Etiket: kitaplarının kısa özetleri

Fakir Baykurt Hayatı ve Eserleri

Fakir BaykurtFakir Baykurt; yazardır (Burdur/Akçaköy 1929 – 11 Ekim 1999, Essen).

Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirdi (1948). Beş yıl köylerde öğretmenlik yaptıktan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirerek ortaöğretim kademesine geçti (1955). Romanlarına yan çevre olacak kasaba yaşamını ortaokul öğretmenliği yıllarında tanıdı (1955-1957, Sivas, Hafik, Şavşat); TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) genel başkanlığı yaptı (1965). ODTÜ Halkla ilişkiler Bölümü’nde çalıştı (1971); arada bir yıl ABD’de bulundu. Öğretmenler Derneği’nin genel başkanlığını yürütmenin yam sıra Kültür Bakanlığı’nda görev yaptı (1978), emeklilik hakkını kazandıktan sonra son öykülerine konu olan Almanya’da yaşamaya başladı.

Birçok edebiyatçı gibi yeteneğinin yanılgısı onu şiirler yazmaya götürmüştü (1946, Tahir Baykurt). Anlatı türlerinden öyküde ilk ürünleriyle ilgi gördü; Çilli (1955), Efendilik Savaşı (1959), Karın Ağrısı, (1961), Cüce Muhammet (1964), Anadolu Garajı (1970), On Binlerce Kağnı (1971), Can Parası (1973), Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı, 1974), İçerdeki Oğul (1974), Sınırdaki Ölü (1975), Kale Kale (1978), Gece Vardiyası (1982), Barış Çöreği (1982). Asıl başarısı romanda oldu: İlk ürünü olan Yılanların Öcü nün 1958 Yunus Nadi Roman Ar-mağanı’nda birinci oluşu dikkatleri üstüne çekti. Aynı konuyu sürdüren Irazca’nın Dirliği (1961) ile birlikte Almancaya çevrilen (1964) eser, hem sahnelendi (1966) hem film oldu (1962). Onuncu Köy (1961), Amerikan Sargısı (1967), Kaplumbağalar (1967), Tırpan (1970; TRT ve TDK ödülleri 1971; Avni Dilligil Tiyatro Ödülü, 1980), Köygöçüren (1973), Keklik (1975), Kara Ahmet Destanı (1977; Orhan Kemal Roman Ödülü, 1978), Yayla (1977), Yüksek Fırınlar (1984), Duisburg Treni (öykü, 1986), Koca Ren (roman, 1986). Köyü ve köylüyü seven, o çevreleri konu edinen, haklarını savunup sorunlarını sevecenlikle işleyen, kişilerini bilinçlendirip eylemci bir ülküde kaynaştırmak isteyen Baykurt, “kökten sürmeler” dediği bu insanlara güvenir, inanır; kasaba ve kent kişilerine sürekli kuşkuyla bakar. Verimli ve hızlı çalışkanlığıyla düşünce yazıları, halk kitapları, çocuk romanları da yazdı; yayımladı. Almanya Yazıları (1981) biı röportaj dizisidir. Başlıca eserlerinin özetleri:

Irazca’nın Dirliği, 2. romanı (1961). Yunus Nadi Roman Armağanı’nda birincilik kazanan (1958) Yılanların Öcü (1959) romanını sürdüren eser, birinci kitaptaki kişilere birkaç yeni adm eklenmesiyle aynı köy ortamında geçer (Burdur’un Karataş’ı). Irazca Ana, 9 yaşındaki torunu Ahmet’e kırlıkta sataşarak aile öcünü almaya yeltenen zorbalara karşı çaresiz ve suskunken olayı öğrenen oğlu Kara Bayram, hatır sayan kaymakama derdini anlatarak hak ararsa da seçim günlerinin karışıklığı, para gücü, bürokrasi engelleriyle amacına ulaşamaz, üstelik dövülür. Aile yeni bir yaşam umuduyla kente göçer. Bayram ve eşi Haççe hastanede çalışmaya, çocuklar okula başlarlar; herkes hoşnut gibiyse de köy yerinde tek başına kalmak inadından vazgeçmemiş olan Irazca’nın dirlik düzenliği bozulmuştur doğallıkla. İki eser bir arada Almancaya çevrildi (H. W. Brand, 1964).

Kaplumbağalar: 5. romanı (1967). Yazarın kente, aydınlara, bürokrasi kademelerindeki geleneksel yöntemleri geçerli sayan memur anlayışına, devlet uygulamalarına güvensizliğini dile getiren protesto eserlerinden biri. Ankara yakınlarındaki Tozak Alevi köyünün coşkulu bir imeceyle kurduğu Purluk bağları, hazine arazisi olması gerekçesiyle devletçe satılığa çıkarılır. Köylünün gücü buna yetmeyince kaplumbağaların bile sığınarak rahatlık buldukları bağlık, köylülerin öc alıcı tutkula-rıyla bir gecede bozulur. Köy Enstitülerinden yetişmiş olan Baykurt’un birçok öykü ve romanında göze çarpan, kente ve aydına inanmama eğilimi en çok bu eserde göze çarpar. Kitabın baş kişisi -Baykurt’un başka romanlarında olduğu gibi- coşkulu, inançlı, özverili, ardından kalabalıkları sürükleyecek iştahta bir öncü, çok başarıyla canlandırılmış olan Kır Abbas’dır; Irazca ile (Yılanların Öcü, Irazca’nın Dirliği) Temeloş (Amerikan Sargısı) yapısında, Uluguş’un (Tırpan) benzeridir. Kitap, okunması kolay ve renkli bir anlatının coşkusunu çok başarıyla anlatır.

Tırpan, 6. romanı (1970); TRT 1970 Sanat Yarışması’nda roman başarılarından birini kazandı, TDK Roman Ödülü’nü aldı (1971). Ankara yakınlarındaki Gökçimen Köyü’ndeki küçük Dürü, çocuklukla gençlik sınırındaki körpe güzelliğiyle dikkatini çektiği varlıklı ve yaşlı bir isteklisine varmamak için ilkin canına kıyacak olur, başaramayınca kendisine direnmeyi salık veren Uluguş Nine’nin sözünü dinleyerek gerdek gecesi düğün yatağında kocasını tırpanla haklayıp kaçar. Oyunlaştırılıp; sahneye aktarılan eser 1980 Avni Dilligil Tiyatro Ödülü’nü de kazandı. Baş eğmeyip eyleme geçen, kendi gücünce kendi hakkını savunmayı deneyen Dürü ile onu bu yolları salık veren Uluguş Nine’nin söz ve davranışları, eserin yayın günlerine denk düşen bir görüşün temsilcisi olarak da günceldi.

Yılanların Öcü: ilk romanı, önce Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Roman Mükafatı’nda birinci seçildi (1958), ertesi yıl basıldı (1959), filme çekildi, yönetmen Metin Erksan (1962) tarafından sahneye aktarıldı (1966), Prof. H. W. Brands’ın emeği ile (konuyu sürdüren Irazca’nın Dirliği-1961 ile birlikte) Almancaya çevrildi (1964). Burdur’un seksen evlik Karataş’ında geçen olay, yazara tam bir köy romanı yazma fırsatım vermiştir. Babasız Kara Bayram, anası, eşi ve çocuklarıyla dirlik içinde yaşarken sırtını muhtara dayayan Haceli’nin yalış yere ev yapması yüzünden bir çaresizlik çatışmasına sürüklenir. Anasının desteğinde yürüttüğü kavga, iki yana da zarardan başka bir şey sağlamamaktadır. Bu günlük yaşam, köy insanını gerçeklikle canlandırdığı oranda köy sorunlarını ve kurumlarını da sergileme olanağı verir yazara. Özyaşamsal anılara dayalı bu acı yaşam, köyde doğup yetişen güçlü bir yazarın onurlu çıkışına yol açtı.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , ,

Halid Ziya Uşaklıgil Hayatı ve Eserleri

Halid Ziya UşaklıgilHalid Ziya Uşaklıgil; yazardır (İstanbul 1866-ay.y. 1945).

İzmir Rüştiyesi’ndeki öğrenimini Fransızca öğretim yapılan Katolik okulunda sürdürdü, özel derslerle yabancı dil bilgisini geliştirdi, Fransızca öğretmenliği yaptı, Osmanlı Bankası’nda çalıştı, dergi ve gazete işini deneti (Nevruz, 1884; Hizmet, 1886). Reji örgütünün (tütün tekeli) başkâtiplik göreviyle İstanbul’a geldi (1893), öykü ve romanlarıyla Servetifünun topluluğunda yer aldı (1896-1901). Servetifünun dergisinin kapatılışından İkinci Meşrutiyet’e uzanan suskunluk yıllarında eserlerinin dilini yalınlaştırmaya çalıştı. Yeşilköy’ de yaptırdığı köşküne yerleşti (sessizlik ve bahçe çalışması, çiçeklerle yakından dostluk, yaşamının hiç vazgeçemediği ilişkilerinin başlarında gelir). Meşrutiyet ile birlikte hızlı ve verimli bir yazı yaşamının içine katıldı (1908), Sabah gazetesinin edebiyat bölümünü yönetti, son romanını tefrika ettirdi (Nesl-i Ahir: Son Kuşak; Sabah’da 7 Eylül 1908-18 Mart 1909, 149 tefrika, hiçbir zaman kitaplaşmadı). Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) dersler okuttu, V. Mehmet Reşat’ın padişahlığında (27 Nisan 1909-3 Temmuz 1918) dört yıla yakın sarayda başkâtip olarak görev yaptı (1909-1912 Temmuz). Sonunda hiçbir memurluk kabul etmediği yalnızlığa çekildi, anılarını yazdı (Kırk Yıl, 5 cilt, 1936, 6. cilt 1969; Saray ve Ötesi, üç cilt, 1940-1942; Bir Acı Hikâye 1942), edebiyat üzerine yazdıklarını ayıklayıp kitaplaştırdı (Sanata Dair, 3 cilt, 1938-1955), öykü ve romanlarının çok ağır ve yabancı tamamlamalarla dolu eski anlatımını yalınlaştırmayı sürdürdü. Yeni öyküler ekledi: Hepsinden Acı, 1934; Onu Beklerken 1935; Aşka Dair 1935; İhtiyar Dost, 1937; Kadın Pençesi 1939; İzmir Hikâyeleri, 1950.

Uşaklıgil bir büyük kent romancısı oldu. Efendi yaratılışı, görgü ve incelik kurallarına düşkün tutumu, yaşam gerekçelerinin bir bölümünden uzakta kalmasını gerektiren yüksek zümre yaşayışıyla gözleminin konuları, hep kendi çizgisiyle buna eş yaşamların betimlenmesine yöneldi.

Aşk-ı Memnû’yu Mai ve Siyahtan çok beğendiğini, Kırık Hayatlar’ı ise öteki ikisinden daha iyi ya da daha az kötü bulduğunu söyleyen kendisidir. En değerli bu üç romanında da düş gücü hiç işe karışmamıştır. Gerçekte Halit Ziya, Tanpınar’ın nitelemesiyle ‘romancı muhayyelesine’ sahip ilk yazarımızdır; bunun için de eserinde masal geleneğinden, romantik ürünlerden gelen hiçbir gerçek dışı öğeye yer vermez. Günlük yaşam, en doğal toplumsal ilişkiler çevresi olan aile, iyi gözlenmiş ve tipik yanlarının bileşimiyle canlandırılmış kahramanların genellikle kendi yarattıkları sorunlar içinde bütün mantıklı olasılıkların kabul edileceği bir tutarlılıkla geliştirilmiştir. İstanbul’un aydın ve seçkin katlarını konu almıştır. Kişilerin ruh çözümlemeleri de gerçeğe uygundur. Yaşadığı ve bulunduğu olanakların dışına çıkmaya özellikle dikkat eder. Böylece eserlerinde 19. yüzyılın sonu İstanbul’unun yüksek kentsoylu yaşamı görünür. Yukarıda anılan uzun öykülerinden başka tek örnek içeren başka kitapları da vardır. Bu değişimin temel nedeni, Halit Ziya’ nın belli bir süre hiç emek vermeksizin edebiyattan tümüyle uzaklaşmış olmasıdır. Uşaklıgil, 35 yaşından sonra roman yazamadı. Sabah’ta tefrika olarak kalan Nesl-i Ahir i hiçbir zaman kitaplaştıramadı. Servetifünun tefrikası Kırık Hayatlar’ı (Mayıs-Şubat 1901-1902) ancak 1924’te kitaplaştırmaya vakit bulacak, yalınlaştırarak 1944’te yeniden yayımlatacaktır. Böylece dil konusuna uyarlamaya ne kadar çaba gösterirse göstersin, Servitifünun’dan yola çıktığı için Cumhuriyette artık verimli ve doğurgan olamadı.

Başlıca eserlerinin özetleri:

Aşk-ı Memnû, Türkçe karşılığı “Yasak Aşk” olan roman eşini yitirmiş iki çocuklu, orta yaşlı Adnan Bey’in kendinden epeyce küçük Bihter (22) ile evlenmesiyle başlar. Bir aşk birleşmesi olmayan, üstelik kuşak ayrılığı taşıyan bu varlıklı yalı-köşk evliliği, bir yerlerinden çatlak kurum olan nikâh evliliği mi, doğal bir sevgi eğilimine dayalı Behlül-Bihter ilişkisi mi yasaktır, bunun tartışmasını yazar okuruna bırakır. Gerçekte Adnan Bey ile Bihter’in evliliği yasal; Bihter ile Adnan Bey’in yeğeni genç Behlül’ün ilişkisi doğaldır. Arada Behlül ile Adnan Bey’in kızı Nihal’in her iki anlamda da doğru olan yasal-doğal yakınlaşmaları vardır. Yazarın koyduğu tez; Nihal-Behlül gibi yasal-doğal ilişkilerin toplumda pek az mutluluk kapısı bulabildiği, buna karşılık her çeşit aşkların mutsuzluk yarattığıdır. Roman Bihter’ in canına kıyışı, Behlül’ün kaçışı, küskün ve kırgın Nihal ile aynı yazgıdaki babasının çaresiz yalnızlarıyla biter.

Kırık Hayatlar, yazarın 1924’te kitaplaşan romanı. Günlük yaşam olayları içinde genellikle orta kat insanların dramlarını sergiler. Öndeki ilk konu çizgisi; evli ve iki çocuklu Doktor Ömer Behiç’in ev dışındaki ikinci ilişkisinin (Neyir), evine ve eşine karşı duyduğu görevleri unutmasını, küçük çocuğunun menenjitten ölümü üzerine vicdan acısı duyup bilinçlenmesini izler. Oysa “kırık hayatlar” yalnız onlarınki değildir.

Çeşitli vesilelerle romana giren kişilerin yaşamlarında da sürüp gitmektedir; Ferruh Beyle Rafet ve Şekûre Hanımlar üçgeni, Mürüvvet Hanımın boşanamadığı için yaşadığı düş kırıklığı, Andelip Bacımn dul yalnızlığı, Sûzidil’in ezik ve mutsuz yaşamı; koca dayağına yargılı yazgısı ayrı ayrı kırık hayatlardır.

Kırk Yıl, yazarın ilk anılar derlemesi (5. cildi 1936’da 6. cildi 1969’da basıldı). Önemli yanı; kişisel yaşam olaylarını açıklaması değil, yazarın da bağlı bulunduğu Servetifünun (Edebiyat-ı Cedide, 1896-1901) topluluğunun oluşum, gelişim özelliklerini yansıtması, çağın edebiyat dünyasına her bakımdan tanıklık etmesidir. Mai ve Siyah, roman Mülkiye Mektebi’nin son sınıfında okurken babasını yitirdiği için geçim sağlayıcı işlere bağlanan, bu arada başarı kazanacağı edebiyat dünyasının düşlerini kuran Ahmet Cemil adlı romantik bir gencin gerçekçi (realist) anlatışıdır. Yazılmamış eserinin kendisine hem ün hem zenginlik getireceğini uman Ahmet Cemil, basın işleri, çeviriler ve özel derslerle ev geçindirirken, bir matbaaya da ortak olur. Matbaa sahibinin oğluyla evlenen kızkardeşi İkbal bir geçimsizlik kavgası sırasında çocuğunu düşürüp ölürken şiirlerini okuduğu arkadaşları bu düzeye ilgisiz kalmış, üstelik ters eleştiriler doğmuştur. Uzaktan sevdiği Lâima’nın da varlıklı biriyle evlenip nasip ufkundan uzaklaştığını gören Ahmet Cemil, birkaç yanlı yenilgilerin altından kalkamaz; Yemen dolaylarındaki mutassarrıflık görevine giderken nerdeyse bir intihar adayıdır. Böylece mai düşlerle başlayan eser, çabasız ve çatışmasız Ahmet Cemil’in kara bir gecedeki umutsuzluğuyla birlikte Arabistan yolculuğu başlarken sonuçlanır.

Saray ve Ötesi, yazarın anı dizisini oluşturan üç kitaptan biri. Mabeyn başkâtibi olarak görevlendirildiği 1908 yılından başlayarak dört yıllık sürede rastladığı olaylarla tanıdığı kişileri, saray yaşamım ve eleştirilerini içerdiği gibi Kırk Yıl adlı ilk anılar dizisinin eksik kalan yerlerini de tamamlar, eser bu görevden ayrıldığı 1912’ye kadarki izlenimleri ilettiği gibi son bölümlerinde kendi ev yaşamını, görevle yüklendiği Paris yolculuğunu, öğretim görevlerini, Avrupa görgülerini, Birinci Dünya Savaşı’nın ilk günlerini özetler.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , ,

Jack London Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Jack LondonJack London; ABD’li yazardır (Kaliforniya/San Francisco 1876-Kaliforniya/Glen Ellen 1916).

Evlilik dışı bir ilişkiden doğdu; üvey babasının (John London) soyadını edinerek John Griffith olan gerçek adını unutturdu. 11 yaşlarında çalışmaya başladı; gazete satıcılığı, rıhtımlarda getir götür işleri yaptı. 15 yaşlarında fok avı için Japonya kıyılarına yönelen gemilerde çalıştı, yollarda başıboş gezdi, içkiye alıştı. Sokak gösterilerine katıldığı için hapse de girdi. Bu yılların özyaşamöyküsü, eleştirel iç dökmelerle birlikte ilerde yazacağı bir kitabın konusudur (John Barleycorn, 1913). Tayfalık yaptı, balıkçı oldu, çamaşırhanelerde çalıştı; bazı kötü deneyler sonunda öğrenim yapmaya karar verdi, Oakland’da bir yıl lisede, Kaliforniya’da bir sömestr üniversitede öğrencilik yaptı, öğrenimini sürdürmediyse de düzenli ve verimli bir okuma alışkanlığı edindi. Değişik gözlemler, yaşam görgüleri, uzak ülkeler izlenimleri, acılar, korkular, tehlikeler, geçim zorluklarıyla dolan yaşamına “altına hücum” günlerinin umut koşusuyla bozgun kırılışları da eklendi (1897), Alaska coğrafyasının değişik koşullan ilerde anlatacağı birçok canlı öyküye doğal çevre oldu, sonunda kesinlikle yazar olmak isteğiyle edebiyata yöneldi. Bu yılların özyaşamsal anlatısı ilerde kendi yazgısının da aynı biçimde sonuçlanacağını önceden bildirircesine Martin Eden romanındadır (1908).

İlk öyküsü Atlantic dergisinde yayımlandı (An Odyssey of the North: Bir Kuzeyli Odysseus, 1900). Değişik dergilere dağılan öykülerin kitaplaşması da aynı yıl gerçekleşti: Kurt Kanı (The Son of the Wolf). Okurlara çok ilginç gelen bu kuzey serüvenlerini kendisine sağlam bir ün kazandıran ve çok okunan bu insan-doğa çatışmasının zengin görünümünü değişik eserlerinde yinelemeden canlandırmayı sürdürdü: The God of His Father (Babasının Tanrısı) 1901, Vahşetin Çağrısı (The Call of the Wild) 1903, Beyaz Diş (White Fang) 1905, Yanan Gün (1910), Smoke Bellew (1912). Sayısı 50 cilde yaklaşan hızlı verimin bir bölümünde de insanın daha büyük bir doğa gücüyle denizle çatışmasmı konu edindi: Deniz Kurdu (The Sea Wolf) 1904, South Sea Tales (Güney Denizi Öyküleri) 1911. Doğadaki insafsız çatışmalar zincirini toplum içinde gözleyince devrimci yazılara yöneldi: The People of the Abyss (Uçurum İnsanları) 1907. İki evlilikte (1900, 1905) mutluluk umudu arayan aşk gereksinimini bazı romanlarında öne çıkardı: The Valley of the Moon (Ay Vadisi) 1913, The Little Lady of the Big House (Büyük Evin Küçük Hanımı) 1916. Toplumcu bilinçle insan sorunlarını sergilemeye ve en iyi çözümü bulmaya yönelik yazıları, yaşadığı sürece de, ölümünden sonra da onu dünya okurları çevresinin odak noktası yaptı. Ne var ki 25 yıldır aşırı alkol kullanımı güçlü yapısını yıprattı. Kimilerine göre alkolün yanı sıra bazı uyuşturucular alarak, kimilerince aşırı morfinle kendini zehirleyerek canına kıydığı zaman henüz kırk yaşlarındaydı.

Başlıca eserlerinin özetleri:

Martin Eden, yazarın özyaşam öyküsel romanıdır. Yazarın hem bütün yaşamım, ülküsel aşkını, gönül kırılışlarını, hatta canına kıyışını içeren bir özyaşam romanı; üstelik yaratıcısının ölüm biçimini yedi yıl öncesinde haber vererek bir kehanet örneğini de oluşturur. Yeterince eğitilip incelmemiş olan deniz ırgatçısı Martin, sımfsal üstünlüğünü sevgisinin büyüklüğüyle gidermeye çalıştığı Ruth’a candan tutkundur. Hem kendini yetiştirmek, hem başarı kazanmak yolunda sonsuz bir çabayla işine girişir. Gazete ve dergilere gönderdiği ürünlerinin ilgi görmediği pansiyon yoksunluğunda tutkularına gem vurarak çalışır, mutluluğu ve başarıyı beklerden bütün varlığıyla işine adanır. Herkesin çevresinden uzaklaştığı, onu tam bir umarsızlık içinde bıraktığı umulmadık başarıya ve kazanca kavuşunca gidenler bir bir geri dönerlerse de yaşamın dayanılmaz gerçekliklerini görmüş olan yazar, bu dünyadan çekip gitmekten başka çıkar yol bulamaz. Bir deniz yolculuğunda yeterince derinlere daldıktan sonra kendisini doğanın kucağmda ölüme bırakıverir.

Vahşetin Çağrısı, yazarın altın bulma amacıyla gittiği Klondike (Alaska) yıllarının gözlemlerinden oluşan roman, Buck adı takılmış seçkin bir köpeğin yaşam aşamalarını onun gözü ve diliyle iletir. Yargıç Miller’in evinden çalındıktan sonra köpek satıcılarının eline geçer, eğitme amacındaki insanların eziyetlerini çeker, Eskimo köpekleri arasında kızak çekerken olmadık çatışmalara girmek zorunda kalır, yardımına koşan John Thorton adlı iyi ve sevecen adama bağlanır, onu çavlandan kurtarır, giriştiği bahsi kazandırarak 500 kg yüklü bir kızağı tek başma buzdan söker, bu arada ilkel yaşamın (vahşeti, kurt atalarının) çağrısını duyarsa da sevgisi yüzünden insan efendisinden ayrılmaz, bir Kızılderili baskınında Thorton’un ölüsüyle karşılaştıktan nice sonra… katıldığı kurt sürüsünün başına geçerek yaban yaşamına dönmüş olur (yine de her yıl bir yaz gününde efendisinin mezarına gelip beklemek, acı acı ulumak gereksinimini duyar).

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,