Çaka Bey, Türk beyi (11. yüzyıl). Oğuzların Çavuldur boyundandır.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra, özellikle Batı Anadolu’da Bizanslılarla yapılan savaşlara katıldı. Bizans İmparatorluğu’ nun ünlü komutanı Aleksandros’a tutsak düştü ve imparator sarayına götürüldü. Yunancayı öğrendi, sarayda bazı ayrıcalıklar elde etti. 1081’de tahta I. Aleksios Kommenos’un geçmesi üzerine Bizans’tan ayrılarak İzmir’e geldi, kurduğu beyliğin topraklarını kısa zamanda, Midilli ve Sakız adalarına kadar genişletti.
Bu arada, Bizans imparatorunun donanmasını da yendi. Rodos ve Sisam adalarını da elde etti. 1092’de kızını Kılıç Arslan ile evlendirdi ve hemen arkasından Çanakkale Bölgesi’ni ele geçirdi. Bizans İmparatoru ile işbirliği yapan Kılıç Arslan’ın, Çaka Bey’i bir yemekte zehirlettiğine inanılır.
kaynak:nkfu
İskoçya kraliçesidir. İkoçya kralı V. James’in Fransız olan Guise Prensesi olan eşinden 7 oya da 8 Aralık 1542’de İskoçya Linlithgow’da doğdu. Fransa veliahtı II: François ile evlendi ve eşi Fransa Kralı olunca o da Fransa kraliçesi oldu. Ancak sadece bir yıl sonra kocası II: François ölünce 18 yaşında dul kaldı ve İskoçya’ya geri dönmek zorunda kaldı. Babası olan iskoçya Kralı V. James’in oğlu yoktu bu sebeple Mary aynı zamanda iskoçya Kraliçesi olarak da kabul ediliyordu.
Akrabası olan Lord Darnley ile evlendi. Bu evlilikten olan oğlu VI: James adı ile İskoçya kralı kendisi de kral naibesi ilan edildi. Lord Darnley anlaşılmaz şekilde öldürüldü. Katolik olduğu söylenen Bothwell suçlandı ancak o da beraat etti, Mary Stuart, sonradan onunla evlendi. Esasen Katolik olduğu için, tamamen Protestan’lığı kabul etmiş bulunan İskoçya’da hiç sevilmeyen Mary, bunun üzerine büsbütün nefret kazandı. İskoçya’dan kaçmak zorunda kaldı ve İngiltere’ye sığındı.
İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth, onu 19 yıl çeşitli şatolarda hapsetti. Elizabeth’in çocuğu olmadığı için, İngiltere tahtının varisi Mary Stuart oluyordu. Üstelik, Katolik olduğundan İspanya ile işbirliği yapmasından korkuluyordu. Bu hava içinde, I. Elizabeth, rakibesini, asılsız bir komplo isnat ederek idama mahkum ettirdi ve sonunda başı kesilerek öldürüldü.
Mary Stuart zeki, güzel, kültürlü bir kadındı. Oğlu James, Elizabeth ölünce, 1603’te İngiltere kralı oldu; böylece, Büyük Britanya adasını paylaşan İngiltere ile İskoçya krallıkları da aynı şahısta birleşti.
kaynak:nkfu
Sosyalizmin kurucusu sayılan milyonları fikirleri ile peşinde sürüklemiş bir iktisatçı, filozof, politik ekonomist ve devrimcidir. Bir Yahudi ailesinin oğlu olarak Trier’de 5 Mayıs 1818’de doğdu. Hayata öğretmenlikle atıldı, gazeteciliğe geçti, maddeci (materyalist) görüşlerini yaymaya başladı. Friedrich Engels’le birlikte, 1847’de, “Komünist Manifesto“yu yayınladı. 1867’de yayınladığı “Das Kapital” (Sermaye) adlı eserinde düşüncelerini daha geniş ölçüde açıkladı. Burada, dünya iktisadi hayatının’ temeli olan sermayenin durumunu, ileri ki gelişmelerini gözden geçiriyordu. Ona göre sermaye, ister toprak, arazi, üretim aletleri, fabrikalar şeklinde olsun, ister emek şeklinde olsun, yönetici bir gücün, yani devletin elinde toplanmalıydı.
Marx, daha sonra “Birinci Enternasyonal” denilen milletler arası işçi kongresini kurdu. Ölümünden sonra, ikinci (1904) ve üçüncü ( 1920) Enternasyonaller kurulmuştur.
Karl Marx ömrü boyunca sefaleti yaşamış bir kişidir. Eşine bir miktar miras kalması ile yaşadığı Londra’da nispeten daha iyi bir yaşam sürmesine rağmen ölene kadar hep maddi sıkıntı yaşamıştır. Tüm dünyayı etkileyen bir kişi olmasına rağmen cenazesine sadece 11 kişi katılmıştır. Londra’da bulunan mezarı Büyük Britanya Komünist Partisi tarafından yeniden yaptırılmıştır. Mezar taşında Komünist Manifesto’nun son ünlü sözü yazmaktadır. ” Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!” Bu slogan aynı zamanda eski SSCB’nin devlet sloganı idi.
kaynak:nkfu
Mahmut Gazan Han 1271 ile 1304 yılları arasında yaşamıştır. İran İlhanlılarının imparatorudur. 1295-1304 yılları arasında hüküm sürmüştür. İlhan Argun’un oğludur. Babası ilhan olunca Horasan-Mazenderan-Rey eyaletlerinin başına getirildi. Önce Budist olan Gazan, 23 yaşında İslam dinini kabul edip Mahmut adını aldı.
Bu olay İlhanlılar’ın kesin şekilde İslamlaşmasını sağladığı için, Ortaçağ tarihinde önemlidir. Devlet dini olarak bütün İran Moğolları tarafından kabul edilen İslam, Gazan Han’ın büyük ihtimamlarına mazhar oldu. Böylece Mısır Memlûklerî ve Anadolu ile olan düşmanlık da az çok ortadan kalktı.
Büyük bir teşkilatçı, büyük hükümdar olan Gazan, müspet ilimlere büyük önem verdi. Buna karşılık, devrinde önemli bir genişleme, dış siyasette de, askerlikte de anılmaya değer bir başarı olmadı.
kaynak:nkfu
Tam adı Marcus Junius Brutus’dür. Tarihin en ünlü suikastçisi olarak bilinmektedir. M.Ö 85 yılında bir Haziran ayında doğduğu bilinmektedir. Ölümü ise M.Ö. 23 Ekim 42 yılında gerçekleşmiştir.
Roma İmparatorluğumun en tanınmış komutanları ile bir olup, Sezar’a karşı yapılan iç’savaşa katıldı. Pompeius kuvvetleri M. Ö. 48’de General Pompeius Pharsalus’ta yenilince Sezar, Brutus’u affederek M.Ö. 46’da onu Cisalpine Gaul’a vali yaptı. Bir süre sonra «pretor» mevkiine kadar yükseltilen1 Brutus, Sezar’ın bu iyiliklerini göz önünde bulundurmayarak, onun diktatoryasına son vermek üzere hazırlanan suikaste katıldı ve onu öldürenlerden biri oldu. Arkadaşını suikastçıların arasında gören Sezar’ın: «Sen de mi, Brutus?» sözü meşhurdur.
Sezar’ın cenaze töreninde bir nutuk veren Marcus Antonius, Brutus’un hatalarını belirttikten sonra: «Ama, Brutus şerefli bir adamdır» diye onu iğnelemiş, halkı onun aleyhine çevirmiştir.
Bundan sonra ordusu ile doğuya doğru yola çıkan Brutus Makedonya’yı aldı. M.Ö. 42 yılında Antonius’la Gaius Octavius’un ordularına karşı Philippi’de çarpıştı. Buradaki yenilgisine üzülen Brutus kılıcının üzerine atılarak kendini öldürdü.
Shakespeare «Julius Caesar» adlı piyesinde Brutus’u olduğundan daha iyi göstermiştir. Piyeste, Brutus’un, Sezar’ı niçin öldürdüklerini açıklayan konuşması, Shakespear’in dünyaca meşhur, en önemli yazılarından biridir. Brutus, piyeste, şöyle der:
«Bütün esirlerin ölmesi pahasına Sezar’ın yaşamasını, Sezar’ın ölüp de insanların hür yaşayabilmelerine tercih mi ederdiniz? Sezar beni sevmişse bugün arkasından ağlarım; mesut olmuşsa saadetine katılırım; cesursa cesaretini takdir ederim; ama, ihtiras sahibiyse onu öldürmek vazifemdir. O, sevgisi için göz yaşları, saadeti için sevinç, cesareti için takdir, nihayet ihtirası için ölüm buldu.»
kaynak:nkfu
Ünlü Türk şair ve edibidir. Babası Binbaşı Osman Şahabettin Bey, 1877-1878 Türk-Rus Savaşı’nda, Cenap yedi yaşındayken, Plevne’de şehit olmuştur. Cenap, askeri ilk ve ortaokullarını, bitirdikten sonra, Askeri Tıbbiye’ye girdi. Bu sıralarda Muallim Naci ile tanıştı. Kuvvetli bir şair olmak için durmadan çalışıyordu. İlk şiiri bir gazeldir. Muallim Naci onun şiirlerini, nesir parçalarını, Fransızcadan yaptığı çevirileri bastırıyor, kendisini daima teşvik ediyordu. 1887’de basılan «Tâmât» adlı şiir kitabı gençlik şiirlerini bir araya toplar.
Cenap Şahabettin 1889’da Askerî Tıbbiye’yi bitirdi, 1890’da Paris’e gönderildi. Genç edip orada yalnız tıp tahsil etmiyor, edebiyata da çalışıyordu. 1894’te İstanbul’a döndü. İzmir, Konya ve Ankara sıhhiye müfettişliklerinde bulundu. 1897’de, bir sıhhiye heyetiyle birlikte Hicaz’a gönderildi. Bu seyahata ait yazıları «Hac Yolunda» adını taşıyan bir kitapta toplanmıştır. Seyahat edebiyatımızın Avrupalı anlamda ilk örneği bu eserdir.
Cenap’ın Paris dönüşü yazdığı şiirler eskilerinden çok farklıdır. Artık bunlarda Hamit’in, Ekrem Bey’in tesirlerine rastlanmaz. Şiirleri, o zaman eskileri kızdırmakla beraber, yenilik taraftarlarını sevindiriyor, hatta bazı şiirlerine, aralarında Tevfik Fikret de olmak üzere zamanın ileri gelen şairleri tarafından nazireler yazılıyordu. Tevfik Fikret’in yakınlık göstermesi Cenab’ı «Serveti Fünun» ‘culara yaklaştırdı. 1896’da bu dergide çıkan bir şiiriyle Edebiyat-ı Cedide’ciler arasına katıldı. Edebîyat-ı Cedide şiirini, yıllarca Tevfik Fikret’le birlikte o temsil etti.
Cenap Şahabettin Meşrutiyetin ilanından sonra şiiri ikinci plana aldı. «Aşiyan», «Tânin», «Hürriyet», «İçtihad», «Hak» gibi çeşitli gazete ve dergilerde edebi ve siyasi makaleler yazıyordu, ilk mizahi yazıları da bu devreye rastlar. «Kalem» dergisinde «Dahhâk-i Mazlûm» takma adı ile mizahi makaleleri çıkıyordu. 1914’te de emekliye ayrıldı. Darülfünun Edebiyat Fakültesi Lisan Şubesi Fransızca Müderrisliğine (ordinaryüs’profesörlüğüne) tayin edildi, sonra da Garp Edebiyatı Müderris Vekili oldu. Millî Mücadele sona erince bir kenara çekildi. Hayatının sonuna kadar okuma ve yazmakla meşgul oldu. Ölümüne yakın yıllarda Türkçe sözlük hazırlamaktaydı.
Cenap Şahabettin, bütün Türk yenilik şiirinin en büyük birkaç simasından biridir. Nesirlerinde de Türkçe’yi pek üstatça ve dahice bir zevkle kullanmıştır.
kaynak:nkfu
İsmail Cevheri (Ölüm tarihi 1010) ünlü bir Türk bilginidir. Türkistan’ın Farab (Otrar) şehrinde doğdu. Orada ilk öğrenimini yaptıktan sonra Arapçanın bütün kaide ve inceliklerini öğrenmek üzere Irak, Elcezire ve Mısır’da kaldı, daha sonra da Horasan’a döndü. Arapça’da büyük bir değer taşıyan Firuzabâdî’nin meşhur kamusundan sonra en değerli kamus sayılan «Sıhâh» Cevherî’nin eseridir. Türkçeye Vânî Mehmet Efendi tarafından çevrilmiş, ilk basılan kitap olarak «Van-Kulu Lügati» adı ile yayınlanmıştır.
Cevherinin daha sonraları kollarına kanat biçiminde iki kapı kanadı takarak bunlarla uçmaya çalışırken evinin damından düşüp öldüğü rivayet edilir.
kaynak:nkfu
Edebiyatımızda «Servet-i Fünun Topluluğu» olarak anılan belli bir sanat döneminin, sanat anlayışının en büyük şairidir. 1867’de İstanbul’da doğdu, ilk ve orta öğreniminin bir kısmını Aksaray semtindeki okullarda yaptıktan sonra Galatasaray Lisesi’ni birincilikle bitirdi. Kısa bir süre memurluk yaptıktan sonra öğretmenlik hayatına atıldı. Ticaret okulunda, Galatasaray Lisesi’nde yıllarca öğretmenlik, müdürlük yaptı, ömrünün son yıllarını Robert Kolej öğretmenliğinde geçirdi. Ünlü «Servet-i Fünun» dergisini, «Tanin» gazetesini kuranlar arasındadır. 1915’te Rumelihisarı sırtlarında, Âşiyan (Yuva) adını verdiği evinde öldü. Mezarı bu evin avlusundadır. Âşiyan bugün bir edebiyat müzesidir.
Tevfik Fikret Türk şiirine konu, biçim, yapı, düzen yönlerinden büyük yenilikler getirmiştir. Eserlerinde, kişisel duygular yerine, toplum sorunlarını ele alırdı. Yaşadığı zamanlarda ülkemiz Batı’dan çok geri, yoksul durumdaydı. Halkın özgürlüğü de son derece kısıtlıydı. Tevfik Fikret, özellikle sanat hayatının ikinci döneminde, bütün çalışmalarını bu alanlara yöneltti. Çalışkan, canlı, uygarlığa yönelik bir ulus olmamız için çaba harcadı. Onun sanatı, edebiyatı yalnız sanat için değil, daha çok, toplum için uygulayan bir anlayışı vardı. Bundan dolayı şiirleri genellikle bütünüyle eğitici, öğretici bir nitelik taşır.
Eserlerinin dil, anlatım yönü ağır, günümüz için eskimiş olmakla birlikte yapısı, nazım düzeni çok güçlüdür.
Tevfik Fikret manzumelerinin bir bölüğünü yalnız gençlere seslenerek, gençler için, onlara iyiyi, doğruyu, güzeli göstermek için yazmış, ayrıca çocuklar için de çok duru, açık bir dille, hece vezni ile manzumeler de meydana getirmiştir. Tevfik Fikret’in başlıca şiir kitapları şunlardır: Rübab-ı Şikeste (Kırık Saz); Halûk’un Defteri; Şermin. Bunlardan ikincisi gençler, üçüncüsü çocuklar için yazılmıştır.
kaynak:nkfu
Akşemsettin (? – 1459) on beşinci yüzyılda yetişmiş, Fatih devrinin büyük mutasavvuflarındandır. Asıl adı Şemsettin Ahmet’ tir. Şam’da doğdu. Babası ile birlikte Anadolu’ya geçerek, tahsilini burada yaptığı söylenir. Bir ara Osmancık’ta müderrislik yapmışsa da tasavvufa olan merakı yüzünden Akşemsettin Ankara’ya giderek Hacı Bayram’a mürit oldu.
Oradan ayrıldıktan sonra bir zaman Beypazarı ve İskilip’te oturdu, nihayet İzmit’in Göynük kasabasına yerleşti. Fatih Sultan Mehmet’in dileği üzerine İstanbul’un fethinde bulundu. Askerin maneviyatını arttırmak için büyük gayret sarfettî. Bu arada, Emevî saltanatını kuran Muaviye zamanında İstanbul’u almak için gönderilen Eba Eyyub-i Ensari’nin mezarını bulduğu da söylenir. Akşemsettin İstanbul’un fethinden sonra tekrar Göynük’e dönmüş ve orada ölmüştür.
Akşemsettin tıptan anlardı. «Maddet-ül Hayat» adlı tıbba dair Türkçe bir eseri vardır. Tasavvufa dair Arapça birçok risaleler yazmıştır ki en önemlileri «Hall-i Müşkilât» ve «Risalet-ün-Nuriye» dir. Hacı Bayram’dan sonra Bayramilik tarikatını Akşemsettin ile halifeleri yürütmüşlerdir.
kaynak:nkfu
Bir taşra doktorunun oğlu olan besteci Hector Louis Berlioz, Güneydoğu Fransa’da Grenoble yakınlarında ki Cote Saint – Andre’de doğdu. Daha çocuk yaşta, müzik ve beste konusunda birçok bilgiyi kendi kendine
öğrendi. Sonra da babasının baskılarına karşı koyarak, Paris’teki tıp öğrenimini bırakıp, ünlü Paris Konservatuvarı’nın müzik bölümünde öğrenciliğe başladı.
En tanınmış yapıtı olan Fantastik Senfoni’yi 1930’da tamamladı. Hector Berlioz müziğini halka sevdirmek ve orkestraları bu müziği çalmaya alıştırmak için, yaşamının sonraki bölümünde orkestra yönetmeni olarak Avrupa’da dolaştı. Hector Berlioz’un müziği 20. yüzyılda daha iyi anlaşılmaya başlandı. Günümüzde, Hector Berlioz’un görkemli Truvalılar operası sahnelenmekte, Korsan ve Roma Karnavalı gibi konser uvertürleri de sık sık seslendirilmektedir.
kaynak:nkfu
Luigi Galvani (1737-1798), tanınmış bir İtalyan anatomi bilginidir. Fizyolojiye elektriği uygulayıp «elektrofizyoloji» bilimini ortaya çıkarmıştır.
Luigi Galvani Bologna’da doğdu. Tıp öğrenimini tamamladıktan sonra 1762’de Bologna Üniversitesi’ne anatomi profesörü oldu. Bir süre sonra siyasi sebeplerden ötürü görevinden uzaklaştırıldı.
Luigi Galvani hayvanların vücutlarındaki elektriklenme olayı ile ilgili teorisini 1791’de buldu. Onunla «kurbağaların efendisi» diye alay edenler de vardı. Tanınmış bilgin bir gün ölü kurbağa bacaklarını teneke çengellere takarken bacaklardan birinin kıpırdadığını görmüş, böylece fırtınalar yaratan teorisini ortaya çıkarmıştı. Luigi Galvani bu olaydan sonra çeşitli deneyler yaparak teorisini ispat etmeye çalıştı. Kurbağanın sinirine bir demir, adalelerine de bakır bağladıktan sonra adalenin hareket ettiğini gördü. Galvani’nin kanaatine göre ölü hayvanın adalelerinin hareket etmesi elektrik akımından ileri geliyordu. Luigi Galvani’nin bu buluşu birçok tartışmalara yol açtı. Bugün fizikte hayvan vücudundaki elektriklenmeye «galvanizm» denilir.
Tanınmış bilgin ölümünden kısa bir süre önce tekrar Bologna Üniversitesindeki kürsüsüne iade edildi.
kaynak:nkfu
Theophile Gautier (1811-1872), tanınmış bir Fransız yazarıdır. Fransa’da Tarbes kasabasında doğdu. İlk öğrenimini orada yaptıktan sonra öğrenimine Paris’te devam etti. XVI. yüzyılın romantik edebiyatı Gautier üzerinde çok derin bir etki yaratmıştı. Kendisi gibi romantik devir hayranı yazar ve ressam birkaç arkadaşını bir araya toplayıp Romantikler Birliği’ni kurdu.
Gautier’nin ilk önemli şiiri «Albatros» 1830’da yayınlandı. Pek şatafatlı, ağdalı kelimelerle süslü olan bu şiir beğenildiyse de Gautier şair olarak şöhret kazanamadı. Daima değişiklikten hoşlanan, durgunluğu sevmeyen garip bir insandı. Edebiyatın her kolundaki kabiliyetini denemek istiyordu. Tiyatro için eserler yazdıysa da bunlar pek başarılı birer eser sayılamazdı. Kısa bir süre ünlü yazar Balzac’ın sekreterliğini yaptı, bu arada yazı tekniği hakkında ondan pek çok bilgi edindi, kendisi de roman yazmaya başladı. Gautier’nin önem kazanan ilk romanı «Mademoiselle de Maupin»dir. 1835’te yayınlanan bu eser en serbest fikirli Fransızları bile şaşkına çevirecek şekilde yazılmıştı. Gautier bu romanından sonra sadece hikaye ve roman yazmakla yetindi. Bir zaman sonra bundan da bıktı. Eleştirmeci olmak istiyordu.
Gautier’nin bu alandaki eserleri romanlarını, şiirlerini gölgede bırakacak kadar kuvvetliydi. Baudelaire ve Lamartine üzerine yazdığı denemeleri, «Romantizmin Tarihi» adındaki eseri, Theophile Gautier’nin en güzel eserleri sayılır.
Gautier bol bol seyahate de çıkıyordu. Yolculuk hatıralarını da birkaç kitap halinde sonradan yayınladı.
kaynak:nkfu
Joseph Gay-Lussac (1778-1850) tanınmış bir Fransız kimya ve fizik bilginidir. Yaptığı işlerin arasında en önemlisi, hidrojenle doldurulmuş bir balonla deniz seviyesinden 6.000 metre kadar yükseğe çıkarak atmosferin üst tabakalarını incelemesi, havanın hangi maddelerin birleşmesinden meydana geldiğini araştırmasıdır. Gay-Lussac bu çalışmaları sonucunda havanın magnetik kuvvetini, ısısını ve nemini de hesaplamak imkanını bulmuştur.
Gay-Lussac, Paris’teki Ecole Polytechnique (teknik üniversite) de okudu, asistanlık ve öğretmenlikten sonra, teknik üniversiteye kimya profesörü oldu. 1808’de Sorbonne Üniversitesi’nde fizik profesörlüğüne getirildi. 1806’da Fransız Akademi Üyeliği’ne seçilmişti. 1831’de de doğduğu yer olan Haute-Vienne’den milletvekili seçildi. 1839’da Senato üyesi oldu. Paris’te öldü. Pere Lachaise mezarlığında gömülüdür.
Gay-Lussac Kanunu
Gay-Lussac’ın kimya alanandaki en önemli keşfi kendi adı ile anılan kanundur. Gay-Lussac yaptığı deneylerle şunu bulmuştu: Aynı şartlar altında, yani aynı sıcaklıkta, aynı basınçta, su buharını meydana getirmek üzere birleşen hidrojenle oksijenin hacimleri arasında 1/2 gibi basit bir oran vardır. Gay-Lussac bu tepkimeye giren gazlarla tepkimeden meydana gelen gazların hacimleri arasında daima bu oranın bulunup bulunmadığını anlamak için bazı deneyler yaptı, onlarda da olumlu sonuçlar aldı.
kaynak:nkfu
Antoino Laurent de Lavoisier, Fransız kimyacısı (Paris 1743 – ay.y. 1794) 1754’te Paris’te College Mazarin’e gitti. 1763’te hukuk diplomasını, 1764’te lisans derecesini aldı. Fen bilimleriyle ilişkisini kesmedi, jeoloji ve mineoroloji incelemeleri yaptı. 1764’te hidratlı kalsiyum sülfat bileşimindeki alçı taşının analizini yaptıktan sonra sülfirik asit ve kalkeri yeniden ısıtarak bu doğal tuzun sentezini başardı. Bu çalışmayı Fransız bilimler Akademisi’ne sundu. 1766’da Paris sokaklarının aydınlatılmasına ilişkin çalışmasıyla altın madalya kazandı. 1768’de Bilimler Akademisi yardımcı kimyacılığına getirildi, 1778’de tam üye oldu. Fransa’da vergi toplamakla görevli Ferme Generale’de çalışmaya başladı. (1768).
1775’de devlet barut fabrikaları müfettişliğine getirildi. 1789’da Etat, Generaux’ya yedek milletvekili seçildi. 1791’de istatistiksel verilerden yararlanarak tarım yeni vergilendirme sistemini içeren, De la Richesse Territodale du Royaume du Françe (Fransa Krallığı’nın Toprak Zenginliği Üstüne) adlı eserini yayınladı. 1789 Fransız Devrimi ile Ferme Generale’deki payı nedeniyle krallık yandaşı olarak görülmeye başlandı ve ağır eleştirilere tutuldu. 1791’de tüm görevlerinden alındı. 1793’te Ferme Generale’nin 27 ortağıyla birlikte tutuklandı. Bilim çevrelerinin tüm çabalarına karşın ortaklarıyla birlikte 8 Mayıs 1794’te birkaç saatlik duruşmadan sonra giyotinle idam edildi.
Modern kimyanın kurucusu olan Lavoisier’in, bu alandaki ilk buluşu, suyun basit değil, oksijen ve hidrojenden oluştuğunu kanıtlamak oldu. Oksijeni buldu ve adını koydu. Kimyaya elementlerin adlandırılmasından tanımına kadar yepyeni bir görüş kazandırdı. Yunanca ve Latince köklerden yararlanarak oksijen, hidrojen, karbon gibi daha belirgin adlar önerdi ve bilim çevrelerine kabul ettirdi. Bazı bilim adamlarıyla yaptığı ortak çalışmalarla 55 element saptandı. Temel eseri olan Traite Elementaire de Chimice (Temel Kimya Kitabı)’yi 1789’da yayınladı.
Bu kitapta daha önce 55 olarak gösterilen element sayısının 33 olduğunu ileri sürerek, ötekilerinin bileşik olduklarını saptadı. Yanma sırasında havadaki oksijenin tüketilmesinden sonra geriye solunumda kullanılmayan ve başka gazlarla kolayca tepkimeye girmeyen bir gazın kaldığını gördü. Havanın % 75’ini oluşturan bu gaza, azot adını verdi. Organik maddeleri inceleyerek, yanma sonucunda bu maddelerdeki karbon, hidrojen ve oksijen oranlarının bulmaya çalıştı. 1783’te Laplace ile Bilimler Akademisi’ne sundukları Memoire sur Chaleur (Isı Üstüne İnceleme) adlı makalenin konusunu oluşturan ve termokimyanın öncüsü sayılan bu çalışmalarla, insanda, kobaylarda yanmayla solunumun arasındaki yavaş bir yanma olayı olduğunu, hareket ve sindirim sırasında oksijen tüketiminin arttığını açıkladı.
Başlıca eserleri: Opuscules physigues et Chimiques (Fizik ve Kimya Makaleleri) 1774, Mehode de nomenclature chimique – G. de Morveau, Berthollet ve Fourcroy ile birlikte (Kimyasal Adlandırma Yöntemi) 1787; Oeuvres de Lavoisier (Ö.S.) J-B Bumas ve E. Grimuux, derleme (Lavoisier’in Eserleri) 6 cilt 1862-1893. Oeuvres de Lavoisier Correspondences (öl. s.) R. Fric, derleme (Lavoisier’in Eserleri ve Yazışmaları) 1955-1964.
kaynak:nkfu
Otto Liman von Sanders, Alman askeri (Stolp / bugün Polonya’da 1855 – Münih 1929). 1874’te Essen muhafız birliğinde subaylığa başladı 1911’de generalliğe yükseldi. Osmanlı Ordusu için gerekli yenilikleri yapmak üzere Almanya’dan çağırılan kurulun başkanı olarak 1913’te İstanbul’a geldi.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale (1915) ve Filistin (1917-1918) cephelerinde Osmanlı Orduları komutanlığı yaptı. 1915’te Çanakkale V. Ordu komutanıyken verdiği yanlış tabya sistemi büyük kayıplara yol açınca görevinden alınarak yerine Mustafa Kemal getirildi. Eylül 1918’de Filistin Cephesi yarılınca kuvvetlerini Halep’e kadar çekti. Mondros Mütarekesi’nden sonra bir süre İstanbul’da gözaltında tutuldu. Alman askerlerinin geri gönderilmesi çalışmalarını üstlendi, daha sonra kendisi de ülkesine döndü. Türkiye anılarını; Fünf Jahre in der Türkei (Türkiye’de Beş Yıl) 1921 adlı kitapta kaleme aldı.
kaynak:nkfu
Abraham Lincoln, Amerika Birleşik Devletleri’nin 16. devlet başkanı (Kentucky/Hodgenville 1809 – Washington 1865). Çiftlik çalışmasından ayırabildiği zamanlarda kendini eğitti. 1818’li yıllarda Ohio Irmağı’na gemilerde çalışması, yaşamında yeni bir ufuk ve kentli insanları tanımasına yol açtı. 1830’da ailesi Coles County (İllinois) yöresine yerleşti. New Salem Kasabası’nda bir dükkanda çalışmaya başladı. 1832’de patlak veren Kızılderililerle çarpışmalarda, bölgesinin gönüllülerinin subayı seçildiyse de, çatışmaya katılmadı. New Sealem’e dönüşte girdiği eyalet meclisi seçimlerini yitirince krediyle kurduğu dükkan işinde borca girdi ve çeşitli işlerde çalışıp geçimini sağlayıp borcunu ödedi. 1834’te İllinois Temsilciler Meclisi’ne seçildi. Hukuk öğrenimine başladı. O dönemde avukatların bölge bölge dolaşma zorunluluğu nedeniyle 31.000 km2’lik alanı kaplayan geziler yaptı. 1846’da Whiglerden Kongre’ye seçildi. 1848’de İllinois Bölgesi’nden seçilen tek Whig partili olması nedeniyle büyük bir varlık gösteremedi. 1854-1858 arasında köleliğe karşı konuşmalarıyla dikkati çekti.
1856’da yeni oluşan Cumhuriyetçi Parti’ye katıldı. 1860’ta Cumhuriyetçilerden başkan adayı gösterildi, 1861’de 16. devlet başkanı olarak göreve başladı. Öte yandan Güneyde Birlik’ten ayrılan 7 eyaletin delegeleri Amerika’nın Konfedere Eyaletleri adına Jefferson Davis’i başkan seçtiler. Böylece genelde köleliğe karşı olan Birlik yanlıları (kuzey ve Konferede Eyaletler (Güney) arasında bir iç savaşın kaçınılmazlığı ortaya çıkınca savaşa karar vermek zorunda kaldı. 1862’den sonra yetenekli birkaç komutanla yürüttüğü çarpışmalarda iki taraf da korkunç kayıplar verdi. 1863’te Özgürlük Bildirisi ile köleliğe son verdiğini açıkladı.
1864’te başkomutanlığa atadığı Ulysses S. Grant’ın, Güneyi dize getirmesinden sonra Güney ve Kuzey’i birleştirmek ve yeni ABD’yi oluşturmak için olağanüstü çaba harcadı. Aynı yıl sonunda yeniden başkanlığa seçildi. Güney’deki savaş yenilgisinin yaralarını sarmak ve kölelik yanlılarının sürüp giden direnişlerine karşı mücadele etti. 1865’te Washington’daki Ford’s Theater’de temsil seyrederken, aktör John Wilkes Booth’un kurşunlarına hedef olup yaşamını yitirdi. En güç koşullarda yüklendiği devlet başkanlığını en iyi biçimde sürdüren, halkın sevip beğendiği, liberal görüşlü, sağlam kişilikli ve insancıl bir devlet adamı olarak tarihe geçti.
kaynak:nkfu
Georges Bizet, Fransız bestecisi (Paris 25 Ekim 1838 – Paris 3 Haziran 1875). Asıl adı: Alexander Cesar Leopold.
Paris Konservatuvarı’nda Marmontel’den piyano, Zimmermann ve Gounod’dan müzik kuramı, Halevy’den kompozisyon dersleri aldı. 1857’de konservatuvarın Büyük Roma Ödülü’nü kazandı. Daha sonra özel müzik öğretmeni olarak çalıştı ve çoğunlukla Paris’li eleştirmenlerin olumsuzca eleştirdiği opera besteleri yaptı. Başeseri olan Carmen’in ilk oynanışından (1875) kısa bir süre sonra en verimli döneminde öldü.
Erken doğalcı, biçimde tutumlu, Wagner karşıtı Fransız operasının önde gelen temsilcisidir. Carmen operası güneye özgü tutkuyla doludur. Kolay anlaşılır ses dili, ritmik canlılığı, berrak ve renkli çalgılaması ve Nietzche’nin yazılarıyla Wagner’in operalarının karşısına çıkarıldı. Carmen’in etkisi Ravel, Busoni ve Stravinski’ye kadar sürdü.
Başlıca eserleri: Operaları: les Pecheurs des Perles (İnci Avcıları, 1863); la Jolie Fille de Perth (Perthli Güzel Kız, 1867); Djamileh (Cemile, 1872). Süit: l’Arlesienne (Arles’li Kadın, 1872).
Carmen Operası :Geroges Bizet’in operacomique türündeki dört perdelik eseridir. İlk sahnelenişini izleyici topluluğu ve eleştirmenler büyük bir düş kırıklığı olarak nitelediler. O günlerin mutlu sonlara alışık izleyicileri Carmen’in öyküsünü beğenmemekle kalmayıp müziği de aşırı gürültülü ve tondan kaymış (detone) bulmuşlardı.
İlk başarısını Ekim 1875’te Viyana’da elde eden operayı, 1876’da Paris’te izleyen Çaykovski, Carmen’in 10 yıl sonra dünyanın en sevilen operası olacağını söyledi. Nietzsche’nin de hayranlığını kazanan eseri, Bismarck’ın 27 kez izlediği söylenir. Kısa bir süre sonra İbranice, Çince ve Japonca gibi hemen tüm dillere çevrilen eser, Georges Bizet’in 100. doğum yılına gelindiğinde (1938) yalnız Paris’te 2.000’in üstünde sahnelenmişti. Bir başeser olarak kabul edilen Carmen Operası, gündelik yaşamı başarılı yansıtışı, zengin ezgileri, değişik ve gerçekçi konusu ve olağanüstü başarıyla çizilmiş karakterleriyle kısa sürede kazandığı ilgiyi günümüze kadar sürdürdü.
kaynak:nkfu
BUMİN KAĞAN, Göktürk Devleti’ nin kurucusu (? – 552). Çin kaynaklarında Tümen adıyla geçer; adının sonunda İliğ unvanı vardır. Göktürkleri bir bayrak altında topladı (535).
Orta Asya’da yaşayan bazı Türk boylarını da yönetimi altına alıp oluşturduğu devleti askeri açıdan güçlendirdi. Ülkesinin batı kanadının yönetimini Yabgu unvanını verdiği kardeşi İstemi’ye bıraktı. Bir baskın sonucu Tölesleri yenilgiye uğrattı. Çinlilerle de iyi ilişkiler kurarak ülkesinin güney kesimini güvenlik altına aldı.
Juan Juan hükümdarıyla eş değerde olduğunu kanıtlamak için onun kızıyla evlenmek istediyse de isteği kabul edilmeyince Batı Tabgaç hakanının kızıyla evlendi ve Juan Juanlara savaş açtı; hakanları Anahuai’yi öldürüp devletini yıktı (552). Aynı yıl İlkağan unvanını alarak daha önce Hun Devleti’nin merkezi olan Ötüken’i kendisine başkent yaptı.
kaynak:nkfu
GEVHERÎ, On yedinci yüzyılla on sekizinci yüzyıl arasında yaşamış bir halk şairidir. Asıl adı Mehmet’tir. Doğum tarihi belli değildir. Kırım’lı olduğu, orada öğrenim gördükten sonra İstanbul’a geldiği söylenir. Rumeli’de, Anadolu’da da dolaşmıştır. Nerede öldüğü bilinmiyor.
Gevheri çok güçlü taşlamalar yazmıştır. (Bir kimsenin, bir olayın, durumun kusurlarını belirtmek için yazılan şiirlere taşlama (hiciv) denir.) İşte Gevherî’nin taşlamalarından biri:
Hey ağalar zaman azdı
Düşmüş dosta el üşer oldu
Küllükte sürünen eşek
Cins atla yarışır oldu
Palas üstünde yatmayan
Bıyığına pala batmayan
Porsuk ardından yetmeyen
Ceylana ulaşır oldu
Evlerinin önü yazı
Yazılır turnası kazı
Yaşına yetmedik kuzu
Koyunla vuruşur oldu
Gevheri der işler hata
Katırlar baskındır ata
Olur olmaz maslahata
Çocuklar karışır oldu.
kaynak:nkfu
Osmanlı padişahlarının dördüncüsüdür. I. Murat’ın oğludur. Babasının 1386’da Karamanoğlu Ali Bey’e karşı açtığı seferde herkesi şaşırtacak bir hızla zaferler kazanarak, daha o zamandan «Yıldırım» lakabını almıştı. 1389’da Kosova Meydan Savaşı’nda da sağ kanattaki askerlerin başında kahramanca dövüştü.
Yıldırım Bayezit, babası Murat Hüdavendigâr’ın bu savaşta şehit düşmesi üzerine, tahta geçti. 25 Eylül 1396’da Niğbolu’da Papa Bonifacius IV.’ün topladığı Haçlılar ordusunu korkunç bir bozguna uğrattı. Haçlıları kışkırtan Bizans imparatoruna karşı kuvvetini göstermek için de Güzelcehisar’ı (Anadoluhisarı’nı) yaptırdı.
Bayezit, Timur’un Hindistan fethiyle uğraşmasından yararlanmak istemiş, Malatya’yı Memlûklar’dan almıştı. Bu yüzden Timur’la araları açıldı, karşılıklı gönderilen ağır mektuplardan sonra, savaş kaçınılmaz bir hal aldı. 1402’de iki hükümdarın orduları Ankara’da, Çubuk Ovası’nda karşılaştılar. Bayezit sonuna kadar kahramanca dövüştüyse de, üstün kuvvetler karşısında yenildi, esir düştü.
Timur bunun üzerine Bayezit’i yanına alıp kapalı bir tahtırevanda taşıtarak izmir’e kadar geldi. Aldığı yerleri eski beylerine verip geri döndü. Bayezit ise, bukadar üzüntüye dayanamayıp, Akşehir’de öldü. Timur, Yıldırım’ı hükümdarlara lâyık cenaze töreniyle Akşehir’deki Hayrâni Türbesi’ne gömdürttü. Sonradan babasının cenazesini oğlu Musa Çelebi’ye vererek, Bursa’ya götürmesine müsaade etti.
Yıldırım Bayezit küçük yaşlardan başlayarak ömrünün sonuna kadar cenkten cenge koşmuş, her yana hızla yetişerek doğuda, batıda sürekli başarılar kazanmıştır. Anadolu beyliklerinden herb;rini ayrı bir politika ile kazanarak Selçuklu sultanlarından gerçekten üstün olduğunu ispat etmiş, Anadolu birliğini kurmuştur. Zamanında, Osmanlı sınırları doğuda Fırat’a, batıda Tuna’ya kadar genişlemiş bulunuyordu.
Bazı tarihî kaynaklar Bayezit’in gururlu, kibirli, sinirli, içkiye düşkün olduğunu söylerlerse de cesur, eşitlikse-ver bir padişah olduğu da muhakkaktır. Türkler’in Balkanlar’daki egemenliğini o sağlamıştır. Yalnız, Timur olayı istanbul’un fethini, imparatorluğun yeniden Yıldırım Bayezit devrindeki gücüne erişmesini elli yıl geciktirmiştir.
kaynak:nkfu
Osmanlı padişahlarının onuncusudur. Yavuz Sultan Selim’in tek oğludur. Annesi Hafsa Sultan Kırım Hanı Mengli Giray’ın kızıdır. Kanuni Süleyman, Trabzon’da, babası orada sancakbeyi iken doğdu, Zigetvar Seferi sırasında 71 yaşında öldü. 46 yıl tahtta kaldı ki, bu Osmanlı padişahlarının en uzun saltanat süresidir.
Kanunî Sultan Süleyman, 1520’de babası Yavuz Sultan Selim’in beklenmeyen ölümü üzerine 25 yaşında tahta çıktı. Saltanatı hemen hemen hep savaşlarla geçti. 29 ağustos 1521’de Macaristan’ın en önemli kalesi, kilit noktası olan Belgrat’ı aldı. 1522’de Rodos adasını ele geçirerek buradaki Rodos şövalyeleri devletine son verdi. Almanya İmparatoru Şarlken’in eline esir düşen Fransa Kralı I. François (Fransua) nın yardım istemesi üzerine, Şarlken’e karşı savaş açtı. Mohaç’ta 2 saat içinde Macar ordusunu yok etti. Macaristan’ı haritadan sildi. Bec’i (Viyana’yı) kuşattıysa da bastıran kış üzerine 16 ekim 1529’da kuşatmayı kaldırdı.
1532’de Almanlar’dan Graz şehrini aldı. 1534’de çıktığı Irak seferinde Hamedan’ı, dünyanın en ünlü şehirlerinden biri olan Bağdat’ı aldı. Irak’ta Safevîler’in egemenliğine son verdi. Doğu Anadolu’da İran’ın elinde bulunan son toprakları Erzurum’la Van’ı ele geçirerek Türkiye’nin bugünkü doğu sınırlarını çizmiş oldu.
1536’da Korfu, Bordan (Moldavya) seferlerinden sonra düzenlediği Budin seferinde Macaristan’ın yönetim şeklini değiştirdi, bir eyalet olarak İstanbul’a bağladı. Estergon seferiyle, Macaristan’ı Almanya’nın istilasından kurtardı. 1547’de Almanya – İspanya ile yapılan barışta V. Karl (Şarlken) en ağır şartları kabul zorunda kaldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki egemenliği en yüksek noktasına çıkmıştı.
Kanuni Süleyman 1553’te üçüncü defa İran üzerine yürüdü. Karabağ’ı, Nahcıvan’ı aldı. İki yıla yakın süren bu seferden dönerken, 35 yıl içinde Osmanlı İmparatorluğu’nu iki kat genişletmiş bulunuyordu.
Kanunî Süleyman son çıktığı Zigetvar seferinde öldü. Veziriâzam (başbakan) Sokullu Mehmet Paşa, padişahın sağ kalan tek oğlu şehzade Selim (Selim II.) Belgrat’a gelinceye kadar Kanunî’nin ölümünü ordudan sakladı. Cenaze sonradan istanbul’a getirilerek Süleymaniye Camisi’ndeki türbesine gömüldü.
Kanunî Osmanlı tarihinin en büyük hükümdarlarından biridir, imparatorluğu dünyanın en büyük ülkesi durumuna getirmiştir. Avrupalılar ona «Muhteşem» derler. Türkler de, hakseverliği, yaptığı kanunlardan ötürü «Kanunî» adını vermişlerdir. Kanunî Süleyman Fatih’ten sonra Osmanlılar’ın en büyük devlet, siyaset adamı, Yavuz’ dan sonra da Osmanlılar’ın yetiştirdiği en büyük asker olarak kabul edilir. Kanunî «Muhibbî» takma adıyla şiir de yazardı. «Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi — Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi» beyti pek tanınmıştır.
ESTERGON ZAFERİ
Kanunî’nin en büyük zaferlerinden biri Estergon Seferi’dir. Bir yıl süren bu seferde, Viyana ile Budin arasındaki en önemli kale olan, Türk akıncılarının bundan böyle başlıca merkezlerinden biri haline gelen Estergon, Al-manlar’dan geri alındı. Bali Paşa’nın 24 kasım 1542’de kazandığı bu büyük zafer, Macaristan’ı Alman imparatoru’ nun istilâsından kurtarmıştı. Yalnız, Almanlar’ın giriştiği o taarruzun cezasını vermek gerekiyordu. Kanunî’nin bu seferi (1543) maksadı sağladığı gibi, Macaristan’ı Osmanlı Imparatorluğu’na daha sıkı bağlarla bağladı. Bu sıralarda, 1543 yazında, Barbaros da batıdan V. Karl’a (Şarlken)e ağır darbeler vurdu, Nice’i aldı, Roma’ya 15 km. yaklaştı, Fransa’yı himayesine aldı.
19 haziran 1547’de Almanya – İspanya ile barış yapıldı; V. Karl, en ağır şartları kabul zorunda kaldı; Osmanlı devletine yıllık haraç vermeyi bile taahhüt etti. Avrupa’da Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfuzu şahikasına çıktı, Habsburglar’ın itibarı azaldı. Lehistan, Rusya, Fransa, bazan ingiltere ile Venedik, Osmanlı devletinin nüfuzuna girdiler. Venedik, Rusya ve Lehistan Osmanlılar’a yıllık vergi veriyor, Fransa, Osmanlı devletinden büyük para, silah yardımı görüyordu.
kaynak:nkfu
Osmanlı padişahlarının dokuzuncusudur. II. Bayezit’in oğludur. Amasya’ da doğdu, İstanbul’da şirpençe hastalığından öldü. İyi bir öğrenim görmüştü. Şehzadeliği sırasında Trabzon Sancakbeyi’ydi. Tahta geçince, ilk yaptığı iş Osmanlı devleti için büyük bir tehlike haline gelen din, mezhep kavgalarını ortadan kaldırmak amacı ile harekete geçmek oldu. Şah İsmail’in üzerine yürüyerek 1514 ağustosunda Çaldıran Ovası’nda onun ordusunu yendi, Tebriz’i aldı. Dönüşünde Diyarbakır, Van, Bitlis yörelerini aldı, Dulkadiroğlu Devleti’ni ortadan kaldırarak Maraş’ı, Elbistan’ı bu arada Erzurum ve Erzincan’ı Osmanlı topraklarına kattı.
Yavuz Selim, 1516’da, Şah İsmail’den yana olan Mısır Kölemen (Memlûk) sultanı Kansu üzerine yürüdü. Halep yakınlarında Mercidabık’ta Mısır ordusunu yendi. Bu savaşta Sultan Kansu da öldü. Yavuz Selim Malatya’yı, Antep’i, Halep’i aldı. Gazze’de başka bir Mısır ordusunu da yenerek Suriye’yi, Filistin’i ele geçirdi.
Mısır’da 1 yıl kaldı. Bu arada Kölemenler’in elinde oyuncak olan son Abbasî halifesi El-Mütevekkil’den de 1517′ de halifeliği aldı. Böylece, halifelik Osmanlı hanedanına geçmiş oldu.
Yavuz Selim, istanbul’a döndükten sonra yeni bir sefer hazırlığına giriştiği sırada, şirpençe hastalığına yakalanarak öldü. Adını taşıyan camiin yanındaki türbeye gömüldü.
Sekiz yıl tahtta kalan Yavuz Selim, uzunca boylu, geniş yapılı, sert yaradılışlıydı. Sanata, bilime sevgisi, saygısı vardı. Kendisi de iyi bir şairdi. Türkçe, Farsça güzel şiirleri vardır.
kaynak:nkfu
Roma İmparatorluğu’nun çökme devrinde yaşamış bir devlet adamıdır. Güçlü söylevleriyle halkı kendinden yana çekebilmesiyle ün kazanmıştır.
Cicero siyaset hayatına yirmi altı yaşında, bir hukukçu olarak başladı. M.Ö. 75’te Sicilya’da «quaestor» (hâkim) seçildi. Bu sırada Sicilya Valisi Gaius Verres’e karşı koyanları tutan ünlü söylevi sayesinde valiyi sürgün ettirdi. Bu başarısından dolayı, hakimliğin daha yüksek dereceleri olan praetorluğa, sonra da konsüllüğe seçildi.
M. Ö. 60 da Sezar, Birinci Triumvirlik’i kurmuştu. Cicero, Sezar’ın tarafını tutmadığından Roma’dan çıkarıldı. M.Ö. 44’te, Caesar’ın öldürülmesinden sonra, Cicero, Senato’nun en güçlü, en sözü geçen adamı oldu. Fakat M. Ö. 43’te İkinci Triumvirlik kurulunca Cicero ölüme mahkûm edildi; kaçmak üzereyken yakalanarak öldürüldü.
Cicero, devrinin siyasetini olduğu kadar edebiyatını da geniş ölçüde etkilemiş bir söylevci ve yazardır. Senato’daki konuşmaları ile Lâtin edebiyatına kattığı yeni ifade tarzı, bugün, Avrupa edebiyatındaki üslûbun temeli olmuştur. Eserlerinin çoğu siyasi, dinî ve felsefî konular üzerinedir. Sayısı bini geçen mektupları onun kişiliğini ve devrinin özelliklerini çok güzel bir şekilde tasvir etmek bakımından önemlidir.
kaynak:nkfu
CİHANGİR ŞAH (1569-1627), Hindistan Timuroğulları’nın 4. imparatoru, Ekber Şah’ın büyük oğludur. Agra’ nın banliyösü olan Fethpur-Sikri’de veliaht olarak doğdu. Annesi Racput racalarından birinin kızıdır. Asıl adı Selim Şah’tı, padişahlığında «Cihangir» adını takındı.
Cihangir Şah 1605 yılında babasının ölümü üzerine hükümdar oldu. Saltanat devri hareketsiz geçti; Osmanlı ve İran’dan sonra dünyanın en kudretli devletinin başında bulunmaktan başka büyük bir faaliyet göstermedi. Hâtıralarını «Tüzük» adı ile yazmıştır. Bu önemli eser, 3 kere İngilizceye çevrilmiştir. Devrinin olaylarını kâtibi Mutemet Han Farsça kaleme almıştır.
Cihangir Şah, Hindistan Timuroğulları gibi çok büyük ve devamlı bir devletin hükümdarları arasında veliaht olarak doğan tek şahıs olduğu gibi, veliahtlığı da en uzun (31 yıl) sürmüştür. Çok zengin bir devletin başına geçmişti. Fakat bu devlet genişlemesi için, oğlu Şah-i Cihan’ın saltanatını beklemek zorunda kaldı.
kaynak:nkfu
MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA, Osmanlı sadrazamı (Merzifon 1634 – Belgrad 1683). Köprülü Mehmet Paşa’nın korumasında ve kendisiyle yaşıt olan Fazıl Ahmet Paşa ile birlikte büyüdü. 1654’te medrese öğrenimini tamamladı. Aynı yıl Köprülü Mehmet Paşa’nın kızlarından Saliha Hanım ile evlendi.
Köprülü’nün 1656’da sadrazam olmasından sonra önce silahtarlığa, ardından telhisçiliğe atandı. 1658’de henüz 23 yaşındayken, padişah IV. Mehmet onu sancakbeyi payesiyle küçük mirahurluğa 1660’ta da Silistre Beylerbeyliği’ne atadı. 1661’de ise vezir payesiyle Diyarbakır Beylerbeyi oldu. Aynı yıl, Köprülü Mehmet Paşa ölüp yerine oğlu Fazıl Ahmet Paşa sadrazam olunca, kaptanıderya olarak Divanı Hümayun’a girdi 1662-1676 arasında değişik dönemlerde sadaret kaymakamlığı, divan vezirliği ve kaptanıderyalık yaptı.
Bu arada 1671’de kendisine güç ve ün kazandıran Kamanaşi Seferi’ne katıldı. 1672’de Lehistan ile yapılan Barış görüşmelerini yönetti. 1674’te bir Kazak kalesi olan Taman’ı aldı. Fazıl Ahmet Paşa’nın 1676’da ölümü üzerine sadrazamlığa getirildi. Sadrazamlığı sırasında 1677’de Şehrin Kalesi’ni Ruslardan aldı, 1681’de Edirne Antlaşması’nı gerçekleştirdi. Macaristan beyi İmre Tököli’nin kışkırtmasıyla Avusturya üzerinde yürümeye karar vererek İkinci Viyana Seferi’ne çıktı. 14 Temmuz 1685’te Viyana kuşatıldı. Kuşatmanın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Belgrad’a çekildi. Estergon Kalesi’nin düşmesi soncu, karşıtlarının da kışkırtmasıyla VI. Mehmet’in verdiği emirle 25 Aralık 1683’te idam edildi. Onun ölümüyle birlikte, Köprülüler dönemi sona erdi. İstanbul ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde hayır eserleri vardır.
kaynak:nkfu
Georges Clemenceau (28 Eylül 1841 – 24 Kasım 1929) Tanınmış bir Fransız devlet adamı ve gazetecisidir. Fransa’nın batısında La Vendee’nin bir kasabasında doğdu; doktor olmak üzere, tıp öğrenimi yaptı. Bu sırada, İngiliz filozofu John Stuart Mill‘in ileri fikirlerinin etkisi altında kaldığından tıptan çok sosyal konularla ilgilendi.
Siyasi hayatına Montmartre Belediye Başkanlığı ile başlayan Clemenceau 1876’dan 1893’e kadar milletvekilliği yaptı. 1902’de Senato’ya seçildi. 1906-1909 yılları arasında başbakanlık etti.
I. Dünya Savaşı sırasında, 1917’de, Fransa, Alman kuvvetleri karşısında en zor ve en ümitsiz durumda bulunurken, Clemenceau ikinci defa başbakanlığa getirildi. Yetmiş altı yaşında olduğu halde halk ve orduyu gayrete getirdi. Savaşın sonunda toplanan barış konferansına Fransız delegesi olarak katıldı.
Clemenceau «La Justice» (Adalet) gazetesi yazı işleri müdürlüğünü yaptığı sırada şiddetli makaleleri ve sert tenkidleri ile kendini bütün Avrupa’ya tanıtmıştı. 1920’de cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu, kazanamadı. Bundan sonra siyasi görüşlerini ve fikirlerini yazıları ile belirtti. En önemli eserleri 1925’te yazdığı «Au Soir de la Pensee» (Düşüncenin Akşamında) ve «Demosthene» dir.
Clemenceau’nun, casuslukla itham edilen Yüzbaşı Dreyfus‘u kurtarmak için yaptığı mücadele de meşhurdur.
kaynak:nkfu
Joseph Conrad (3 Aralık 1857 / Ukrayna – 3 Ağustos 1924 İngiltere), Aslen Polonyalı olup bir İngiliz yazarıdır. Asıl adı Teodor Josef Konrad Korzeniowski’dir. Denizcilik üzerine yazdığı hikayeleriyle tanınır. Babası bir tiyatro yazarıydı. Conrad küçüklüğünde, babasının Victor Hugo’dan, Shakespeare’den çevirdiği denizcilik hikayelerinin etkisi altında kaldığından yirmi yaşına gelince bir Fransız şilebine girerek İngiltere’ye gitti.
Burada, kısa zamanda İngilizce öğrendi, İngiliz vatandaşlığına kabul edildi ve Joseph Conrad adını alarak 1849’da Kongo’ya gitti. Oradaki maceralarını anlatan bir kitap yazdı. Yirmi yaşından sonra öğrendiği bir dille yazdığı halde İngilizceye hakimiyeti ve açık üslubu sayesinde eserlerinin İngiliz edebiyatında önemli bir yeri vardır. Denizin ihtişamı ve Doğu’nun mistisizmi Conrad’ı çok düşündürmüş, kitaplarında çoğunlukla bu konuları işlemiştir. Dünyanın sayılı romantik yazarlarından biri olarak kabul edilir.
Yazı hayatı kırk yaşından sonra başlayan Joseph Conrad’ın en önemli eserleri şunlardır: «Children of the Sea» (Deniz Çocukları); «An Outcast of the Islands» (Adaların Serserisi); «Typhoon» (Tayfun); «Golden Arrow» (Altın Ok); «The Mirrors of the Sea» (Denizin Aynaları); «Victory» (Zafer).
kaynak:nkfu
James Cook (7 Kasım 1728, Marton, İngiltere – 14 Şubat 1779, Kealakekua Körfezi, Havai), ünlü bir İngiliz denizcisidîr. Keşifleriyle, Güney Büyük Okyanus bölgesinin gerçeğe uygun ve güvenilir bir haritasının yapılabilmesi imkanını sağlamıştır.
İngiliz donanmasına 1755’te katılan James Cook’un ilk önemli görevi, Saint Lawrence Nehri’nin ve Newfoundland kıyılarının teftişidir. Bu konudaki başarısı ile hükümetin dikkatini çekti. Güney Büyük Okyanus’a yapılacak üç seferin komutası James Cook’a verildi. Bu seferler on yıl sürdü.
İlk seferine 1768’de çıkan kaptan James Cook 1772-1775 yılları arasında ikinci yolculuğunu yaptı. Bu sefer amacı, o devirde birçok kimsenin iddia ettiği gibi Güney Büyük Okyanus’ta yeni bir kıtanın bulunup bulunmadığını anlamaktı. James Cook yolculuğunun sonunda, burada yeni bir kıta olmadığını, Antarktika’nın güneyinde bir buzul kıta olabileceğini söyledi. Fikrinin doğru olduğu, aradan yüzyıldan fazla bir zaman geçtikten sonra anlaşıldı.
Kaptan James Cook’un üçüncü yolculuğu 1776’da başladı. Bu sefer, Büyük Okyanus’la Hudson Körfezinin, deniz yolu ile, doğrudan doğruya birbirilerine bağlı olmadıklarını tespit etmek üzere yola çıkmıştı. Dönerken Havai ve Sosyete Adaları’nı keşfetti. Bu sırada, Havai’de çalınan kayığını aramak için kıyıda dolaşırken bir yerli tarafından öldürüldü.
kaynak:nkfu
Tanınmış şairlerimizdendir. 1898’de İstanbul’da doğdu. Lise tahsilinden sonra bir müddet tıbbiyede okudu, fakat rahatsızlığı sebebiyle bitiremedi. Öğretmenlik mesleğine girdi. 1922’de Kayseri Lisesi’ne edebiyat öğretmeni oldu.
Ondan sonra sırası ile Ankara ve İstanbul liselerinde aralıksız öğretmenlik yaptı. Bir ara Türk fikir ve sanat hayatına büyük hizmetleri dokunan «Hayat» dergisini idare edip yönetti. Daha sonra, kısa bir süre «Anayurt» dergisini çıkardı. 1946’dan 1960 mayısına kadar İstanbul milletvekiliydi.
Faruk Nafiz Çamlıbel «Hecenin Beş Şairi» diye anılan ve Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç‘tan oluşan topluluğa dahil olarak edebiyat tarihimizde önemli bir yer aldı. 1908’den sonra yetişen şairler arasında en çok ün kazananlardan biridir «Aşk ve sevda şairi» olarak tanınır. Bu arada piyesieriyle de destan türünün başarılı örneklerini vermiştir, Ayrıca «Yıldız Yağmuru» adlı bir de roman yazmıştır.
Eserleri: Şarkın Sultanları, Dinle Neyden, Çoban Çeşmesi, Suda Halkalar, Bir ömür Böyle Geçti, Canavar, Akın, Özyurt, Kahraman, Bir Demette Beş Çiçek, Yıldız Yağmuru. Yangın, Vazife, İlk Göz Ağrısı, Küçük Çiftlik, Akar Su, Akıncı Türküleri, Tatlı Sert, Huzur ve Sükûn, Elimle Seçtiklerim
ÇANKAYA
Bu hıyaban ebediyet yoludur
Gider Allah’a kadar burdan ucu…
Karşıdan bakma geçerken, yolcu
Belki bir derd ile bağrın doludur.
Bu hıyaban avutur cümle yası
Dinlen altında yeşil bir dalının
O kızıl saçlı zafer kartalının,
Bu hıyabanda kurulmuş yuvası…
Toprağın gölgesi vurmuşken aya
Sildi bir hızla bu kartal kanadı,
Bil ki beyhude gönül bağlamadı
Nice dullarla yetimler buraya
Evliya uğrağıdır sanki bu bağ
Gözünün sürmesi bil toprağını
Her gören der ki bu cennet bağını
“Bu sular Kevser ağaçlar Tuba”
kaynak:nkfu
Amedeo Modigliani, İtalyan ressamı ve heykelcisidir (Livorno 1884 – Paris 1920). 1906’dan başlayarak çoğunlukla Paris’te yaşadı. Toulouse-Lautrec, Cezanne ve Picasso’nın etkisinde kaldı. 1909’da heykelci Brancusi ile tanıştı, onun etkisiyle Zenci ve Hint sanatına yaklaşarak aşırı biçimleştirilmiş başlar ve karyatitler türünde heykeller yapmaya başladı.
1910’dan sonra kendine özgü portre üslubunu buldu. Özellikle kadın portreleri ve çıplaklardan oluşan resimlerinde aşırı uzun biçimlerle anlatımı güçlendirdi. Lirik-hüzünlü bir çekiciliği olan figürlerinde, az sayıdaki renk tonları, yüzeyi kesmeden ve kenar çizgilerini parçalamadan kullandı. 1917’den sonraki yaşamı büyük acılar içinde geçti. Verem hastalığı, içki ve uyuşturucu tutkunluğu, 20. yüzyılın en büyük İtalyan sanatçısının sonunu hazırladı.
Başlıca eserleri: Viyolonselci (1909), Oturan Çıplak (yak. 1912; Londra, Corurtauld Enstitüsü), Soutine’in Portresi 1917 (Washington Ulusal Sanat Galerisi). Yatan Çıplak (1918-1919; New York, Modern Sanat Müzesi), Jeanne Hebuterne’in Portresi 1918; Bern, özel kolleksiyon), Mavili Kız Çocuğu (1919; Trayes, özel koleksiyon).
Amedeo Modigliani eserlerini görmek için buraya tıklayınız.
kaynak:nkfu
Carlo Goldoni (25 Şubat 1707- 6 Şubat 1793), ünlü bir İtalyan piyes yazarıdır. İtalyan tiyatro sanatında yenilikler yapmış, bu sanatı geliştirmiştir.
Goldoni Venedik’te doğdu. Bir doktorun oğludur. 1721’de bir tiyatro kumpanyasına girmek için okuldan kaçtı, kumpanyayla birlikte İtalya içinde turneye çıktı. Daha sonra da, Pavia Lisesi’nde okurken, şehrin kadınları ile alay eden bir piyes yazdığı için okuldan kovuldu. 1731’de Padua Üniversitesi’nin hukuk fakültesini bitirdi. İki yıl Venedik’te, dört yıl da Pisa’da avukatlık yaptı. Tiyatro eseri yazmak isteğinden de bir türlü vazgeçemiyordu. 1734’te Venedik’te İmer Tiyatro Şirketi’yle anlaştı. Manzum bir piyes olan «Belisario» halkın pek hoşuna gitmişti. Goldoni piyesten sonra aynı tipte başka piyesler daha yazdı. İtalyan tiyatrosunun esaslı bir düzelmeye ihtiyacı olduğunu sezmişti. Moliere‘in Fransa’da yaptığını kendisi İtalya’da yapmak istiyordu.
Kibar çevrelerin kötü taraflarını elinden geldiği kadar hafif, alaycı bir üslupla anlatmak istiyordu. Bu arada devrin İtalyan tiyatro tekniğinde de birtakım yenilikler yaratmaya uğraşıyordu. Mesela o devirde sahneye çıkan oyuncular yüzlerine maske takarlardı. Carlo Goldoni, bir hayli uğraştıktan sonra, bu adeti kaldırmayı başardı. Gene o devirde sanatkarlar sahnede canlandırdıkları tiplere göre kılık değiştirmezlerdi. Goldoni piyesteki dilenciyi canlandıran bir artistin dilenci kılığına girmesi gerektiğini herkese kabul ettirdi.
Carlo Goldoni, tiyatro grupları ile gezerken bir ara Verona’da kaldı. Orada yazdığı eserler arasında «İki Efendinin Uşağı» piyesi çok beğenildi. Bu sıralarda Carlo Goldoni’nin şöhreti Paris’e kadar yayılmıştı. Fransa kralının kızlarına İtalyanca öğretmek üzere Paris’e çağrıldı. Carlo Goldoni, Paris’te Fransızca piyesler de yazıyordu. Bu arada XVI. Louis’nin evlenmesi şerefine de bir eser yazdı. Carlo Goldoni’nin en tanınmış piyeslerinden biri olan bu eserin adı «Le Bourru bienfaisant» (İyi Kalpli Cellât)’tır.
kaynak:nkfu
Edmond de Goncourt (1822-1896) ile Jules de Goncourt ( 1830 -1870) Fransız edebiyatının tanınmış yazarlarındandır. XIX. yüzyıl Fransız romancılığında esaslı bir değişiklik yapabilmek için uğraşan iki kardeş, pek önemli eserler verememekle beraber, roman tekniği üzerinde yaptıkları çalışmalarla ün kazandılar.
Goncourt Kardeşler’e göre roman, bir resim galerisini andırmalıydı. Okur, roman kahramanlarının ruh hallerini anlatan uzun yazılar yerine, olayları anlatan kısa bölümler okumalıydı. Goncourt kardeşler, romanlarında o zamana kadar alışılmış olan Fransızca’dan daha değişik bir dil kullanmışlar, yeni bir yazı dilinin ortaya çıkmasını sağlamışlardır.
Edmond de Goncourt, ölümünden önce bütün malını mülkünü yeni kurulacak bir akademiye bağışlamıştı. Akademinin kurulması işiyle devrin tanınmış romancısı Alphonse Daudet uğraştı. Akademi kurulduktan sonra her yıl en güzel romanı yazan romancıya verilmşk üzere 5.000 franklık bir de para ayrıldı. İlk jüriyi, Edmond de Goncourt’un vasiyetnamesine uyarak seçmişlerdi. Goncourt Edebiyat Ödülünü kazanan roman her yıl Fransız edebiyat hayatında önemli bir yer alır.
kaynak:nkfu
VASCO DA GAMA’NIN SERÜVENLERİ
Eski zamanlarda dünyanın merak uyandıran köşelerinden biri de Hindistan’dı. Avrupa ile Hindistan arasında kara yolundan kervanlar gidip geliyor, mal alınıp satılıyordu. Yalnız, kara yolculuğu çok zor oluyordu. Onun için, Hindistan’a denizden gitmeyi düşündüler. Bu işi ilk gerçekleştiren de, Portekizli denizci Vasco (Vasko) Da Gama oldu.
Vasco Da Gama, 1450’de, Portekiz’in küçük bir denizci kasabası olan Sines’te doğdu. Daha çok küçük yaşta denizciliğe merak sarmış, kendisini ona göre yetiştirmeye çalışmıştı. 1487’de devrin kralı ona Hindistan’a denizden yol aramak görevini verdi. Kralın beklenmedik ölümü Gama’nın yola çıkmasını biraz geciktirdi. Ölen kralın yerine tahta geçen Kral Manoel, Gama’nın emrine dört gemiyle 160 denizci verdi. Ayrıca, gideceği yerde karşılaşacağı önemli kişilere de birer mektup yazıp Gama’ya verdi.
KORKUNÇ FIRTINALAR
Küçük donanma 8 temmuz 1496’da yola çıktı. Arap kılavuzlar yol gösteriyorlardı. Şiddetli fırtınalar, akla, hayale gelmedik bir sürü güçlükler içinde geçen uzun bir yolculuktan sonra, kasım ayının sonuna doğru, Ümit Burnu’na geldiler. Şiddetli bir fırtına vardı. Gemiler bir süre Ümit Burnu’nda kalmak zorundaydı. Bu arada Gama’nın emrindeki denizciler ayaklandılar. Vakit kayr betmeden Portekiz’e dönmek istiyorlardı. Gama ayaklanmayı kolayca bastırdı, üç gün sonra Hindistan’a doğru yeniden yola çıktı. 1498 mayısının sonuna doğru Hindistan’ın batı kıyılarına vardı.
VASCO DA GAMA HİNDİSTAN’DAN KAÇIYOR
Hindistanlılar Vasco Da Gama’yı hiç de iyi karşılamadılar. Hükümdarın Avrupalı denizciler şerefine verdiği ziyafet pek soğuk geçti. Hintli tüccarlar, Avrupalılar’ın başarısını kıskanmışlardı. O güne kadar kendileri daha çok kara yolundan ticaret yaptıkları için, bundan sonra deniz yolundan ticaret yaparak kendileriyle rekabete girişecek Avrupalı tüccarları tehlikeli görüyorlardı. Tüccarlar, adamlarını toplayıp, Gama’nın aleyhine kışkırtmaya çalıştılar.
Gama ile adamları limana kendilerini dar atıp hemen dönüş yolculuğuna çıktılar. Gama’nın gemileri 1499 eylülünde Lizbon’a vardı. Portekizliler Gama’yı büyük bir gösteriyle karşıladılar. Kral ona asalet unvanı verdi. Hindistan’la yapılacak ticaretten de elde edilecek kara Gama’yı ortak yaptı.
Portekiz hükümeti Vasco Da Gama’ nın başarısından sonra, arasını soğutmadan, hemen yeniden işe girişti. Pedro Alvarez Cabral (kavral) yönetiminde. 13 gemilik bir filoyu Hindistan’a gönderdi. Böylece, Avrupalı tüccarlar Hindistan’da yerleşecek, Avrupa ile Hindistan arasındaki ticaret sağlam bir esasa bağlanacaktı. Gelgelelim, Hindistan’a giden ikinci filo da iyi karşılanmadı. Yerliler gemicilerin çoğunu öldürdüler.
VASCO DA GAMA HİNTLİLER’DEN ÖÇ ALIYOR!
Portekiz hükümeti, ölen gemicilerin öcünü almak için, Vasco Da Gama’ya yeniden Hindistan’a gitmek görevini verdi. Gama 20 gemiyle 1502’de yola çıktı. Donanma Afrika’nın doğu kıyılarında Mozambik, Sofala sömürgelerini kurdu. Gama yolda rastladığı gemilerden ganimet topladı, içindeki yolcuları, tayfayı esir aldı, gemileri de yaktırdı.
Hindistan’a vardığı zaman da yurttaşlarının öcünü pek zalimce aldı. Lizbon’a döndüğünde, ilk seferinde olduğu gibi, gene törenle karşılandı, yeni yeni unvanlar kazandı.
KANLI ÇARPIŞMALAR
Buna rağmen nedense pek çabuk unutuldu. Tam yirmi yıl hiç kimse onu hatırlamadı, yeni iş vermedi. Bu arada, Portekizli gemiciler Vasco Da Gama’nın çizdiği rota üzerinden, Hindistan’a gidip gelmeye başlamışlardı. Yerlilerle Portekizliler arasında sık sık kanlı çarpışmalar oluyordu. En sonunda, Vasco Da Gama’ya yeniden Hindistan’a gitme görevi verildi.
Gama 1523’te yeniden denize açıldı. Hindistan’da Gama’yı zafer yerine ölüm bekliyordu. Koçin’de, hiç beklenmedik bir sırada öldü. Büyük denizcinin cenazesi Portekiz’e getirildi, törenle gömüldü.
Vasco Da Gama’nın Hindistan’a denizden yol bulması keşifler tarihinde Amerika’nın keşfi kadar önemli bir yer tutar. Yalnız, bu arada, Gama’nın gittiği yerlerdeki insanlara karşı kötü davranması da Asya’da, Afrika’da yerlilerin Batılılar’a karşı düşmanca duygular beslemelerine yol açmıştır.
kaynak:nkfu
Ünlü yazarlarımızdandır. 1864’te İstanbul’da doğdu, ilk öğrenimini mahalle mektebinde yaptı. Darüşşafaka Lisesi’ne girerek bu okulu birincilikle bitirdi. Bir süre Posta ve Telgraf idaresinde memurluk yaptı. Bu sırada yazı yazmaya merak sararak ilk denemelerini zamanının ünlü gazetecisi, yazan Ahmet Mithat Efendi’ye yolladı. Ahmet Mithat Efendi o vakitler Tercüman-ı Hakikat adlı bir gazete çıkarıyordu. Genç yazarın eserlerini çok beğenerek ona gazetesinde iş verdi. Böylelikle Ahmet Rasim ömür boyu sürecek olan gazeteciliğe, yazarlığa başlamış oldu. Ömrünün son yıllarında (1927-1932) milletvekili seçildi. 1932’de İstanbul’da öldü.
Çok yönlü bir yazar olan Ahmet Rasim, şiir de dahil olmak üzere, yazı türlerinin hemen her dalında eserler vermiştir. İnceleme, gezi notları, siyasi, tarihi yazılar, anılar, romanlar, hikayeler yazdı. Onun bütün bu yazıları ayrı ayrı birer değer taşımakla birlikte Ahmet Rasim özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki İstanbul’un türlü yaşantısını, çok çeşitli, değişik insan tiplerini, sorunlarını, eğlencelerini, geleneklerini, göreneklerini dile getiren sohbet, makale, fıkra türündeki yazılarıyla büyük değer taşır. Sonraları bir kısmının kitap haline getirildiği onun bu tür yazıları dilimiz, edebiyatımız için olduğu kadar yarınki uygarlık tarihimiz için de bir kaynak olarak, çok önemlidir.
Ahmet Rasim’in en büyük hizmetlerinden biri ise edebi yazı dilimizi eski geleneklerinden kurtarıp duru, rahat, temiz bir hale getirmesi, böylelikle günümüz Türkçesinin temelini atmış olmasıdır. Çağdaş Türk gazeteciliğinin gelişip evrimleşmesinde de bu yazarımızın büyük, şerefli bir payı bulunmaktadır.
Ahmet Rasim’in, sayıları kırkı aşan eserlerinden başlıcaları şunlardır: Şehir Mektupları; Eşkâl-i Zaman (fıkra ve sohbetler); Hamamcı Ülfet (roman); Muharrir Bu ya; Muharrir – Şair – Edib (anılar, makaleler, sohbetler); Falaka (anılar); Şinasi (inceleme); Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi (tarih); Romanya Mektupları (gezi notları}.
kaynak:nkfu
En başta gelen romancılarımızdandır. 1884’te İstanbul’da doğdu. Bir süre özel öğrenim gördükten sonra Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ni bitirdi, İstanbul’un çeşitli okullarında öğretmenlik yaptı. Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye’de kız okulları müfettişi olarak çalıştı. İstanbul’a dönüşte üniversitede ilk kadın öğretim üyesi olarak ders verdi.
Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’ya geçti, savaşlara yardımcı oldu. 1926’da eşi Adnan Adıvar ile birlikte yurt dışına çıkarak on yılı aşkın bir süre Avrupa’da, Amerika’da yaşadı. Başka ülkeleri de dolaşarak bilimsel konferanslar verdi. 1939’da yurda döndü. Üniversiteye profesör olarak katıldı, İngiliz Dili ve Edebiyatı kürsüsünde ders verdi.
1950′ de bir dönem milletvekilliği yaptıktan sonra yeniden üniversitedeki derslerine başladı. 1960’ta emekliye ayrıldı. 1964′ te öldü. Ünlü romanı Sinekli Bakkal 1942’de Türkiye çapında düzenlenen bir roman yarışmasında birinciliği kazanmıştır. Halide Edip Adıvar’ın romanları dışında tiyatro denemeleri, gezi notları, anıları, hikayeleri de vardır.
Başlıca eserleri şunlardır: Ateşten Gömlek; Handan; Kalb Ağrısı; Sinekli Bakkal; Tatarcık; Yolpalas Cinayeti; Döner Ayna; Sonsuz Panayır (romanlar); Mor Salkımlı Ev; Türk’ün Ateşle İmtihanı (çocukluk, gençlik, Kurtuluş Savaşı anıları).
kaynak:nkfu
Servet-i Fünun edebiyatının son dönemlerinde yetişmiş bir hikaye, roman yazarımızdır. 1870’te İstanbul’da doğdu. Öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde yaptıktan sonra hariciye hizmetine girdi. Bir süre sonra hariciyeden ayrılıp önce Galatasaray Lisesi’nde, sonra İstanbul Üniversitesi’nde Türk ve Batı edebiyatı dersleri okuttu. Yeniden hariciyeye geçip Budapeşte başkonsolosu oldu.
Çeşitli dış görevlerle önemli Avrupa merkezlerinde dolaştı. Dışişleri Bakanlığı müsteşarı iken 1927’de istanbul’da öldü. Ahmet Hikmet’in eserlerinde en göze çarpan özellik konuların, temaların hemen bütünüyle ulusal sorunlara, ülküye yönelik bulunmasıdır. Bundan dolayı kendisi «Türkçüler» arasında anılır.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu sayıca az eser vermiş yazarlarımızdandır. Dergilerde kalmış makaleleri, sohbetleri dışında, yayınlanmış kitapları şunlardır: Hâristan ve Gülistan (hikâyeler); Çağlayanlar (hikâyeler, anılar); Gönül Hanım (roman).
kaynak:nkfu
ULUĞ BEY, Timurlu hükümdarı, matematikçisi ve gök bilimcisi (Sultaniye/ Azerbaycan 1394 – Semerkant 1449). Timur’un torunudur. Babası Şahruh tarafından 1409’da Maveraünnehr’in hakimliğine getirildi. Buhara’da medrese, Semerkant’ta medrese ve gözlem evi kurdu. 1447’de Şahruh’un ölümünden sonra hükümdar oldu. Ancak taht kavgaları yüzünden 1449’da oğlu Abdüllatif tarafından öldürüldü.
Kendisi de döneminin ünlü bilim adamalarından sayılan Uluğ Bey, yaptırdığı medreselerde Kadızade-i Rumi, Rûmi, Kâşi ve Ali Kuşçu gibi bilim adamlarıyla birlikte ders verdi. Zic-i Uluğ Bey (Uluğ Bey Zayiçesi) 1437, adlı astronomi eserinin hazırlanmasını sağladı. Eski Yunanlıların ve Arapların gökyüzü gözlemleriyle ilgili eserlerini inceleyerek ve üzerlerinde düzeltmeler yaparak Ay ve yıldızların hareketlerini gösteren tablolar düzenledi.
kaynak:nkfu
Büyük bir Türk şairidir. İstanbul’da doğdu. Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmet Tahir Efendi’nin oğludur. Babasından ve babasının arkadaşları olan medrese ileri gelenlerinden Arapça ile Farsça’yı, dini bilimleri öğrendi. Fatih Rüştiyesi’ni, İstanbul İdadisi’ni bitirdi. Genç yaşta babasını kaybetti. Halkalı’daki sivil Yüksek Baytar Mektebi’ne girdi. Burada Fransızca öğrendi, 1894’te sınıfının birincisi olarak okulu bitirdi. İmparatorluğun Rumeli, Anadolu, Suriye eyaletlerinde ödevlerde bulundu.
Mehmet Akif 1908 Meşrutiyeti’nden hemen sonra yazı ve şiir hayatına atıldı. «Sırât-ı Müstakîm» ve onun devamı olan «Sebîlu’r-Reşâd» dergilerinde başyazarlık etti; sonradan, 1911’de, kitap halinde topladığı şiirlerini burada yayınlamaya başladı. «İslâmcı» denen akımın en tanınmış lideri haline geldi. Halkalı Yüksek Ziraat Mektebi’nde, Edebiyat Fakültesi’nde müderris (ordinaryüs profesör) olarak edebiyat okuttu. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’ya inceleme gezisine gönderildi; döndükten sonra gözlemlerini yayınladı.
Kurtuluş Savaşı başlayınca Mehmet Akif Ankara’ya geçti, I. Büyük Millet Meclisi’nde Burdur milletvekili oldu. Kurtuluş Savaşı’nı bütün gücüyle destekleyerek, ateşli yazıları ile halkı canlandırdı, aydınlattı. Yazdığı İstiklâl Marşı, 1921’de B. M. M. tarafından Millî Marş olarak kabul edildi. 1925’te Kahire ye gitti, orada üniversitede Türk Edebiyatı okuttu. Ancak 11 yıl sonra, 1936’da, İstanbul’a döndü. 27 aralık 1936’da öldü. Halkın ve gençliğin katıldığı muazzam bir kalabalıkla Edirnekapı Şehitliği’ne gömüldü.
kaynak:nkfu
Osman Zeki Üngör, besteci, orkestra yöneticisi, kemancı (İstanbul 1880 – ay.y. 1958). Beşiktaş Askeri Rüştiyesi ile Mızıka-i Hümayun’da öğrenim gördü. Batı müziği öğrenimini görerek konser kemancısı oldu, başkemancı olarak çaldı.
Daha sonra Mızıka-i Hümayun ile İstanbul Erkek Mektebi’nde öğretmenlik yaptı. İlk Türk senfoni orkestrasını kurdu ve haftalık konserler verdi. 1922’de İstiklal Marşını besteledi. 1924’te Riyaseti-cumhuri Musiki Heyeti, ardından da Riyaseticumhur Orkestrası yöneticiliği yaptı. Musiki Muallim Mektebi müdürlüğüne getirildi, 1934’te emekliye ayrıldı. Ölümüne kadar müzikle uğraştı.
Başlıca eserleri: İlim Marşı, Töre Marşı, Azmü Ümit Marşı, Cumhuriyet Marşı, Bir Güzel Kız Salıncakta (şarkı).
kaynak:nkfu
VASCO DE GAMA, Portekizli denizci (Sines 1460 ? – Hindistan/Koçin 1524). 1492’de kralın hizmetine girerek Fransız korsanlarına karşı düzenlenen bir deniz seferine katıldı. 1497’de Bartholomeu Dias’ın yarım bıraktığı Hindistan araştırma gezisini tamamlamak üzere Kral II. Manuel tarafından seçilmesi sonucu dört gemiden oluşan bir filoyla Lizbon’dan Yeşilburun Adaları doğrultusunda denize açıldı.
Beş ay sonra Ümit Burnu’na dönmesinin ardından doğu Afrika limanlarından Quilmana’ya Mozambik’e, Mombasa’ ya uğrayıp Hint Okyanusu’nu aştı ve 1498’de Hindistan’ın Malabar kıyısındaki Calicut (Kalikut) günümüzde Koşhikode Limanı’na demirlendi. 29 Ağustosta Portekiz’e dönmek üzere yelken açarak yedi ay sonra Ümit Burnu’na kıvrılıp Eylül 1499’da mürettebatının üçte birinden çoğunu iskorbüt hastalığından yitirmiş olmasına karşın, amacına ulaşmış bir denizci olarak Lizbon Limanı’na girdi.
1502’de bu kez Hint Okyanusu’nda Portekiz gücünü kurmak amacıyla 14 savaş gemisinin amirali olarak Hindistan’a doğru yola çıktı. Calicut Limanı’nı top ateşine tuttu. 1503’te Portekiz’e, döndü. 1519’da Vidiguena Kontu unvanıyla ödüllendirildi, 1524’te Kral III. Joâo tarafından genel vali atandığı Hindistan’a döndü, orada öldü.
kaynak:nkfu
Ömer Bedrettin Uşaklı, şair (Uşak 1904 – İstanbul 1946). Mülkiye Mektebi’ni (SBF) bitirerek (1927) yönetim kadrosuna geçti. Kütahya milletvekili olarak TBMM’ye girdi (1943), kurtulamadığı verem hastalığı yüzünden Yakacık Sanatoryumu’nda öldü (24 Şubat).
Faruk Nafiz’in (Çamlıbel) açtığı yolda onu izleyen hececiler gibi aynı ulusal biçimlerde yurt güzellemeleri yazdı, ruh durumunu yansıttı, erken yitirdiği yakınlarının verdiği acılar birikimiyle hüzünlerini dile getirdi, bir aydının taşra yaşamında duyması zorunlu yalnızlık havasıyla deniz sevgisini şiirleştirdi, yöre özellikleri konu yaptı.
Ömer Bedrettin Uşaklı Eserleri
Efe’nin Bayramı,
Deniz Sarhoşları, 1926 (değiştirilmiş 2. Basım, 1929).
Yayla Dumanı, 1934.
Sarı Kız Mermerleri, 1940; Yayla Dumanı-Seçme Şiirler.
Deniz Hasreti,
Veda,
Aşkımın Kini,
Bir Hançer İstiyorum,
Dağ Başında Bir Gece,
Efe’nin Müjdesi,
Engin Şarkısı,
Kim Bilir?,
Sevgiliye,
Sevgiliye Üç Sual,
Sılaya Giderken,
Son Dilek,
Yıldızların Altında
Munzur dağları
kaynak:nkfu
(? – M. Ö. 174), Hun (Kun) Hanedanından, Büyük Türk Hakanlarının 2.’sidir. İlk Büyük Türk hakanı olan babası Teoman (Tuman)a karşı açtığı savaşta, onun öldürülmesi üzerine M.Ö. 209′ da tahta geçti. 35 yıl tahtta kaldı. Bu müddet içinde Büyük Hun İmparatorluğu’nu dünyanın en geniş devleti haline getirdi. Büyük Okyanus’tan Hazar Denizi’ne, Tibet’ten, Keşmir’den Kuzey Sibirya’ya kadar uzanan bu imparatorluk 18 milyon km2 kadar bir alanı kaplıyordu. Devletin beşiği, Baykal Gölü dolayları idi.
Mete, bütün Türk kavimlerini, onların yakın akrabası olan Moğollar’la Tunguzlar’ı bir araya getirdi. Sonra Hindistan’a, Hazar Denizi’ne kadar Asya’yı fethetti. Karşısında en güçlü devlet olarak, Türkler’in ezelî rakîbi Çin vardı. Ünlü Çin Setti bile Mete’yi durduramadı. Mete birçok kereler bu setti aşıp Çin’in içerilerine girdi.
Bu seferlerin en ünlüsü, Mete’nin Peteng kalesinde Çin imparatoru Kao-ti’yi 320.000 kişilik ordusu ile beraber kuşatmasıdır. Tehlikenin büyüklüğünü anlayan Kao-ti, yıllık vergi vermek, kuzey eyaletlerini Türkler’e bırakmak suretiyle barış istedi. Bu ünlü kuşatmanın felâketli günleri Çinliler’in hâfızasından silinmedi. «Peteng Kalesi altındaki felâkette yedi gün ekmek bulunmadı; asker yay çekemedi» diye başlayan Çin halk türküsü bugün de bilinir.
Mete’nin yerine, 3. Büyük Türk Hakanı olarak, oğlu Laoşang geçti. Mete, sonradan Türkler arasında «Oğuz Han» diye anıla gelmiştir. Hakkında birtakım tarih gerçeklerini de içine alan muhteşem bir efsane teşekkül etmiştir. Mete, eski Türk tarihinin en büyük kişilerinden biridir.
kaynak:nkfu
Michel de Montaigne (1533 – 1592), ünlü bîr Fransız filozof ve yazarıdır. Felsefede şüpheci görüşleriyle, edebiyatta da «essay» (deneme) denilen tarzın en güzel örneklerini vermiş olmakla tanınmıştır.
Montaigne, Perigord’da Montaigne Şatosu’nda doğdu. Çok sıkı bir eğitim gördü, hukuk okudu. 1554’te Bordeaux Parlamentosu’na hukuk müşaviri oldu. 1565’te, Parlamento arkadaşlarından, birinin kızı ile evlendi. Küçük yaşta ölen bir çok çocuk sahibi oldu. 1569’da babasının ölümü üzerine, zaten pek sevmediği görevinden ayrıldı, şatosuna çekilerek «Denemeler»ini yazmaya başladı. Bu eserin ilk iki cildi, 1580’de yayınlandı.
Montaigne ömrünün son yıllarını, «Denemeler»i düzeltip, değiştirmekle geçirdi. 1588′ de eserin üçüncü cildini zenginleştirilmiş olarak yayınladı.
Büyük bir fikir adamı olan Montaigne’in «Denemeler»den başka Raymond Sebond adında, Toulouse’da yaşamış bir İspanyol din adamının «Tabiat Dini» adlı eserinin Fransızca çevirisi de vardır (1569).
kaynak:nkfu
Charles de Montesquieu (1689- 1755), Fransa tarihinin en ünlü fikir adamlarından biridir. Eserlerinde Fransız İhtilâli’ ni hazırlayanlardan biri sayılır. Adı Charles-Louis de Secondat’dır, Brede Baronu’dur. Bordeaüx yakınlarındaki Brede Şatosu’nda doğdu. Kolej öğrenimini yaptıktan sonra idare hayatına atıldı.
1714’te Montesquieu Bordeaux Parlâmentosuna müşavir oldu, sonra oraya başkan seçildi. Daha 27 yaşındaydı. Babasından üç yıl sonra amcası da ölünce bütün asillik unvanları ile birlikte ailenin serveti de ona geçti. 1717 ile 1721 arasında bilimle uğraştı, bu arada hastalıklara, yankıya, böbrek bezlerinin etkilerine, cisimlerin saydamlığına, gelgite, harekete dair araştırmalar yaptı. Kendisine büyük ün sağlıyan «İran Mektupları»nı da o sırada yazdı. Daha sonra tarih araştırmalarına girişti, bu amaçla Avusturya’yı, İtalya’yı, İsviçre’yi, Hollanda’yı dolaştı, uzun zaman İngiltere’de kaldı.
Montesquieu 1734’te «Romalıların Yücelme ve Çökme Sebepleri» adındaki ünlü eserini yazdı. 1748 de asıl büyük eseri olan «Kanunların Ruhu»nu yazdı. Bu kitap, büyük ilgiyle karşılandı. Bu arada, şiddetli eleştirilere de maruz kaldı. 1750 de, bu kitabı için bir savunma yazmak zorunda kaldı. Son yıllarında gözleri pek zayıfladığından fazla çalışamadı.
Montesquîeu, krallık idaresine karşı demokratik fikirleri ilk ortaya atan düşünürlerden biridir. Eserinde devlet idaresinde bütün kuvvetlerin temsil edilmesi fikrini ileri sürmüş, sermayenin tek elde toplanmasının önlenmesini, halkın toprak sahibi edilmesini istemiştir.
kaynak:nkfu
Alfred de Musset (1810- 1857) ünlü bir Fransız şairidir. Genç yaşlarda avukat, doktor, ressam, ya da müzisyen olmak istiyordu. Fakat edebiyata karşı olan yakın ilgisinden ötürü yazı hayatına atıldı. 1830’da «İspanya ve İtalya Hikâyeleri» adlı eseriyle birden parladı. Bir müddet tiyatro eserleri de yazdıysa da büyük bir başarı elde edemedi. 1833’te yirmi üç yaşındayken devrin ünlü kadın yazarı George Sand‘la birlikte İtalya seyahatine çıktı. Aralarındaki arkadaşlık Venedik’te âni olarak sona erdi, bunun sonucunda Musset ümitsizlik içinde Paris’e tek başına döndü.
1835-36 yılları Musset’nin en parlak yılları oldu, en güzel şiirlerini bu devrede yazdı. Başlıcaları «Mayıs Gecesi», «Aralık Gecesi», «Lamartine’e Mektup», «Ağustos Gecesi» olan eserlerinden sonra «Bu Yüzyıl Çocuğunun İtirafları» adlı büyük romanı yayınlandı (1836). Durmadan yazıyor, şiir, tiyatro eserleri kaleme alıyordu. Bu devrede yazdığı tiyatro eserleri şunlardır: «Fantasio» ( 1833), «Marianne’ın Kaprisleri» (1833), «Aşkla Şaka Edilmez» (1834), «Barberine» (1835).
1837-1847 yılları arasında komediler, şiirler, manzum masallar, şarkılar, öğretici hikâyeler yazan Musset’nin son şaheseri «Hâtıra» adındaki piyestir. Hayatının sonlarına doğru çok yorulmuş, hastalanmıştı. 47 yaşında Paris’te öldü.
kaynak:nkfu
Benito Mussolini (1883 – 1945), İtalyan siyaset ve devlet adamıdır, faşizmin kurucusu ve aynı zamanda bir diktatördür. 1922’den 1943’e kadar İtalya’yı diktatörlükle idare etmiştir.
Mussolini, İtalya’nın Romagna bölgesinde, Dovia kasabasında doğdu. Annesi öğretmen, babası nalbanttı. Mussolini, 14 yaşındayken Mussolini Dovia yakınında Salesyalı papazların işlettikleri bir okula gönderildi. Mussolini okulun sıkı hayatına uyamıyordu. Kısa bir müddet sonra okuldan kovuldu. Daha sonra Forli’de başka bir okula gitti, orasını bitirdi. Bir ara ilkokul öğretmenliği yaptı. 1902’de İsviçre’ye gitti, geçimini işçilikle sağladı. Bir yandan da iktisat ve siyasal bilgiler öğrenimi yapmaya vakit buldu.
1904’te İtalya’ya döndü. 1909’da gazeteciliğe başladı. Bu sıralarda milliyetçilerle temasa geçti. 1912’de sosyalist partinin organı «Avanti» gazetesinin yazı işleri müdürü oldu. 1914’te sosyalist partisinden atıldı. 1915’ten 1917’ye kadar cephede savaştı. Yaralanınca ordudan ayrıldı.
Mussolini, 1919’da ilk Faşist topluluğunu kurdu. Eski Roma’nın şaşaalı devrini yeniden yaşatmak hevesine kapılmıştı. 1922’de Faşistler adamakıllı kuvvetlendiler, İtalyan hükümetini korkutacak hale geldiler. Kral III. Vittorio Emanuele Faşistlerle başa çıkamıyacağını anlayınca, idareyi Mussolini’ye bıraktı. Mussolini, böylece hiç kan dökmeden İtalya’nın başbakanı oldu.
İtalya’yı dünya çapında modern bir devlet haline getirmeyi amaçlıyordu. Bu arada İtalyan vatandaşlarının özgürlüklerinin kısıtlanması yolunda önemli adımlar atıp bunu başardı. Yalnız, diktatörlüğünün ilk yıllarında halka kendini sevdirmişti. Millete boş bir gurur aşılamaya, bu arada savaşçı bir akım yaratmaya çalışıyordu. Bu gayretlerin sonucu olarak, 1935’de Habeşistan’a karşı savaş açtı, 1936-39 İspanya İç Savaşı’nda General Franco’yu destekledi, daha sonra da Mihver devletleri’nden biri olarak, Almanya ve Japonya ile birlikte, İtalya’yı II. Dünya Savaşı’na sürükledi.
Savaşta İtalya yenilince Mussolini İsviçre’ ye kaçmak istedi. Yıllardan beri sevgilisi olan Clara Petacci de yanındaydı. Mussolini ile sevgilisi tevkif edildiler, Clara Petacci’de Mussolini ile birlikte istediğini söyleyince ikisi beraber idam edildiler. Cesetleri Milano’yo götürüldü ve günlerce halka teşhir edildi.
kaynak:nkfu
Tanınmış iki Alman masal yazarıdır. Grimm Kardeşler’in masallarından hiç olmazsa bir kaç tanesini dinlememiş bir çocuk yoktur denilebilir. Bu masallar dünyanın hemen hemen bütün dillerine çevrilmişlerdir. “Pamuk Prenses ile Yedi Cüceler”, “Rapunzel” bunların başında gelir. Grimm Kardeşler, köy köy, kasaba kasaba dolaşarak halk arasında yayılmış olan masalları toplamışlar, daha da güzelleştirerek yazmışlardır. Ayrıca Alman dilini de incelemişler, dilin bugünkü halini almasında önemli rol oynamışlardır.
Jacob Grimm ( 1785-1863) ile Wilhelm Grimm ( 1786-1859) altı çocuklu bir ailenin son iki çocuğuydular. Avukat olan babaları henüz genç yaşta, çocukları pek küçükken ölmüştü. Oldukça zengin bir teyze çocukların bakımını üzerine aldı. İki kardeş okula beraber gidiyorlar, evde de aynı odada yatıp kalkıyorlardı. Birbirleriyle gayet iyi geçinirlerdi. Büyüdükleri zaman, babaları gibi, avukat olmayı düşünüyorlardı. 1802’de Marburg Universitesi’ne yazıldılar. Jacob devrin tanınmış hukukçusu Savigny’den ilk hukuk bilgisini aldı. Ünlü hukukçu ona Ortaçağ insanlarının hayatları hakkında da ilgi çekici bilgi vermiş, delikanlıda geçmişi öğrenmek isteğini uyandırmıştı.
Grimm Kardeşler, kütüphaneciliğe de merak sarmışlardı. Üniversiteyi bitirdikten sonra Göttingen’e yerleşip orada çalışmaya başladılar. Jacob üniversitede hem öğretmenlik, hem de kütüphanecilik yapıyordu. Wilhelm de kardeşinin idaresindeki kütüphanede çalışıyordu.
Wilhelm’in evlenmesi, iki kardeşin birlikte yaşamalarını değiştirmedi. Gene eskisi gibi aynı çatı altında yaşadılar. Birkaç yıl sonra kardeşler Berlin Universitesi’ne profesör oldular. İkisi de bilim konularında eserler yazıyorlardı. Jacob kitap yazmaya Wilhelm’den daha fazla meraklıydı. Yazdığı Almanca Dilbilgisi kitabı, dil konusunda yazılmış eserlerin en güzellerinden biriydi. Daha sonra iki kardeş bir Almanca lügat hazırlamaya koyuldular, bir yandan da Alman halk bilgisiyle ilgileniyorlardı. Boş vakitlerinde Almanya’yı karış karış gezip halk masalları toplamaya koyuldular. On üç yıl süren arama sonunda toplanan masalları bir kitap halinde yayınladılar.1812’de yayınlanan bu ilk kitaptan sonra 1815’te ikincisi, 1822’de de üçüncüsü çıktı.
Grimm Kardeşler’in masalları sadece çocuklar için düzenlenmiş masallar değildi. Herkesin zevkle okuyacağı masalları seçmişler, bunları gayet açık bir dille yazmışlardı.
kaynak:nkfu
Johannes Gutenberg (1400-1468) baskı makinesinin mucidi olmamakla beraber baskı tekniğinin babasıdır. Baskı makinesini kullanılır hale getirmiştir. Onun bu başarısı medeniyetin ilerlemesinde, gelişmesinde çok önemli rol oynamıştır. Ne yazık ki Gutenberg yaşadığı devirde pek tanınmamıştı. Onun adını bile doğru dürüst bilen yoktu. Bugün de hayatı hakkında pek az şey biliniyor.
Gutenberg, Mainz’da doğdu. Babâsı Friele Gensfleish kuyumcuydu. Johannes, aileden bir çocuğun annesiyle ilgili bir adı taşıması geleneğine uyarak annesinin doğduğu şehrin adını kendine soyadı yapmıştı. Babası eski altın paralar üzerine şekiller yaparak para kazanırdı. Gutenberg’in baskı tekniği merakının bundan doğduğunu ileri sürenler pek çoktur.
Johannes babasının ölümünden sonra Strasbourg’a yerleşti. Babası gibi kuyumculukla geçiniyordu. Aynı zamanda, ayna da yapıp satıyordu. 1438’de, basım işleriyle uğraşan bir şirkete ortak oldu. Tahta ve madeni blok harflerle çalışıyordu. Gutenberg Çinliler’in çok eskiden matbaa kurup tek tek harflerle yazı dizdiklerini bilmiyordu.
Batı dünyası için kullanılması çok kolay, masrafı az bir dizgi makinesi yapmak için çalışmaya koyuldu. 1444’te Mainz’e döndü. Bir basımevi kurup çalışmaya başladı. Önce dua kitaplarından sayfalar dizdirip basmakla işe başladı. 1446’da ilk kitabını yayınladı. Bu, Lâtince dilbilgisine ait bir kitaptı. Gutenberg, 1450′ de Johann Fust ve Peter Schoeffer’le ortak bir basımevi kurdu. İncil’i basmak istiyordu. Fakat daha kitabın bakılmasına başlanmadan ortakları ile arasında anlaşmazlık çıktı, onlardan ayrılıp kendi hesabına çalışmaya başladı. Fakat Fust’tan borç para almadan da kitabı basamayacaktı. Makinelerini rehine koyup borç aldı. Yalnız, işini yürütemedi. Borç içinde öldü.
Gutenberg’in makinesinde bastığı kitapların sayısı elliyi bulmaktadır. Onun yayınladığı İncil’e «42 Satırlı İncil» denir. Kitabın sayfalarında çoğunlukla 42 satır bulunduğu için bu ad verilmiştir. Gutenberg’in İncil’lerinden birkaç tanesi Amerikan kütüphane ve müzelerinde saklanmaktadır.
kaynak:nkfu
GÜLŞENÎ (1424-1537), tanınmış bir Türk mutasavvıfıdır. Asıl adı İbrahim’dir. Halvetî tarikatının Gülşenî kolunun kurucusudur. Şeyh Mehmet’in oğlu olarak Diyarbakır’da doğdu, amcası Şeyh Ali’nin nezaretinde okudu.
Tebriz’e gidince Sultan Uzun Hasan’ın kazaskeri Mevlana Hasan tarafından korundu, Halveti tarikatında ikinci pir sayılan Ömer Ruşeni’ye intisap ederek tasavvuf hayatına büsbütün daldı.
İran’a Sünnî Akkoyunlu Türkleri’nden sonra Şiî Türkleri hâkim olunca Gülşenî, Tebriz’ den ayrılarak Anadolu’da Filistin’de biraz kalıp Mısır’a gitti. Sultan Kansu tarafından hürmet gördü. Yavuz’un Mısır’ı fethinden sonra da büyük ünü devam etti. Kanunî’nin davetiyle İstanbul’a gelip tekrar Kahire’ye döndü. 113 yaşında öldü, Kahire’de gömüldü.
Gülşenî’nin en önemli eseri, Mesnevî’ye nazire olsun diye yazdığı, 40.000 beyittik Farsça «Manevî» adındaki mesnevidir.
kaynak:nkfu
Şemsettin Günaltay (1883-1961 ), tanınmış bilim ve siyaset adamlarımızdandır. Erzincan’ın Kemaliye kazasında doğdu. Öğrenimini İstanbul’da tamamladı ve Darül Muallimîn-î Aliye (Yüksek Öğretmen Okulu) fen şubesinden mezun oldu.
Medreselerde müderrislik, daha sonra da İstanbul ve Ankara üniversitelerinde tarih profesörlüğü yaptı, Ordinaryüs unvanını aldı.
Şemsettin Günaltay İslam dini üzerinde en ciddi çalışmaları yapan seçkin ilim adamlarımızdan biridir. Politika hayatına İkinci Meşrutiyet’te başlamıştır. O zaman meclisin en genç milletvekiliydi. Milli Mücadele sırasında İstanbul Üniversitesi’ni teşkilâtlandırmış, daha sonra Atatürk’ün arzusu üzerine, C.H.P. İstanbul il başkanlığını alarak yeniden siyaset hayatına girmiştir. Bundan sonra C.H.P. Meclis Grubu başkanlığı, T.B.M.M. başkan vekilliği yapan Günaltay sonra başbakan olmuş, başbakanlığı sırasında 1950 seçimlerinin dürüst yapılmasını sağlamıştır.
Son olarak Kurucu Meclis’e katılan Şemsettin Günaltay Türk Tarih Kurumu başkanı da bulunuyordu. Ekim 1961 seçimlerinde İstanbul’dan senatör seçilmişti. Başlıca eserleri şunlardır: «Zulmetten Nura», «Hurafattan Hakikata», «Türk Tarihi», «Uzak Doğu Tarihi».
kaynak:nkfu