettin Dalan, SHP’den Ömer Zülfü Livaneli ve Anavatan Partisi’nden İlhan Kesici’nin bulunduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi aday adaylığını açıkladı. Erdoğan’ın galip geldiği seçimde Günay, %1,4 oy aldı.
Ordu’da 2004 yılı seçimlerinde DSP’li adayı desteklediği ortaya çıkınca CHP’den ihraç edildi. İhracından sonra bir oluşum kurmak istese de, Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine Ak Parti’ye katıldı. 2007 seçimlerinde Ak Parti’den aday olan Günay, İstanbul milletvekili olarak meclise girdi.
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 31 Ağustos 2007 tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sunulan kabinede Ertuğrul Günay, Kültür ve Turizm Bakanı olarak atandı. 2013 yılına kadar bu görevi icra eden Günay, revizyonla görevini Ömer Çelik’e bıraktı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı döneminde “Bosna Yazıları” ve “Karşı Siyaset” adında iki kitabı bulunan Günay’ın, “Bosna İçin İnsanlık Girişimi”, “Doğu Konferansı” ve “Yeni Siyaset Girişimi” gibi sivil girişimlere de öncülük etti. Çeşitli dergi ve gazetelerde çok sayıda yazısı bulunmaktadır. 2009 yılında Mustafa Kemal, Akdeniz ve Pamukkale Üniversiteleri tarafından “Onursal Bilim Doktoru” unvanı verildi.
Kaynak:Enson haber Biyografi
Recep Altepe, 1959 yılında Bursa’da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Bursa’da tamamladı. Gazi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. 1983 yılında kendi işini kurarak kalorifer, buhar kazanı imalatı, ısıtma-soğutma tesisatı gibi işleri yürüttü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilk tanışması vatani görevini yapmaktayken oldu.
1989 yılında Bursa Refah Partisi İl Yöneticisi olarak siyasete giren Altepe, 1994 yılında aynı partinin İl Başkan Yardımcılığını ve Yerel Yönetimler Başkanlığını, Fazilet Partisi döneminde de bir yıl süreyle Genel Merkez Müfettişliğini yaptı.
1994 yılındaki yerel seçimlerde Bursa Büyükşehir ve Yıldırım Belediyesi Meclis Üyelikleri ile BUSKİ Genel Kurul Üyeliği’ne girdi. Altepe, 1999 yılındaki seçimlerde tekrar seçilerek üst üste iki dönem bu görevleri yürütme imkanı buldu.
Altepe, 2004 seçimlerinde “Osmangazi Belediye Başkanı”, 2009 ve 2014 seçimlerinde ise AK Parti´den “Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı” oldu.
“Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği ve Marmara ve Boğazları Belediyeler Birliği Başkanı” olarak görev yapmaktadır.
Altepe, evli ve üç çocuk babasıdır.
Kaynak:Enson haber Biyografi
Hüseyin Sözlü, 2 Mayıs 1965 tarihinde Adana’nın Ceyhan ilçesine bağlı Çokçapınar köyünde dünyaya geldi. İlk, orta ve lise eğitimini Ceyhan’da tamamladı. 1989 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ziraat Mühendisliği’nden mezun oldu.
Sözlü, 1990 yılında Devlet Su İşleri’nde İşletme Mühendisi olarak göreve başladı. 1997 yılında DSİ Kösreli İşletme ve Bakım Başmühendisliği görevine atandı.
1999’dan bu yana aralıksız üç dönem MHP’den “Ceyhan Belediye Başkanlığı” yaptı. 29 Eylül 2013 tarihinde, MHP’den Adana Büyükşehir Belediye Başkan Adayı oldu. 30 Mart 2014 günü yapılan yerel seçimde, oyların %34’ünü alarak Adana Büyükşehir Belediye Başkanı oldu.
Hüseyin Sözlü, Türkiye Mahalli İdareler İşveren Sendikası Genel Başkanlığı yapmaktadır. Türkiye İşveren Sendikaları Yönetim Kurulu Üyeliği ve Güreş Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerini de yürütmektedir.
Sözlü, evli ve üç çocuk babasıdır.
Kaynak:Enson haber Biyografi
Cansen Başaran-Symes, 1958 yılında Trabzon’da dünyaya geldi. İlkokula Trabzon’da başlayıp Ankara’da tamamladı. Liseyi Kadıköy Kız Lisesi’nde tamamlayıp 1980 yılında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun oldu.
İlk olarak, 1981 yılında Türkiye’de faaliyetlerine başlayan Pricewaterhouse’a (PW) katıldı. 1983 yılında aynı şirketin Kopenhag şubesinde, 1989’da Londra şubesinde görev yaptı. 1 Temmuz 1998 tarihinde İstanbul’da göreve başlaya Cansen Başaran-Symes, 2013 yılına kadar çeşitli kademelerde görev yaptı. PwC Orta ve Doğu Avrupa Bölgesi ve PwC Eurofirm Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Mart 2014 tarihinden sonra “Allianz Sigorta A.Ş. ve Allianz Hayat ve Emeklilik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığı” görevine getirildi.
World Economic Forum (Dünya Ekonomi Forumu) tarafından 2000 yılında “Global Leaders for Tomorrow” (Geleceğin Global Liderleri) unvanını aldı. 2000 yılında ise Dünya gazetesi tarafından “Yılın En Başarılı İş Kadını” ödülüne layık görüldü. Ayrıca 2006 yılında Uluslararası Lions Kulüpleri Birliği’nin “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” etkinlikleri kapsamında üstün hizmet ödülünün sahibi oldu. Cansen Başaran-Symes TÜSİAD ve Endeavor Etkin Girişimci Destekleme Derneği Yönetim Kurulu Üyesi’dir.
22 Ocak 2015 tarihinde yapılan TÜSİAD olağan genel kurul toplantısında Cansen Başaran Symes TÜSİAD’ın 17. başkanı seçildi. Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Ümit Boyner’den sonra üçüncü kez bir kadın TÜSİAD’a başkan oldu.
Cansen Başaran Symes, “Inspark Yönetim Kurulu Başkanı Stephen Symes” ile evli olup bir oğlu vardır.
-1999 – Executive of the Year by Istanbul University/Dünya newspaper,
-2000 – Global Leader for Tomorrow by World Economic Forum,
-2000 – Most Success Business Women by Dünya newspaper,
-2006 – Most Modern and Successful Turkish Women by Lions Association,
-2010, 2011, 2012 – Topic Leader at St.Gallen Symposium
-Alcatel-Lucent – Yönetim Kurulu Üyesi – Yönetim Kurulu Başkanı – Allianz Sigorta A.Ş.
-Allianz Hayat ve Emeklilik A.Ş. – Yönetim Kurulu Başkanı
-PwC – Ortak
-Bölge Kıdemli Ortağı – PricewaterhouseCoopers
-Price Waterhouse – Ortak
-Price Waterhouse – Yardımcısı, Kıdemli, Supervisior, Müdür, Kıdemli Müdür
Kaynak:Enson haber Biyografi
Mehmet Celalettin Lekesiz, 1 Mayıs 1962 Yozgat’ın Yerköy ilçesinde dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Yerköy’de tamamladıktan sonra, 1986 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu.
1987 yılında Kırşehir Valiliğinde Kaymakam adaylığı yaparak iş hayatına atıldı. İngiltere’de bir süre İngilizce Dil Eğitimi aldıktan sonra Türkiye’ye döndü. 1990 yılından itibaren sırasıyla; Tefenni (Burdur), Köprübaşı (Manisa), Yusufeli (Artvin) ve Divriği (Sivas) Kaymakamlıkları görevlerinde bulundu. Daha sonra “İçişleri Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı Şube Müdürlüğü, Araştırma Planlama Koordinasyon Kurulu Başkanlığında Daire Başkanlığı, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığı, Teftiş Kurulu Başkanlığında Mülkiye Müfettişliği, Mülkiye Başmüfettişliği” ve “Personel Genel Müdürlüğü” yaptı.
Amasya ve Hatay Valiliğinden sonra 15.09.2014 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile “Emniyet Genel Müdürü” oldu.
Bürokrasinin Azaltılması, Tahditli Ticarî Plâkalı Araçların Türkiye Genelindeki Sorunları ve Çözüm Önerileri, İl ve İlçelerde Performans Denetimi Yapılması konularında raporlar hazırladı. Görev yaptığı valilerinden, Turizm Bakanı’ndan ve İçişleri Bakanı’ndan çeşitli ödüller aldı.
İleri düzeyde İngilizce bilen Lekesiz, evli ve 3 çocuk babasıdır
Kaynak:Enson haber Biyografi
Necdet Özel, 1950 yılında Ankara’da dünyaya geldi. 1969 yılında Kara Harp Okulu’ndan, 1970 yılında da Piyade Okulu’ndan mezun oldu. 1970-1978 yılları arasında Türk Kara Kuvvetleri bünyesinde çeşitli birliklerde takım ve bölük komutanlığı yaptı.
1980’de Kara Harp Akademisi’ni tamamlayıp “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Harekât ve Eğitim Şube Plan ve Harekât Subaylığı” yaptı. Daha sonra “Kara Kuvvetleri Genel Sekreterliği İşlem ve Koordinasyon Şube Müdürlüğü, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinde Proje Subaylığı, devamında Kara Kuvvetleri Genel Sekreterliği, Kara Harp Okulu Kurmay Başkanlığı ve 9. Piyade Tümen 17. Piyade Alay Komutanlığı” gibi çeşitli vazifeleri yerine getirdi.
1995 yılında tuğgeneral oldu. Tuğgeneral olarak “172. Zırhlı Tugay Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığı Eğitim Başkanlığı ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı İç Güvenlik Daire Başkanlığı” görevlerini yerine getirdi. Kara Kuvvetleri Komutanlığı İç Güvenlik Daire Başkanlığı yapması Özel’i diğer komutanlarda ayıran özeliğidir. Bu özelliği psikolojik harbi çok iyi bildiğini göstermektedir.
1999 yılında tümgeneralliğe yükseldi. Tümgeneral olarak “39. Mekanize Piyade Tümen Komutanlığı ve Kara Harp Akademisi Komutanlığı” görevlerinde bulundu.
2003 yılında korgeneral oldu. Korgeneral olarak “7. Kolordu Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutan Yardımcılığı” görevlerinde bulundu.
2007 yılında orgeneralliğe terfi etti. Orgeneral rütbesi ile 2007- 2008 yılları arasında “Ege Ordusu Komutanlığı”, 2008- 2010 yılları arasında da “2. Ordu Komutanlığı” yaptı. Daha sonra, 4 Ağustos
2010 tarihinde “Jandarma Genel Komutanı” oldu. Kara Kuvvetleri Komutanlığına, 4 komutanın istifasından sonra 29 Temmuz 2011 tarihinde atandı. Başbakanlık tarafından aynı günlerde “Genelkurmay Başkan Vekilliği”ne getirildi. 4 Ağustos 2011 tarihli YAŞ (Yüksek Askeri Şura) toplantısında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 28. “Genelkurmay Başkanı” oldu.
İngilizce bilen Özel, evli ve bir çocuk babasıdır.
-TSK Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası
-TSK Üstün Hizmet Madalyası
-TSK Şeref Madalyası
-Romen Askeri Liyakat Nişanı
-Kırgız Cumhuriyeti Kahramanı
-Moğol Üstün Hizmet Madalyası
-Kore Cumhuriyeti Millî Güvenlik Liyakat Madalyası
-Suudi Arabistan Kral Abdulaziz Yüksek Rütbe Madalyası
-Ürdün Yüksek Jandarma Madalyası
-Pakistan Nişane İmtiyaz Madalyası
-Azerbaycan Savunma Bakanlığı Askeri İşbirliği Madalyası
-Azerbaycan Devlet Serhat Hizmetleri Askeri İşbirliği Madalyası
Kaynak:Enson haber Biyografi