Alberta Hunter; (d. 1 Nisan 1895, Memphis, Tennessee – ö 17 Ekim 1984 New York, New York eyaleti, ABD), dinleyenleri coşturan ritmik ve güçlü üslubuyla 1930’larda uluslararası başarı kazanan ABD’li blues şarkıcısı.
On bir yaşında Chicago’ya giderek profesyonel şarkıcılığa başladı. 1920’lerde New York’a yerleşti. Orada popüler bir gece kulübü ve sahne sanatçısı olarak kendini kanıtladı. 1920’lerde düzenli olarak plak doldurdu ve bunların bazılarında üvey kız kardeşi Josephine Beatty’nin adını kullandı. Başta Fletcher Henderson olmak üzere Fats Waller, Eubie Blake, Louis Armstrong, Sidney Bechet gibi sanatçılar ona eşlik ettiler. Bu yıllarda besteler de yapmaya başlayan Hunter’ın, 1923’te Bessie Smith tarafından plağa okunan bestesi “Downhearted Blues” popüler müziğin klasikleşen parçalarından biri oldu. Hunter, Show Boat (Gösteri Gemisi) müzikali 1928-29’da Londra’da sahnelendiğinde Paul Robeson’la başrolleri paylaştı. 1930’larda sık sık Avrupa’ya giderek orada çalışmalar yaptı. II. Dünya Savaşı ve Kore Savaşı sırasında ABD askerlerine konserler verdi. 1954’te annesi ölünce, müziğe ara vererek hastabakıcılığa başladı. 1977’de yaş nedeniyle hastabakıcılıktan emekli olunca yeniden şarkıcılığa döndü.
kaynak:nkfu
Mesut Cemil (Tel); (1902 – 1963)
Türk müzik dünyasının değerlerindendir. İstanbul’da doğdu. Ünlü besteci Tamburi Cemil Beyin oğludur. ilk müzik zevkini babasından alan Mesut Cemil Tel, İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra Berlin Stern Müzik Okulu’nda yüksek öğrenimini tamamladı. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Hukuk ve Edebiyat Fakültelerini, Ankara Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi.
İstanbul Konservatuvarı’nda öğretmenliğe başlayan Mesut Cemil Tel, yurdumuzda ilk olarak Unison Erkekler Korosunu kurdu. 1927’de yabancı bir şirketçe kurulan İstanbul Radyosu’nda başspikerlik, idarecilik, müzik yayınları şefliği yaptı, 1938’de Ankara Radyosu’na geçti. Daha sonra ünlü bir tamburi olarak tambur öğretmenliği, Berlin Üniversitesi Psikoloji Enstitüsü Ses Arvişi’nde asistanlık; İstanbul Belediyesi Konservatuvarı’nda tambur, solfej ve musiki nazariyatı öğretmenliği yaptı. Öte yanda yurdumuzda ilk radyo kuruluşunda radyonun ilk spikeri, orkestranın viyolonselisti, saz heyetinin tamburisi, programcısı ve yazıcısı olmuştu. 1951′ de İstanbul Radyosu Müdürlüğü ve Konservatuvar öğretmenliği görevlerinde bulundu.
Mesut Cemil Tel, Tambur, viyolonsel, kemençe, lâvta, ut, âşık sazı gibi çeşitli müzik aletlerini çalardı. 200 kadar makalesi, hikayeleri, roman ve hikaye tercümelerinden başka, bir de “Tamburi Cemil Bey’in Hayatı” adlı eseri vardı.
kaynak:nkfu
Hucbald; (d. y. 840, Tournai ? – ö. 930, Saint-Amand, Tournai yakınlan, Fransa), müzik kuramcısı, bilgin ve hümanisttir. Bilgin Saint-Amand’lı Milo’nun yeğeni ve öğrencisidir. Nevers, Saint-Amand, Saint-Omer ve Reims’deki çeşitli kayıtlarda adı geçmektedir.
Bir başkeşiş olan Hucbald’ın, yaşamını öğretmenlik etmeye adadığı sanılmaktadır. Ayrıca şiirler, ölçülü ve uyaklı dualar ile ilahiler yazmıştır. De harmonica institutione adlı incelemesinde gamutu ve sekiz modu tanımlamıştır.
Uzun süre onun yazdığına inanılan bazı kuramsal yapıtların bugün, Pseudo-Hucbald (Düzmece Hucbald) olarak bilinen, kimliği bilinmeyen bir yazarın elinden çıktığı düşünülmektedir. Bir araştırmacı bu yazarın Saint-Amand’da kilise dışı bir başkeşiş olan Laonlu Kont Otger olduğunu ileri sürmüştür. Kuramsal yapıtları büyük önem taşıyan Hucbald, Musica enchiriadis (Müzik Elkita-bı) ve Scholia enchiriadis’te (Yorum Elkitabı), iki ya da daha çok sesli müziğin (yani bir dinsel ezginin paralel dörtlü ya da paralel beşli aralıklarla söylendiği paralel organumun) en erken yazılı tanımına yer vermiş, De alia Musica (Öbür Müzik Üzerine) adlı yapıtında da daseia adı verilen müzik yazım sistemini ele almıştır.
Daseia genel kabul görmemişse de müzik yazımında kesin ses perdesini gösterme yolundaki ilk girişimlerden biri olmuştur. Bu sistemde 18 özgül ses perdesini gösteren simgeler kullanılır, seslendirilecek sözler bir dizi yatay çizgi arasına yerleştirilir, böylece melodinin ana çizgileri gösterilir.
kaynak:nkfu
John Jacob Niles; (d. 28 Nisan 1892, Louisville, Kentucky – ö. 1 Mart 1980, Boothill Çiftliği, Lexington yakınları, Kentucky, ABD), ABD’li folk şarkıcısı, folklor araştırmacısı, solo ve koro şarkı bestecisidir.
Müzikçi bir ailenin oğluydu. Büyükdedesi besteci, orgcu ve viyolonsel yapımcısıydı. Annesi Lula Sarah’dan müzik kuramı dersleri alan Niles, Apalaş Dağlarında arazi ölçümünde çalışırken halk şarkılarına ilgi duydu. Cincinnati (Ohio) ve Lyon’daki (Fransa) müzik konservatuvarlarında, ayrıca Paris’teki Schola Cantorum’da müzik öğrenimi gördü. 1921’den sonra halk şarkıcısı olarak Marion Kerby ile birlikte ABD ve Avrupa’da birçok turneye çıktı. Lavta ve santurlarını kendisi yaptı. Apalaş bölgesinin şarkılarında uzmanlaştı. Balad derlemeleri çoğunlukla “I Wonder as I Wander” ve “Black is the Color of My True Love’s Hair” gibi kendi bestelediği ya da düzenlediği parçalar ve söyleyenlerin ağzından doğrudan notaya aldığı baladlardan oluşuyordu. Yayımlanmış yapıtları arasında Song My Mother Never Taught Me (1929, Douglas Moore ile birlikte; Annemin Bana Hiç Öğretmediği Şarkılar), Songs of the Hill Folk (1934; Dağlıların Şarkıları), The Shape Note Study Book (1950; Biçim Nota Alıştırma Kitabı) ve The Ballad Book of John Jacob Niles (1961; John Jacob Niles’in Balad Kitabı) sayılabilir. Son çalışması 1972’de Trappist keşiş Thomas Merton’un şiirlerinden bestelediği Niles-Merton şarkı dizisi oldu.
kaynak:nkfu
Emin Ongan; (d. 14 Eylül 1906, Edirne -ö. 2 Şubat 1985, İstanbul), şarkı ve fantezileriyle ünlü müzikçidir.
İlk müzik ve keman derslerini ağabeyi Nedim Ongan’dan aldı. 1920’lerin başlarında İstanbul’a gitti. Udi Edib Bey ve Müzikali Celâl Bey’den nota öğrendi, şarkı meşk etti. 1927’de Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde çalmaya başladı. 1938’de cemiyetin başına geçti. Bir yandan da İstanbul Radyosu’nda ve Belediye Konservatuvarı Türk Musikisi İcra Heyeti’nde keman çaldı, radyoda fasıllar yönetti. Ölümüne değin meşk öğretmenliği yaptığı ve yönettiği Üsküdar Musiki Cemiyeti’nin küçük bir konservatuvara dönüşmesini sağladı. Geleneksel meşk yöntemini ısrarla savundu. Çok sayıda öğrenci yetiştirdi.
Yapıttan arasında şarkılar ve fanteziler büyük yer tutar. Ongan ayrıca saz semaileri de bestelemiştir. En önemli yapıtları arasında “Sen benim gönlümde açan son gülsün” (nihavend şarkı), “Bugün yine gönlümün bahçesinde gezindim” (nihavend şarkı), “Bahar meltemidir başımda esen” (nihavend fantezi), “Gittin bıraktın beni gurbet ellerde” (kürdilihicazkâr şarkı), “Bunca çevrinle gönül ülkesi virane olur” (kürdilihicazkâr şarkı), “Nihal-i gülşen-i hüsn-i ezelsin” (suzinak şarkı), “Hasretle yanan kalbime yetmez gibi derdim” (suzinak şarkı), “Ömrümün güzel çağı, içimdeki bin heves” (buselik şarkı), “Gittin bırakıp sevgimi soldurmadı yıllar” (rast şarkı), “Gönlümün bir hali var ki, gam değil kasvet değil” (uşşak şarkı), “Gonca açmaz, gül olmaz, bahan yok gönlümün” (hicazkâr şarkı) sayılabilir.
kaynak:nkfu
Mily Balakirev; (d. 2 Ocak 1837, Nijni Novgorod – ö. 29 Mayıs 1910, Petersburg, Rusya), orkestra müziği, piyano müziği ve şarkı bestecisidir. 1850’lerden 1870’lere değin Rus müziğindeki ulusalcı akımın dinamik önderi olmuştur.
İlk müzik eğitimini annesinden aldı; aynca John Field’in öğrencisi Aleksander Dubuque ile çalıştı. Mozart ve Beethoven üzerine ünlü kitaplar yazmış zengin bir toprak sahibi olan A. D. Ulibişev’in müzik yönetmeni Karl Eisrich de Balakirev’in yetişmesine yardımcı oldu. Ulibişev’in müzik kitaplığından da yararlanabilen Balakirev, 15 yaşında beste yapmaya başladı ve yerel tiyatro orkestrasının provalarını yönetmesine izin verildi. 1853-55 arasında Kazan Üniversitesi’nde matematik öğrenimi gördü ve bir piyano konçertosu ile başka yapıtlar yazdı.
1857-59 arasında konser piyanisti olarak birçok kez sahneye çıktı. Rus Temaları Üzerine Uvertür ile Kral Lear’ın müziğini besteledi; genç besteciler César Cui ve Modest Mussorgski’nin öğretmeni oldu. 1861 ve 1862’de, öğrencilerinin oluşturduğu çevreye Nikolay Rimski-Korsakov ile Aleksandr Borodin de katıldı; böylece “Rus Beşleri” olarak bilinen grup oluştu. 1862’de, G. Ya. Lomakin tarafından Petersburg Konservatuvarı’na karşı açılan Özgür Müzik Okulu’na katıldı ve çok kısa sürede okul orkestrasının halka açık konserlerinin birinci şefi oldu.
Balakirev’in etkisi 1860’larda doruğuna çıktı. Volga boylarında halk şarkıları derledi ve bunları Rus Temaları Üzerine İkinci Uvertür’de işledi. Bu beste, sonunda Rusya adlı senfonik şiire dönüştü. Yaz aylarında Kafkasya’da topladığı temaları, ünlü piyano fantazisi İslamey (1869) ile senfonik şiiri Tamara’da (1867-82) yapıta dönüştürdü. Glinka’nın yapıtlarını yayımlattı ve bu amaçla Prag’a gitti; 1867-69 arasında Rus Müzik Derneği’nin senfoni konserlerini yönetti.
Despot yaradılışı ve kabalığı, Balakirev’e sayısız düşman kazandırdı; dostları ve yakın sanat çevresi bile onun büyüklük taslayan tavırlarına katlanamaz oldu. Kişisel ve sanatsal yaşamında uğradığı bir dizi talihsizlik, 1871-76 arasında müzik dünyasından neredeyse tümüyle çekilmesine ve sıradan bir demiryolu memurluğuyla yetinmesine yol açtı. Ön yıl önce de çok ciddi bir ruhsal çöküntü geçirmişti; bu kez daha da ciddi bir bunalıma girdi ve bu bunalımdan tümüyle farklı bir insan, bağnaz ve batıl inançlı bir Ortodoks olarak çıktı. Sonra yavaş yavaş yeniden müzik dünyasına döndü, bir kez daha Özgür Müzik Okulu’nun orkestra yöneticiliğini üstlendi, 1883-94 arasında da çarlık şapelinin orkestra şefliğini yürüttü. Yeniden beste yapmaya ve yıllar önce kenara attığı bir senfoni de aralarında olmak üzere eski yapıtlarını tamamlamaya, yeni yapıtlar yazmaya başladı. Bunlar arasında Piyano Sonatı (1905), İkinci Senfoni (1908) ve sayısız piyano parçası ile şarkı vardı. Yaşamının son 10 yılı, neredeyse tam bir emeklilik dönemi oldu.
19. yüzyılın ikinci yarısında. Rus orkestra müziğinin ve lirik şarkılarının yolunu, Glinka’dan çok Balakirev’in çizdiği söylenir. Balakirev, kendi yolunu izleyenlere (en çok Rimski- Korsakov ve Borodin’e, bir ölçüde de Çaykovski‘ye) yalnızca örnekler sunarak değil, hepsinin ilk yapıtlarım otokratik bir yetkiyle denetleyerek de yepyeni bir üslup ve teknik benimsetti. Müziği çok renkli ve yaratıcıydı; ama yaratıcı kişiliğinin gelişmesi 1871’den sonra durakladı ve sonraki yapıtlarında gençliğindeki üsluptan öteye geçemedi.
kaynak:nkfu
Kid Ory; asıl adı Edward Ory (d. 25 Aralık 1886, Laplace, Louisiana – ö. 23 Ocak 1973, Honolulu, Hawaii, ABD), ABD’li tromboncudur. Trombonun klasik üç partili caz doğaçlamasındaki rolünü salt uygulama kurallarıyla belirleyen belki de ilk besteciydi. Genellikle tailgate tarzında, yani öbür çalgıların boş bıraktıkları yerleri dolduran ya da o çalgılara eşlik eden ve caz öncesinin ragtime ya da cakewalk topluluklarınınkini anımsatan bir üslupta çalan bir tromboncu olarak bilinir.
Müziğe evde yapılmış çalgılar çalarak başladı. 1911’e gelindiğinde New Orleans’ın en tanınmış caz topluluklarından birinin şefi olmuştu. Çeşitli dönemlerde bu topluluğa Sidney Bechet, Mutt Carey, Jimmy Noone, King Oliver ve Louis Armstrong gibi cazın sonraki gelişiminde etkili olacak bazı müzikçiler de katıldı.
Ory 1919’da Los Angeles’ta yeni bir topluluk kurdu. Beş yıl sonra Chicago’da King Oliver’a katıldı. 1920’lerin sonlarına gelindiğinde pek çok plak doldurmuştu. King Oliver’ın Dixie Syncopators’ı, Louis Armstrong’un Hot Five’ı (sonradan Hot Seven) ve Jelly Roll Morton’ın Red Hot Peppers’ı ile çaldı. 1930’da müziği bırakarak bir tavuk çiftliği işletmeye başladı; ama 1939’da yeniden müzik yaşamına döndü ve daha da büyük bir başarı kazandı. Klarnetçi Barney Bigard (1942) ve trompetçi Bunk Johnson ile (1943) birlikte çalıştı. Crossfire (1947; Çapraz Ateş), New Orleans (1947) ve The Benny Goodman Story (1955; Benny Goodman’ın Öyküsü) gibi film çalışmalarına katıldı.
kaynak:nkfu
Bob Marley, 6 Şubat, 1945’te Saint Ann, Jamaika’da Robert Nesta Marley’de dünyaya geldi. Babası Norval Sinclair Marley beyaz bir İngiliz ve annesi Cedelia Booker ise siyah bir Jamaikalıydı. Bob Marley, 11 Mayıs 1981’de Miami’de kanserden öldü. Marley’nin eşi Rita’dan dört çocuğu vardı.
ERKEN DÖNEM
Bob Marley’nin babası 10 yaşındayken öldü ve annesi ölümünden sonra Kingston’un Trenchtown mahallesine taşındı.
Gençken, Bunny Wailer ile arkadaştı ve birlikte müzik çalmayı öğrendi. 14 yaşındayken, Marley kaynak öğrenmek için okuldan ayrıldı ve boş zamanlarını Bunny Wailer ve Joe Higgs ile geçirdi.
Bob Marley ilk iki single’ını 1962’de kaydetti, fakat o zamanlar fazla ilgi çekmedi. 1963 yılında ilk olarak “The Teenagers” olarak bilinen Bunny Wailer ve Peter Tosh ile bir grup kurdu. Grubun adı daha sonra “The Wailing Rudeboys”, sonra “The Wailing Wailers” ve son olarak “The Wailers” oldu. Daha sonraki çalışmaları, her ikisi de Marley tarafından yazılan “Simmer Down” (1964) ve “Soul Rebel” (1965) ‘dır.
EVLİLİK
Marley 1966 yılında Rita Anderson’la evlendi ve birkaç ay annesiyle birlikte Delaware’de yaşadı.
DÜNYA ÇAPINDA BAŞARI
Wailers’ın 1974 tarihli albümünü Burnin ‘her ikisi de ABD ve Avrupa’da başarılı olan “I Shot The Sheriff” ve “Get Up, Stand Up” ı içeriyordu. Aynı yıl, Wailers dağıldı.
Bu noktada Marley, ska ve rocksteady’den sonsuza dek reggae olarak adlandırılacak yeni bir stile tam geçiş yaptı.
BOB MARLEY & WAILERS
Bob Marley, grubun tek orijinal Wailer’lısı olmasına rağmen “Bob Marley & The Wailers” olarak turneye çıktı ve kayıt yaptı. 1975 yılında “No Woman, No Cry”, Bob Marley’nin ilk büyük hit şarkısı oldu.
SİYASET VE DİN
Bob Marley, 1970’lerin sonlarında zamanının çoğunu Jamaika’da barış ve kültürel anlayışı teşvik etmek için çalışmalar yaparak harcadı. Ayrıca Jamaikalılar ve Rastafarian dini için istekli bir kültürel elçilik görevinde bulundu. Birçoğu tarafından dini ve kültürel bir figür olarak hatta bazıları için bir peygamber olarak saygı gördü.
ÖLÜMÜ
1977’de Marley ayağının üzerinde bir futbol yarası olduğu düşünülen bir yara buldu ancak daha sonra malign melanoma olduğu anlaşıldı. Doktorlar ayak parmağını kesmeyi önerdi, ancak dini nedenlerle reddetti. Kanser zamanla yayıldı. Sonunda tıbbi yardıma karar verdiğinde (1980’de), kanser terminal döneme girmişti.
Jamaika’da ölmek istedi, ancak evine kadar dayanamadı ve Miami’de öldü.
MİRASI
Bob Marley dünyada, Jamaika müziğinin tanımlayıcı figürü ve manevi bir lideri olarak görülür. Eşi Rita, çalışmalarına devam ediyor ve oğulları Damian “Jong Gong”, Julian, Ziggy, Stephen, KyMani’nin yanı sıra kızları Cedelia ve Sharon da müzikal mirasını sürdürüyor (diğer kardeşler profesyonelce müzik yapmıyor).
ÖDÜLLER
Bob Marley’e verilen ödüller arasında Rock and Roll Hall of Fame’de bir yer ve Grammy Lifetime Başarı Ödülü var.
kaynak:nkfu
Count Basie; asıl adı William Basie (d. 21 Ağustos 1904, Red Bank, New Jersey – ö. 16 Nisan 1984, Hollywood, Florida, ABD), büyük orkestra cazının önde gelen adlarından piyanist, besteci ve orkestra şefidir.
İlk müzik derslerini annesinden aldı. James P. Johnson ve Fats Waller gibi ünlü Harlemli piyanistlerden etkilendi. Profesyonel müzikçiliğe New York kentinde ve çevresinde vodvil gösterilerinde çalarak başladı. 1930’larda Missouri’de, Kansas kentinde, daha önce Bennie Moten ve Walter Page orkestralarında çalmış müzikçilerle çalışarak üslubunu geliştirdi. Count Basie orkestrası, kökünü 1930’ların swing dönemi topluluklarının riff (sürekli tekrarlanan bir ya da iki ölçülük kısa melodik cümle) üslubundan almasına karşılık, kendi dönemlerinin üsluplarını yansıtan müzikçilere de yer vermişti. Bu niteliğiyle orkestra, tenor saksofoncu Lester Young, trompetçi Buck Clayton, trompetçi ve besteci Thad Jones ve daha birçokları için bir sıçrama tahtası oldu. Basie’nin topluluğu birçok müzikçiye göre toplu ritim anlayışının ve tonal dengenin modeli olarak caz tarihinin en önde gelen büyük orkestrasıydı.
1930’lann sonlarında, orkestranın piyanoda Basie, ritim gitarda Freddie Green, basta Page ve davulda Jo Jones’tan oluşan birimi, ince, kesin ve rahat çalışlarıyla benzersiz bir eşlik ekibi olarak ortaya çıktı ve modern cazdaki eşlik üsluplarının habercisi oldu. Basie’nin yaygın olarak comping adı verilen senkoplu, seyrek, ama zamanlaması çok iyi ayarlanmış akorları, cazın sonraki 30 yılında, doğaçlamalı eşlik yapan orkestra piyanistlerine model oluşturdu. Modern piyano üslupları üzerindeki etkilerine karşın Basie’nin solo tekniği, kökenini Fats Waller’in swing öncesi üslubundan alıyordu. Basie, cazda stride style (“gezinme üslubu”) olarak bilinen bu üslubu 1980’lerin başlarında da sürdürdü.
Basie’nin, ilk orkestrası için yaptığı düzenlemeler belli bir kural gözetmeden oluşturulmuş ezbere çalınan parçalardı. En sevilen parçalan “One O’Clock Jump” ve “Jumpin’ at the Woodside” bunlardan ikisidir. Daha sonraki düzenlemelerinde Basie, 1950’lerde Neal Hefti ve Ernie Wilkins ile kurduğu orkestralarda geliştirdiği üslubu sürdürdü. Raymond Horrick’in Count Basie and Orchestra adlı kitabı (1957) Basie ve müziği konusunda bilgi vermektedir.
kaynak:nkfu
Ferruh Arsunar; (d. 1908, İstanbul – ö. 21 Aralık 1965, Ankara), folklor araştırmacısı, halk müziği uzmanıdır. Baytar miralayı (albay) Mehmed Akif Bey’in oğludur. İlk ve ortaöğrenimini babasının görevli olarak bulunduğu İstanbul, Adana ve Bağdat’ta yaptı. Darülelhan’ın (İstanbul Belediye Konservatuvarı) Türk Müziği (1923) ve Batı Müziği (1941) bölümlerini bitirdi. Hocası Rauf Yekta Bey’in özendirmesiyle halk müziği alanında çalışmaya başladı. Darülelhan’ın halk türkülerini derleme gezilerine katıldı. Bu gezilerin sonunda yayımlanan 15 küçük kitabın büyük bir bölümünün notalarını yazdı. Daha sonra, görevli olarak ya da özel olarak gittiği birçok Anadolu kentinde derlemelerini sürdürdü, bunlarla ilgili büyüklü küçüklü kitaplar yayımladı.
Arsunar, Türkiye’de halk türkülerinin folklor yöntemleri ile derlenip notaya alınmasında ve bunların kitaplar halinde yayımlanmasında büyük emeği geçmiş ilk araştırmacılardan biridir. Çeşitli dergilerde çıkmış yazıları ve yayımlanmak üzere resmi kuruluşlar tarafından satın alındığı halde bugüne değin basılmamış yedi yapıtı dışında kalan kitapları şunlardır: Elazığ Türküleri ve Oyun Havaları (1935), Anadolu’nun Pentatonik Melodileri Hakkında Birkaç Not (1937), Elazığ Bakırmadeni Kazası Halk Türküleri (1937), Tunceli-Dersim Halk Türküleri ve Pentatonik (1937), Anadolu Halk Türkülerinden Örnekler (1947-48, 3 cilt), Türk Çocuk Oyunlarından Örnekler (1955), Türkten Türküler (1958), Gaziantep Folkloru (1962), Köroğlu (1963), Türk Anadolu Halk Türküleri (1965).
kaynak:nkfu
Yesari Asım Arsoy; (d. 1900, Drama, Yunanistan – ö. 18 Ocak 1992, İstanbul), Türk besteci ve ses sanatçısıdır. Şarkıları, fantezileri ve kendi bestelerini okuduğu plaklarıyla tanınmıştır. Udu sol eliyle çaldığından Yesarî (solak) diye adlandırılmıştır.
Drama İdadisi’ni bitirdi. Ailesiyle birlikte 1917’de Adapazarı’na, 1920’de de İstanbul’a yerleşti. Başta İzzeddin Hümayî (Elçioğlu) olmak üzere tanınmış müzikçilerden ders aldı. Bir süre İzmit’te, bir süre de İzmir’de çalıştı. İzmit’teyken Fehmi Tokay ve Zeki Arif Ataergin’den yararlandı. 1929’da beste yapmaya, 1930’da “Mustafa Asım Türkoğlu” adı altında kendi bestelerini plağa okumaya başladı. Sesi, alışılmış hanende seslerinden oldukça farklıydı. Fazla tizleri olmasa da, davudi sesi ve Rumeli ağzına kaçan prozodisi ilgiyle karşılandı’. Şarkıcılığını plaklarla sürdürdü. 1960’lara değin özgün üsluplu bir ses sanatçısı ve zaman zaman yüksek değerde yapıtlar veren, hiçbir zaman belli bir düzeyin altına düşmeyen şarkı ve fantezi bestecisi olarak ününü korudu. 1991’de kendisine devlet sanatçısı unvanı verildi.
Besteleri şarkı, fantezi ve türkü olarak üç bölümde toplanabilir. En çok bilinen şarkıları “Yüz yıl o güzel gözlere baksam yine kanmam” (suzidil), “Ömrümce o saf aşkını kalbimde yaşatsam” (kürdilihicazkâr), “Fariğ olmam meşreb-i rindâneden” (hüseyni), “Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır” (hüzzam), “Çamlarda şafak rengi gibi gönlüme aktın” (nihavend), “Açmazsan eğer kalbime sen yâre-i hicran” (hicaz), “Sazlar çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde” (hicaz), “Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık” (sultaniyegâh); fantezileri “Sonbaharı bir genç kızla Hisarlar’da geçirdim”, “Sarıyer’de tanıştığım bir hanım”, “Yeniköy’de bir kız gördüm adı Sarı Zambak’mış”, “Yalova’nın şen kızını kandıralım alalım”; türküleri ise “Adalardan bir yar gelir bizlere”, “Yar saçları lüle lüle”, “Akasyalar açarken”dir.
kaynak:nkfu
Müzik hayatına Ankara Devlet Konservatuarın başlayan Behzat Gerçeker, yüksek bölümünü İstanbul Devlet Konservuatarında tamamladı. Pavarotti, Domingo, Barry White, Goran Bregoviç gibi dünyaca ünlü birçok sanatçı ile çalışan Behzat Gerçeker, başarıyla dikkat çekmiştir. Gerçeker, Türkiye’de de ünlü isimlerle çalışmıştır.
İşte Behzat Gerçeker’in çalışmaları…
Profesyonel müzik yolculuğu başlarında Türkiye’de Leman Sam, Nükhet Duru, Nilüfer ve Kayahan gibi çok önemli müzisyenlerle çalışan sanatçı İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestra sanatçı olduktan sonra soluğu Paris’te aldı. Paris’te modern müzik üzerine çalışmalarda bulunan Gerçeker ,Fransa’da Terry Canss ile çalıştıktan sonra, bir süre de Macaristan’da Macar etnik müzikleri üzerine araştırmalar yaptı. İstanbul Devlet Opera ve Balesinde dokuz yıl görev yaptı.
Ülkemizde ve yurtdışında ünlü starlarla ENBE Orkestrası’nı yöneterek konserler veren Gerçeker son iki jenerasyona hitap eden dünyanın en iyi gitarcılarından Jose Feliciano ve Gloria Gayner’la verdiği konserler ile dikkatleri üzerine çekti. Halen ENBE Orkestrası şefliğini yürüten Gerçeker, çeşitli projelerde sanat yönetmenliği yaparak çalışmalarını yürütmektedir.
Kaynak:Enson haber Biyografi
Bugün 90’larda tanıdığımız yüzlerden biri, Ciguli, öleli 3 yıl olmuş. Bildiğim tek şarkısı “Binnaz” sanırdım, meğer hakkında ne çok şey biliyormuşum. Eminim sizlere de öyle gelecek.
Çocukluğumda haliyle şarkılar şimdiki kadar anlamlı değildi. İnsan çocukluğunda fark edemediği duygularıyla “Çalgıcı karısı Binnaz” diyen bir şarkıya anlam yükleyebiliyormuş. Aslında insanın duyduğu özlem, nasıl geçerse geçsin, çocukluğunaymış. Biyografi yazmaya başladığım günden beri beğendiğim ya da beğenmediğim sanatçı diye bir şey kalmadı; yazdıkça sevdiğim “insanlara” dönüşüyorlar. Öyle ki, sanki yıllardır Ciguli hayranıymışım da, bir benim haberim yokmuş gibi… E hadi o zaman, bir açın da klibini izleyin, onu, şarkısını dinleyerek analım, olmaz mı?
İnsan ne çok şaşıyor bazen; ama en çok kendine. Bizi buluşturan tüm notalara, izlediğimiz filmlere, okuduğumuz kitaplara minnetle…
Ruhun şad olsun adam…
Ciguli, 1957’de Bulgaristan’da beş çocuklu bir aileye doğduğunda ailesi ona resmi olarak “Angel Jordanov Kapsov” adını verdi. Oysa babası oğlunun adı “Ahmet” olsun istiyordu. Ama doğduğu yıllar Bulgaristan’da İslami ve Türkçe isimlere getirilmiş bir yasak vardı. Bu baskıdan dolayı oğluna vermek istediği ismi kayıtlara geçemedi. Yine de ailesi için evde hep Ahmet’ti.
Hayat içinde bir isme ait olamadan yaşayacaktı aslında. Çocukluktan akordeon çalmaya başlamıştı ve bunu çok iyi becermişti. Çok hızlı ve kıvrak hareketleri vardı. İşte bu yüzden ona, o dönem Bulgaristan’da popüler olan Sovyet AvtoVAZ firmasının ürettiği VAZ-2101 MODEL SEDAN arabanın daha çok bilinen adı, “Ciguli” (Zhiguli) verildi. Artık Ciguli olarak anılacak, öyle tanınacaktı… Ben de yazım boyunca ona, onu tanıdığımız isimle hitap etmeyi seçiyorum.
Babası Hüseyin Bey, hamallık, annesi de süpürgecilik yapıyordu. Babasını erken kaybettiler, Hüseyin Bey 1972’de öldü. Ciguli, 15 yaşındaydı. Ailesiyle birlikte hayata devam etmeliydi ve artık çalışmalı, eve para getirmeliydi. 11 yaşından beri ara ara düğünlere gider çalgıcılık yapardı. Bunu artık iş haline getirdi ve para kazanmak için daha çok çalışmaya başladı.
Eğitimi hakkında iki farklı bilgi edindim. İlki ilkokul 7. Sınıfa kadar okuduğu, ikincisi ise lise mezunu olduğu yönünde. Bu bir ikilem olabilir. Bence ilginç olan, Bulgarca yazmayı Türkçe okumayı öğrenmesi. Bu konudaki üzüntüsünü yıllar sonra gelmeyi çok istediği Türkiye’de bir röportajı sırasında şu cümleyle dile getirdi: “Ne yapalım, o dönem bize Türkçeyi okutmadı Bulgarlar”. Bu yüzden Türkiye’ye geldiğinde, o hep Bulgarca yazacak ve Türkçe’ye çevirisi yapılacaktı.
Türkiye’ye özlemle yıllarını geçirecek ve bir gün geldiğindeyse çok sevilecekti. Neyse ki gelecek ve yaşayacaktı…
Ciguli, 1974’te Ayten’le evlendi. Henüz 18’ini doldurmamış gencecik bir delikanlıydı. Evlilik hayatı da iş hayatı gibi erken başlamıştı. Ama pek sevdiler birbirlerini, güvendiler.
Bu evlilikten iki çocukları oldu. Ciguli, İbrahim Tatlıses ve Ferdi Tayfur hayranıydı. Bu yüzden çocuklarına “İbrahim ve Ferdi” adını verdi. En azından kendisi oğullarına Türkçe isim verebilmişti.
90’lar da Ciguli için zordu, ama hayatı değişecekti. Türkiye onun gözünde cennetti, İstanbul da masal şehri…
İlk iş pasaport çıkardı. Her anı ayrı heyecan dolu bir serüvendi bu Ciguli için. İstanbul otobüsüne bindiğinde sanki bunları yaşayan kendisi değilmiş gibi hissediyordu. Artık hayatı İstanbul’da yaşayacaktı. Henüz haberi yoktu, ama onu Türkiye tanıyacaktı.
Yıllar sonra bu ilk geldiği zamanları şu cümlelerle anlatacaktı: “O gece otelde kaldık; su var, banyo var, yumuşak yatak var… Hemen beni götürdüler bir düğüne. Bana o gece 50 bin lira verdiler. Nasıl sevindik biliyon mu?”
Yaşadıklarına inanamıyor, yaşayacaklarını da tahayyül edemiyordu. Üstü başı perişandı, ayağında kenarları yırtılmış pabuçlar… Ama bunları fark ettirmeyen kocaman bir gülümsemesi de vardı. Yaşadığı ne varsa içine bir yerlere istifliyor, daha da güleç oluyordu sanki.
İstanbul’da müzik hayatına 1991’de Çakıl Gazinosu’nda “Hülya Avşar”a akordeon çalarak gazino hayatıyla başladı.
Kaçınılmaz son olarak Ciguli de kendini Kumkapı’da buldu. Burada ilk günü çok eğlenceli geçmişti. İnsanlar kendisine çok gülüyordu. İnsanların gülüşleri o akordeon çalmaya başladığında dudaklarında donup kaldı.
Hint filmlerini çok seviyordu Ciguli ve bu filmlerden ince ince sesler çıkarmayı öğrenmişti; dinleyenleri donuk yüzü çözülmüştü. Kumkapı’da Üçler Restoran’da iş bulmuştu.
Kumkapı’da 8 yıl çalışacaktı.
Kumkapı meyhanelerinde çalıştığı zamanlarda akordeonuyla, sesiyle ve şen şakrak yüzüyle oldukça ilgi çekmişti. İlk albümünü aslında 1993’te yaptı. Ama albümü beğenmemişti, bu yüzden asla sahiplenmedi. Promosyon amaçlı bir klip çekilmek istendi, ancak klipte kadın rolünde olması bekleniyordu. Çünkü sesini incelterek kadın sesiyle söylemişti şarksını. Ama bunu kabu etmedi ve bu video klip asla çekilmedi.
İlk denemesi başarısız olmuştu, daha doğrusu hayal kırıklığıydı. Kumkapı’da çalışmaya devam etti. 1998’de İzmir Fuarı’na katıldığında müzik camiasında kendine bir yer buldu. Fuar’da “İbrahim Tatlıses ve Sibel Can”ın müzisyenliğini yaptı. Bu iki programda da sergilediği performansla en az onlar kadar ön planda olmuştu.
Uzaktan görünen ışık giderek yaklaşıyordu. Türkiye’nin ismini duyacağı zamanlara az kalmıştı.
İzmir Fuarı sonrası artık müzik camiasında duyulmuş bir adı vardı Ciguli’nin. Bu renkli keşif sonrası kaseti bir milyon satan albümü Ocak 1999’da geldi. Aslında kasetine kendi adını vermişti. Kaset bir ilaç gibi paketlenmişti ve üzerinde “Stres ve üzüntünün tedavisinde Ciguli” yazıyordu. Biliyordu, insanın en çok gülmeye,eğlenmeye ihtiyacı vardı.
Ama biz onu çıkış şarkısı olan “Binnaz” ile tanıdık.
“Çalgıcı karısı Binnaz,
Esnaf karısı Binnaz…”
Binnaz, Ciguli’nin klarnetçisi, “Gırnatacı Ahmet Babati”nin karısıydı. Belki de yaşayan bir şarkı oluşuydu onu dillere mühürleyen. Binnaz, özellikle renkli klibiyle çok dikkat çekmişti, hatırlayanlar vardır.
Binnaz klibinin ardından ikinci klip Eylül’de “Yapma Bana Numara” şarkısına çekildi. Bu şarkı da en az Binnaz kadar beğenilmiş, Ciguli’nin halk ile enerjisi tutmuştu.
Arkasında sabırlı bir bekleyiş barındıran bu hızlı giriş, Ciguli’ye “6. Kral TV Video Müzik Ödülleri”nde “En İyi Çıkış Yapan Erkek Sanatçı” ödülünü getirdi.
Ardından 2000’de “Horozum”, 2003’te “Sabır Yaa Sabır”, 2006’da “Ben Akordiyonum”, 2007’de “Tersoyum Safinaz”, 2010’da “Sensiz Kaldım Şimdi” albümlerini çıkardı.
Hiçbir albümü “Binnaz” kadar tutmadı, ama Ciguli de Binnaz da hiç unutulmadı.
Ciguli, aslında albümden önce kamera karşısına geçti. 1998’de Star TV’de yayınlanan “Bizim Sokak” dizisinde rol aldı. Fazlasıyla karakteristik bir yüzdü ekran için. 2003’te “Neredesin Firuze” adlı filmde müzisyen rolündeydi. 2004’te “Biz Boşanıyoruz” adlı dizideydi.
2012’de “Bu Son Olsun” filmindeki müzisyen rolü performansı dillere destan olmuştu. 2014’te “Olur Olur” ve “Limonata” filmlerindeydi.
Ali Atay’ın yönetmen koltuğuna oturduğu “Limonata” gösterime Ciguli aramızdan ayrıldıktan sonra, 24 Nisan 2015’te girecekti…
Ciguli, en son 2014 yazında, Açıkhava’da “Güldür Güldür” gösterisine konuk olarak çıktı. Yine yüzünde o kocaman gülüşü vardı. Tüm Açıkhava’yı bir kez daha “Binnaz” ile coşturdu; esprileri ile güldürdü.
Sonra bir sessizlik oldu sanki, birkaç ay süren. 31 Ekim 2014’te de Ciguli’nin Sofya’da geçirdiği kalp rahatsızlığı sonrası narkozun etkisinden çıkamayarak öldüğü haberi geldi. Sonrası uzun soluklu bir sessizlik… Bu kez, Ciguli’nin gülüşü hafızalarımızda dudaklarında donmuş şekilde kaldı. Doğduğu topraklara gömüldü…
90’ları ucundan kıyısından yakaladıysanız, “Bre Binnaz” diye pencerelerden yükselen o sesleri duyarak büyümüşsünüz demektir. Şimdi çok uzaklarda kaldığından mıdır bilmem, daha bir keyifli ve özlem duyulası geliyor. Çünkü bir şeyler yok olup gitmeden, insan değerini bilemiyor…
Öyle işte, içimde eskiye bir özlem; bir de kulaklarımda çınlayan “Bre Binnaz sen bu gece şaşırdın mı?” nidası…
Hayatı saran, acılarını saklayan gülüşüyle bir Ciguli geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Damla Karakuş
[email protected]
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Kaynak:Enson haber Biyografi
90’ların uzun kıvırcık saçlı, güzel sesli, iyi yürekli adamı, Harun Kolçak.
Elbette bir sanatçıyı her zaman önce sesiyle tanıyoruz, sonra başlıyor başka yönlerine de merakımız.
Geçirdiği sanat dolu şanslı çocukluğun üzerine özverili çalışmasıyla adını ve sesini hafızalarımıza kazımayı başardı o. Her şeyden önce iyi kalpliydi. Doğaya aşık, hayvansever ve bir de buna bağlı olarak vejetaryendi. Her koşulda konu ne olursa olsun insanları her konuda duyarlı olmayı aşılamayı misyon edinmişti. Felsefik birçok konuyla ilgilendi. Bunca hayat dolu olmasının sebebi, belki de bunların toplamıydı…
Ama hepsinden öte sevilen, sayılan bir sanatçı oldu…
Harun, 15 Temmuz 1955’te İstanbul’da Sanatçı Eşref Kolçak ve Özcan Hanım’ın biricik oğulları olarak dünyaya geldi. Eşref Kolçak hepimizin tanıdığı ünlü sinema oyuncusu olunca, Harun da sanatla birlikte büyüdüğü bir çocukluk geçirdi. Müziğe ilgi duymaya da çocuk yıllarında başladı.
Babasının arkadaşlarını sanat camiası oluşturuyordu. Hal böyle olunca da evlerine girip çıkan insanlar ya oyuncu ya da müzisyendi. Harun’un da sanat dallarından birini seçmesi kaçınılmaz olacak, günün birinde 90’lara damgasını vuran isimler arasında anılacaktı.
İstanbul’da doğmuş olması hele hele bir de sanatçı bir babanın oğlu olarak doğmuş olması onun için büyük bir şanstı. Eğitim hayatının ilk ve ortaokul kısmını tamamladıktan sonra lise eğitimi için Saint Benoit’e gitti.
Burada bulunduğu zamanlarda gençliğe attığı adımla vücudundaki kan sadece deli akmıyordu. Kanından adeta notalar da geçiyordu. Müzik hayatına ilk adımı bu yıllarda bas gitar çalarak başladı. Müziğin içinde bir tutkuya dönüştüğünü fark ettiğinde de babası Eşref Bey’e döktü içini.
Harun artık okula devam etmek istemiyor, profesyonel olarak müziğe yönelmek istiyordu. Okul hayatı artık bitmişti Harun için. Eşref Bey, oğlunun gözlerindeki kararlılığı gördüğünde ona destek olmayı seçti.
O dönemlerde Erkin Koray, Rock müziğin babası olarak tanınıyordu ve Harun ilk çalışmasını onunla yapacak kadar şanslıydı. Erkin Koray’ın 1977 “Tutkusu” albümü için bas gitar çaldı.
1978’de Rıza Silahlıpo, Ritm 68 orkestrasında bas gitaristti. Artık hayatının merkezine müzik vardı.
Bundan sonra askere gitti ve döndüğünde müziğin caz haline yönelecekti. Aydın Esen, Neşet – Nükhet Ruacan, Erol Pekcan gibi ünlü isimlerle çalışarak tecrübe kazandı. Hatta Onno Tunç orkestrasından teklif aldı ve 7 yıl boyunca bu orkestranın bas gitaristi, hatta vokalisti, bir adım sonrasında da solisti olacaktı.
Artık sağlam adımlarla ilerlediği müzik yolunda sağlam bir kariyer oluşturuyordu. Üyesi olduğu orkestranın dağılmasıyla vokalistlik yapmaya devam etti. Zerrin Özer ve Aşkın Nur Yengi ile düetler yaptı.
Bu düetler 1987’de ona Kuşadası Altın Güvercin Müzik Yarışması ve Antalya Akdeniz Müzik Yarışması’nda ödüller kazandırdı.
Harun, 1991’de Onno Tunç ile birlikte ilk albümü “Beni Affet”i çıkardığında “Gir Kanıma” ile büyük bir yükseliş yakaladı. Bugün bile hala dilimizde olan bu şarkı Harun Kolçak’ın 90’larda bize ilk hediyesiydi.
İkinci albümü “En Büyük Aşk” ile de adını 90’lara kazımış oldu. Onno Tunç ile uyumlu bir ikili olmuşlardı. Ancak ölümlü dünyada Onno da öldü ve bundan sonra İskender Paydaş ile çalışacaktı.
Harun Kolçak sadece çalıp söylemedi. Bir yandan da albümündeki ve hatta başka sanatçıların albümlerindeki birçok şarkının da sahibiydi.
İskender Paydaş ile ikinci albümden “En Büyük Aşk, İnsan Gülerken Ağlar ve Derman Olayım” gibi şarkılar için çalışmaya başladılar. Ama asıl ilk çalışmaları 1995’te Harun Kolçak’ın üçüncü albümü “Yanımda Kal” oldu. Albümdeki iki şarkı dışında hepsi Harun Kolçak imzası taşıyordu. Özellikle “Yanımda Kal” en çok ses getiren şarkıydı. Nice aşkların çağrısını dile getiriyordu sanki… Unutulmazlar arasına kaydedildi, birçokları gibi.
Ve tabii ki bu unutulmaz şarkılar da taçlandırıldı. 1996’da Litvanya’da yapılan 13 ülkenin katıldığı “Müzikos Festivalis Nerinos Vasara 96”da “En İyi Erkek Sanatçı” ödülüne layık görüldü.
Harun Kolçak, 1998’de dördüncü albümünü albümünü çıkardı. Ancak üç yıl boyunca sadece albüm çalışması yapmamış görünümünü de yenilemişti. “Teslim Oldum” adını verdiği albümle artık yeni bir görünüme de sahipti. Pop – Rock görünüş tarzında ön plandaydı.
Yine genel anlamda şarkılarının sözlerini kendisi yazmış olsa da, albümde “Sezen Aksu, İskender Paydaş, Eda – Metin Özülkü” gibi isimlerin şarkıları da vardı. Çıkışı için seçtiği şarkı “Günahım Boynuna” oldu. Ayrıca bir de Sezen Aksu imzalı “Yeniden” şarkısında Aşkın Nur Yengi ile düet yaptı.
2000’de “Yaşasın” albümü ile beşinci kez raflardaki yerini aldı. Bu kez de “Şehrazat, Ümit Sayın, Ercüment Vural” gibi isimlerin imzası vardı. Bu albümün bir çıkış şarkısı değil dört şarkısı oldu. “Yaşasın, Rüyalar, Kal Benimle, Derbeder Sevdalı” albümün çıkış şarkıları oldu.
Harun Kolçak 6 yıl kadar bir süre sessiz kaldı. Ama bir yandan da siz de hisseder misiniz bilmem, 90’ların bambaşka bir büyüsü vardı. Müziğin tınısında mı, sözlerin şarkının içine doğru çekmesinden mi bilmiyorum artık, ama bir şey vardı.
Bugün bir şarkıcının albüm yapmadan durabileceği en uzun zaman 2 yıl sanırım. Tabii aradaki süreçte bir de “Single” vs gibi çalışmalarla da kendini unutturmaması gerekiyor. Ama Harun Kolçak 2006’ya kadar sessizdi ve biz onun sesini de sözlerini de hiç unutmadık.
Verdiği aradan 2006’da “Müzisyen” albümüyle döndü, iddialıydı. Yine de bir sonraki albümü için de 6 yıl ara verecekti.
2012’de tekrar çıktı ve “Yeniden Doğuyorum” dedi. Sanki zaten geçen sene de bir başka albümünü de dinlemişiz gibi, “Hoş geldin” deyiverdik. Çıkardığı solo albümle, yıllar öncesinden bildiğimiz o tanıdık, sıcacık sesiyle yine gönlümüz fethetti.
Bundan sonra da Ekim 2013’te “Harun Kolçak & Rock Off” adını verdiği bir grup kurdu. Artık kabuğuna çekilmeye, tekrar araya ayrılıklar koymaya pek niyeti yoktu. Üyelerinin “Can Güney, Orkun Gezer ve Yusuf Tunceli”nin oluşturduğu grubu ilk olarak Okan Bayülgen’in TV programında izledik.
Harun Kolçak böylece çocuk yaşlarımın sanatçısıyken gençliğimi de yakalamış oldu.
Harun Kolçak 2014’te prostat kanseri olduğunu öğrendi ve ameliyat oldu. Kansere yenik düşmemeye, hep pozitif düşünüp pozitif yaşamaya kararlıydı.
Kanserle olan dansını sosyal medyadan “Ölüm hayatta birçok şeye anlam katıyor. Ölümsüz olsaydık, birbirimize değer vermezdik” cümlelerini kurarak gösterdi. Maneviyatını güçlü tutmaya çalışıyor, ruhunu olumsuz her şeyden arındırmasını biliyordu.
Bir şekilde iyi gidiyordu aslında her şey. 2 yıl boyunca müzikten ve iyilikten uzak durmadan yaşadı. Ama 22 Haziran 2016’da hastalığı nüksetti ve hastaneye kaldırıldı.
Oysaki bu süreçte “Çeyrek Asır” albümünü hazırlamış ve raflardaki yerine bırakmıştı. Bu albüm “Aşkın Nur Yengi, Işın Karaca, İrem Derici, Gökhan Türkmen” gibi birçok isimle kendi şarkılarından yaptığı düetlerden oluşuyordu. Kısa sürede çok ilgi gördü ve hatta sosyal medyada en çok bahsedilen konu oldu.
Ama işte hastalık nüksetmişti, bir ameliyat daha oldu. Yeniden iyileşebilme ihtimali olabilirdi belki.
Haziran 2016’da olduğu ameliyattan sonra biraz toparlamıştı. Ama genel anlamda tedavi sürecine bakıldığında zamanla farklı organlarında sorun oluşmaya başladı.
Bir yandan da ne olursa olsun hala pozitifti. Yine bir sosyal medya paylaşımı vardı, çok değil birkaç gün öncesine ait: “Unutma; sen gelecek planları yaparken, hayat da kendi planlarını yapıyor”
Bu cümleyi paylaştığında 15 Temmuz 2017 idi. Yani Harun Kolçak’ın 62. Yaş günü… Hayat gerçekten de planını yapıyordu…
Güzel kalpli adam 19 Temmuz 2017 gecesi hayata gözlerini kapadı. Ölüm sebebi doktorunun açıklamasına göre kanserin yorduğu vücudundan doğan tepki olarak böbrek yetmezliğiydi.
Ama o gün paylaştığı bir cümle daha vardı: “Bugün gelecek yıllarımın en genç günündeyim.”
Galiba en çok hayatı ciddiye alarak, Nazım’ın da dediği gibi, bir sincap kararlılığında yaşamayı bildiği için bunca sevildi ve hayatı dolu dolu yaşadığını hissettirdi.
Güzelliğin, iyiliğin ve sevginin inancıyla kalbini dolduran bu güzel ses de bu dünyadan geçti ve gitti.
Ama nihayetinde geçti; kalbimizden, kulaklarımızdan…
İyi ki…
Damla Karakuş
[email protected]
Not:
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Kaynak:Enson haber Biyografi
Özel bir yetenek olarak doğan ve gerçekten böyle olduğunu tüm dünyaya kanıtlayan, muhteşem sesi ve kendine özgü dansıyla ayda yürüyen adam, Michael Jackson.
Çocuk yaşlarında yeteneğini gözler önüne sermeyi becerdi. Babasının müziğe duyduğu aşk, tüm çocuklarında filizlendi. Ama en çok Michael’da hayat buldu. Michael, tüm dünyanın tanıdığı biri olduğuna, o artık Pop’un kralıydı…
Her ne kadar çocukluğunu yaşayamamış olmak hayatında büyük bir eksiklik oluştursa da ya da adı en zayıf olduğu yerden skandallara karışsa da Michael, sadece döneminin değil, tüm zamanların efsane sanatçısı olarak adını altın harflerle yazdırdı.
Bir insanı sevmek ya da sevmemek kişisel bir tercih elbet. Ama Michael Jackson denildiğinde akan suların duruşu birçok şeyin ifade ediliş şekli gibi sanki…
Michael, 29 Ağustos 1958’de Amerika’nın Indiana eyaletinde Katherine ve Joseph çiftinin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ona Michael Joseph Jackson adı verildi. Babası Joseph fabrika işçisiydi. Bir yandan da müziğe müthiş bir tutkuyla bağlıydı. Gitar çalarak boş zamanlarını değerlendirirdi. Joseph’in toplamda 9 çocuğu oldu ve onlara müziğe aşık olmayı öğretti.
Müzik ailenin ruhunu yücelten en temel olguydu hayatlarında. 60’lı yılların başında baba Joseph, oğulları “Jackie, Jermaine ve Tito” ile “The Jacksons” adlı müzik grubunu kurdu. Daha sonra “The Jacksons” kulüplerde şarkı söylemeye ve yarışmalara katılmaya başladı.
Michael diğer kardeşlerine göre müziğe ilgi duymaya çok erken yaşlarda başladı ve babası yeteneğini keşfetmişti. Özellikle solo performansları muhteşemdi. Bu yüzden 1963’te henüz 6 yaşındayken kardeşi Marlon ile birlikte gruba dahil edildi. Grubun adı da “The Jacksons 5” olarak değişti.
Müzik Michael’in hayatına eğitimi ve işi bir arada getirmişti. Hayatı artık tamamen müzik üzerine kurulacaktı.
Grup Michael’in özellikle solo performanslarından besleniyordu. Çünkü çok özel bir ses ve dans yeteneği vardı. 1968’e kadar The Jackson 5 amatör olarak çalışmalarına devam etti. Gece kulüpleri ve barlarda çıkıyorlardı.
Sonra bir gün Harlem – New York’taki Apollo Tiyatrosu’nda düzenlenen yarışmaya katıldılar ve birinci oldular. O dönem en ünlü R&B plak şirketi Motown’du ve The Jackson 5, şirketin kurucusu Berry Gordy’nin ilgisini çekmişti.
Grup 1968’de Motown ile anlaşma imzaladı ve Kaliforniya’ya taşındı. Yükselişi fazlasıyla hızlıydı.
Motown plak şirketi anlaşmaları doğrultusunda albümleri çıkarmaya başladı. Menajerleri ise, Suzanne de Passe idi. İlk dört teklileri, “I Want You Back, ABC, The Love You Save ve I’ll Be There” listelerde bir numara olmuştu. The Jackson 5 hızla kendisinin ötesinde bir üne kavuşuyordu. 70’lerin başına Zenci pop ve Soul vokal gruplarının dünya çapındaki temsilcisiydi.
Bütün bu ün, bu yükseliş aslında Michael’e bağlıydı. Michael, müziği içinde biriktirmiş de dansıyla harmanlayıp insanlara sunuyor gibiydi. Güçlü sesi ve kendine özgü dansı grubu ilk sıralara taşıyan en büyük etkendi. İşte bu durum bir süre sonra Michael’i kendi kulvarında yalnız koşmaya itecek, grubundan ayrı Michael Jackson olarak tanınacaktı.
1971 – 1976 yılları arasında hala grubuna bağlı kalıp Motown ile anlaşma yaparak solo albümler çıkardı. “Got To Be There, Ben, Music and Me ve Forever Michael” adlı solo albümleri ile kişisel kariyerine hızlı bir başlangıç yaptı.
1971’de, grup zirvedeyken, Walt Disney Pictures çizgi filmini yaptı. Çizgi filmin de yayınlanması ile Jackson kardeşlerin ünü tüm dünyada yankılanmıştı.
1972’de dünyaya açılan konserlerine İngiltere’den başladılar. Nereye giderlerse kapalı gişe çıkıyorlardı sahneye. The Jackson 5, sınır tanımıyordu.
Her şey aslında çok iyi gidiyorken 1973’ten sonra grubun satışlarında bir düşüş yaşanmaya başladı. Matown bu konudan oldukça rahatsızdı ve kontrolü ele almak istedi. Bundan sonra sadece şirketin seçtiği şarkıları söylemeleri konusunda baskı yapıyordu. The Jackson 5, daha fazla katlanmak istemedi. 1976’da şirketten ayrılma kararı aldı. Yeni sözleşmesini de “Epic Records” ile yaptı.
Ancak bu şirket değişikliği sırasında kardeşlerden Jarmaine Motown’da kaldı. Çünkü şirketin sahibi Berry Gordy’nin kızı ile evliydi. Grup isim hakkını da kaybetti. Jackson kardeşler, ayrılan kardeş Jarmaine’nin yerine en küçük kardeşleri Randy’i gruba aldı ve grubun adı yeniden “The Jacksons” oldu.
Grup yenilenince kariyer süreci de yenilendi. Artık “The Jacksons” olarak yeni bir sayfa açmışlardı. Michael ise, zirveyi zorluyordu.
The Jacksons, kısa zamanda kendini toparladı. 1976 – 1984 yılları arasında daha çok kendi parçalarından yaptıkları albümleri ve teklileri ile kariyerlerini oluşturdular. Epic Records’tan 6 albüm çıkardılar, ama en çok sevileni 1978 “Destiny” oldu. Bu, The Jacksons’un en başarılı albümlerinden biriydi.
“Destiny”, Michael için de ayrıca önem kazanmıştı. Çünkü bu albümde birçok şarkı Michael Jackson imzası taşıyordu ve dünya çapında beğeni toplamıştı. İşte Michael bu albümle anladı ki, yetenekleri şarkı söylemek ve dans etmekle sınırlı değildi. “Destiny” iki milyondan fazla sattı ve özellikle Michael Jackson’un ününe ün kattı.
Michael, şöhret basamaklarında hızlı adımlar atarken farklı lezzetleri de tattı. 1978’de “The Witz” adlı müzikalde “korkuluğu” canlandırıyordu. “The Witz”, “Oz Büyücüsü” hikayesinden uyarlanmıştı. O dönem aşk yaşadıkları iddia edilen Diana Ross de bu müzikaldeydi.
Bu müzikal Michael’in hayatında bir değerdi. Çünkü bu sırada müzikalde yer alacak şarkıları aranje eden Quincy Jones ile tanıştı. Bu tanışma Michael’in gelecekti başarısı için güzel bir adımdı. Gerçek bir adım daha atıp film devam ederken bir ortaklık kurdular. Birlikte Michael’in bağımsız ilk solo albümünü yapacaklardı.
Michael’in ilk bağımsız solo albümü “Off The Wall”, Epic Records’tan çıktı ve yapımcılığını üstlenen isim de, Quincy Jones idi. Bu albüm dünya çapında ses getiren bütün şarkıları içeriyordu. En hit şarkılardan “Don’t Stop ‘Til You Get Enough, Of The Wall, Rock With You, She’s Out Of My Life” albümün satış rakamalrının yükselmesinde kuşkusuz büyük rol oynamış ve Michael, pop müziğin idolü haline getirmişlerdi.
Bu gözle görülse de manevi bir kazanımdı. Bir de somut ödüller vardı elbet. Michael, 1980’de American Music Awards tarafından 3 dalda da ödüle layık görüldü: “En İyi Soul / R&B Albüm – Of The Wall, En İyi Soul / R&B Erkek Sanatçı – Michael Jackson, En İyi Soul / R&B Şarkı – Don’t Stop ‘Til You Get Enough”.
Bunlar daha başlangıçtı. 1980 Şubat’ında ilk Grammy ödülünü, “En İyi R&B Erkek Vokal” dalında “Don’t Stop ‘Til You Get Enough” şarkısıyla aldı.
Bu kadar ödüle layık görülecek kadar dünya çapındaki bir beğeninin özel bir sebebi vardı aslında. Quincy normalde bir jazz müzisyeniydi ve albümlerde genelde altyapıya bu müzik türünü yerleştirirdi. Ama bu albümde bununla yetinmemiş, Michael’in yeteneğini keşfetmişti. İşte bu yüzden albümün altyapısını düzenlerken disco ve funky tarzı ritimleri de kullandı. Böylece Michael Jackson’a özel bir müzik türünün ortaya çıkmasını sağlamıştı.
Bu özel müzik ona beraberinde özel bir ün getirdi. Bundan sonra Michael’den söz edilirken “pop idolü” sözcüğü kullanılacaktı.
Michael, solo albümünün başarısına sevinirken kardeşleriyle çalışmaya da devam etti. 1980’de “The Jacksons” ile “Triump” adlı albümü yaptı. Besteleri ve sözleriyle tüm ilgi yine Michael’in üzerinde toplanmıştı. Özellikle “Can You Feel It” şarkısına çekilen klip çok beğenildi. Michael dans yeteneği ile bir kere daha herkesi büyülemişti. Bir gün dans türleri arasına girecek oluşu bu günlerden belliydi.
1982, Michael için bir dönüm noktasıydı. Çünkü neredeyse bugün adını andığımızda aklımıza gelen şarkıların olduğu albümü çıkarmıştı. Yapımcılığını üstlenen isim, dostluğunu pekiştirdiği Quincy idi ve “Thriller” adını verdiği albüm yine Epic Records’tan çıktı.
Albüm arka arkaya tekli halinde piyasaya sürüldü ve istisnasız her şarkısı hit oldu. “Beat It, Wanna Be Starting Something, Billie Jean” gibi bugün de bildiğimiz şarkılarıyla satış rekorları kırdı.
Şarkıların beğenileceği şüphesizdi, bir de bunun yanında dört hit şarkısı için kısa film tadında ilginç klipler çekti. Bu klipler ile kendine özgü olduğunu ve işlerini hep bu şekilde yapacağını kanıtlamıştı. Hatta bir ilk de yaşanıyordu; MTV ilk kez “Billie Jean” bir siyahi şarkıcının klibini yayınlamıştı.
Özellikle fantastik bir konuyla kurgulanan “Thriller” şarkısına çekilen 13 dakikalık klibi ile kelimenin tam anlamıyla patlama yaptı. Klibi Michael Jackson dansıyla adeta bir şölene dönüşüyordu. Çok beğenilmesinin ardından klip VHS formatında piyasaya sürüldü ve böyle Michael bir satış rekoru daha kırdı.
Motown’un 25. Kuruluş yıldönümünde “The Jacksons” olarak “Billie Jean”i seslendirdiler. Michael şarkıyı söylerken yine dans ediyordu ve yaptığı “moonwalk” hareketi oldukça ilgi çekmişti. Klibindeki koreografi ile de adeta ilham kaynağıydı. Bugünden sonra “moonwalk” Michael Jackson imzası niteliğinde dans tarihine yazıldı.
“Thriller” albümü ile 37 hafta zirvedeydi. Haliyle bu başarı ödülleri de beraberinde getirdi.
1984’te Michael Jackson Grammy ödülleri için tam 12 dalda aday gösterildi ve bunlardan 8 tanesini alarak geceden ayrıldı. Ödüllerden 7 tanesi “Thriller” albümü, 1 tanesi de 1982’de söylediği “Someone In The Dark” içindi. Ayrıca o gece, bir gecede en çok ödül alan sanatçı ünvanını da kazanmış oldu.
“Thriller” 1984’te Micahael Jackson’a “8 Amerikan Müzik Ödülü, 4 Amerikan Video Ödülü, 3 MTV Video Müzik Ödülü ve Üstün Başarı Ödülü” kazandırdı.
Michael, ödüllere doyamadığı dönemde şöhretin beraberinde getirdiği reklam tekliflerinden birini değerlendirmişti. Kardeşleriyle birlikte Pepsi’nin reklamları için anlaşma imzaladı. Ancak çekimde, reklam filminin bir parçası olan havai fişek gösterisi sırasında Michael’in saçları alev aldı ve cildinde ciddi hasarlar oluştu.
Michael başına gelenlerin sebebinin ihmalkarlık olduğunu düşünüyordu ve şirketi sorumlu tutuyordu. Bu sebepten tazminat davası açtı ve dava lehine sonuçlandı. Michael davadan kazandığı dudak uçuklatan rakamı tedavisinin yapıldığı hastaneye bağışladı.
“Thiller” albümünün sarhoşluğu devam ededursun Michael kardeşleriyle “Victory” adını verdikleri bir albüm çıkardı. Jackson kardeşlerin en başarılı albümlerinden biri daha piyasadaydı ve bu albümde de Michael’e ait birçok şarkı vardı. Şüphesiz ki, hepsi hit olacaktı.
“Victory” ile 5 aylık bir turneye çıktılar. Michael, turneden gelecek kazancın tamamını bağışlayacaklarını duyurmuştu. Michael’e bu davranışına karşılık bir jest yapıldı; Hollywood Yıldızlar geçidine “Michael Jackson” adı da eklendi. Turneden elde edilen gelir ise 5 milyon doları bulmuştu.
1985’te Michael, “Beat It” şarkısını televizyon ve diğer yayın organlarında alkollü araba kullanımına karşı yürütülen kampanyalarda kullanılması için bağışladı. Bunun jesti olarak da dönemin devlet başkanı Ronald Reagan tarafından Beyaz Saray’a davet edildi.
Bundan sonraki yıllarda da Michael, birçok sosyal sorumluluk projesinde öncü oldu. “USA for Africa” kampanyasında Afrika’daki açlık için “Lionel Richie” ile “We Are The World” şarkısını yazdı. Bu şarkı dünya çapında en çok satış yapan tekli olma özelliğini bugün bile taşıyor ve ayrıca “Tina Turner, Ray Charles, Bob Dylan” gibi bir çok ünlü isim tarafından da seslendirildi. Aynı zamanda Michael ve Lionel’e Grammy ödülü de kazandırdı.
Her sorumluluk projesinin sonunda bir yerden teşekkürünü alıyordu. Ancak eleştirileceği zamanlar da uzak değildi.
1985, Michael için övgü dolu olduğu kadar, eleştirileriyle de yakasındaydı. “Beatles” grubunun 200’den fazla şarkısının telif hakkına sahip olan ATV Müzik’in büyük bir hissesini satın alışı hakkında büyük tartışmalara sebep oldu. En sert tepkiyi müzayedeyi düzenleyen yakın arkadaşı, söz yazarı Paul McCartney’den gördü. Bu olay dostluklarını sarsmakla kalmamış, birlikte yazdığı şarkıların da sonunu getirmişti.
Bu tartışmalar maalesef burada bitmedi. Bazı basın mensupları artık Michael’den alaycı bir tavırla bahsediyordu. Uzun süre yaşamak için Elephant Man’ın kemiklerini satın almaya çalıştığından, ilginç tavırlarından bahsederken artık adını kullanmak yerine onu “Wacko Jacko” gibi bir lakapla anıyorlardı.
Dengeler hayatın içinde sürekli değişiyordu sonuçta. Bir gün övülürken diğer bir gün yerilmek olağan olabiliyordu. Michael de hayatına devam etti ve yeni albümler yaptı.
1987’de yine aynı yapımcı ve plak şirketiyle çalışarak “Bad” albümünü çıkardı. Bu albüm, Amerikan Müzik tarihinde beş şarkısı da; “Bad, The Way You Make Me Feel, Man In The Mirror, Dirty Diana ve I Just Can’t Stop Loving You”, Amerikan Müzik listesinde zirveye yerleşen ilk albümdü.
2008’deki son bilgiye göre albüm, Amerika’da 8 milyon, dünya çapında da 30 milyon kopya sattı.
“Bad” albümünün tanıtımından sonra, Michael Pepsi sponsorluğunda 16 aylık uzun bir turneye çıktı. Bu ilk solo Michale Jackson turnesiydi ve toplamda 123 konser verdi. Bir yandan da Pepsi reklamları ile ekranlardaydı.
Turne bitiminde Michael, “Bad” şarksı için “Martin Scorsese”in yönetmen koltuğuna oturmasıyla kısa film tadında bir klip daha çekti. 18 dakikalık videoda şarkıdan daha ön planda olan şey ise Michael Jackson’un yeni görüntüsüydü. Michael Jackson’un artık yeni bir rengi vardı.
Medya, Michael Jackson’un siyahi olmaktan utandığı için ten rengini beyazlatmak istediğini yazdı. Hatta burun estetiği, alın kaldırma, dudak inceltme gibi daha başka operasyonlar da geçirdiğinden bahsediyorlardı. Basında tam bir sansasyon yaratan bu değişim de klibin satışını olumsuz etkilemedi.
Michael estetik operasyonlar hakkında konuşmak yerine yazmayı tercih etti. 1988’de Moonwalk adını verdiği otobiyografisinde sadece iki estetik operasyon geçirdiğini, çenesindeki yaralardan dolayı da cildi için ayrıca cerrahi işlem uygulandığını yazdı.
1980’li yıllarda, “Thriller” albümünün çıktığı zamanlarda, Michael’in teninde değişiklikler olmaya başladı. Siyah olan teni bölge bölge beyazlamaya başlamıştı. Michael, vitiligo hastalığına yakalanmıştı. Hastalık en belirgin olarak yüzünde ve kaval kemiği bölgesinde kendini gösteriyordu. 1987’ye kadar bunu siyah makyaj ile kapatarak sakladı. Ancak beyaz bölgeler giderek artıyordu. Bu sefer de beyaz makyaj uygulamaya başlandı. Ancak 1988’de artık makyaja gerek duymayacak kadar beyazlamıştı, burnunun üstünde de bir leke vardı. Kaval kemiğinde ise büyük yaralar olmuştu.
Michael sonradan yaptığı bir açıklamada bu hastalığın babasının ailesinde de görüldüğünü söyledi. Ama doktorlara göre hastalık kalıtsal değildi. Bazıları ise 1982’den itibaren Michael’e verilen ilaçların onu beyazlattığını iddia etti.
1988’de yönetmen koltuğunda “Jerry Kramer ve Colin Chilvers”ın oturduğu ve Michael Jackson’a “Kellie Parker, Brandon Adams ve Sean Lennon” eşlik etti. Şaşırtıcı bir sonuç yoktu, film beklenen ilgiyi görmüştü. Hatta VHS sürümleri bile bir milyon satışla rekor kırdı.
Bundan sonra Michael Jackson Pop, Rock ve Soul müziğin kralı ilan edildi ve dünya çapında bir ünle idol haline geldi.
Son filmin başarısını da hanesine gururla yazmıştı. Ancak bir yandan da şöhretin kötü yanlarından sıkılmıştı. Hakkında sürekli türetilerek çoğalan dedikodular, peşini bırakmayan sorular, kameralar derken Michael, Hayvenhurst’ta ailesiyle beraber yaşadığı evi terk etti.
Yaşamak için Neverland çiftliğini satın aldı. 2700 dönümlük alana kurulu bu çiftlikte gözlerden uzak yaşayabilecekti. Üstelik yaşayamadığı çocukluğu için de planları vardı. Bu koca çiftliği bir çocuğun içinde olmaktan mutlu olacağı bir yere çevirdi. Hayvanat bahçesi, lunapark, küçük bir göl…
Bu satırları yazarken İstanbul’u da sel götürüyor bu arada. Cümlelerimden cama vuran dolunun sesiyle ayrıldım. Halbuki ben Michael’in o küçük gölde kağıttan gemiler yüzdürdüğünü hayal ediyordum…
1991’de Michael, astronomik bir rakam üzerinden Sony şirketi ile anlaştı, sözleşmeleri 15 yıllıktı. Bu süreçte 6 albüm ve bir de film yapacaklardı. Michael Jackson’a sağladığı gelir dudak uçuklatan cinstendi ve haliyle bu çok konuşuldu.
Kasım 1991’de “Dangerous” adını verdiği yeni albümünü çıkardı.
90’lar Michael’e yaramıştı. “Black and White” albümünün hit parçasıydı ve klibi olay oldu. Çünkü klibinde cinsellik, şiddet ve ırkçılık gibi konulara değiniliyordu. Özellikle son sahneler büyük ses getirmişti. Klibinin bu kadar büyük olay olması sebebiyle Michael, bir basın bülteni yayınladı ve derin üzüntülerini iletti. Sansasyon yaratan kısımları çıkarttı.
Cümlelerinden bir bölümde şöyle diyordu: “Ben yalnızca dürüst olmak isteyen, insanları mutlu etmeye çalışan biriyim. Tanrı’nın bana ihsan ettiği yeteneğim aracılığıyla onlara biraz olsun “kaçış duygusu” vermek amacım. Kalbim burada işte. Tüm yapmak istediğim bu…”
Bunca olaydan sonra bile Michael Jackson gerçeği değişmedi ve albümün diğer parçaları; “Remember The Time, In The Closet, Jam” gibi şarkıları hit oldu. Hatta bir sonraki albümü “History”i çıkarana kadar dünya çapında 22 milyon satış yaptı.
1992’de MTV, kanalının ilk uluslararası yarışmasını yayınlamaya başladı. Yarışmaya dünyanın her yerinden isteyen herkes katılabiliyordu ve ödül de Michael Jackson ile bir yemeğiydi. Yarışma büyük ilgi görmüştü. Talihliler Michael’in “In The Closet” şarkısının klip çekiminde toplandı.
1993’te de ABC kanalı, “The Jackson: An American Dream”i yayınladı. Program Jackson kardeşlerin gerçek hayat hikayelerinden bahsediyordu. Gerçekten de bir rüya gerçek hayatla buluşmuştu. İşte Jackson kardeşlerin bu kadar sevilmesinin ardında yatan bu gerçeklikti.
1993’te Michael Jackson bir sosyal sorumluluk projesine daha imza attı. “Heal The World Foundation” adında, amacı çocukların daha iyi ve eşit yaşam koşullarına sahip olmaları ve topluma yararlı bir birey haline gelmelerini sağlamak olan bir fon kurdu.
Yardıma ve ilgiye muhtaç çocuklar, eğlenmeleri için Michael’in Neverland çiftliğine getiriliyorlardı. Michael bir yandan da bu fonun kazancını sağlamak için 67 konser verdi. 1993 Superbowl maçının devre arasında verdiği mini konser ile 100 milyon kişiye ekranlarından ulaşarak o zamana kadar elde edilmiş en büyük izlenme rekorunu kırdı.
Bu başarıları da ödülsüz kalmadı: Şubat’taki 35. Grammy ödülleri gecesinde “Yaşayan Efsane” ödülüne layık görüldü. Ayrıca Mart’ta, Soul Train, onu “Yılın Hümanisti” ödülü ile gururlandırdı.
Michael bu kez seri albüm yapacaktı. “History: Past, Present and Future” adını verdiği yeni albümünün başlangıcı olan “History Begins”i Haziran 1995’te çıkardı. Albüm 15 eski hit parçasının cover edilmiş haliydi. Albümün ilk teklisi, kız kardeşi Janet Jackson ile birlikte söylediği “Scream”, büyük liste başarısı sağladı. Bu parçaya tüm zamanların en pahalı videosu niteliğinde bir klip çekti.
Jackson kardeşler, bu şarkı ile MTV Video Müzik Ödülleri’nde farklı kategorilerde 3 ödül aldı.
Serinin ikinci bölümüne de “History Continues” adını verdi. Bu sefer 15 yeni şarkısı vardı.
Ödüller bir yana, “They Don’t Care About Us” şarkısındaki anti – semitik ifadelerden dolayı Yahudilerin tepkisini çekti. Albümden dördüncü tekli olarak çıkacağı zaman sözleri düzenlemelerde müziğe uygun bir şekilde değiştirildi.
Michael Jackson Rock’n Roll’un kralı Elvis Presley’in kızı, Lisa Mary ile büyük aşk yaşadı. 1994’ün sonlarında evlendiler. Michael, aşık bir adamdı. Disneyland’daki balayında ikisinin de ayakları yerden kesilmişti. Gondola binip, binlerce sterlinlik oyuncaklar aldılar. Lisa’nın deyimiyle Michael tutkulu bir aşıktı.
Bu kadar aşktan mıdır bilinmez bu evlilik yalnızca 18 ay sürdü. Hiç çocukları olmadı.
Bu evliliğin bitişinin üzerinden çok geçmemişti ki, 1996’da “History” için dünya turnesine çıkan Michael, konserler devam ederken, arada bir zamanda, Sydney’de Deborah Jeanne Rowe ile evlendi.
Bu evlilikten Prince Michael ı ve Prince Michael II adında iki erkek çocukları ve bir de Paris Michael adında bir kız çocukları oldu. Ancak Michael’in bu evliliği de çok uzun sürmedi. Hatta çift 1999’da olaylı bir şekilde boşandı.
Michael Jackson çocuklarını yıllarca kameralardan maskeler ya da çeşitli örtülerle sakladı. Bir de muhtemelen hepimizin hatırladığı o sahne, Berlin’de bulunduğu zamanlarda minik oğlunu balkondan sallamasıyla hafızalara kazındı ve büyük eleştiriler aldı. Asıl sansasyon boşanırken çocukların velayet davasıydı. Bu dava 2006’da sonuçlanacaktı. Mahkeme eşlerin çocukları üzerindeki haklarını sınırlandırma kararı aldı.
Eleştirilerin başlangıcı 1996 Brit Ödülleri gecesindeki sahnesine dayanıyordu. Çünkü Michael sahneye çıktığında “Earth Song” şarkısını beyazlar içinde etrafını saran birçok çocukla birlikte söyledi ve iki ağaç arasında kollarını açtığı bir figürü de oradaydı. Bu olay üzerine kendisini Mesih ilan ettiği eleştirilerine maruz kaldı. O günden sonra yaşanan her olaydan sonra eleştirilerin devamı da elbette gelmişti.
1997’de History albümünün hit parçalarını remixledi ve “Blood On The Floor: History In The Mix” adıyla çıkardı. Albüm yine büyük ilgi gördü
Michael Jackson bu albümünü “Elton John”a ithaf etti. “Is It Scary ve Ghost” için Stephen King ile birlikte yazdığı ve Stan Winston tarafından yönetilen bir klip çekti. Bu klip 35 dakikalık süresiyle en uzun müzik videosuydu ve yine hak ettiği ilgiyi gördü.
Her devrin adamı olup yine de ilgisini asla yitirmeyen bir sanatçı olmak nasıl bir duyguydu acaba? Düşünüyorum da ben ipin ucunu 90’lardan yakaladım. Her 10 yılda bir devir değişti, ama o hem ayak uydurdu hem de hep kendine özgüydü.
Michael, 2001’de 13 ülkenin birden pop müzik listesinin zirvesine oturacak “Invincible” adını verdiği albümünü çıkardı. Milenyumda “You Rock My World, Butterflies ve Cry” gibi hit şarkılarıyla fırtına olmuş dünyada esiyordu. Bunca başarıyı görünce dünyanın ötesine de ulaştığını düşünmeden edemiyor insan tabii.
Bu sırada müzik şirketi Sony ile anlaşmaları doluyordu ve aslında albüm çıkmadan önce Michael şirket sahibi Tommy Mottola’yı uyarmıştı, sözleşmeyi yenilemeyecekti. Bu sebeple araları açıldı.
Yasal prosedür işleme girdi ve albümle ilgili tüm promosyonlar ve teklilerin satışı iptal edildi. Bundan sonrasında da olay giderek çirkinleşti. Michael, Tommy’nin Afrika kökenli Amerikan sanatçılara saygısız davrandığını ve şirketin siyahi artistleri çıkarları doğrultusunda kullandığını iddia etti. Sony ise bu iddiaları yalanladı. 15 yıllık bir çalışma sonrasında ayrılık fazlasıyla yıpratıcı olmuştu.
Michael Jackson, Eylül 2001’de solo kariyerinin otuzuncu yılı şerefine, Madison Square Garden’de bir parti verdi. Partide yakın dostu Elizabeth Taylor, bir zamanların çocuk yıldızı Macaulay Culkin ve Chris Tucker de vardı. Geceye katılan “Usher, Withney Houston, Destiny’s Child, Gloria Estefan, Shaggy” gibi ünlü isimler kimi zaman Michael Jackson’un unutulmaz şarkılarını, kimi zaman da kendi şarkıların söyleyerek geceyi renklendirdiler. Hatta N’sync ve Britnry Spears, Michael Jackson ile düet yapma şansını yakaladı.
Gecede Jackson kardeşler olarak da bir gösteri sundular. Bu gece Michael Jackson’ın gerçekten de “King of Pop” ünvanını layıkıyla taşıdığının kanıtı oldu.
Michael 2003’te “Resurrection” adını verdiği bir albüm çıkaracağını duyurdu. Hatta albümün promosyonunu da kısa bir filmle yaptı.
Ama bir şeyler yanlış gidiyordu. Mart 2003’te “Xscape” şarkısının çıkacağını her mecradan duyurmasına rağmen bilinmeyen sebeplerden dolayı bu çıkış iptal edildi. Ama yıl sonuna doğru hit olan şarkılarından oluşan “Number Ones” albümünü CD ve DVD formatında, üstelik Sony etiketiyle çıkardı. Bu albüm 8 milyondan fazla sattı.
Tüm bunlar yaşanırken bir yandan da Michael Jackson’ın çocuk istismarcısı olduğu yönünde iddialar gündeme gelmişti ve tutuklandı. Bu olaylara karşı üzüntüsünü şu sözlerle açıklıyordu: “Beni gerçekten tanıyan herkes şunu iyi bilir ki, çocuklar hayatımdaki her şeyden önce gelir ve bir çocuğa asla zarar veremem”
Eski şarkılarını bir arada topladığı albüme sadece bir tane “One More Chance” adını verdiği yeni bir şarkı eklemişti. İşte bu şarkının klip çekimleri sırasında çocuk istismarı iddiaları sebebiyle ikinci kez tutuklandı. Ancak yine serbest bırakıldı.
Çocukluğunu hiç yaşayamamış biri olarak muhtemelen üzüntüsü çok derindi. Bir açıklamasında şöyle bir cümle kullandı: “Yatağımı erkek çocuklarıyla paylaştım, ancak bunda cinsel yön olmadı”
İddialar devam ederken bir haber daha duyuruldu; Michael dinini değiştirmiş ve Müslüman olmuştu. 2005’te ise bir camii yaptırdığı söylendi.
Hakkında yayınlanan haberler ne olursa olsun iddiaların ardı arkası kesilmedi. Ağustos 2004’te VH1 Müzik kanalı, Michael’ın hayatını anlatan görsel bir biyografiyi “Man In The Mirror: The Michael Jackson Story” adıyla yayınladı. Garvin Arviso, tekrar gündeme gelen çocuk istismarı iddialarını tekrar gündeme getirmişti. Dönemin ünlü Rap şarkıcısı Eminem de “Just Lose It” şarkısıyla Garvin Arviso’ya karşı gönderme yaptı. Artık tartışmalar başını almış gidiyordu ki, Michael sessizliğini bozdu. Bir açıklama yapıp verdiği kararları hayata geçirdi.
Haziran 2005’e kadar hakkında açılmış 10 dava vardı. Michael, hakkında açılmış davaların hepsinden beraat etti.
Kaliforniya, Santa Maria’da çıktığı mahkemede aklandıktan sonra Prens Şeyh Salman bin Hamed Halife’nin daveti üzerine Bahreyn’e uçtu. Neverland çiftliğini satıp tamamen Bahreyn’e yerleşiyordu. Avukatı Thomas Mesereau, bu bilgiyi doğrulamıştı. Michael yaşadıklarından sonra stres ve zararlı alışkanlıklarına bağlı olarak çok fazla kilo vermişti; bu mutsuzluk onu yiyip bitiriyordu. O da hayati bir karar verip zor anlarında onu yalnız bırakmayan dostlarının yanına taşınmayı tercih etti.
Bu onun için doğru bir karardı. Çünkü kısa sürede sağlığını toparladı ve yeni şarkılar yapmaya bile başladı. “I Have This Dream” şarkısını burada, Katrina Kasırgası mağdurları için yazdı mesela. Hatta şarkıyı “Snopp Dog, Jermaine Jackson, Ciara” gibi ünlü isimler hep birlikte seslendirdi. Ancak bilinmeyen sebeplerden şarkı yayınlanmadı.
Michael, Nisan 2006’da İngiliz Müzik Yapımcısı Guy Holmes ile 2007’de çıkmasını planladığı albümü için, tek albümlük bir sözleşme yaptı.
Mayıs 2006’da, Tokyo’da, MTV Japonya Lokasyonu’nun düzenlediği Video Müzik Ödülleri gecesinde, 35. Grammy’den sonra bir kez daha “Yaşayan Efsane” ödülüne layık görüldü. Bir yandan da bu gece uzun bir aradan sonra Michael, ilk defa ekrana çıkmıştı.
8 dalda ödüle daha layık görülmüştü; ödüllerini Guiness Dünya Rekorları Londra ofisinde aldı. Ayrıca 100 milyondan fazla satışa ulaştığı için, Dünya Müzik Ödülleri’nde “Elmas Ödül”ün sahibi de yine Michael Jackson idi.
2008, Michael’in en çok ses getiren albümü Thriller’in 25. Senesiydi. Bu sebeple Şubat 2008’de 25. Yıla özel, “Thriller 25” adını verdiği albümünü çıkardı. İlk “Thriller” albümündeki şarkılara ek olarak, 8 şarkı daha vardı bu albümde.
Özel albümünün piyasaya çıkmasıyla bir zamanlar ses getirmiş ama hala sıcaklığını koruyan “Thriller, Beat It ve Billie Jean” kısa filmleri de DVD formatıyla yeniden çıktı. “Thriller 25” albümü, böylece Amerika’da 2, Birleşik Krallık’ta 3. Sıraya yerleşti.
Mart 2009’da Londra’da bir basın açıklaması yaptı. Michael, 8 Temmuz’da başlayarak Londra’da 50 konser vereceğini ve bunların Londra için son konserler olacağını duyurdu. Ancak bu konserleri veremeyecekti…
Michael, Los Angeles’teki evinde yanında doktoru ve yardımcıları ile beraberdi. Londra’da vereceği konser için hazırlıklar yapıyordu. Provalar sırasında biraz dinlenmek için odasına çekildi. Ancak sabah saatlerinde birden fenalaştı ve hastaneye kaldırıldı.
Nefes darlığı yaşıyordu ve sonra bilinci kapanarak komaya girdi. Ancak müdahaleler çözüm vermiyordu Michael’ın kalbi durmuştu. Michael Jackson, 25 Haziran 2009, saat 14:26’da, Los Angeles’te kalbinin durması sonucunda hayata gözlerini kapadı.
Ölümünden sonra otopsisi yapıldı. Otopsi sonuçlarına göre Michael gayet sağlıklıydı. Asıl ölüm nedeni ise, kullandığı kuvvetli anestezi ilaçlarıydı.
Michael, ölmeden 2 gün önce son provasını “Staples Center”de yapmıştı. 7 Temmuz 2009’da da anma töreninin burada yapılmasına karar verildi. Tüm ailesi ve çocukları oradaydı. Ünlü isimler de katılmıştı ve tabii ki hayranları onu yalnız bırakmadı. Ölümü de en az yaşamı kadar afilliydi. Bu tören dünyada en çok izlenen cenaze töreni ve TV olayı olarak tarihe geçecekti. Tüm ailesi onun için sahnedeydi.
Bu kadar ünlü ve seviliyor olmanın getirdiği zorluklar, Michael öldükten sonra bile son bulmadı. Ölüm haberinin üzerinden çok geçmemişti ki, onun hala yaşadığını iddia eden asılsız haberler geldi gündeme. Bir kısım hayranı buna inanmayı tercih etti. Belki de çok sevdikleri Michael Jackson’ın öldüğünü kabullenmek istemediklerindendir, kim bilir.
Şubat 2011’de Michael Jackson’ın ölümüyle ilgili doktoruna dava da açıldı ve dava 8 Kasım’da sonuçlandı. Ölümüne sebep verdiği gerekçesiyle Conrad Murray’ın lisansı elinden alındı ve 4 yıl hapis cezası aldı. Çünkü, Conrad, Michael’a ölümcül olabilecek düzeyde ve ameliyatlarda kullanılan anestetik ilacı gerekli ekipmanı olmadan verip bir de üstüne onu alarmlı bir monitörle izlememişti. Sevgilisiyle telefonla konuşmak için dışarıda olduğu sırada Michael fenalaştı. Ancak bu sefer de yanlış ilk yardım uyguladı. Conrad, kasıtsız bir şekilde Michael’ı öldürmüştü.
Öyle ya da böyle Michael, bir şekilde öldü ve artık bu dünyada değil. Ama sanki hala buralardaymış gibi hissediyor insan sesini duyunca… Ölümsüzlüğün formülü aslında böyle bir şey olsa gerek.
Bu dünyadan bir Michael Jackson geçti diyebilmenin gururu var içimde…
İyi ki…
Damla Karakuş
[email protected]
Not:
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Kaynak:Enson haber Biyografi