Cemal Nadir Güler ( 1902-1947), büyük bir Türk karikatüristidir. Bursa’da doğdu. Babası Bulgaristan göçmenlerinden annesi Bursa’nın yerlilerindendi. İki aile de ticaretle uğraşırdı. Öğrenimini Bilecik İdadisi ile Bursa sultanisinde yaptı. Küçük yaşta, kasnakçı ve makinist çıraklığı ile hayata atıldı. Bir müddet Bursa’da tabelâcılıkla uğraştı, sonra resim öğretmenliğine başladı. İlk eseri, Sedat Simâvi’nin çıkardığı «Diken» adlı mizah dergisinde yayınlandı.
Cemal Nadir Güler, bir ara İstanbul’a geldiyse de tutunamadı, yeniden Bursa’ya döndü. Bir yandan da haftalık mizah gazetesi «Akbaba» ya karikatürlerini yolluyordu. «Akşam» gazetesi onu İstanbul’a çağırdı, geçimini sağladı. Ondan sonra Güler’in «Akşam», «Cumhuriyet» gazetelerinde, «Akbaba», «Karikatür», «Yücel» dergilerinde eserleri yayınlandı. Bursa’da, karikatür sergileri açtı. Birçok karikatüristin yetişmesinde etkisi oldu.
Cemal Nadir Güler’in, Nasrettin Hoca gibi tip haline getirdiği Amca Bey aynı adla bir dergi yayınlamasına yol açmıştır. 1924’te, «Resimli Dünya» dergisinde çizdiği Efruz Bey’den itibaren Amca Bey, Akla Kara, Dalkavuk gibi karikatür tipleri vardır.
Güler, karikatürlerinde yuvarlak çizgilere fazla yer verir, tamamiyle yerli tipleri canlandırırdı. Dünyaya şöhret salmış ikinci karikatüristimiz odur (ilki Cem’dir). Bazı eserleri kitap ve albüm halinde toplanmıştır: Akla Kara, Dalkavuk gibi. «Akşam» gazetesinin bulunduğu sokağa onun adı verilmiştir.
Cemal Nadir Güler ve Çalışmalarından Örnekler
• GÜLER
Cemal Nadir’i üzüntülü gören bir dostu: «Hayrola, yahu?» diye sordu. «Ne bu surat? Sen Güler değil misin?»
Cemal Nadir: «Evet ama,» diye cevap verdi, «Nadir Güler’im!»
• CANLI RESİMLER
Birçok karikatüristler, Cemal Nadirin etkisinde kalır, hattâ bazan, onu harfi harfine taklit ederlerdi. Bir gün, bir arkadaşı Cemal Nadir’e sordu:
— «Yahu, ne diye sanki Micky filimleri gibi canlı, hareketli resimler yapmıyorsun?»
Cemal Nadir acı acı güldü:
— «Sen de hiç etrafa bakmıyorsun, biraderi Bizim resimler zaten hareket halinde… Önüne gelen yürütüyor!»
kaynak:nkfu
NÂİLÎ [Nâilî-i Kadîm] (1610- 1666), en büyük klasik Türk şairlerinden biridir. İstanbul’da doğdu. Piri Halife adlı bir devlet memurunun oğludur. Mükemmel bir öğrenim gördü. Bu arada Farsça’yı emsali az görülen bir şekilde öğrendi. O da babası gibi devlet hizmetine girdi.
Nâilî, çağdaşı Fehîm ve Neşâtî gibi «Sebk-i Hindî» denen şiir ekolüne mensuptur. Bu ekole göre şiirde bir tek fazla kelime, ya da hece dengeyi bozabileceği gibi, elde edilmek istenen ahenge uymayan sesler taşıyan kelimeler de kullanılmaz. Mısralar bir kuyumcu titizliğiyle işlenir. Nef’î ile Nedîm arasındaki yüzyılda geçen şairlerin en büyüğü olan Nâilî, bu şekilde harikulade gazeller yazmıştır.
beytiyle başlayan gazelleri meşhurdur. Klasik Türk şiiri Nâilî ile zirvesine çıkmış, ondan sonra alçalmaya başlamıştır.
Nâilî, çağdaşlarını ve sonrakileri şiddetle etkilemiştir. Namık Kemal, Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galip gibi şairlerde de bu etki görülür. Yahya Kemal Beyatlı da, şiir anlayışında olduğu gibi gazellerinin birçoğunun üslûbunda da Nâilî etkisinde kalmış, «-söyler» redifli gazelinde bu etkiyi açıkça itiraf etmiştir. Nedîm gibi, Şeyh Galip gibi şairler de Nâilî’ nin harikalı üslûbuna kapılmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.
1876’da ölen Manastırlı Salih Efendi de “Nâilî” mahlâsı ile şiir yazmıştır. İkisini ayırdetmek için birincisine «Nâilî-i Kadîm» (Eski Nâilî), ikincisine de «Nâilî-i Cedîd» (Yeni Nâilî) denir.
kaynak:nkfu
NENE HATUN (1857 – 1955), tarihimizin kadın kahramanlarından biridir. 1877-78 Türk-Rus Savaşı sırasında Erzurum’da şiddetli çarpışmalar olmuştu. Şehrin savunması sırasında, Aziziye Tabyası’nı geri almak için halkın kadınlı erkekli yaptığı hücum Erzurum tarihinin en parlak sayfalarından biridir. Nene Hatun bu şanlı savunmanın tek şahidi olarak yakın zamanlara kadar yaşadığı için tanınmıştır.
Savaş sırasında henüz 20 yaşında bir gelinken o da bütün hemşehrileri gibi, sopayla, taşla, kazma, kürekle yapılan bu savaşa katılmıştır. Daha sonra Çanakkale Savaşı’nda oğlunu şehit veren Nene Hatun 1955 yılındaki Anneler Günü’nde «Anneler Annesi» seçilmiştir.
Erzurum manevraları sırasında Amerikan generali Ridgway’in elini öptüğü bu şanlı Türk kadını bir kahramanlık ve analık timsali olarak 98 yaşına kadar yaşamıştır.
kaynak:nkfu
HACI BAYRAM VELİ (Ölümü: 1430), Büyük bir Türk tasavvuf adamıdır. Bayrami tarikatının kurucusudur. Ankara’nın Solfasol köyünde doğdu. Asıl adı Numan, babasının adı Ahmet’tir. Öğrenimini bitirip Ankara’da Melike-Hatun Medresesi’ne müderris oldu. Osmanoğulları tarafından saygı gördü. Ankara’da öldü, oraya gömüldü. Türkçe güzel şiirler yazmıştır; bunların yalnız birinde aruz kullanmıştık.
Bayrami tarikatı, Nakşibendî ve Safevî tarikatlerinin karışımıdır. Sonradan Akşemsettin tarafından Şemsîye, Bursalı Ömer Dede tarafından da Melâmîye kollarına ayrılmıştır; bunların her ikisi de Hacı Bayram’ın öğrencisidir.
HACI BAYRAM’DAN BİR İLAHI
N’oldu bu gönlüm n’oldu bu gönlüm
Derd-u gamınla doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm
Gerçi ki yandı gerçeğe yandı
Rengine aşkın cümle boyandı
Kendide buldu kendide buldu
Matlabını hoş buldu bu gönlüm
«El-fakru fahri el-fakru fahrî» (*)
Demedi mi o âlemler fahri
Fahrini zikrin fahrini zikrin
Mahv-u fenada buldu bu gönlüm
Bayramı imdi Bayrami imdi
Bayram edersin yâr ile şimdi
Hamd-u senalar hamd-u senalar
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm
(*) “Fakirlik iftiharımdır” (Hadis-i şerif)
kaynak:nkfu
Amerika Birleşik Devletleri’nin 7. başkanı, Amerikalılar’ın milli kahramanlarından biridir. İrlanda’dan gelip Amerika’ya yerleşmiş fakir bir ailenin oğlu idi. Andrew doğmadan babası ölmüştü, 14 yaşındayken ağabeyleri savaşta, annesi de yaralılara bakmaktan hasta düşüp ölünce, Andrew kimsesiz kaldı. Kendi gayretiyle hukuk fakültesinde okudu, bir ara avukatlık ettikten sonra Tennessee’ye savcı oldu. 1797’de oradan Senato’ya üye seçildi.
Jackson, İngilizler’e karşı savaşa çok küçük yaşta başlamış, yer yer çarpışmalara karışmıştı. 1802’de Tennessee eyaleti milis kuvvetlerinin başına getirildi. 1812’de, ayaklanan Kızılderilileri bozguna uğrattı, general oldu, New Orleans’ta İngilizler’e karşı çarpışan Amerikan ordusunun komutanlığı kendisine verildi. Bu savaşlarda kazandığı büyük zaferlerle milli kahraman mertebesine erişti.
Andrew Jackson 1828’de Amerikan başkanı seçilmiş, 1832’de yeniden seçimi kazanarak iki devre başkanlık etmiştir. Halk arasından yetişmiş olduğu için demokrasiyi çok iyi kavramıştı. Başkanlığı sırasında Amerikan demokrasisinin en önemli ilkelerini kurmuştur; ayrıca, dirayetli siyasetiyle, devletin mali durumunu düzeltmiştir.
kaynak:nkfu
William James (1842-1910), tanınmış Amerikalı felsefe ve psikoloji bilginidir. Amerikalı tanınmış romancı Henry James’in kardeşidir. New York’ta doğdu. Lawrence Fen Okulu’ndan sonra Harvard Üniversitesinde tıp fakültesini bitirdi. 1872′ den 1907’ye kadar Harvard’da anotomi ve fizyoloji dersleri okuttu. Sonra psikoloji ve felsefe dersleri verdi. 1899’dan 1901’e kadar Edinburgh Üniversitesi’nde de doğal dinler dersi okuttu. 1908’de Oxford Üniversitesi’ne felsefe profesörü oldu.
William James, 1890’da «Psikolojinin Esasları» adındaki eserini yayınladı. Bu eser James’in birdenbire bütün dünyaya tanınmasını sağladı. Yazarın kitabında söz ettiği teoriler her yanda geniş ilgi uyandırdı. William James, daha sonraki kitaplarında psikoloji ve din konularındaki fikirlerini başlı başına bir felsefe haline getirdi.
William James’in pragmatizm felsefesi Almanlar’ın idealizminin tam aksi olan bir tezi ileri sürüyordu. Pragmatizm daha sonra bir çok filozoflar tarafından kabul edilen bir teori haline gelmiştir. En önemli eserleri arasında «Psikolojinin Esasları,», «Pragmatizm – Eski Düşünce Tarzlarına Yeni Bir Ad», «İnanmak İsteği», «Gerçeğin Anlamı» başta gelir.
kaynak:nkfu
James Prescott Joule (24 Aralık 1818 – 11 Ekim 1889) tanınmış ünlü bir fizik bilginidir. Isı ve enerji üzerindeki buluşları ile ün kazanmıştır. Enerjinin hiçbir zaman kaybolmadığını ispat etmiştir. Bundan dolayı enerji birimine «joule» (jul) denilir.
James Joule, Salford’da doğdu. John Dalton’ dan aldığı dersler dışında pek fazla bir eğitim görmedi. Babasından oldukça büyük bir bira yapım evi kalmıştı. Joule fabrika işletmekten hiç zevk almıyordu. Orasını kendine bir lâboratuvar haline getirip geceli gündüzlü fizik üzerinde çalışmaya başladı. 1847’de, yaptığı bir konuşmada enerjinin hiçbir zaman tamamen kaybolmadığını ileri sürdü. Enerjinin kullanılıp tükendiği sanılan olaylarda onun yerine ısının ortaya çıktığını belirtti.
Joule, ünlü fizikçi Faraday‘ın kanunlarını, deneylerini inceledikten sonra kendine bir çalışma şekli bulmuştu. Enerji ve ısı üzerinde yaptığı çalışmaları anlatan notları 1857’de iki ciltlik bir eser halinde yayınlandı.
kaynak:nkfu
NOSTRADAMUS (14 Aralık 1503 – 2 Temmuz 1566), ünlü bir Fransız astroloğudur. Asıl adı Micchel De Notre-Dame iken, soyadının Latincesi olan «Nostradamus» diye tanınmıştır.
Nostradamus’un, astrolojiden başka hekimlikte de geniş bilgisi vardı. İlk ününü de 1545’te çıkan veba salgınında gösterdiği başarılarla sağlamıştı. 1555’te yayınladığı «Centuries» (Yüzyıllar) adındaki eseriyle daha büyük bir ün kazandı: Bu kitapta 3000 yılına kadar dünyada olacak olayları sıralıyordu. Bu kehanetlerinden birkaçı doğru çıkar gibi görününce, o zamanki Fransız Kraliçesi Catherine De Medicis onu sarayın hizmetine aldı.
Nostradamus’un eseri türlü anlama gelebilecek karanlık bir ifadeyle yazıldığı için, daha sonraki yüzyıllarda da, geleceği bilmiş gibi yorumlanmıştır.
kaynak:nkfu
Tanınmış Alman filozofudur. Fikirleri bakımından Platon‘la, Aristoteles‘le ölçülebilen filozoflar arasında sayılır. Könisberg’de doğdu. Ailesi VII. yüzyılda İskoçya’dan Prusya’ya göç etmiş, fakir bir aileydi. Kant’ın çocukluğu büyük zorluklar içinde geçti. Öğrenimini tamamlayabilmek için okul saatlerinin dışında çalışmak zorunda kalmıştı.
Kant, öğrenimini tamamladıktan sonra Prusyalı zengin ailelerin çocuklarına dersler vermeye başladı. Bir yandan da fiziğe, matematiğe de merak sarmıştı. Yalnız, en çok felsefeyi seviyordu. 1781’de ilk eseri «Saf Mantığın Tenkidi» adındaki kitabını tamamladı. Bu eser, son iki yüzyıl içinde yayınlanan felsefi eserlerin en önemlisi sayılır. İnsanın zihninin içindekilerle, görülenlerin, yapılanların ayrı ayrı şeyler olduklarını ileri süren filozof, denenmeden hiçbir şeyin bilinemeyeceğini ileri sürer, «Dış dünyanın ne olduğunu görmeden hiç kimse bilemez» der. «Başımıza gelenlerin birbirlerine olan bağlarını ancak mantık yolu ile anlayabiliriz.»
Kant, ilk gençlik yıllarında Berkeley, Hume, Voltaire, Rousseau gibi filozofların etkisi altında kalmıştı. Birbirine zıt tezleri olan bu filozofların eserlerini gözden geçiren Kant en sonunda Hume’un felsefesini kendi düşüncelerine yakın bularak onun eserleri üzerinde çalışamalara girişti.
Kant, hayatının son yıllarında akli muvazenesini yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştı, 80 yaşında öldü. Filozofun eserleri arasında «Tabiatın Metafiziği», «Saf Mantığın Sınırları İçinde Din», «İşe Yarar Mantığın Tenkidi» başta gelir.
kaynak:nkfu
O. HENRY (11 Eylül 1862 – 5 Haziran 1910), Amerika’nın en ünlü hikaye yazarlarından biridir. Asıl adı William Sidney Porter’dir. Günlük hayatın görünüşü olağan, iç yüzü acıklı olaylarını ince bir alayla, derin bir içtenlik ile anlatan hikayeleriyle tanınmıştır.
O. Henry, Kuzey Karolayna’da, Greensboro’da doğdu. Küçük yaşta öğrenimini yarım bırakarak hayatını çıraklıkla, çobanlıkla kazanmaya başladı.
O. Henry, en sonunda, bir bankada çalışırken, yazı hayatına atıldı. 1894’te «The Rolling Stone» (Yuvarlanan Taş) adında bir mizah dergisi çıkardı, sonra gazeteciliğe başladı; fıkralar yazıyor, karikatürler yapıyordu.
1898’de, çalıştığı bankadaki bir yolsuzluktan dolayı suçlu görüldü, 3 yıl hapse mahkum edildi. Bu sırada karısı da ölmüş, kızı tek başına kalmıştı. Sidney Porter kızının geçimini sağlamak için, hapishanede hikayeler yazıyor, bunlar «O. Henry» adı ile yayınlanıyordu.
Üç yıl sonra hapisten çıktığı gün O. Henry adında ünlü bir yazar olmuştu. Bununla birlikte, hayatının son yılları hastalık, yoksulluk, içki düşkünlüğü içinde geçmiştir.
kaynak:nkfu
Eugene O’Neill (16 Ekim 1888 – 27 Kasım 1953) Ünlü bir Amerikan piyes yazarıdır. 1936’da Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmıştır.
Eugene O’Neill, aslında İrlandalı bir aileden, New York’ta doğdu. Babası James O’Neill ünlü bir aktördü. Eugene, kısa bir öğrenim hayatından sonra maceralı bir yaşayışa atıldı; bu arada, gemilerde çalıştı, yırtıcı hayvan terbiyeciliği etti, sonra aktörlüğe, rejisörlüğe geçti.
1919’da yazdığı «Beyond the Horizon» (Ufkun Ötesinde) adındaki ilk uzun piyesiyle büyük bir ün kazandı. Bu eseriyle olduğu gibi 1922’de yazdığı «Anna Christie», 1928’de yazdığı «Strange Interlude» (Garip Fasıla) ile de o yılların Pulitzer Ödülünü kazanmıştır. En ünlü eserlerinden biri de «Mourning Becomes Electra» (Elektraya Yas Yaraşır) piyesidir.
Eugene O’Neill, Amerikan tiyatrosunda gerçekçi akımı ilk açan piyes yazarıdır. «Günümüzün derdi şu: Eski tanrı öldü, yenisi yaratılmadı» diyen O’Neill, bugünün gerçeklerini dile getirmeye çalışmış, eserlerinde XX. yüzyıl insanının duygularını, düşüncelerini canlandırmıştır. Öldüğü vakit bitmemiş üç piyes bırakmıştır. «Long Day’s Journey Into Night» (Uzun Bir Günün Yolculuğundan Sonra Gece) adı ile yazmaya başladığı kendi hayat hikayesi de yarım kalmıştır. Kızı Oona, ünlü aktör Charles Chaplen’le evlenmiştir.
kaynak:nkfu
Albert Einstein; (d. 14 Mart 1879 – ö. 18 Nisan 1955)
Pek çok kişi tarafından 20. yüzyılın en önemli ve en zeki bilim insanı olarak kabul edilen Albert Einstein Münih’te yetişti, okuldan sıkılıp keman çalmaktan zevk aldı ve kendi kendine fizik öğrendi.
1905’te İsviçre’de patent bürosunda çalışırken bilim dünyasını dört devrimci tez yayınlayarak sarstı. Bunların arasında kendisine 1921 ‘de Nobel Ödülü kazandıracak olan ışığın bir parçacıklar akışı gibi davranmasının açıklanması ve daha sonra bilim insanlarının nükleer enerjiyi yaratmalarına imkan verecek olan Özel Rölativite Kuramı vardı. Einstein 1916’da Genel Rölativite Kuramı ile yeni yer çekimi kuramı geliştirdi ve nesnelerin uzay ve zamanda nasıl büküldüklerini tanımladı. Bu astronomide pek çok ilerlemeye ve kara deliklerin keşfine yol açmıştır.
1933’te Amerika’ya göç eden Albert Einstein savaşa karşıtıydı ve uluslararası silahsızlanmayı savunuyordu. Yahudiler için bir yurdun da savunucusu olan Albert Einstein yine de bu konuya oldukça temkinli yaklaşıyor ve 1952’de İsrail cumhurbaşkanı olma teklifini ise durumun uygun olmadığına hükmederek reddediyor.
Gümüzde Albert Einstein bilim insanları için hala bir ikon ve ilham verici bir portredir. Albert Einstein’ın öne sürdüğü teoriler ile birlikte insanoğlu gelişimini hızla hala sürdürmektedir.
Başlıca başarıları: Özel ve Genel Rölativite Kuramlarını geliştirdi 1905-1916
kaynak:nkfu
SOLON (M.Ö.640 – 584) Eski Atina’nın kanun yapıcısı ünlü bir filozoftur. Aristokrat olmakla birlikte fakir bir ailenin oğludur. M.Ö. 594’te yüksek hakim sıfatı ile birçok kanunlar yapmış, bu arada halk sınıfları arasındaki eşitsizliği, borç yüzünden hapsi kaldırmış, fakir halka toprak dağıtımını kolaylaştırmıştır.
Bu reformlardan sonra seyahate çıkmış, döndüğü zaman Atinalılar’ın gene yanlış yollara sapmış olduklarını görünce hayal kırıklığına uğrayarak Kıbrıs’a gitmiştir. Solon’un Kıbrıs’ta öldüğü düşünülmektedir.
kaynak:nkfu
SOPHOKLES (M.Ö.495 – 406), Eski Yunanistan’ın en büyük trajedi şairlerinden biridir. Atina yakınlarında Kolonos’ta doğdu. Devrin tanınmış müzikçilerinden Lampros’tan ders aldı. Sonra şiire merak sardı. 28 yaşındayken 58 yaşındaki şair Aiskhulos’la bir şiir yarışmasına girip kazanmıştı. Bundan sonra ünü arttı.
Sophokles’in askerlik bilgisi de çok kuvvetliydi. Perikles, 440-439 savaşında Sophokles’e generallik rütbesi vererek ordularının başına getirdi.
Sophokles’in sesi kısık olduğu için, kendi piyeslerinde rol alamamıştır. O çağlarda trajedi şairleri yazdıkları piyeslerde baş rolü oynarlardı. Şairin 130’u aşkın eser yazdığı sanılıyor. Trajedileri arasında «Antigone», «Elektra», «Oidipus Tyrannos», «Philoktetes» başta gelir.
kaynak:nkfu
Herbert Spencer (1820- 1903), ünlü bir İngiliz filozofudur. Olgunluk akımının İngiltere’de ki başlıca temsilcisidir. Babası öğretmendi, bütün derdi oğlunu tabiiyatçı olarak yetiştirmekti. Bu istekle, onu, boyuna böcekleri gözlemeye sürüklerdi. Herbert Spencer, önce demiryolu mühendisi oldu.
8 yıl bir yandan bu işlerle uğraştı, bir yandan da çok sevdiği felsefe konularında dergilere yazılar yazdı. 1848’de, «Economist» dergisinin yazı işlerini idare etmeye başladı. Ahlak üzerine düşüncelerini bu sıralarda yayınlamaya başladı. «Teorinin Gelişmesi», «Tekniğin Doğuşu», «İlerlemede Sebepler ve İlerleme Kanunları» gibi yazıları bu devrin verimlerindendir. Herbert Spencer’ın bilgisindeki sağlamlık harikulade bir görme, tespit etme, ilintiler kurma kabiliyetinden ileri geliyordu. Ortaya attığı iktisadi düşünceler, çağının ilim ve-fen adamları üzerinde derin etkiler yaratmıştır.
Başlıca eserleri «İlk Prensipler», «Sosyoloji Prensipleri», «Biyoloji Prensipleri», Ahlâk Prensipleri», «Sentetik Felsefe»dir.
kaynak:nkfu
George Stephenson (1781 – 1848), demiryollarının babası sayılan bir İngiliz mühendisidir. İlk buharlı lokomotifi yapmış, ilk demiryolunu açmıştır.
Stephenson’un hayatı pek fakir başlamıştı. ; Bir madende tulumbacı olan babası ile, küçük bir kulübede yaşıyordu. 14 yaşında ufak bir gündelikle babasına yardımcı olarak madende çalışmaya başladı. 18 yaşında, makina ve buhar hakkındaki bilgisini artırmak için bir gece okuluna girdi. Buhar makinası üzerinde denemeler yapıyordu. 1814’te maden ocağında vagonları at yerine buhar gücü ile hareket ettiren ilk lokomotifi yapmayı başardı. 1825’te, İngiltere’de, Stökton – Darlington arasında gene Stephenson’un eseri olan bir lokomotifle ilk tren hattı açıldı.
George Stephenson bundan sonra bir köye çekilerek tek başına bir hayat yaşadıysa da yalnız İngiltere’nin değil, bütün dünyanın makina danışmanı oldu. İngiltere demiryollarından çoğunun yapılmasını o idare etti.
kaynak:nkfu
Robert Louis Stevenson (1850-1894), İskoçyalı bir şair ve romancıdır. Ahlak ilkeleri üzerine yazdığı çocuk romanları, büyükler için yazdığı hikaye ve romanlarla tanınmıştır. Edinburgh’da doğdu. Babası mühendisti, oğlunu da bu yolda yetiştirdi. Ancak, Stevenson, küçüklüğünden beri ne bulursa okuya okuya, bilgisi, hayali son derece genişlemişti. Üstelik, sağlık durumu hiç de iyi değildi.
Üniversite’nin son sınıfındayken mühendisliği yürütemeyeceğini anladı, hukuka başladı. 1875’te avukat olduysa da onu en çok edebiyat çekiyordu. Daha 12 yaşındayken bir derginin başyazarı olmuştu. 16 yaşından sonra da şiirlerini, küçük kitaplarını yazmaya koyuldu. 18 yaşındayken,, «An Inland Voyage» (Yurt İçinde Seyahat) adındaki ilk romanı yayınlandı. Onu asıl «Treasure Island» (Define Adası) adlı çocuk romanı tanıttı. Birkaç yıl sonra da, «Kidnapped» (Kaçırılan Çocuk)u yazdı. 1886’da, ilhamını bir rüyadan almakla birlikte, Freud’un ortaya attığı psikanaliz usulüne dayanan «Dr. Jekyll’le Mr. Hyde» romanını yazdı.
Bu romanda iyi yürekli bir doktorun, içindeki, toplum baskısı yüzünden itilmiş, kendisinin bile farkında olmadığı bir kötü kişiliğin, geceleri, nasıl meydana çıktığı anlatılıyordu. Stevenson’un bu eseri, çağımızda birkaç kere filme de çekilmiştir.
Robert Louis Stevenson, bütün neşesine, konuşkanlığına, sağlığını kazanmak için sık sık seyahat etmesine rağmen, Büyük Okyanus’ta Samoa adasında yaptırdığı evinde, tutulduğu ciğer hastalığından kurtulamayarak, 44 yaşında öldü. Çağında en çok okunmuş bir yazardı.
kaynak:nkfu
Richard Strauss (11 Haziran 1864- 8 Eylül 1949)
Tanınmış bir Alman bestecisidir. Johann Strauss’la hiçbir ilgisi yoktur. Münih’te doğdu. Babası orkestrada korno çalardı. Richard Strauss ilk müzik sevgisini ondan aldı, 4 yaşındayken piyano çalıyordu, 6 yaşında beste yapmaya başladı. 21 yaşında, Meiningen Şehir Orkestrası’na şef oldu. Daha sonra Münih operasında şef yardımcısı, saray orkestrası şefi olarak çalıştı. Nazi Almanyası’nda da sanat çevresinde yüksek mevkilerde bulundu.
Richard Strauss, çağımızda yaşamışsa da en önemli eserlerini eski çağın etkisiyle yazdığından, bir XIX. yüzyıl müzikçisi sayılır. Eserlerinde Wagner‘den Puccini‘ye kadar pek çok bestecinin açık etkileri görülür. Yalnız, orkestrasyonu çok kuvvetlidir. Operaları arasında «Salome», «Macbeth», «Elektra», «Der Rosenkavalier», «Ariadne auf Naxos» başta gelir.
kaynak:nkfu
Sir Henry Morton Stanley (1841 – 1904) Ünlü bir İngiliz kâşifidir, Orta Afrika’nın keşfinde önemli rol oynamıştır. Asıl adı John Rowlands’tı. İngiltere’ nin Kuzey Gal bölgesinde Denbigh’te doğdu. Çocukluğu pek sıkıntılı geçen John Rowlands 15 yaşında hayatını kazanmak için diyar diyar dolaşmaya başladı. Bu arada, Amerika’ya giderek New Orleans’ta Henry Morton Stanley adında bir zenginin himayesine sığındı. Bu adam John Rowlands’ı evlât edinip ona kendi adını verdi.
Stanley, bir ara Amerikan donanmasında çalıştı, sonra gazeteciliğe merak sardı. Amerika’nın tanınmış gazetelerinin İspanya ve Orta Doğu muhabirliğini yapıyordu. 1869’da «New York Herald Tribüne» gazetesi hesabına muhabirlik yaptığı bir sırada, Afrika’nın iç kısmında kaybolan İskoçyalı kâşif Dr. Livingstone‘u aramakla görevlendirildi.
Stanley, bu görevi sevinçle kabul etti. 1871′ de yola çıktı. Aradan bir yıl bile geçmeden Livingstone’u buldu. Onu da kendisiyle birlikte Avrupa’ya dönmek için zorladıysa da, Livingstone, henüz işlerini bitiremediğini ileri sürerek, Afrika’dan ayrılmadı.
Stanley, Avrupa’ya döndükten sonra, Livingstone’u bulduğunu anlattı ama, buna kimse inanmıyordu. Bereket Stanley, Livingstone’un hâtıra defterini, çeşitli notlarını yanına almıştı. Bu sayede, kendisine verilen görevi yapmış olduğunu ispat etti. 1874’te yeniden Afrika’ya gitti, Nil ve Kongo nehirleri hakkında bilgi toplamak amacıyla uzun bir keşif yolculuğuna çıktı. Bu arada Victoria Gölü’nü, yakınlarını keşfetti.
Stanley, 1895’te İngiliz Parlâmentosu’na üye seçildi. 1899’da «Sir» unvanını kazandı. Yazdığı çeşitli kitaplar arasında «How I Found Livingstone» (Livingstone’u Nasıl Buldum), «Through The Dark Continent» (Kara Kıtanın İçinden), «In Darkest Africa» (Afrika’nın En Karanlık Kesiminde) adındaki eserler başlıcalarıdır.
kaynak:nkfu
SULTAN VELED (1227- 1312)
Mevlanâ Celâlettin Rumî‘nin oğullarındandır, onun fikir, duygu ve düşüncelerini yayanlardan biridir. Mevlânâ Celâlettin’in ölümünden sonra, yerine, Hüsamettin Çelebi geçmişti. Hüsamettin Çelebi’den sonra bu makama Sultan Veled gelmiş, ondan sonra, tekkelerin kapatılmasına kadar «Konya Postnişinliği» bu soydan gelenlerde kalmıştır.
Sultan Veled, babasının düşünce ve davranışlarından ilham alarak, Mevlevilik tarikatının esaslarını kurmuştur. Tasavvuf konusunda yazdığı mesnevileri, babasının büyük, ölmez eseri yanında pek basit kalırsa da, onun da babasından üstün olduğu bir tarafı vardır: Ana dili olan, Türkçe île de şiirler yazmıştır.
Gerçekte de, Mevlânâ’nın baştan başa Farsça olan eserleri içinde Türkçe mısraların parmakla sayılacak kadar az olmasına karşılık, Sultan Veled’in Türkçe şiirlerden meydana gelmiş küçük bir Divan’ı vardır.
SULTAN VELED’DEN BİR PARÇA
Hem sen göresin beni elden varayım bir gün
Yolda oturam cansız kab ağlıyayım bir gün
Ger olmıyasın benim tenden çıka tez canım
Bu kayu beni tuta onsuz öleyim bir gün
Sucu içeyim sucu deli alayım deli
Nem var vereyim yele seni tutayım bir gün
Seni nece severim yüz can gibi dilerim
Ola ki kolay gele senin olayım bir gün
Dururum ve ağlarım otururum inlerim
Öyle komaya Tanrı hem ben güleyim bir gün
Gözler seni görürse âlem seni bilirse
Elim değicek seni ben gizliyeyim bir gün
Veled yüzünü gördü geldi kapma durdu
Etti ki gele ol kim seni öpeyim bir gün
kaynak:nkfu
ŞEYHÎ (? -1429), ilk Osmanlı şairlerindendir. Asıl adı Yusuf Sinan’dı «Şeyhî» mahlâsını Hacı Bayram Veli’den almıştır.
Hekimdi, daha çok şair olarak tanınmıştır. Germiyanoğulları’nın özel doktoru, saray şairi olmuş, sonra Osmanlılar’a geçmiştir. Bu arada Çelebi Sultan Mehmet’in önemli bir hastalığını iyi etmiştir. Şiirlerini toplayan Divan’ı ilk devir Anadolu Türkçesi bakımından olağanüstü önemlidir. Şeyhî burada kasideleri, gazelleri ve diğer şiirleriyle gerçekten büyük bir şair olarak karşımıza çıkar.
Geniş ölçüde İran şairlerini örnek almış olmakla birlikte, orjinalliğini kaybetmez. Nizâmî’nin Husrev-u Şîrîn’ini Farsça’dan Türkçe’ye’manzum olarak çevirmiştir. «Harname» adlı hicviyesi, Türk mizah edebiyatının şaheserlerinden olarak kalmıştır. Dini ve tıbbi eserleri de vardır. Kütahya’ya bağlı Dumlupınar’da gömülüdür.
kaynak:nkfu
Ercüment Ekrem Talu; yazardır (İstanbul 1886 – ay.y. 1956)
Recaizade Mahmut Ekrem‘in (1846-1914) oğludur. Galatasaray Lisesi’ndeki öğreniminden sonra (1905) bir süre Fransa’da görgü ve bilgisini artırdı, yabancı dil bilgisinin verdiği hakla yurda dönünce memurluklara girdi (1907), bunun yanı sıra ömrü boyunca bir gazete yazarı olarak çalıştı; tefrika romanlar, fıkralar, eski İstanbul yaşamını canlandıran anılarla ilgi gören bir kalem olduysa da hemen hiçbir eseri kendi gücünü aşan bir değer düzeyine ulaşamadı, Fransızca ve edebiyat öğretmenliği de yaptı.
Yaygın ününü Meşhedi adlı bir İranlı’nın (A. Daudet’inn Tarascon’lu Tartarin tipinden esinlenmiştir) abartmalı yaşantılarını konu edinen mizah öyküleri ve romanları ile kazanmış sayılır.
Otuza yaklaşan romanlarının başlıcaları: Evliya-ye Cedid (1920), Asriler (1922), Sabır Efendinin Gelini (1922), Gemi Aslanı (1928), Meşhedi Aslan Peşinde (1934), Papeloğlu (1937), Çömlekoğlu ve Ailesi (1945) vb.
kaynak:nkfu
Selim Sırrı Tarcan; beden eğitimcisi, spor adamıdır. (Mora/Yenişehir 1874 -İstanbul 1957).
Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde yaptı; 1896’da, Mühendishane-i Berri-i Hümayun’u mülazim (teğmen) rütbesiyle bitirdi. Galatasaray Lisesi’nde öğrencilik yıllarında, beden eğitimi öğretmeni Faik Hoca’nın gözetiminde aletli jimnastik çalışmaları yaptı. 1908’de, Harbiye Nezareti tarafından İsveç’e yüksek beden eğitimi öğrenimine gönderildi. 1910’da diplomasını alarak ülkeye döndü. Bir süre askeri okullarda, beden eğitimi ve eskrim öğretmenliği yaptı.
Sonra Yüksek Öğretmen Okulu’na beden eğitimi öğretmeni oldu. 1916’da, ülkede ilk idman şenliklerini gerçekleştirdi. 1910-1930 arasında Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanlığı görevinde bulundu, sayısız öğrenci yetiştirdi, Türk milli eğitiminin çatısı altına İsveç jimnastiği adıyla anılan beden eğitimini sokan kişi oldu. Bu nedenle, aletli jimnastik yanlılarınca, yaşamı boyunca sert eleştirilere uğradı. Spor ve beden eğitimi konusunda 40’ın üzerinde kitap yayımladı. Beden eğitimi öğretmenlerinin ustası olarak tanındı, Ankara’nın iki büyük spor salonundan birine, “Selim Sırrı Tarcan” adı verildi.
kaynak:nkfu
Ahmet Hamdi Tanpınar (23 HAziran 1901 – 24 Ocak 1962) XX. yüzyıl edebiyatımızın şair ve yazarlarındandır. İstanbul’ da doğdu; ilk ve orta öğrenimini çeşitli okullarda yaptıktan sonra Darülfünun (Üniversite) Edebiyat Fakültesi’ne girdi. Edebiyat profesörlerinden Yahya Kemal Beyatlı‘nın etkisiyle ilk şiirlerini yazmaya başladı. 1922’ de fakülteyi bitirdikten sonra yurdun birçok köşelerinde lise edebiyat öğretmeni olarak çalıştı. 1934’te İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde Estetik ve Sanat Tarihi derslerini okutmakla görevlendirildi. 1939’da Edebiyat Fakültesi Tanzimat ve sonrası Türk Edebiyatı profesörlüğüne yükseldi. 1943’te Maraş milletvekili oldu. Bir devre süren milletvekilliğinden sonra yeniden maarif mesleğine döndü.
Kısa sürelerle Millî Eğitim Bakanlığı müfettişliği, Güzel Sanatlar Akademisi’nde ikinci defa Sanat Tarihi ve Estetik öğretmenliği yaptı, 1950’de Edebiyat Fakültesindeki görevine döndü. Batı ülkelerine yaptığı bazı geziler dışında, ömrünün sonuna kadar kürsüsünün başında kaldı.
Edebiyat hayatına şiirle giren Ahmet Hamdi Tanpınar, sonradan hikaye, roman da yazmıştır. Yurt sevgisi, yurt konuları taşıyan şiirlerinde, kişiliğine özgü bir sembolizmin izlerine rastlanır. Hayal ve melodi havası anlamda hafif kapalılık onun belirli özelliklerindendir. Geçmiş özlemi, sezip ulaşamadığımız alemlere duyulan özlem, sevme, sevilme ihtiyacı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirlerinde sık sık rastlanan motiflerdir. Bu haller, nesirlerinde de, özellikle, hikayelerinde, romanlarında da görünür.
kaynak:nkfu
TARIK BİN ZİYAD (?-720) Endülüs’ü fetheden Müslüman emîridir. Hazar Türkleri’nden Afrika’ya göç etmiş olan Berber Kabilesine mensuptur.
Babası Ziyad Müslümanlığı kabul etmişti. Musa ibni Nusayır tarafından Endülüs’ü almaya gönderilen Tarık 711’de şimdi kendi adını taşıyan Cebelitarık Dağı kıyılarına çıktı, askerlerinin geri çekilme ümidini kırmak için gemilerini yaktıktan sonra onlara hitaben, tarihe geçen «Önünüzde düşman, arkanızda deniz. Zaferden başka selâmet yolu yoktur» sözlerini söyledi.
Kral Rodriguez’i yenerek, hükümet merkezi Tuleytib dahil, birçok şehirleri aldı. Musa onu kıskanarak bir aralık hapse attırdıysa da, halife Velit Tarık’ı serbest bıraktırdı. Bir müddet sonra Tarık ile Musa’nın arası gene açıldığı için ikisi de Şam’a çağırıldı. Tahminlere göre iki kumandan arasındaki anlaşmazlık milliyet ayrılığından ileri geliyordu.
kaynak:nkfu
Tiryaki Hasan Paşa; Osmanlı askeri, Kanije savunması kahramanıdır (?-Budin 1611).
1574’te de Sultan III. Murat‘ın rikap hizmetine getirildi. Sigetvar sancakbeyi olarak saraydan taşraya çıktı, 20 yıl kadar burada kaldı. 1594’te Bosna, hemen arkasından da Kanije beylerbeyliğine getirildi, 1597’ de yeniden Bosna’ya atandı. Avusturyalılarla yaptığı bir savaşta yaralandı. 1599’da Kanije Kalesi’nin muhafızlığına getirildi. Kaleyi sağlamlaştırdı ve içine 400 kadar muhafız yerleştirdi. Bir saldırıya hazırlanırken, Avusturya İmparatoru Ferdinand, 50 bin kişilik ordusuyla kaleyi kuşattı. Çok kar yağışı nedeniyle yolların kapanması, düşmanın ikmal ve yiyecek yardımı almasını engellediğinden, Tiryaki Hasan Paşa, zor durumda kalan Avusturyalılar üzerine arka arkaya saldırılara girişti. Düşman ağır bir yenilgiye uğradı. Tüm ağırlıkları ve kralın büyük çadırıyla hazinesi Osmanlıların eline geçti. Bundan sonra Tiryaki Hasan Paşa, Bosna, 1602’de de Budin, bir yıl sonra Rumeli beylerbeyi oldu. Kuyucu Murat Paşa ile Anadolu’da Celalilerin peşine düştü. 1608’de yeniden Budin valisi oldu ve orada öldü.
kaynak:nkfu
THEODOSİUS (346 – 395), Eski Roma’nın en ünlü imparatorlarından biridir. Önce babası Theodosius Flavius’ un emri altında kendini göstermiş, bir süre sonra inzivaya çekilmişse de üç yıl sonra ordunun başında barbarlara karşı büyük başarılar kazanmış olduğu için imparatorluğun Doğu kesimi kendisine verilmiştir.
Theodosius Gotlar’a karşı başarı ile savaşmıştı. O sırada Selânik’te hastalandı, Hıristiyanlığı kabul etti. Ondan sonra, topraklarında Hıristiyanlığın yayılması için çok çalıştı, bu arada büyük zulümler yaptı. Puta tapanları toplu halde öldürttü, tapınaklarını yıktırdı. 387’de Antakya’da kendisine karşı bir ayaklanma olunca Theodosius bütün şehir halkının öldürülmesini emrettiyse de sonradan insafa gelip bundan vazgeçti. Selânik’teki bir ayaklanma üzerine 7.000 kişiyi kılıçtan geçirtti, sonra pişmanlık getirdi, başrahibin verdiği hükme uyarak inzivaya çekildi.
Theodosius «imparator» sanını taşıyan son Roma hükümdarıdır.
kaynak:nkfu
Turgut Reis; Osmanlı denizcisidir (Seroloz/Muğla 1485 – Malta 1565). Avrupalılarca Dragut adıyla bilinir. Korsan kadırgalarına levent yazılarak denizci oldu. Oruç Reis ile Barbaros Hayrettin’in yanında kaptanlık yaptı, başarılar kazandı ve sonunda kendi başına korsanlık yapmasına izin verildi.
Ancak Barbaros Hayrettin Paşa, ne zaman çağırsa, Cezayir’e gitmekte kusur etmedi. Barbaros, Hayrettin Paşa, donanmasıyla İstanbul’a gelip Kanuni Sultan Süleyman tarafından kabul edildiğinde 19. kaptan olarak padişaha tanıtıldı. 1540’ta Korsika Adası’nda bir Cenova filosunun baskısıyla tutsak alındı. 1543’de Barbaros Hayrettin Paşa tarafından kurtarıldı.
Yine Barbaros’ un yardımıyla donanma kurarak Orta-Batı Akdeniz’de korsanlık yapmaya başladı. Tunus yakınlarında ortak Avrupa Donanması’nın saldırısına uğradı. Limanı kapatarak adadaki ırmaktan bir çıkış yolu bulun kurtulduktan sonra, dönüş yolunu tuttu, büyük kayıplar verdirdi. Kendisini görmek için denize açılan gemileri de ele geçirdi. Kanuni kendisine armağan olarak bir kılıç ve Kuran’ı gönderdi. Padişah, alınmasını istediği Trablusgarp valiliğine kendisini atayacağını bildirdi. 1554’te Trablusgarp’ı ele geçirdiyse de valilik görevine getirilmeyince gönül kırgınlığı duydu. Edirne’ye gelerek padişahla görüşünce Trablusgarp Valiliği’ne atandı. 1565’te Malta Seferine 13 gemisiyle katıldı. Kuşatmanın yanlış yapıldığını gördü. Sonuca ulaşması için çalışmalara girişti. Kaleden atılan bir kurşunla öldürüldü. Malta Kalesi ele geçirilemedi. Trablusgarp’a gömüldü.
kaynak:nkfu
Eski Mısır’ın ünlü firavunlarından biridir. M.Ö. 1358-1346 arasında 12 yıl firavunluk etmiştir. Asıl adı, Tutank-Aton’dur. Tek-tanrılı Aton dinini kuran, IV. Amenotep’in kızı ile evlenmişti. Kaynatasından sonra tahta çıktı. Saltanatının ilk çağları, eski Amon dininin papazları ile uğraşmakla geçti. Bu güçlü din adamları, genç kralı, eski dine dönmek zorunda bıraktılar. Böylece, IV. Amenotep’in kurduğu Aton dini söndü. Eski dine dönüldükten sonra, firavun, papazların zoru ile, “Tutank-Aton” adı yerine “Tutank-Amon” (“Tutankhamon“) adını aldı.
Tutank-Amon’un çağı barış içinde geçti. Çok genç yaşta ölen bu kraldan sonra, Mısırlılar’la Hititliler arasında eski çağların en büyük çarpışmalarından sayılan Kadeş Savaşı oldu.
Tutankamon’un mezarını 1922’de İngiliz arkeoloğu Lord Carnarvon buldu. Tutankamon adı böylece ün kazandı. Çünkü mezarında Mısır tarihini aydınlatan belgeler, çok değerli sanat eserleri çıkmıştı.
kaynak:nkfu
Nene Hatun Türk kadınının kahramanlık timsali bir kişidir. 1857 ile 22 Mayıs 1955 yılları arasında yaşamıştır. 93 Harbi olarak da bilinen 1877 ile 1878 yılları arasında yapılan Osmanlı Rus savaşı esnasında Aziziye Tabyası’nın savunulması esnasında göstermiş olduğu büyük kahramanlıklar ile adını Türk tarihine altın harfler ile yazdırmıştır. Aziziye Tabyasının savunmasına o dönemde henüz daha 20’li yaşlarda iken ve küçük yaşlarda iki çocuğunu bırakıp gelmiştir.
Ermeni çetelerinin Aziziye Tabyasındaki tüm Türk askerlerini şehit etmesi sonrasında Rus birlikleri Aziziye Tabyasına hiç bir zorluk yaşamadan girmişlerdi. Bunu haber alan Erzurum halkıda düşmanı savunmak için ölümü göze alarak daha doğrusu ölümü hiçe sayarak Tabyanın savunmasına Erzurum’un savunmasına koşmuşlar ve Nene hatun’un başlattığı direniş taa ki düşman askerleri Erzurum’u terk edene kadar devam etmiştir.
Nene Hatun’un Erzurum’da savaş esnasında türlü türlü görevleri üstlenmiş yaptığı işler destanlanmıştır. Ölümünden 3 ay öncesinde Türk Kadınlar Birliği tarafından yılın annesi seçilerek onure de edilmiştir.
kaynak:nkfu
SÜLEYMAN, Emîr (1377?-1411)
Yıldırım Bayezit’in büyük oğlu, Fetret Devri Osmanlı hükümdarlarından biridir. Zamanından bugüne kadar bütün Batı tarihçileri onu «I. Süleyman», Kanuni’yi de «II. Süleyman» kabul ederlerse de, Osmanlı hanedanı Mehmet Çelebi’den yürüdüğü için, klasik Osmanlı tarihçileri, Emir Süleyman’ı padişah saymayıp Yıldırım’dan sonra Mehmet Çelebi’ye atlamış, onu 5. padişah kabul etmişlerdir.
Şehzade Süleyman, babası Yıldırım’ın devrinde önemli sancakbeyliklerinde, komutanlıklarda bulundu. 1402 Ankara Meydan Savaşı‘nda yenilgi başlayınca ‘ yanına vezir-i âzam Çandarlı Ali Paşa ile daha başka ileri gelenleri alıp savaş alanınından çekildi. Bursa’ya gelip alabildiklerini aldıktan sonra kuvvetleri ile Rumeli’ye geçti, Edirne’de kendini padişah ilan etti. Yıldırım’ın küçük oğlu Musa Çelebi, ağabeyisi Süleyman’ın mirasına konmak için ona savaş açtı; önce başarısızlığa uğradı; sonra onu gafil avladı. 1411’de Emir Süleyman öldürüldü, Musa Çelebi, Edirne’de tahta geçti.
Öldürüldüğü zaman 34 yaşlarında bulunan Emir Süleyman, 9 yıla yakın saltanat sürmüştü. Yalnız, şaraba düşkün olduğu için pek iş görememiş, tahtı en sonunda I. Sultan Mehmet’e kaptırmıştır.
kaynak:nkfu
HACI BEKTAŞ VELÎ (1209-1271) Bektaşi tarikatının kurucusu olan ünlü Türk tasavvuf adamıdır. Horasan’da Nişapur’da doğdu. Anadolu’ya gelip şimdiki Hacıbektaş kasabasına yerleşti. Baba İshak’a mürit oldu. Baba İshak’ın Selçuklular’a isyanında kardeşi Menteş öldürüldü; Hacı Bektaş kurtuldu. Anadolu’da huzursuzluk yaratan Batıniler’in önderi oldu. Müritleri, Bektaşilik denen tarikatı kurdular.
Hacı Bektaş’ın «Makaalât» adında Arapça kitabının aslı elimizde yoktur; birisi manzum ötekisi mensur iki Türkçe çevirisi saklanmıştır. Hacı Bektaş’ın hayatı kutsallaştırılarak «Velâyet-Nâme» adlı ünlü eserde hikaye tarzında anlatılmıştır. Osmanlılar çağında Bektaşi tarikatının en büyük başkanı, Hacıbektaş kasabasında otururdu. Bektaşilik de Mevlevîlik gibi tamamen Türkler’e mahsus büyük bir tarikattır. Fakat Mevlevi tarikatına zıttır.
kaynak:nkfu
Maturidi
İslam’ın iman ve inanç esasları hususunda itikadî mezhep imamı olarak anılmaktadır. Semerkant şehrinde Milâdî 852 yılında doğdu. Yine bu şehirde Milâdî 944 yılında hakkın rahmetine ermiştir.
Kendisi de Türk bir ailenin mensubu olması, onun yazdığı kitaplar ve görüşleri özellikle Türk dünyası tarafından büyük kabul görmüş ve ilk olarak Orta Asya Horasan’ında ve Maveraünnehir bölgesinde, daha sonra da Hindistan, Pakistan Afganistan, Doğu Türkistan, Malezya, Endonezya, Kafkas ülkeleri, Rusya, Türkiye, Kırım, Balkanlar ve Ortadoğu ülkelerinde bulunan Müslümanların çoğunluğu tarafından itikâdî Mezhep imam’ı olarak kabul edilmektedir.
kaynak:nkfu
Eş’arî
Tam adı Ebu Hasan el-Eşari olup, Milâdi 874 yılında Basra’da doğmuş, Miladi 936 tarihinde Bağdat’ta vefat etmiştir. İtikadi Mezhep imamlarından birisidir.
Vahiy ile Akıl arasında orta yolu tercih etmiş, döneminin diğer mezhep anlayışları karşısında Kur’an ve Hadisi esas alması bakımından takip etmiş olduğu metodu ile diğerlerinden ayıran özelliğe sahiptir.
Onun itikadi mezhep anlayışı Büyük Selçuklu ve diğer Türkler arasında benimsenmiştir. Tuğrul ve Çağrı Beyler, bu mezhebi benimsedikleri rivayet edilmektedir.
kaynak:nkfu
Ebû Hanife
Ebu Hanife olarak bilinen Numan b. Sabit hazretleri Hicri 80 yılında-Milâdî 699 yılında Kûfe’de doğdu. Bağdat’ta Hicri 150-Milâdî 767 tarihinde vefat etmiştir.
Hicri tarihleri gösteren kaynakları daha isabetli buluyoruz. Ebu Hanife, edindiği derin ilmi birikimi, Kur’an ve Hadis sahasındaki engin bilgisi ve üstün zekası, kendisine sorulan meseleler hakkında anında pratik cevaplar vermiş olması, dini hem tam anlamıyla bilmesi hem de titiz bir günlük yaşantısının olması sebebiyle, o dönemde her kesin takdirini kazanmıştır.
Re’y ev Kıyas’ı esas alması bakımından dikkat çekmiştir. Günümüze kadar her kes onu “imâmu Azam” yani en büyük imam olarak anmaktadır. En çok tanınan kitabı “el-Fıkhu’l-Ekber” adlı eseridir.
kaynak:nkfu
Hacı Bektaş Veli
Nişabur’da doğup, orada aldığı eğitim ve terbiye sonrasında Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş ve İslam’ın Rum diyarında yayılmasında büyük emeği ve himmetleri olmuştur. Türk halkı arasında sevgiye üstün ahlak anlayışına, birlik ve beraberliğe dair yaptığı nasihatler asırlarca tesirini devam ettirmiştir.
Sade Türkçe ile Türk halkına seslenişi, merhametli ve insan sevgisinin onda doruk noktada oluşu sebebiyle, her dil ve dine mensup kişilerin feyiz aldıkları kaynak olmuştur. Osmanlı sultanları ona besledikleri derin saygıdan dolayı, Yeniçeri askeri ocağı, Bektaşî geleneği ile yetiştiriliyordu.
Bu ocağı, Ona bağlamakta ve onların savaşlarda galibiyet ve zaferi için Hacı Bektâş-ı Velini dua ettiği ittifakla nakledilmiştir. Onun hikmetli sözlerinden oluşan “Makalât” adlı meşhur kitabı günümüz Türkçesine Esad Coşan tarafından sadeleştirilerek çevrilmiştir.
kaynak:nkfu
Mevlana
Afganistan’ın Belh şehrinde 1207 yılında doğmuştur. Anadolu Selçuklu sultanı I. Alaaddin Keykubat’ın davetini kabul ederek ailesi ile birlikte henüz küçük yaşta iken Konya’ya gelmişlerdir.
Şemsi Tebrizî’den aldığı tasavvufi terbiye ile olgunluğa ermiş, Enfusi metotla zikir ve evradını icra etmiştir. En meşhur eseri Mesnevî ve Fîhi Ma Fih adlı eserleridir. Mevlana Farsça yazan ve konuşan, bilcümle aleme hitap eden bir tasavvuf geleneğinin önderidir.
Semâ ve raks (kendi etrafında dönme) ayinleri icra etmiştir. Dünyada en çok bilinen Tasavvuf Pîrlerinden birisi de Hz. Mevlana Celâleddin-i Rûmî hazretleridir. Felsefi düşüncesinde güzel ahlak ve başkalarının kusurlarını görmemezlikten gelmek, tevazu ve merhameti esas alan bir anlayışı savunmuştur.
Kabri Konya şehir merkezinde Mevlana dergahı ve külliyesi içindedir. Müze olarak da ziyarete açık tutulmuştur.
kaynak:nkfu
Yunus Emre
13. yüzyılın sonları ile 14. Yüz yılın ilk yarısında yani 1240-1320 tarihleri arasında yaşayıp vefat etmiş olduğu kuvvetli ihtimal olarak kaydedilmektedir. Tapduk Emre’den ders almıştır. Halkın anladığı sade dilden ilahi ve kasidelerini okuyup söylediği, hece vezniyle şiirlerini yazmış olması sebebiyle en çok okunan ve anlaşılan Türk Tasavvuf Pîri olmuştur.
Yunus Emre Divanı olarak şiir ve kasideleri bir araya getirilmiştir. Kabri hakkında farklı yerler gösterilmektedir. Yani Onu kendi beldelerinde göstermek isteyen pek çok seveni olmuştur. Yunus Emre’nin düşünce dünyasında maddiyatın hiç değeri yoktur. İnsan sevgisi, güzel ahlak ve ilahi aşktır. İnsanlar arasında bölücülük ve ayırım, imtiyazlı sınıf anlayışı gibi sathi anlayışlara onun kalbinde yer yoktur. Her şeye, Allah’ın eseri olduğu için sevgi ile bakar, ibadet yaparak kişinin kendisini üstün görmesini şiddetle kınamıştır. Önemli olan insan gönlünü kazanmak olduğunu anlatmıştır.
kaynak:nkfu
Ahmet Yesevî
Pîr-i Türkistanî diye de anılan Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri, Kazakistan’da Çimkent’te doğmuştur. Yusuf Hemedanî’in talebesi ve üçüncü halifesi olan Hoca Ahmet Yesevî, Türk Velilerinin kol başısıdır.
Hemen bütün Türk coğrafyasında çok derin etkisi olmuştur. Samimi ve bozulmamış bir Türk ortamında kurulan Yesevilik tarikatı ilk olarak Seyhun, Taşkent civarında, Doğu Türkistan’da kök salmış, kısa süre sonra da Türk dili ve kültürünün Maveraünnehir ve Harizm sahalarında halkın derin alakasına mazhar olmuştur. Oradan da Bozkırlara, Bulgarlar arasında ilgi görmüştür.
Moğol istilası sonrasında Horasan, iran, Azerbaycan’da nihayet 13.y.y.’da Anadolu’ya da tesir etmiştir. Nitekim başta Hacı Bektâş-ı Veli ve Sarı Sal-tuk Baba gibi erenler, onun talebeleri olarak İslam’ı yaymış, halkı ahlâken ve birliği noktasında cihad ruhu ile yetişmelerini sağlamıştır.
Hoca Ahmet Yesevî’nin hikmetli söz ve sohbetleri “Divânı Hikmet” adlı eserinde toplanmış ve günümüze kadar asırlardır okunmaktadır.
kaynak:nkfu
Hacı Bayram Veli
Hacı Bayram-ı Veli Fatih’in babası Sultan II. Murad döneminde Ankara’da yaşamış ve halkı irşad etmiştir.
1352 tarihinde Ankara’da “Zülfadıl köyünde” doğmuş, 1430 yılında vefat etmiştir. Kabri Ankara Ulus’ta Hacı Bayram-ı Veli Camiin yanı başındadır. Ziraat ve tarımla uğraşıp, somuncu Baba’dan ders almış, halka nasihatleri ile dikkatleri çekmiş ve devrinin en önemli Tasavvuf Pîrlerinden sayılmıştır. II. Murad ile Edirne’de yüz yüze görüştükleri zaman sultan Murad,
-İstanbul’un Fethi bana Nasip olacak mı?
-Hacı Bayram Hazretleri_ Hayır, Ne sana ne de bana nasip olmayacak, Lakin şu kundaktaki küçük Mehmet (Fatih Sultan Han) ile şu bizim köse’ye (Akşemseddin hazretleri) nasip olacak” müjdesini vermişti.
Felsefi anlayışını sultan II. Murada izah ederken “Sultanım! Bizim görevimiz Türk evlâdını alıp terbiye etmek, daha sonra da devlet-i Aliye’nin emrine vermektir” diye söylemiştir. Onun tasavvuf adap ve erkânı “Bayramîlik” tarikatı olarak oluşmuştur.
kaynak:nkfu
Ahi Evran
Ahi Evran’ın doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bilgiye ulaşılmamış ise de, Anadolu Selçukluları Devleti döneminde 13.yüzyılda yaşadığı bilinmektedir. İslam ahlâk anlayışını; meslekî, ticarî ve sosyal hayata yönelik öğütler vererek, güncel ilkeleri ortaya koymuştur.
Böylece Anadolu’da özellikle Kırşehir, Kayseri, Konya, Denizli ve bu illerin civarındaki merkezî yerlerinde uygulanışına önderlik etmiştir.
O dönemde Ahilik teşkilâtı, hemen her bölgede şubeleri oluşturulmuş, Türk toplumunun işve meslek ahlakına, cihat ruhuna canlılık kazandırmıştır..
Ahilik kurumunun ilk Piri’dir. Şeyh Nâsirüd’-Dîn Muhammed Ahi Evran olarak bilinmektedir.
Mevlâna ve Hoca Sadeddin Konevî ile zaman zaman mektuplaştıkları bildirilmiştir. Yunus Emre ile de çağdaşı olan Ahi Evran, aynı zamanda hadis ve tasavvuf alanında çok iyi yetişmiş olup, dericilik sanatında Pîr olduğu rivâyet edilmektedir.
Ahi Evran’ın kitaplarından Metâliu’l-İmân, Mür-şîd’ül-Kifâye ve Menâhic-i Seyf en çok bilinenleridir. Ahi Evran hakkında yurt içi ve dışında pek çok araştırmacının çalışmaları bulunmaktadır.
kaynak:nkfu
Boris Pasternak (10 Şubat 1890- 30 Mayıs 1960), bir Rus yazarıdır, 1958’de Nobel Edebiyat Ödülünü kazanması üzerine bütün dünyaca tanınmıştır.
Boris Pasternak, Moskova’da doğdu, Moskova Üniversitesinden sonra Almanya’daki Marburg Üniversitesi’nde de felsefe okudu. Edebiyat alanında ilk önce şiirleriyle tanındı, başlangıçta sembolist, daha sonra fütürist tarzda şiirler yazmıştır. 1918 ihtilalinden sonra Sovyet Eğitim Bakanlığında çalıştı. Sonra kendini bütün bütün edebiyata verdi. Sovyet devrinde yetişmiş olmasına rağmen, yazılarında ferdi bir eğilim gösteriyordu. 1931 ‘de çıkan şiir kitabına, bunu anlatmak için «Parmaklıkların Üstünde» adını koymuştu. Yıllarca Shakespeare, Goethe, Rilke gibi İngiliz, Alman şairlerinden yaptığı çevirilerle geçindi. Bundan dolayı, Komünistlerin tuttuğu bir yazar olamadı.
Boris Pasternak adı Rusya dışında ilk olarak 1957’de duyuldu. «Dr. Jivago» adında yeni yazdığı romanı bir yıl önce «Noviy Mir» (Yeni Zamanlar) adındaki Sovyet edebiyat-sanat dergisi geri çevirmişti. Pasternak eserini gizlice Avrupa’ya geçirtti. Roman 1957’de İtalyanca, ertesi yıl da İngilizce olarak çıktı, ondan sonra daha birçok dillere çevrildi. Bunun üzerine, 1958 Nobel Edebiyat Ödülü de Boris Pasternak’a verildi. Boris Pasternak, Nobel ödülünü başlangıçta teşekkürle kabul ettiyse de, sonradan Sovyet hükümetinin zoru ile geri çevirdi.
kaynak:nkfu
PLUTARKHOS (50-125)
Eski Yunanistan’ın ünlü yazarlarından biridir. Doğduğu şehir olan Koronte’de, daha sonra Atina’da okudu, bilgisini artırmak için seyahata çıktı. Mısır’a, Roma’ya gitti. Ailede faziletin bütün örneklerini vermiş, karısını, çocuklarını felsefe öğrenmeye teşvik etmiş, kendisinin önderlik ettiği yetişkin, kültürlü bir çevre içinde yaşamıştır.
Plutarkhos değişik konularda pek çok eser vermiştir. Çoğu kaybolmuş, bir kısmı güdük bir şekilde, ya da özet halinde çağımıza gelmiştir. En başta gelen eseri «Eş Hayatlar»dır. Buna «Ünlülerin Hayatı» adı da verilir. Plutarkhos bu eserinde 50 tanınmış insanın hayatını anlatır. Biraz yapmacıklı olmakla beraber, bunlar arasında bir benzerlik kurmuştur. En tanınmış insanları ikişer ikişer anlatan bu eser, tümü bakımından ahlâkla ilgili toplu bir sonuca varır.
kaynak:nkfu
PİRİ MEHMET PAŞA (? – 13 Kasım 1532)
Osmanlı sadrazamlarının en ünlülerindendir. Rumeli defterdarı (maliye müstaşarı) olarak katıldığı 22 Ağustos 1514 Çaldıran Savaş Kurulu’ndaki sözleriyle Yavuz’un dikkatini çekmişti. Yavuz: «İşte bana böyle vezir lâzımdır!» demiş, 2 ay sonra da, Piri Mehmet Paşa’yı birden üçüncü vezirliğe yükseltmişti. Yavuz’un Mısır seferinde gördüğü hizmetler üzerine 1518’de vezir-i âzam (başbakan) oldu, 1520’de Kanunî tahta çıkınca da aynı makamda kaldı. Kanunî’nin yanında 1521 Belgrad, 1522 Rodos seferlerine katıldı.
Pirî Mehmet Paşa 5,5 yıl iktidarda kaldıktan sonra 1523’te emekliye ayrıldı, yerine Damat İbrahim Paşa getirildi. Buna rağmen, Paşa’nın şahsiyetinden korkan rakipleri, onu 9,5 yıl sonra 13 kasım 1532’de Silivri’deki çiftliğinde zehirletmişlerdir.
Pirî Mehmet Paşa, Mevlâna’nın torunların-dandı. Ahlâkı, devlet işlerindeki isabetli görüşleri, sarsılmaz karakteriyle tanınmıştı. Yavuz’un, Kanunî’nin iktidara getirdikleri sadrâzamların en büyüğü sayılır. «Remzî» takma adiyle şiirler yazmıştır.
kaynak:nkfu
PİNDAROS (M.Ö. 521 – 441 )
Eski Yunanistan’ın ünlü bir şairidir. Daha küçük yaşta müziğe, saza merak sarmıştı. Önce flüt öğretmeni Skopelinos’un, sonra da Corinne ve Myrto adında iki kadın şairin öğrencisi oldu. 20 yaşındayken ünlü bir şair olmuştu. Diagoras için yazdığı bir övgüsü Lindos’taki Athena Tapınağı’nda bir levha üzerine altın harflerle yazıldı. Ölümünden sonra da şiirleri örnek eser sayılmaya başlandı.
İlkin 17 kitapta toplanan şiirleri, sonradan, vezinleri bakımından, 9 bölüme ayrılmıştır. İlk 8 bölümden yalnız bazı parçalar zamanımıza kadar gelebilmiştir. Çağımıza kalan en derli toplu eseri, 9. bölümü teşkil eden «Zafer Şarkıları »dır.
Pindaros’ta engin bir hayal gücü, değişik bir ritim zenginliği, ahenkli bir üslup vardır ki, onun şiirlerini Eski Yunan lirik şiirinin en kuvvetli örnekleri haline getirmiştir.
kaynak:nkfu
Auguste Piccard (28 Ocak 1884, Basel, İsviçre – 24 Mart 1962, Lozan, İsviçre)
İsviçreli tanınmış bir bilgindir. Lutry’de doğdu. Küçük yaştan matematiğe, onunla ilgili bilimlere karşı büyük bir merak duyuyordu. Münih Universitesi’ndeyken ünlü bilgin Einstein’ın öğrencisi oldu. Öğrenimini sona erdirdikten sonra Auguste Piccard fizik, matematik üzerinde çalışmalara başladı. Brüksel Üniversitesi’ne profesör oldu.
Auguste Piccard’ın dünya ölçüsünde tanınması 27 Mart 1931’de bir balonla stratosfere yükselmesiyle oldu. 15.581 metreye yükselen bilgin, ertesi yılın 18 ağustosunda 16.201 metreye yükselmeyi başardı. Aynı zamanda gene kendi buluşu olan «batiskaf» adını verdiği bir denizaltı teknesiyle okyanusun derinlerine inerek incelemelerde bulundu
kaynak:nkfu
Jonathan Swift (30 Kasım 1667- 19 Ekim 1745), ünlu bir İngiliz romancısı, «Guliver’in Seyahatleri» yazarıdır. Dublin’de doğdu. Annesiyle babası fakir insanlardı, Jonathan, ilkokulu bitirdikten sonra koleje girdi. Burada derslere hiç ilgi duymuyordu. Bir süre sonra, annesinin zoru ile, bir katiplik bulabildi. Bir yandan şiir, hikaye de yazıyordu. En güzel şiiri olan «Bir Banyonun Masalı»nda büyük bir hiciv kabiliyeti göstermişti.
Jonathan Swift, aynı zamanda siyasetle de ilgilendi. Kraliçe Anne’ın ölümünden sonra, parti işlerine karışmamaya karar verdiyse de, uzun müddet kararında duramadı. İrlanda’nın iç işleriyle ilgilendi. Toryler’in tarafını tuttu. «Güliver’in Seyahatleri» adlı ünlü eserini bu sırada yazdı. 1726’da, bunu bastırmak için Londra’ya gitti. Eseri basıldıktan sonra yeniden İrlanda’ya döndü. Baş papazlığa kadar yükseldiyse de hayatı pek yavan geçiyordu. Gitgide zihin tembelliği arttı. Sonunda aklını oynattı, tımarhanede can verdi.
Jonathan Swift, hayattan bir türlü tat alamamış, adeta yaşamaktan nefret etmiş bir yazardır. Bütün yazıları keskin, sert hicivlerle, alaylarla doludur. En ünlü eseri olan, sonradan biraz daha sadeleştirilip bir çocuk kitabı haline getirilen «Güliver’in Seyahatleri» aslında korkunç bir sosyal hicivdir. Jonathan Swift, bu eserle çağının İngiltere’sini ağır şekilde tenkid etmiştir.
kaynak:nkfu
Knud Johann RASMUSSEN, (7 Haziran 1879, Ilulissat, Grönland – 21 Aralık 1933, Kopenhag, Danimarka)
Kuzey Kutup bölgesinde araştırmaları ile tanınmış Danimarkalı bir kaşiftir. Eskimoları Batı dünyasına ilk tanıtanlardan biridir.
Arktika (Kuzey Kutup) bölgesinde beş büyük inceleme gezisi yapan Knud Johan Rasmussen, Kuzey Kutup noktasına 1.200 km. kadar sokuldu. Peary Boğazı’nı geçerek, Grönland’ın buz ırmaklarını buldu, kutbun buzlarla kaplı olduğunu ortaya attı. Bu arada Grönland’da yaşayan Eskimolar’ın arasında yıllarca kalarak, onların yaşayışını inceledi.
kaynak:nkfu
Arthur Rimbaud (1854- 1891 )
Sembolizmin kurucusu sayılan ünlü bir Fransız şairidir. Char-I e v i I I e kasabasında doğdu. Zekâsı gayet erken gelişti. Çok çalışkan, bağımsız ruhlu, yola gelmez bir çocuktu. 1871’de Paris’e gitti. Daha 17 yaşındayken, onu bütün dünyada meşhur eden A. Rimbaud «Le Bateau İvre» (Sarhoş Gemi) şiirini yazmıştı. 1873’te, insanlardan, kitaplardan tiksindiğini söyliyerek şiir yazmayı bıraktı. Önce Londra’ya, sonra arkadaşı şair Verlaine’le birlikte Belçika’ya gitti. Bir gün Verlaine ona sinirlenerek üzerine iki el ateş etti, bu yüzden hapis yattı. Rimbaud o zaman (1873), «Une Saişon En Enfer» (Cehennemde Bir Mevsim)i yazdı. Bu, kendisinin ruh hayatının hikâyesidir. Sonra yazmayı bıraktı, serseri bir hayata atıldı. Bütün Avrupa’yı dolaşmaya çıktı. Sonda Adaları’na, İskandinavya’ya, Mısır’a gitti. Kıbrıs’tan sonra Afrika’ya geçti. Harrar’da fildişi ticaretine girişti. Habeş İmparatoru Menelik için fişek imal ettirerek zengin oldu. 1886’da Verlaine, onun «Les İllumi-nations» (Işıltılar) adlı şiirlerini yayınlamıştı. Rimbaud 1890’da Fransa’ya dönerken düştü, bacağını kırdı. Ameliyat ettilerse de, kurtaramadılar, genç şair Marsilya’da bir hastanede öldü.
Arthur Rimbaud, Baudelaire’in izinde yü-riyerek renklerle sesler arasında ilişkiler aramaya devam etmiştir. Başta Verlaine olmak üzere, birçok şairi etkilemiştir.
kaynak:nkfu
Nikolay Rimski-Korsakov (18 Mart 1844, Tikhvin, Rusya – 21 Haziran 1908, St. Petersburg, Rusya)
Büyük bir Rus bestecisidir. Aristokrat bir aileden St. Petersburg’da doğdu, deniz subayı olarak yetişti. Müziği kendi kendine öğrendi, ilk eseri olan bir senfoniyi, 1865’te üç yıllık bir deniz gezisinin sonunda yazdı. 1871’de «Beşler» diye tanınan Rimski-Korsakov Rus bestecilerinden Balakirev’in öğütleri ile, kendisini büsbütün müziğe verdi. Aynı yıl, Petersburg Konservatuvarı kompozisyon öğretmeni oldu. Kendisinin de itiraf ettiği gibi, okutacağı derse ait hiçbir şey bilmiyordu. Yalnız, yılmadan çalıştı, sanatının kurallarını «Beşler» içinde en iyi öğrenen o oldu.
Rus bestecileri içinde, Rimski-Korsakov, melodileri, renk zenginliği, süreli yaratma kabiliyeti ile en önemli yer alır. Başlıca eserleri şunlardır: «Altın Horoz», «Sadko», «Mayıs Gecesi» operaları; 3 senfoni; «Şehrazad» senfonik şiiri, «İspanyol Kapriçyosu», çeşitli orkestra, piyano, ses ve oda müziği, kantat ve koro parçaları.
kaynak:nkfu