Etiket: ibrahim çallı

İbrahim Çallı kimdir aslen nereli kaç yaşında hayatı biyografisi

14 kuşağı ressamlarından İbrahim Çallı, Türk resim sanatının mihenk taşı olmuş, birçok önemli Türk ressamı, onun atölyesinde yetişmiştir.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || ).push({});

İbrahim Çallı, 13 Temmuz 1882’de, Denizli‘nin Çal kasabasında doğdu. Çal’da rüştiyeyi, İzmir’de de Mülki İdadisi’ni bitiren Çallı’yı ailesi hayatını kazanması için İstanbul‘a gönderdi. Ama Çallı’nın içinde çocukluğundan beri resim tutkusu vardı. Ailesinin isteği dışında böylece resim yapmaya başladı. İstanbul’da kaldığı handaki Vefa idadisi öğrencilerinin resim dersleri aldıklarını duyunca, o da onların arasına katıldı. Ancak İstanbul‘da maddi olarak sıkıntı içindeydi. Bu yüzden ‘Arzuhalcilik’ daha sonra ise ‘Katiplik’ gibi çeşitli işlerde çalıştı.

Çarşıkapı’da resim yapan Ermeni asıllı bir ressam olan Ruben Efendi ile tanışması ve ondan 3 ay kurs alması da bu dönemlere rastlamaktadır. Bu dönemde ressam Şeker Ahmet Paşa‘nın oğlu İzzet Beyle tanışır. İzzet bey, onu babasıyla tanıştırınca Şeker Ahmet Paşa bu sanatkar ruhlu gencin yeteneğini anlamakta gecikmez ve ona Osman Hamdi Bey‘e hitaben bir mektup verir. Böylece Çallı Şeker Ahmet Paşa’nın tavsiyesi sonucunda 1906 yılında Sanayi-i Nefise Mektebine (Güzel Sanatlar Akademisi) girmeyi başarır. Burada klasik tarzda bir eğitim aldı. İbrahim Çallı, öğrenim yılları boyunca bir yandan da adliyedeki görevini sürdürür. Onun okuduğu dönemde Sanayi-i Nefise’nin müdürlüğünü yapan Osman Hamdi Bey de resim bölümünün hocaları arasında yer almaktadır.

Atölye arkadaşları kendilerinden yaşça büyük olan bu beli kuşaklı, köylü kılıklı genci önce yadırgarlar; fakat Çallı, sıcak kanlılığıyla hepsinin kalbini kazanır. Çallı’nın yakın arkadaşlarından Feyhaman Duran, Hikmet Onat gibi ressamlar, ondan söz açıldığında, özel yaşamında olduğu gibi, okul yaşamında da çalışkan ve dürüst olduğundan övgüyle söz ederler.

Ancak, Meşrutiyet çağının bir genci olarak, atılımcı kişiliğini genç arkadaşlarıyla birlikte oluşturduğu Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin etkinlikleriyle ifade eden sanatçı, yenilikçi kişiliğini kısa sürede farklı bir resim diline ulaştıracaktı. Köy kökenli bir ressam olmasıyla da, saraylı ailelerin ressam çocuklarından sonra Türk resmi için bir yenilikti.

Çallı bir yandan katiplik yaparken bir yandan da akademideki öğrenimini üç yıl gibi kısa bir sürede tamamladı. 1914 yılında ise ‘Çıplak Adam‘ ve ‘Harekat Ordusunun Muhafız Alayı’ndan Maksut Çavuş’ adlı tablolarıyla Maarif Vekaleti’inn düzenlediği yarışmada birinci olarak Fransa‘da öğrenim bursu kazandı. Böylece Fransa’ya gönderilen Çallı, Paris Güzel Sanatlar Okulu‘nda Fernand Cormon‘un atölyesinde çalıştı. Burada hocasının ve devrin sanat yapıtlarındaki izlenimci üslubundan çok etkilendi. Bu dönemde, izlenimcilik Paris’te müzelere girmiş, sanat kamuoyunda benimsenmiş bir akımdı. Avrupalı genç ressamlar gibi burada öğrenim gören Türk ressamları da izlenimciliğe ilgi duymaya başlamışlardı.

Dört yıl sonra Birinci Dünya Savaşı‘nın da yaklaşmasıyla yurda dönen Çallı, Şişli’de açılan Harbiye Nezareti atölyesinde çalışmaya başladı. Müttefik ülkelere Türk toplumunun değişen yüzünü sanat yoluyla aktarmak amacıyla gerçekleştirilen bu etkinlik sırasında birçok sanatçı, Şişli’deki ahşap bir atölyede gece gündüz savaş konulu resimler üretmişler ve bunlar daha sonra Viyana ve İstanbul’da sergilenmişlerdi. Serginin 1917 yılındaki İstanbul ayağında, Sanayii Nefise Madalyası kazanan ressam, sergiye ”Boğalı Kadın”, ”Topçu Mevzi Alırken”, ”Yaralı”, ”Siperde Sabah”, ”Çadır Önünde” adlı resimleriyle katıldı.

Birinci Dünya Savaşı‘nın patlak verdiği yıllarda, Sanayi-i Nefise Mektebi’ne öğretmen olarak atandı. Fransız izlenimciliğini Türk resmine taşıdığı gibi bambaşka bir yol çizerek Türk resmini klasik öğretilerin sınırlarından çıkarıp yeni bir doğa ve figür anlayışı getirdi. O zamana kadar fotoğraftan yapılan manzara resimleri ve natürmortlar, Çallı’yla birlikte doğanın karşısına geçilerek yapılmaya başlandı. Türk resminde üsluba getirdiği yenilik dışında sanat anlayışına ve sanatçı hayatına da yeni bir bakış açısı getirmiştir.

Ünlü ressam İbrahim Çallı, Paris‘ten döndükten sonra Empresyonizm akımına uygun eserler vermiş bir Türk ressamıdır. Gerçekte ise, akademileşmiş bir Empresyonizm uygulamaktaydı. Açık renklere yer veren bir paleti, çevik, sinirli bir fırca sürüşü vardı. İbrahim Çallı’nın kendine özgü bir kişiliği vardı. Galatasaray Lisesi‘nde açılan sergilere katılışı her seferinde büyük olay sayılırdı. Çallının İnönü portresi çok ünlüdür. Ayrıca zeybekler ve mevleviler üzerine yaptığı tanınmış kompozisyonları vardır. “Manolyalar” adındaki tablosuyla, çıplak kadın ve erkek resimleri ise, Resim ve Heykel Müzesindedir. Denizli’de adını verildiği Ressam İbrahim Çallı İlköğretim okulu vardır.

13 Temmuz 1947 tarihinde yaş haddini doldurduğu için emekli olan Çallı, 22 Mayıs 1960 yılında mide kanaması sonucu vefat etti.

Eserlerinden bazıları: Cami Avlusu, Mevleviler, Dikiş Diken Kadın, Hatay, İstiklâl Savaşında Zeybekler, Türk Topçularının Mevzie Girişi, Nü, Balıkçı Kayığı, Çayır ve Keçiler, Manolyalar, Atatürk, İsmet İnönü ve Yahya Kemal Beyatlı portreleridir.
İbrahim Çallı-Yahya Kemal Beyatlı portresi.

İbrahim Çallı, Atatürk Portresi, 1935

Atatürk’le en çok birlikte olan ve kendisine defalarca poz veren Atatürk’ü en güzel yorumlayan sanatçı İbrahim Çallı olmuştur. Çallı’nın bu eseri,1935 yılında yapılmış, büyükçe bir koltukta oturan, fraklı bir Atatürk portresidir. Mimar Sinan Üniversitesi koleksiyonunda bulunan “Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa” adlı 143 x 121 cm. boyutlarındaki bu resminde sanatçı, koltuğun arkasında kalan yüzeyi, bir tekstür çalışması şeklinde yaparak, renkle oynayarak tabloya derinlik kazandırmıştır. Atatürk’ün yüz çizgileri, genellikle Çallı’nın desen ve çizgi yapısına önem vermediği şeklinde eleştirileri yalanlayacak ölçüde başarılı ve titiz bir çalışmanın ürünüdür. Sanatçı aynı titizliği eller üzerinde de göstererek belki de bugüne kadar yapılan en başarılı Atatürk portrelerinden birisini gerçekleştirmiştir.

Resimin Hikayesi:

İstanbul‘un kurtuluşundan yirmi üç gün sonra Cumhuriyet ilan olunur ve Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilir. 1924’ün 2 Ocak tarihinden 22 Şubat’ına kadar İzmir‘de bulunur. İzmir’e giden bir kurul arasında Çallı İbrahim de vardır.

Çallı, Atatürk‘le karşılaşır ve kendisine:

– “Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal’in portresini yapmama izin verir misiniz Paşam?” der.

Atatürk de:

– “Mademki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal’i çizmek istiyorsun, benim modelliğime gerek yok.” yanıtını verir.

Daha sonra Çallı, bazı araştırmalarına dayanarak Atatürk‘ün koltukta oturur, sivil giysili/fraklı tablosunu oluşturur.
Kaynak:Biyografi.info

 

Kaynak: biyografi info

Etiketler, , , , , , , , , , , ,

Avni Arbaş Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında

1919 yılnda İstanbul’da doğmuştur. İlköğrenimine, babasının Kuvayi Milliye subaylarından süvari albayı olması nedeniyle Aydın’da başlamıştır. Kendisi de resim yapan, yedi yaşındaki oğluna, Anadolu’da Fransızca öğretmeni bulan bu aydın subay, Arbaş’a sanatı aşılayan ilk öğretmeni olmuştur.

Avni Arbaş,babasının 1929 yılında Sivas’ta ölümü üzerine annesi ile birlikte geldiği İstanbul’da Galatasaray Lisesi’ne kayıt olmuştur. O günün Galatasaray Lisesi öğrencileri ve günümüz ressamları Cihat Burak ile Selim Turan’la birlikte asker ressamlardan Mehmet Ali Bey’in öğrencisi olmuştur. Dönemin Akademi hocaları İbrahim Safi ile Naci Kalmukoğlu’nun atölyelerinde çalışmıştır. 1937 yılında şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesiolan dönemin Devlet Güzel Sanatlar Akademisi orta kısmına girmek üzere Galatasaray Lisesi’nden ayrılmıştır. İbrahim Çallı ve Leopold Levy’nin atölyelerinde çalışan Arbaş, Akademi’de kaldığı dokuz yılın son dönemlerinde Devlet Resim ve Heykel Sergilerine katılmıştır.

1946yılında okulu bitirdikten sonra; Dönemin iktidar partisi CHP’nin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in çabalarıyla düzenlediği yurt gezilerine seçilen ressamlardan biri de genç Avni Arbaş’tır.

FRANSA YILLARI

1943 yılında, Zerrin adında, Fransızca bilen, Tatar kökenli bir genç kızla evlenmiştir. Bu arada başta Liman Sergisi olmak üzere bir çok karma sergiye katılmıştır. Akademideki eğitimini tamamladıktan sonra Fransız Hükümeti’nin verdiği bursla o yılların sanat merkezi Paris’e gitmiştir. Otuz yıl sürecek olan Fransa serüveninin başında acı bir olay yaşayan Avni Arbaş, “küçük kızının doğumu sırasında eşi Zerrin’i kaybetmiş, biricik kızına, ölen sevgili eşinin ismini vermiştir. Ancak kızına tek başına bakamayınca onu İstanbul’a anneanesinin yanına göndermek zorunda kalmıştır. Sözünü ettiğimiz küçük kızı Zerrin büyüdüğünde Türkiye Güzellik Kraliçesi seçilecek olan Zerrin Arbaş’tan başkası değildir.

Aynı dönemde yasamlarını Paris’te sürdüren ressamlarımız Fikret Mualla, Abidin Dino, Nejad Devrim, Mübin Orhon ile birlikte “L’Ecole de Paris” sanatçıları arasında anılmaya başlamıştır. 1951 yılında Türkiye’de Maya Galerisi’nde, 1954 yılında ise Paris’te Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” adlı kitabından esinlenerek yaptığı çalışmaları ile ilk sergilerini açmıştır. İlk kişisel sergisi, Paris’ten gönderdiği resimleriyle, 1951 yılında İstanbul’da Maya Galerisi’nde açılmıştır. İki yıl sonra 1953 Paris’te Galerie La Roue’de sergi açan Arbaş’ın çalışmalarının çoğunu köy manzaraları ve köy hayatı konulu resimler oluşturmuştur. 1951’den bu yana İstanbul, New York, Paris, Ohio gibi sanat merkezlerinde kisisel sergiler gerçeklestirmiştir.

ECOLE DE PARİS

1943 yılında evlendiği eşi Zerrin’in ölümü üzerine 1950`lerin başlarından beri birlikte olduğu Henriette Lapouge ile 1958 yılında ikinci evliliğini yapmıştır. Sanatını ve yeteneklerini iyice geliştiren Avni Arbaş, Paris, Antibes ve Vallauris`te, aralarında Picasso, Tristan Tzara, Aragon, Prevert kardeşlerin de bulunduğu çok ünlü ressamlar dostlar ve sanatçılar çevresi edinmiştir. Ecole de Paris ressamları arasında yerini alan meşhur bir Türk ressamı olmuştur. Bu çevrenin sayesinde 1966 yılında Henri Montherlant’ın 3. cildini onbeş Litho (Taş baskı) çalışmasıyla resimlemeyi başarmıştır. Bu eserin lüks baskısında, sanatçının, Fernand Mourlot Atölyesinde gerçekleştirdiği on beş özgün litho yer almıştır.

“BUNLAR AVNİ ARBAŞ’IN ATLARI”

Ressam Avni Arbaş yaşamını çeşitli dönemlerinde şair nazım Hikmet ile karşılaşmıştır. Nazım Hikmet, Arbaş’ın Atlar tablosu için bir de şiir yazmıştır. Ressam Arbaş, o günleri şöyle anlatmıştır: ” Nazım’ı ilk gördüğümde 15 yaşındaydım. O dönemde, Galatarasay’da her sene fuar yapılırdı. Orada bir hoca vardı. Ressam. O da fuarda bir pano almış, bir şeyler yapıyor, ben de yardım ediyordum. Hava güneşliydi. Bahçedeydik, Yusuf Ziya da vardı. O zamanlarda o çevrede gazetelerin büroları vardı. O sırada beyazlar giymiş, uzun boylu, sarı hatta kızıl saçlı bir adam geldi. Hemen tanıdım. Daha önce resimlerini görmüştüm çünkü. Orada tanışmadık ama o onu ilk görüşümdü. Sonra aradan seneler geçti. Paris’teydim. 1958 senesiydi. Abidin Dino aradı. “Nazım geldi” dedi. “Yarın Montparnasse’da bir kafede bulaşacağız sen de gel”. Eşimle birlikte gittik. Beni gördüğünde sanki uzun süredir görmediği bir dostuymuşum gibi kucaklaştık. O sırada eşim Henriette’i Nazım’la tanıştırırken ona başımızdan geçen bir olayı anlattım. Picasso ile tanıştığımızda Henriette “Dünyada en çok tanışmak istediğim iki kişi vardı biri sizsiniz (Picasso) biri de Charlie Chaplin demişti. Henriette bunu söyledikten sonra Picasso ” Ve Nazım Hikmet” diye eklemişti. Bunu anlatınca Nazım, kalkıp Henriette’in elini öptü ve teşekkür etti. Nazım’a “Niye Henriette’e teşekkür ediyorsun” diye sorunca da ” Beni düşündüğü için” diye cevap verdi. Ben Nazım’a onu düşünenin Henriette değil Picasso olduğunu söyleyince de epey gülmüştük. Bir sergi açmıştık Paris’te. Benim orada Atlar diye bir tablom vardı. Onu çok sevdi Nazım. Moskova’ya döndüğünde bana bir mektup yazmıştı. O şiiri de yazmış. Şiirin iyi olmadığını düşünmüş, özür diliyordu. Eşine az rastlanır derecede mütevazı bir insandı. “

1937 yılında burslu olarak gittiği Fransa’dan yurda hiç dönmemiş dolayısı ile askerlik hizmetini de yapmamıştır. Resim alanındaki üstün başarısına rağmen Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır. 1977 yılında Türkiye’ye dönmüş ancak; askerliğini yapmadığı gerekçesiyle vatandaşlığını kaybettiğini öğrenince sıkıntılı süreçler yaşamaya başlamıştır. . Verdiği büyük mücadele sonunda vatandaşlığını yeniden elde etmiştir. Bu dönemde ağırlıklı olarak Mustafa Kemal portrelerinin yanı sıra, “İstanbul” ve “Boğaz” ve Marmara`nın manzaralarını, güney sahillerini, balıkları, balıkçıları, meyveleri ve çiçekleri resimlemiştir. 2003 yılında kansere yenik düşmüş; yaşamını sürdürdüğü İzmir’in Foça ilçesinde 84 yaşında iken ölmüştür.

Sanatçının yapıtları İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Ankara Resim ve Heykel Müzesi, Musee de Picasso (Antibes), Amman Güzel Sanatlar Müzesi gibi kurumların yanı sıra, Türkiye, Fransa, İtalya, İsviçre ve ABD’deki özel koleksiyonlarda bulunmaktadır

Kaynak:Enson haber Biyografi

Etiketler, , , , , , , , , , , , , , , ,