Johan August Strindberg; İsveçli ozan, oyun yazarı ve romancıdır (Stockholm, 1849-Stockholm, 1912). İş alanında başarısız ve mutsuz bir babayla bir hancının kızı olan bir anne arasında dengesizlik, uyumsuzluk ve başkaldırı içinde güç bir çocukluk dönemi geçiren johan August Strindberg, 1867’de Uppsala Üniversitesi’ ne girdi.
1869’da oyunculuğa başladı ve hekim olmayı düşledi. Ama, tek bir eğilimi ağır basıyordu; bu da, oyun yazarlığıydı. Bunun üzerine ilk oyunlarını kaleme aldı (1869) ve Mâster Olof’u (Olof Usta, 1872) yayımladı. 1876’da âşık olduğu barones Wrangel (Siri von Essen) ile, kocasından ayrılmasından sonra, 30 Aralık 1877’de evlendi.
Daha sonra, ailesiyle birlikte İsveç’i terk eden Strindberg Paris’e yerleşti ve öykü derlemelerini (Giftas [Evliler, 1884] ve Giftas II [Evliler II,1885]) yayımladı; şiddetli bir kadın düşmanı olarak gözüktüğü bu yapıtlarıyla, büyük bir skandala neden oldu. 1887’de bir özyaşamöyküsü niteliği taşıyan Tjanstekvimansson’u (Hizmetçinin Oğlu) yayımladı.
Sinirleri gitgide bozulan Strindberg’in durumu, eşini ve çocuklarını olumsuz yönde etkiledi. Hastalık derecesine varan kıskançlık krizleri sırasında, başyapıtlarından bazılarını gerçekleştirdi: Hemsöborna (Hense’ nin İnsanları, 1887) adlı romanını, Baba (Fadren, 1887), Matmazel julie (Fröken julie, 1888), vb. oyunlarını yazdı.
1888’de fransızca olarak yazdığı le Plaidoyer d’un fou ‘yu (Bir Delinin Savunması) yayımladı. Bu kitabında, karısına olan aşırı tutkusunu, aşkının ruhsal öğelerini, beğenilme gereksinimini ve bütün öbür kadınlara karşı giderek artan nefretini dile getirdi. Bu arada, bunalımlı yaşamı Strindberg’i dış dünyayı gözlemekten alıkoydu: Bu sırada, özyaşamöyküsel anlatılarını yazmaya koyuldu, 1892’de eşinden ayrıldı.
kaynak:nkfu
İsmail Galip Arcan, tiyatro ve sinema oyuncusu, yazar (İstanbul 1894-ay.y. 1974). Fehim Efendi Kumpanyasında tiyatroya başladı (1910). Darülbedayi’ye öğrenci olarak girdi (1914). Paris’te yaptığı geniş incelemeler sonucu (1920-1924 arası) edindiği bilgi ve deneyimlerle İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun gelişimine büyük katkıda bulundu. 1925’ten sonra oyuncu, yönetmen ve yazar olarak orada kırk yıldan fazla çalıştı. Ankara Devlet Konservatuvarı ile çeşitli eğitim kurumlarında uzun yıllar öğretmenlik yaptı. Fransızcadan çevirdiği ya da uyarladığı yetmişe yakın oyunu vardır.
Yazdığı oyunları: İki Kere İki (1939), Hava Parası (1945) ve Parisli Kız (1963). Ayrıca birçok radyo skeci, magazin dergilerinde gülmece yazıları yazdı. Tiyatroda Makyaj (1941) ve Tiyatroda Diksiyon (1947) tiyatro sanatına ilişkin önemli iki eseridir. Sahnede son kez 1967’de Büyük Romülüsçki antikacı rolüyle göründü.
Tiyatroda oyuncu ve yönetmen olarak: Bir Kavuk Devrildi (1930), Topaz (1930), Volpone (1933), Cürüm Ve Ceza (1934), Hamlet (1934), Ölçüye Ölçü (1935), Ayak Takımı Arasında (1936), Yaban Ördeği (1937), Oğlumuz (1939), Müthiş Aile (1941), As-r ile şen Baba (1942), Cimri (1944), Atinalı Timon (1944), Cyrano de Bergerac (1945), Bir Komiser Geldi (1949), Kadıköy İskelesi (1953), Benim Üç Meleğim (1957), Gelir Vergisi Mektebi (1958), Haremde (1964), Chaillot’daki Deli (1966).
Oynadığı başlıca filmler: Himmet Ağanın İzdivacı (1916), Nur Baba (1923), Kaçakçılar (1930), İstanbul Sokaklarında (1931), Cici Berber (1933), Aynaroz Kadısı (1938), Hürriyet Apartmanı (1945), Bir Dağ Masalı (1946), Büyük Sır (1956).
Yetmişinci yaş dolayısıyla şiirlerini de kitaplaştırdı: Yetmişinci Taş (1965).
kaynak:nkfu
Namık Kemal; şair ve yazardır (Tekirdağ 1940-Sakız Adası 1888).
Asıl adı: Mehmet Kemal. Annesi küçük yaşta ölünce dedesi vali Abdüllatif Paşa’nın yanında büyütüldü; onun çeşitli illerdeki (Kars, Sofya…) görevi sırasında özel hocalar önünde yetişti, zamanının kültürlü bir kişi için koşul saydığı bilgileri edindi. 17-18 yaşlarında (1857-1858) babasının yanına İstanbul’a geldiği zaman hem evli, hem klasik şiir yolunda yazılmış bir divan-çe sahibi olduğuna dikkat çekilir. Tanışıp etkisinde kaldığı Şinasi’nin yol göstermesi üzerine Fransızca da öğrendiği biliniyor. Bu dönemde, Mustafa. Eşref Paşa’nın (1819-1894) yazdığı mahlasnameye uyarak Nâmık takma adını aldı (yazıcı, kâtip). Divan şiiri yolunda ürün vermeyi başlıca iş edinen günlük arkadaşları arasında şiir yeteneğiyle göze çarptıysa da asıl kişiliğini besleyecek batı dünyası düşünce ürünleriyle daha birkaç yıl sonra ilişki kuracaktır. Tercüme Odasına geçince (1863) yeni bir dünyaya girmiş oldu, Tasvir-i Efkâr’da yazmaya başladı, Şinasi’nin ikinci kez Paris’e gidişi (1865) sırasında gazetenin yönetimini üstlendi. Meşrutiyet yönetimini amaç edinen bir gençler kümesi Genç Osmanlılar ya da Yeni Osmanlılar içinde yer aldığı, gazetenin 1867 kararnamesine uymadığı gibi gerekçelerle Erzurum vali muavinliğine atanınca arkadaşlarıyla birlikte Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa’nın (1829-1875) çağrısını kabul edip Avrupa’ya kaçtı (17 Mayıs 1867), Londra’ da Hürriyet gazetesinin yayınına katıldı. “Birinci derecede merciim” dediği veliaht Murat Efendi ile ilişkisini korudu, “velinimet” diye andığı Mustafa Fazıl Paşa’ya hiçbir zaman saygısızlık etmedi (1870). Gazeteciliğini İbret’te sürdürdü (1872), gazete dört ay süreyle kapatılıp kendisi de Gelibolu mutasarrıflığına gönderilince edebiyat ürünlerine emek verdi. 1 Nisan 1873’deki Vatan Yahut Silistre oyununun yarattığı halk coşkusuna neden olduğu gerekçesiyle kal’abend olarak Magosa’ya (Kıbrıs) sürüldü (9 Nisan 1873), 38 aylık yalnızlık köşesinde ömrünün en verimli dönemini yaşadı. Sınırlı bir özgürlük içinde geçmesi, mektuplaşması, ziyaretçi kabul etmesi yasak olmadığı için durmaksızın çalıştı. Abdülaziz’in tahttan indirilişini (30 Mayıs 1876) izleyen günlerde yurda döndü. Abdülhamit’in saltanat başlangıcında (31 Ağustos 1876) Şurayı Devlet üyesi oldu, Kanun-i Esasi hazırlıklarına katıldı, yeni padişahla çeşitli görüşmeler yaptı, Anayasa 23 Aralık 1876’da duyurulup açıklanınca 113. maddeye dayanan padişah, Sadrazam Mithat Paşayı azlederek yurt dışına çıkmasına neden oldu (5 Şubat 1877).
Meclis-i Meb’usan 19 Mart 1877’de açıldıysa da 93 Harbi yüzünden 24 Nisan 1877’de süresiz tatil edilince Namık Kemal de jurnal üzerine tutuklandı; suçsuz bulunduğu bir duruşmadan sonra Midilli’ye gönderildi, padişah kendisine aylık bağladı (1878), iki buçuk yıl sonra adanın yönetimine atandı (mutasarrıf), ama yayın yaşamına izin verilmedi. Bu dönemi kırgın, durgun ve yorgun geçti. Edebiyat ve tarihle uğraştı. Rodos (1884 -1887) ve Sakız mutasarrıflıklarına (1887) gönderildi, 2 Aralık 1888′ de orada öldü. Vasiyeti padişaha ileten Ebüzziya Tevfik’in ricası üzerine Bolayır’daki türbesine gömüldü. Gerekli giderler padişah tarafından karşılandığı gibi cenazesi de saray yatlarından biriyle taşındı, bir deprem yüzünden kubbesi yıkılmış olan türbenin planını şair Tevfik Fikret yapmıştı. Tanzimat dönemine damgasını vuran kişi Namık Kemal’dir. Kısacık ömrüne sığdırdığı büyük emek, yaşamıyla eserinin birini bütünleyen ölçülü dengesiyle bize yeni bir insan ve yeni bir edebiyatçı örneği getirir. Topluma açık kişiliğiyle her önemli soruna el atmış; ipuçlarını yakaladığı bütün konularda büyük bir sesin yankısını yaratmıştı. İnanmış bir “misyon” adamı yürekliliğiyle Tanzimat döneminin aradığı birleşimi bulmaya uğraştı. Hem Osmanlıca, hem özgürlükçü, hem İslâmcı, hem meşrutiyetçi, hem ülkücü, hem gerçekçi, hem doğulu, hem batılı oldu. Romantik bir coşku ve sevgiye de dayansa Namık Kemal’in bağımsız Osmanlıcığı, yurtseverliği, bir ülküye adanmış vazgeçmez kişiliği, Batı dünyasına karşı bir İslâm birliği sağlama özlemi, insanoğlunun irade ve eylem gücüne inanan örnek direnişi, şiiri yanı sıra-düz yazısını da heyecanlı bir yüreğin buyruğuna veren söylevci gücü, çağına ve çağından sonraki kuşaklara uzanan etkisinin çeşitli yanlarıdır. Kendinden sonraki edebiyatçıların hepsi onun izlerini taşırlar. Çağdaş bir ülkü olmamakla birlikte onun temsil ettiği meşrutiyetçi-özgürlükçü-İslâmcı-Osmanlı yurtseverliği, bütün bir cephe sağlar. Şiirleri, gazeteler dolduran makaleleri, altı tiyatro eseri, iki romanı yaşamöyküleri (biyografi), tarihi, eleştirmeleri ve mektuplarıyla durup dinlenmeyen bir yazarlık çabasındadır. Odak noktalarından biriyle “vatan ve özgürlük şairi” diye tanımlanıp anılması, topluma doğrulukla adanmış çıkarsız bir ülküyü belirler. Şiirlerini sağlığında kitaplaştırmada ölümünden sonra toplandı (1933, 1936).
Oyunlar: Vatan Yahut Silistre (1873). Zavallı Çocuk (1873), Akif Bey (1874), Gülnihal (1875), Celâlettin Herzemşah (1885), Karabelâ (öl.s. 1910).
Romanları: İntibah (1976), Cezmi (1. cilt, 1880). 1874’te yazdığı eleştirileri: Tahrib-i Harâbat (1885), Takip (1885). Renan Müdafaanâmesi (1908, 1962), İrfan Paşaya Mektup (1887), Mukaddeme-i Celâl (1888).
Tarih eserleri: Devr-i İstila (1871), Bakira-ı Zafer (1872), Evrâk-ı Perişan (1872, 1972), Kanije (1874), Silistre Muhasarası (1874, 1946), Osmanlı Tarihi (öl.s. 1975). Çeşitli: Rüya (1893).
Başlıca eserlerinin özetleri:
Akif Bey, yazarın altı oyunundan biridir (1874). Magosa sürgünlüğünde yazılan eserde konu, birbirine karşıt iki eşit tutumlarının yarattığı drama dayanır. Yurdu uğruna hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen deniz subayı Akif Bey, oynak bir yosma olan Dilruba ile evlenmiştir. Yüce amaçlar uğrunda doğa güçleriyle de savaşmayı insanlığının gereği sayan Akif Bey, Kırım Savaşındaki Sinop baskınında (1853) gemisini yitirir.Bu haberleri bahane eden Dilruba ve Kâtip Esat, Akif Bey’in ölümüne ilgilileri inandırarak evlenme yolunu bulurlar. Savaş dönüşü durumu öğrenen Akif Bey, eşini boşamakla yetinemez, rakibiyle vuruşmak zorunda kalır. İki erkeğin ölümü üzerine işe karışan Akif Bey’in babası Süleyman Kaptan Dilruba’yı öldürür. Cezmi, Türk Edebiyatı’nın ilk tarihsel romanı sayılan eser, yarım kalmış, 1603 ayaklanmasında gerçek rol oynamış olan sipahiler kâtibi Cezmi’nin serüvenini konu edinecek ikinci cilt yazılamamıştır. Eldeki cilt, Kırım Şehzadesi Adil Giray’ı ön planda tutar; Kırım sarayı, Adil Giray’ın kişiliği ve yiğitlikleri, kendisine âşık olan İran şahının eşi Şehriyar’ı tersleyip şahın kız kardeşi Perihan ile sevişmesi, mezhep çatışmaları sırasında Şehriyar’ın düzenlediği öç tuzağına düşüp sevgilisiyle öldürülmesi, birinci cildin konusudur. Cezmi, İran sarayından yaralı olarak kurtulmayı başarır. Romantik tutumla, kişileri iyilik, kötülük karşıtlıklarında tanıtan eser, çeşitli dengesizlik ve tutarsızlıklar taşır. Anlatı dili bulunamamış, betimlemeler konu dışında başlarında yer aldığı için edebiyat tarihi yönetimi açısından dikkate değer özellikler taşır.
İntibah (Sergüzeşt-i Ali Bey), yazarın ilk romanıdır. Birçok eserde olduğu gibi konu üç kişilik aşk ve tutku çerçevesinde gelişir (sonsuz üçgen), iki yanlı çatışma yaratır. Ali Bey, Mahpeyker’e tutulur, birlikte yaşarken kıskançlıkla küçümser ve soğur; Mahpeyker Ali Bey’e her şeyi dışlarcasına bağlanır, kendisine döndüremeyince ölüm öcüne kapılır; Ali Bey tutsak cariye Dilaşub’un önce farkına varmaz, sonra koynuna alır, daha sonra bir kuru iftirayla döverek kovar. Edebiyatımızın edebiyat değeri taşıyan ilk romanı olan İntibah, Dilaşup ile Mahpeyker’in ölümleri, Ali Bey’in suçluluk düşüşüyle sonuçlanır.
Vatan yahut Silistre, yazarın ilk tiyatro eseridir. Osmanlı-Rus savaşlarından birinde, Silistre Kalesi’nin kuşatılması sırasında kalede geçen olaylar, romantik bir aşk ilişkisi ve inanılmaz buluşmalarla beslenen ülküleştirilmiş kişiler arasındaki mutlu rastlantılar (4 perde, düzyazıyla, arada yurtseverlik duygularını besleyen şiir, marş parçaları). Arnavutluk eşrafından İslâm Bey, savaşa adamlarıyla gönüllü giderken bir iki kez görüp tutulduğu Zekiye’nin evine pencereden girip sevgilisine duygularını açarak veda eder. Babasının ve kardeşini yitirmiş olan Zekiye, erkek kılığına girip Adem adını alarak (kalede çocuk diye çağrılacaktır) erkeğinin ardından gider. Rus saldırılan karşısında yardımsız kalındığı halde yiğitçe savaşan Osmanlı Ordusu’nun içinde İslâm Bey seçkinleşir, yaralanıp gözleri sarılınca Zekiye ona bakar, her lâfın sonunu “kıyamet mi kopar” diye bağlayan Abdullah Çavuş ile birlikte üçü düşman cephaneliğini patlatınca kuşatma kaldırılır, düşman çekilir, bu yeterli zafer hem Zekiye’nin gerçek babası olan Miralay (albay) Sıtkı Bey’e hem sevdiği erkek olan İslâm Bey’e kavuşturmasıyla pekişince kalede coşkulu marşlar okunur. Kişilerin adları, kişiliklerinin özelliklerine göre seçilmiştir.
kaynak:nkfu
John Millington Synge; İrlandalı yazardır (Rathfarnham, 1871-Dublin, 1909).
Öğrenimini Dublin’deki Trinity College’de tamamladıktan sonra İtalya ve Almanya’ya yolculuklar yapan John Millington Synge, Fransa’ya yerleşti. Burada, Yeats ile tanıştı ve onun öğütlerine uyarak İrlanda’ya döndü, konularını İrlandalıların günlük yaşamından aldı. 1898’de İrlanda’nın batısındaki Aran adalarına yerleşen Synge yapıtlarında alaycı bir hava taşıyan, çok güzel, destansı bir anlatım kullandı.
İlk oyunlarından olan ve günlük yaşamda geçen olayları dile getiren Derenin Gölgesinde (In the Shadow of the Glen, 1903) ve Denize Giden Atlılar (Riders to the Sea, 1904) büyük eleştirilere uğradı. 1904’te Lady Gregory ile Yeats’in başlattığı tiyatro etkinliklerine yoğun bir biçimde katılan Synge, Abbey Theatre’ın kurulmasına katkıda bulundu. Bu arada başyapıtları olan The Well of the Saints (Azizler Çeşmesi, 1905) ve Babayiğit’i (The Playboy of the Western World, 1907) yazarı Synge bu oyunlarında Batı İrlanda yaşamını sahneye koydu. Şiirsel düzyazı biçiminde ve Deirdre’in İrlanda efsanesinden esinlenerek yazdığı üç bölümlük Deirdre of the Sorrows (Acıların Kızı Deirdre, 1910) trajedisinde Sygne, biçim güzelliğinin ve efsanevi havanın benimsettiği güçlü bir anlatım kullandı.
Yeats ve Joyce ile birlikte İrlanda edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Synge’in öbür yapıtları arasında The Aran îslands (Aran Adaları, 1907) ve The Tinker’s Wedding (Tenekecinin Düğünü, 1910) yer alır.
kaynak:nkfu
Tam adı Saim Gazanfer Özcan’dır. 27 Ocak 1931’de İstanbul’da doğmuş yine aynı şehirde 17 Şubat 2009 tarihinde hayata gözlerini yummuştur.
Türk tiyatro oyuncusu,yöneticisi ve sinema oyuncusudur. Liseden ayrıldı. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda, (1947-1961) küçük rollerde oynadı. 1942’de kurduğu özel topluluk, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nun çekirdeğini oluşturdu. Azak, Esentepe ve Şişli salonlarında oyunlar oynadı. Az film çeviren sanatçı, yurt çapında ününü, 1985’te başlattığı Kuruntu Ailesi adlı TV dizisiyle sağladı. Ardından yeni neslin onu tanımasını sağlayan Avrupa Yakası isimli dizide yine bir aile babası olarak Tahsin Bey rolünü 2004 ile 1009 tarğihleri arasında üstlendi. Kronik Akciğer hastalığı sebebi ile 17 Şubat 2009 tarihinde hayata gözlerini yummuştur.
Tiyatroda:Mum Söndü (1962), İpekçi Merhum (1963), Kocamın Nişanlısı (1965), Deli (1967), Kız Kuruları (1968), Koca Eşşek (1971), Nereden Nereye (1973), Maymun Gözünü Açtı (1974), Kime Niyet Kime Kısmet (1976), Yağmurdan Kaçarken (1978), Oh Olsun (1980), Amatör (1981). Beni Kimse Durduramaz (1982), Hüsnü Kuruntu (1984), Karışık İş (1985), Kaşla Göz Arasında (1987).
Filmleri : 1952 İngiliz Kemal Lawrence’a Karşı
1953 Çeto Salak Milyoner
1954 Fındıkçı Gelin
1954 Aramızda Yaşayamazsın
1954 Şimal Yıldızı
1958 Allı Yemeni
1959 Sevdalı Gelin
1959 Garipler Sokağı
1961 Biz İnsan Değil Miyiz?
1961 İki Damla Gözyaşı
1961 Utanmaz Adam
1961 Naciyem
1961 Minnoş
1961 Yedi Günlük Aşk
1961 Külkedisi
1962 Damat Beyefendi
1962 Şaka Yapma
1963 Avare Şoför
1970 Vur Patlasın Çal Oynasın
1971 Çılgın Yenge
1975 Televizyon Çocuğu
1975 Tokmak Nuri
1975 Ah Nerede, Vah Nerede..
1975 Dam Üstüne Çul Serelim
1992 Burnumu Keser misiniz?
2000 Komser Şekspir
2005 Keloğlan Karaprens’e Karşı
2007 Beyaz Melek
kaynak:nkfu
Sidney Howard; (d. 26 Haziran 1891, Oakland, California – ö. 23 Ağustos 1939, Tyringham, Massachusetts, ABD), ABD’li oyun yazarıdır. Amerikan tiyatrosunda gerçekçiliğin öncülerindendir.
1915’te, Berkeley’deki California Üniversitesi’nden mezun oldu. Harvard’daki “Atölye 47″de, George Pierce Baker’dan ders aldı. I. Dünya Savaşı’nda Amerikan sıhhiye birliğinde görevlendirildi; daha sonra ABD Hava Birliği’nde yüzbaşı oldu. 1919-22 arasında Life adlı mizah dergisinde çalıştı; ardından Hearst’ün sahibi olduğu International Magazine’de makaleler yazdı. 1922’de oyuncu Clare Eames ile evlendi.
En tanınmış oyunlarından biri California’ daki orta yaşlı bir İtalyan göçmen ve mektupla bulduğu eşinin öyküsü olan They Knew What They Wanted’dır (1924; Ne İstediklerini Biliyorlardı). 1925 Pulitzer Ödülü’nü kazanan yapıt, daha sonra Frank Loesser’in The Most Happy Fella (1957; En Mutlu Adam) adlı müzikaline konu olmuştur. The Silver Cord (1926; Gümüş Bağ) bir annenin son derece çarpıcı bir portresini çizer ve onun hükmedici tutumunun oğullarının yaşamı üzerindeki etkisini anlatır. Howard’in, 1934’te Paul de Kruif ile birlikte yazdığı Yellow Jack (Karantina Bayrağı) ise, sarı humma salgınıyla ilgili, belgesel öğeler içeren bir oyundur. Howard’in öbür oyunları arasında, Will Irwin ile birlikte yazdığı Lute Song (1930; Lavta Şarkısı), René Fauchois’nın yazdığı Fransızca bir oyundan uyarlanan The Late Christopher Bean (1932; Merhum Christopher Bean) ve Sinclair Lewis’in bir romanından uyarlanan Dodsworth (1934) yer alır. Howard ayrıca, Avrupalı yazarlara ait çok sayıda oyunu çevirmiş ve uyarlamıştır; Salvation (1928; Charles Mac Arthur ile birlikte; Kurtuluş) bunlara örnektir.
Oyun Yazarları Birliği, her yıl gelecek vaat eden oyun yazarlarına verilmek üzere Howard’in anısına bir ödül koymuştur.
kaynak:nkfu
Jorge Icaza Coronel; (d. 10 Temmuz 1906, Quito – 6. 26 Mayıs 1978, Quito, Ekvador), Ekvadorlu roman ve oyun yazarıdır. Ülkesindeki Yerli halkın karşılaştığı sömürüyü keskin bir gerçekçilikle betimlemesiyle ezilenlerin sözcüsü olarak uluslararası ün kazanmıştır.
Edebiyata oyun yazarı olarak başladıysa da, 1933’te El dictador (Diktatör) adlı yapıtının sansür edilmesi üzerine romana yöneldi. Romancı olarak kısa sürede başarı kazandı ve daha ilk yapıtı Huasipungo’yla (1934, yb 1951) büyük tartışmalar yarattı. Romanda, açgözlü ve acımasız beyaz toprak sahiplerinin Yerlilerin elinden huasipungo’ larını (Yerli ırgatların emeklerine karşılık aldıkları küçük toprak parçası) almaları anlatılır; ayaklanan Yerliler öldürülür ve çiftlikleri yakılıp yıkılır. Huasipungo, Ekvador’da egemen sınıfların büyük öfkesiyle karşılaştı; kilise ise sessiz kalmakla birlikte yapıtı onaylamadığını belli etti. Kısa sürede radikal propaganda aracı haline gelen kitap, aralarında Rusça ve Çincenin de bulunduğu birçok dile çevrildi. Bazı eleştirmenlerce yalnızca propaganda değeri taşıdığı, bazılarınca da yapısının sağlam olmadığı gerekçesiyle eleştirildi. Ama etkileyici dilinden ötürü birçoklarınca bir gerçekçilik başyapıtı olarak nitelendi; üslubunu belirtmek için gerçekçilik ötesi (infrarealist) terimi kullanıldı.
Sonraki romanlarında da gene beyazlarla yoksul Yerliler arasındaki mücadeleyi dile getiren Icaza, oyun yazarlığını da bırakmadı. Sonraki yapıtları arasında En las calles (1934; Sokaklarda), Media vida deslumbrados (1942; Yarış» Şaşkınlıkla Geçen Yaşam), Huairapamushcas (1948, 1973), Seis veces la muerte (1954; Altı Kez Ölüm), El chulla Romero y Flores (1958; Yalnız Adam Romero y Flores) sayılabilir. Bu dönemde çok sayıda oyun da yazan Icaza’nın Obras escogidas’ı (Seçme Yapıtlar) 1961’de, Meksika’da yayımlanmıştır.
1973’ten sonra Icaza, Ekvador’un Peru ve SSCB elçisi olarak görev yaptı. Gerek ele aldığı temalar, gerekse gerçekçi üslubuyla Ekvador ve İspanyol-Amerikan edebiyatında etkili oldu.
kaynak:nkfu
Oktay Arayıcı; (d. 8 Şubat 1936, Rize – ö. 21 Ocak 1985, İstanbul), oyun yazarıdır. 1961’de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Daha öğrencilik yıllarında başlayan tiyatro tutkusuyla Gençlik Tiyatrosu’nda ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu Uluslararası Kültür şenliklerinde etkin rol oynadı. 1965’te TRT’ye girdi, program yapımcısı ve yönetici olarak çalıştı. 1981’de TRT’den uzaklaştırılan 101 kişi arasında Arayıcı da vardı; atandığı yeni görevden istifa etti. Kısa bir süre sonra da öldü.
Oyunlarında, Türkiye’de özellikle Cumhuriyet’le başlayan toplumsal değişimi ele aldı. 1979’da TDK ve Avni Dilligil tiyatro ödüllerini kazanan Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi (1978) adlı “seyirlik tragedya” sında da görüldüğü gibi, Arayıcı tiyatroyu karşıtlıkları yoğunlaştırarak sergilemekte kullandı. Ankara Sanatsevenler Derneği’ nin ödülünü kazanan Seferi Ramazan Beyin Nafile Dünyası (1971) ve Ankara Sanat Kurumu’nun ödülünü alan Rumuz Goncagül’de (1978) sahnede izleyiciye gerçeğin taklidini değil, kendisini göstermeyi amaçladı. At Gözlüğü (1978) adlı TV senaryosunda ise doğrudan etki yaratmak için sloganlara başvurdu. Arayıcı, İkinci Hedef (1970) adlı senaryosuyla da Yunus Nadi Armağanı’nı kazandı.
kaynak:nkfu
John Arden; (d. 26 Ekim 1930, Barnsley, Yorkshire, İngiltere – 28 Mart 2012, Galway, İrlanda), 20. yüzyıl ortalarında ürün vermeye başlayan İngiliz oyun yazarlarının en önemlilerindendir. Oyunları şiir ve şarkılarla konuşma dilini çarpıcı biçimde bir araya getirir ve özellikle çözümsüz bırakılmış şiddetli çelişkiler içerir.
Cambridge Üniversitesi’nde ve Edinburg College of Art’ta mimarlık öğrenimi gördü. Edinburg’da okurken, bir tren yolunun yapımını konu alan All Fall Down (1955) adlı komedisi okul arkadaşları tarafından sahnelendi. 1955-57 arasında bir mimarın yardımcısı olarak çalışırken, bir yandan da oyun yazmayı sürdürdü. Profesyonel olarak canlandırılan ilk yapıtı, bir delinin kumanda ettiği geminin talihsiz yolculuğunu anlatan The Life of Man (1956; İnsan Yaşamı) adlı radyo oyunu oldu. Waters of Babylon (1957; Babil Suları) adlı oyunu, dürüst olmayan ancak üzerinde hiçbir yargıya da varılmayan baskısıyla, sonraki oyunlarında da eleştirmenleri ve izleyicileri tedirgin eden ahlaksal belirsizliği ortaya koyuyordu. Bunu izleyen Live Like Pigs (1958; Domuzlar Gibi Yaşayın) ve Serjeant Musgrave’s Dance (1959; Çavuş Musgrave’in Darısı) adlı oyunları da tartışmalara yol açtı.
Arden 1957’de evlendiği oyuncu ve oyun yazarı Margaretta D’Arcy ile birlikte, amatörler ve öğrenci oyuncular için birçok oyun ve doğaçlamaya açık yapıt verdi. Bunlardan 1960’ta Londra’da sahnelenen The Happy Haven (Mutlu Sığınak), yaşlı bir ailenin evini anlatan acı bir farsdır. 1963 tarihli The Workhouse Donkey (Fabrikanın Eşeği), kalabalık kadrolu, coşkulu bir komedidir. Doğup büyüdüğü sanayi kenti Barnsley’nin havasını olduğu gibi yansıttığı bu oyununda Arden, yerel yönetimi alaya alır. Orta İskoçya konuşma diliyle yazılmış olan Armstrong’s Last Goodnight (1964; Armstrong’un Son “İyi Geceler”i) bir saraylıyla bir haydut arasındaki mücadeleyi verirken 16. yüzyıl İskoçyası ile çağdaş Kongo arasındaki benzerliklere dikkat çeker. Magna Carta’nın imzalanışının 750. yıldönümü nedeniyle yazdığı Left-Handed Liberty (1965; Beceriksiz Özgürlük) belgenin özgürlük sağlamada yetersiz kalışı üzerinde durur. The True History of Squire Jonathan and His Unfortunate Treasure (1968; Silahtar Jonathan ve Talihsiz Hazinesinin Gerçek Öyküsü), o sıralar yaygın olan sahnede çıplaklık merakına göre uyarlanmış iki kişilik erotik bir oyundu. Margaretta D’Arcy ile birlikte yazdığı The Island of the Mighty (1972; Güçlüler” Adası) ise Kral Arthur üzerine romantik olmayan bir danslı oyundur. Sonraki oyunlarından bazıları The Non-Stop Connolly Cycle (1975; Aralıksız Connolly Döngüsü), Vandaleur’s Folly (1978; Vandaleur’un Budalalığı) ve The Little Gray Home in the West’tir (1978; Batıdaki Küçük Gri Ev).
kaynak:nkfu
Eugène Ionesco; Rumence Eugen İonescu (d. 26 Kasım 1912, Slatina, Romanya – ö. 28 Mart 1994, Paris, Fransa), Rumen asıllı Fransız oyun yazarıdır. Bir “anti-tiyatro” örneği olan tek perdelik oyuna La Cantatrice chauve’la (1949; Kel Şarkıcı, 1961,1965) tiyatro tekniklerinde büyük bir devrime yol açmış ve uyumsuzluk tiyatrosunun doğmasında önemli bir rol oynamıştır. 1970’te Académie Française’e üye seçilmiştir.
Çok küçük yaşta ailesiyle birlikte Fransa’ya giden Ionesco, 1925’te Romanya’ya geri döndü. Bükreş Universitesi’nde Fransız dili ve edebiyatı öğrenimini tamamladıktan sonra, Paris’te doktora (1939) çalışmalarına başladı. 1945’ten sonra Paris’e yerleşti. Düzeltmen olarak çalıştığı sırada ingilizce öğrenmeye başladı. İngilizce ders kitabındaki biçimsel ve basmakalıp alıştırma cümleleri, Kel Şarkıcı’daki anlamsız konuşmalara esin kaynağı oldu. Oyunun en ünlü sahnesinde, iki yabancı sıradan konular (havanın nasıl açtığı, nerede oturdukları, kaç çocukları olduğu) üzerine konuşurken, birdenbire ve hayretle karıkoca olduklarını fark ederler. Bu sahne, Ionesco’nun sürekli yinelediği, insanın kendi kendisine yabancılaşması ve iletişimsizlik gibi temaların çarpıcı bir örneğidir.
Kel Şarkıcı’nın ardından Ionesco, bu oyundaki “mantıkdışı” düşünceleri geliştiren oyunlar yazdı. Bunlar arasında, son derece usdışı bir anlatımı olan kısa skeçler ve başta ölüm korkusu olmak üzere sonraki yapıtlarında ele aldığı temalara yer veren, daha ayrıntılı işlenmiş bir dizi tek perdelik oyun yer alıyordu. Bunlardan La Leçon (1951; Ders, 1962), Les Chaises (1952; Sandalyeler, 1962) ve Le Nouveau Locataire (1955; Yeni Kiracı, 1963) oldukça başarılıydı. Öte yandan Ionesco, Amédée, ou comment s’en débarrasser (1954; Amédée y a da Nasıl Kurtulmalı), Tueur sans gages (1959; Kiralık Olmayan Katil) ve Le Rhinocéros (1959; Gergedan, 1963) gibi uzun oyunlarında aynı ölçüde başarılı değildi. Ama sonunda Le Roi se meurt (1962; Kral Ölüyor, 1964/ Krallar da Ölür, 1968) ile dramatik bir bütünlüğe ulaşabildi. Bu oyunun ardından, felsefi fantezilerinin en başarılı ve en çarpıcı olanlarından Le Piéton de l’air i (1963; Hava Yayası) yazdı. La Soif et la faim’le (1966; Susuzluk ve Açlık) birçok bölümden oluşan, daha parçalı bir oyun yapısına döndü. Sonraki 10 yıl içinde Jeux de massacre (1970; Öldürme Oyunu), Shakespeare’in Macbeth’inin bir uyarlaması olan Macbett (1972) ve Ce formidable bordel (1973; Bu Harika Genelev) adlı oyunları yazdı. Ayrıca denemeleri, çocuklar için ders kitapları ve Le Solitaire (1973; Yalnız Adam, 1974, 1990) adlı bir romanı vardır.
Ionesco’nun başarısı, gerçeküstücü ve temsili olmayan tiyatro tekniklerini yaygınlaştırmasında, bunu doğalcı geleneğe alışmış bir seyirciye kabul ettirebilmesinde yatar. Bunu bir ölçüde, Notes et contrenotes (1962; Notlar ve Karşı Notlar) adlı deneme kitabında da ortaya koyduğu keskin eleştiri gücüne ve saldırgan tutumuna borçludur. Sonraki yapıtlarında, düşüncenin paradokslarından çok, düşlere, görülere ve bilinçaltının araştırılmasına yönelmiştir. Kral Ölüyor’dan sonra karamsarlığı azaldıysa da, daha katı bir siyasal tavır benimsemiştir. Önceleri kendini “sağcı anarşist” olarak tanımlarken, Journal en miettes (1967; Günlük Parçaları) adlı yapıtında her türlü sol ideolojinin karşısında yer almıştır.
Ionesco’nun Türkçeye çevrilen öteki oyunları arasında Le Maitre (1951; Önder, 1964), Jacques ou la soumission (1953; Jacques ya da Boyun Eğme, 1964), La jeune fille à marier (1953; Evlenecek Genç Kız, 1963/ Gelinlik Kız, 1964) ve Délire à deux (1962; İki Kişilik Hırgür) vardır.
kaynak:nkfu
Seán O’Casey; asıl adı John Casey (d. 30 Mart 1880, Dublin, İrlanda – ö. 18 Eylül 1964, Torquay, Devon, İngiltere), İrlandalı oyun yazarıdır. Savaş ve devrim sırasında Dublin’in kenar mahallelerinde geçen ve trajediyle komediyi alışılmadık bir biçimde birleştiren gerçekçi oyunlarıyla ünlüdür.
İrlandalı Protestan bir ailenin 13’üncü ve en küçük çocuğuydu. Yetiştiği çevrede açlık, hastalık, yoksulluk, korku ve içkiyi tanıdı. Yalnızca üç yıl okula gitti, kendi kendini eğitti. Çalışmaya 14 yaşında işçi olarak başladı. On yıl İrlanda demiryollarında çalıştı.
İrlanda ulusal hareketine katıldı; bu arada adını İrlanda dilindeki söyleyişiyle O’Cathasaigh olarak değiştirdi ve Keltçe öğrendi. İşçi hareketi içinde de yer alarak Irish Worker’s yazılar yazdı. Sendikaların yarı askeri kolu İrlanda Yurttaşlar Ordusu’na katıldı ve 1914’teki yeniden örgütlenme sırasında bu kuruluşun tüzüğünü hazırladı. Ama aynı yıl, emeğe karşı olmakla suçladığı bu örgütten ayrıldı. Ulusal harekete orta sınıfın önderlik etmesi karşısında sürekli düş kırıklığına uğrayan O’Casey, 1916’daki Paskalya Ayaklanması’na da katılmadı.
Siyasal partilerin tutumundan nefret ederek kendini oyun yazmaya verdi. Trajikomedilerinde bir bakıma, yoksul İrlanda halkı karşısındaki karmaşık duygularını dile getirdi.
Dublin’deki Abbey Tiyatrosu’na verdiği birkaç oyunu geri çevrildi. Burada sahnelenen ilk yapıtı İrlanda Cumhuriyet Ordusu’yla (IRA) İngiliz kuvvetleri arasındaki savaşı anlatan The Shadow of a Gunman (1923; Silahşorun Gölgesi, 1990) oldu. İrlanda’nın bağımsızlığı için verilen iç savaşta geçen ve en sevilen oyunu olan Juno and the Paycock (Dünyanın Düzeni, 1965) 1924’te sahnelendi. Arka planında Paskalya Ayaklanmasının yer aldığı The Plough and the Stars (1926; Saban ve Yıldızlar) Abbey Tiyatrosu’nda sahnelendiğinde, oyunun İrlandalı kahramanları aşağıladığını ileri süren yurtseverlerin tepkisiyle karşılaştı.
1926’da İngiltere’ye giden O’Casey, orada tanıştığı İrlandalı oyuncu Eileen Carey Reynolds ile evlendi ve bu ülkeye yerleşti. 1929’da İngiltere’de sahnelenen savaş karşıtı ve bir ölçüde dışavurumcu oyunu The Silver Tassie’nin Abbey Tiyatrosu tarafından geri çevrilmesi, O’Casey’nin İrlanda dışında yaşama kararını etkiledi. Çağdaş dünyanın bir parktaki olaylarla simgeleştirildiği Within the Gates (1934; Kapıların İçinde) bir başka dışavurumcu oyunuydu. Faşizme karşı yazdığı The Star Turns Red (1940; Yıldız Kızıllaşıyor) adlı oyunu, 1911’deki İrlanda demiryolu işçileri grevi sırasında Dublin’de geçen ve otobiyografik özellikler taşıyan Red Roses for Me (1946; Kırmızı Güller, 1977, 1985) izledi.
Son oyunlarında fantastik ve törensel hava ağır basıyordu. Cock-a-Doodle Dandy (1949; Kibirli Züppe), The Bishop’s Bonfire (1955; Piskoposun Şenlik Ateşi) ve The Drums of Father Ned (1958; Peder Ned’in Davulları) bunlardan birkaçıdır. Son uzun oyunu Behind the Green Curtains (1961; Yeşil Perdeler Arkasında) Dublinli aydınlara yöneltilmiş bir yergidir.
O’Casey’nin 1939-56 arasında yazdığı altı otobiyografisi, ABD’de Mirror in My House (1956; Evimdeki Ayna), İngiltere’de Autobiographies (1963; Otobiyografiler) adıyla derlendi.
1910-14 arasında yazdığı mektupları David Kraus tarafından iki kitapta toplanarak yayımlandı (1975,1980).
kaynak:nkfu
Joe Orton; (d. 1 Ocak 1933, Leicester, Leicestershire -ö. 9 Ağustos 1967, Londra, İngiltere), seyircide dehşet duygusu uyandıran, taşkın bir üslupla kaleme alınmış farslarıyla tanınan İngiliz oyun yazarıdır.
Başarısız bir oyunculuk yaşamından sonra 1950’lerin sonunda, dostu K.L. Halliwell’in desteğiyle yazmaya başladı. Ama bu dönemde Halliwell’le birlikte yazdığı romanları yayımlatamadı. Ancak 1964’te BBC’de yayınlanan radyo oyunu The Ruffian on the Stair’le (Merdivendeki Alçak) üne kavuşabildi ve ölümüne değin başarılı bir oyun yazan olarak adından söz ettirdi. Entertaining Mr. Sloane (1964; Mr. Sloane’u Ağırlarken), Loot (1965; Yağma) ve ölümünden sonra 1969’da sahnelenen What the Butler Saw (Uşağın Gördükleri) adlı yapıtları ahlaksal çürümeyi, şiddeti ve cinsel zorbalığı irdeleyerek seyircinin ahlaki duygularına saldıran aykırı üsluplu kara komedilerdir. Yapıtları, özlü ve nükteli anlatımları ve yer yer abartılı parlaklıklarıyla dikkati çeker. Oyun kişileri, kendilerini içinde buldukları rezil durumlardan gülünç yöntemlerle kurtulmaya çalışırlar. Orton’ın ayrıca, aralarında Funeral Games’in de (1968; Cenaze Oyunları) bulunduğu dört tane tek perdelik oyunu vardır.
Orton’ın çok kısa süren yazarlık yaşamı, onun kadar başarılı olmayan Halliwell tarafından dövülerek öldürülmesiyle son buldu. (Hemen ardından Halliwell de intihar etti.) John Lahr’m Prick Up Your Ears: The Biography of Joe Orton (Kulak Kabartın: Joe Orton’ın Yaşamöyküsü) adlı yapıtı 1978’de yayımlandı.
kaynak:nkfu
John Osborne; (d. 12 Aralık 1929, Londra, İngiltere, ö. 24 Aralık 1994, Clun, Birleşik Krallık), İngiliz oyun yazarı ve film yapımcısıdır. 1956’da sahnelenen Look Back in Anger (Öfke, 1967, 1972) adlı yapıtıyla İngiliz tiyatrosunda yeni bir hareketin öncüsü olmuş ve Öfkeli Kuşak‘ın ilk temsilcisi olarak tanınmıştır
Babası bir piyasa ressamı, annesi garsondu. Babası 1941’de ölünce, sigortadan aldığı parayla Devon’daki Belmont College’da yatılı olarak okudu. Ama okuldan nefret ediyordu ve müdürle kavga ederek oradan ayrıldı. Londra’ya annesinin yanına gitti ve kısa süre gazetecilik yaptıktan sonra, gezici bir gençlik tiyatrosunda ders vererek tiyatro dünyasına ilk adımını attı. Ardından taşra kasabalarındaki çeşitli repertuvar topluluklarında oyunculuk ve yöneticilik yaptı, bir yandan da oyun yazmaya başladı, ilk oyunu The Devil inside Him’i (1950; İçindeki Şeytan) arkadaşı, öğretmeni ve ilk aşklarından oyuncu Stella Linden’la birlikte kaleme aldı.
Osborne Londra’da ilk kez 1956’da sahneye çıktı. Aynı yıl Öfke İngiliz Sahne Topluluğu tarafından sergilendi. Oyun biçimsel olarak yenilikçi olmamakla birlikte, alışılmamış bir içeriğe sahipti. II. Dünya Savaşı” na katılmamış ama savaş sonrasının çöküntüsünü ve umutsuzluğunu yaşamış 20-30 yaşlarındaki genç İngilizler kuşağı ilk kez bir oyuna konu oluyordu. Oyunun kahramanı, bir işçi çocuğu olan Jimmy Porter’dır. Porter devletin sağladığı olanaklarla öğrenim görerek biraz yükselebilmiştir; ama gelmiş olduğu yerden, iyi işleri ellerinde tutarak yükselmesini engelleyen ayrıcalıklı insanları daha iyi görebilmektedir. Bir markette çalışmayı sürdürür ve öfkesini orta sınıftan gelen karısına ve onun arkadaşına yansıtır. Oyunda Osborne Porter’ın sorunlarına hiçbir çözüm sunmamakla birlikte, seyircinin bu sorunları yakından hissetmesini sağlar.
Osborne’un sonraki oyunu The Entertainer (1957; Komedyen) eski güvenini yitirmiş çağdaş İngiltere’den bir kesit sunar. Oyunun kahramanı gözden düşmüş bir komedyendir ve Osborne müzikhol geleneğinin yok oluşunu ulusun canlılığını yitirmesinin eğretilemesi olarak kullanır. 1958’de sahnelenen Epitaph for George Dillon (Burada Gömülü) adlı oyunu ise, başarılı olamamış genç bir oyun yazarının öyküsüdür. Osborne 1958’de film yönetmeni Tony Richardson’la birlikte Woodfall Film Productions’ı kurdu. Şirket Öfke (1959) ve Entertainer (1959; Sahte Tebessüm) filmleriyle Henry Fielding’in romanından uyarladığı senaryosuyla Osborne’a Oscar Ödülü’nü kazandıran Tom Jones (1963) filmini çekti.
Osborne, Reform hareketinin önderini konu aldığı epik oyunu Luther’le (1961) başkaldıran bir kahramanı sahnede yeniden yaratmadaki ustalığını ortaya koydu. Plays For England (1962; İngiltere İçin Oyunlar) adlı kitabı, krallık üzerine bir yergi olan Blood of Bambergs (Bamberglerin Kanı) ile bir üstünlük ve boyun eğme oyunu oynayan, ensest ilişkisine girmiş bir çifti konu alan Under Plain Cover (Basitlik Görüntüsü Altında) adlı oyunları kapsar. Sonraki oyunlarından Inadmissible Evidence (1964; Geçersiz Kanıt) bir türlü hedefe ulaşamayan bir davavekilini konu alır. Rusya adına casusluk yapan Avusturyalı Alfred Redl’in yaşamına dayanan A Patriot for Me (1965; Benim İçin Bir Yurtsever), I. Dünya Savaşı öncesinde Avusturyalı eşcinsel bir subayın öyküsü etrafında imparatorluğun çöküşünü ve toplumun kurallarına uymamanın getirdiği tehlikeleri ele alır. Osborne West of Suez’de (1971; Süveyş’in Batısı), gözden düşmekte olan bir İngiliz sömürgeci tipine sempatiyle, onun şaşkın ve ruh hastası olarak gösterilen karşıtlarına ise antipatiyle yaklaşır.
Otobiyografisi olan A Better Class of Person’in (1981; Üst Sınıftan Biri) ilk bölümünün de gösterdiği gibi, Öfke’deki kızgınlık büyük ölçüde Osborne’un çocukluk ve ilkgençlik deneyimlerinden kaynaklanır. Osborne otobiyografisinde, annesinde kişileştirdiği İngiliz alt orta sınıf yaşamının bayağılığına saldırarak kendi uçan, değişken mizacını inceler. Tiyatroya oyuncu olarak başlayan Osborne, oynanması kolay roller yaratmadaki ustalığıyla dikkati çeker. Tiradın tiyatroda yeniden önem kazanmasında da etkili olmuştur. Ama hepsinden önemlisi, yukarı sınıf yaşamını anlatan İngiliz tiyatrosunun çağdaş yaşamı konu alan gerçekçi oyunlara yönelmesinde büyük rol oynamıştır.
kaynak:nkfu
Turan Oflazoğlu; (d. 29 Temmuz 1932, Adana), konularını tarihsel olaylardan ve kişilerden alan yapıtlarıyla tanınmış oyun yazarıdır.
Yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı ile Felsefe bölümlerinde tamamladı (1960). Askerlik hizmetinden sonra ABD’ye giderek Washington Üniversitesi’nde tiyatro ve oyun yazarlığı dersleri aldı. İlk oyunları Keziban (1967) ve Allah’ın Dediği Olur’u (1967) ABD’de yazdı. Kan davası olgusunu psikolojik boyutlarıyla işlediği Keziban 1967’de orada sahnelendi. Oflazoğlu yurda dönüşünde İstanbul Radyosu Tiyatro Şubesi’nde dramaturg olarak göreve başladı.
Oflazoğlu ilk oyununun dışında hemen bütün oyunlarında tarihsel olaylar ve kişilerden yola çıkmıştır. Örneğin, Deli ibrahim’de (1967) tahta çıkmaya hazır olmayan bir padişahın bilinçli çılgınlığını, IV. Murat‘ ta (1970) iktidar tutkusunu ele almıştır. Derinlemesine irdelediği tarihsel kahramanların iç dünyasını yansıtarak onların trajik yanlarını ortaya koymuştur. Tarihsel olayların ortasında yaşayan ve onlarla bütünleşen kişilerin iç ve dış çelişkilerini yansıtmayı ön planda tutmuştur. Bu nedenle oyunlarına, tam anlamıyla tarihsel oyun da denemez.
Oflazoğlu tiyatro yapıtlarının yanı sıra Kafka, Nietzsche, Rilke, Lorca, Hölderlin, Shakespeare ve Strindberg’den çeviriler de yaptı. 1968’de Deli İbrahim oyunuyla Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü’nü, 1970’te IV. Murat’la TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü’nü, 1982’de Kösem Sultan (1982) adlı yapıtıyla Avni Dilligil Tiyatro Ödülü’nü kazandı.
ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI. Oyun. Sokrates Savunuyor (1971), Elif Ana (1979), Bizans Düştü/ Fatih (1973, yay. 1981), III. Selim/Kılıç ve Ney (1983), Cem Sultan (1986), Güzellik ile Aşk (1986). inceleme. Shakespeare (1977), Molière (1978).
kaynak:nkfu
Hubert Ogunde; (d. 1916, Ososa, Ijebu-Ode yakınları, Nijerya – ö. 4 Nisan 1990, Londra, Birleşik Krallık), birçoklarınca Nijerya tiyatrosunun kurucusu sayılan oyun yazarı, oyuncu, tiyatro yöneticisi ve müzikçidir. Müzik ve dansın önemli bir yer tuttuğu Nijerya halk operasının öncülerinden biri ve Nijerya’nın ilk profesyonel tiyatro topluluğu olan Ogunde Konser Topluluğu’nun kurucusudur (1945).
İlk halk operası The Garden of Eden (Cennet Bahçesi) 1944’te sahnelendi. Bir Afrika Protestan mezhebinin desteğiyle gerçekleştirilen opera, Kitabı Mukaddes’ ten alınma temalarla Yoruba dans-tiyatro geleneklerini kaynaştırıyordu. Ardından, 1945 genel grevini konu alan oyunu Strike and Hunger (Grev ve Açlık) Ogunde’nin bütün Nijerya’da tanınmasını sağladı. Ogunde’nin topluluğunun adı 1946’da Afrika Müzik Araştırma Topluluğu, 1947’de de Ogunde Tiyatro Topluluğu olarak değişti. Ogunde’nin zeki siyasal ve toplumsal yergilerle alışılmış müzikhol teknikleri ve güldürü öğelerini özenle kaynaştıran oyunları, Yoruba tiyatrosunun dindışı bir nitelik kazanmasında önemli rol oynadı.
Ogunde’nin 1964’te sahnelenen en ünlü oyunu Yoruba Ronu (Yorubalar Düşünün!) Batı Nijerya başbakanını sert bir dille eleştirdiği için, topluluğun etkinlikleri yasaklandı. Bu yasak 1966’da yeni askeri yönetim tarafından kaldırıldı ve aynı yıl Ogunde Dans Topluluğu kuruldu. 1965’te sahnelenen O Tito Koro’ da (Gerçek Acıdır) Batı Nijerya’daki siyasal olaylar yeriliyordu. Ogunde’nin 1946’da sahnelenen ilk yapıtlarından The Tiger’s Empire (Kaplanın imparatorluğu) kadınların profesyonel oyuncu olarak sahneye çıktıkları ilk Yoruba oyunu olması bakımından önemlidir.
Ogunde operalarını hazırlarken temel durum ve olay örgüsünü ana hatlarıyla belirlemekle yetiniyor, yalnızca şarkıları yazıp prova ediyordu. Diyaloglar doğaçlama yoluyla oluşuyordu; böylece oyuncular seyirciyle daha yakın bir ilişki kurabiliyorlardı. Bu operalarda genellikle günün siyasal iklimi yansıtılıyor, iktidardakilerin amaçlarına ve önemli sorunlara ilişkin yorumlar getiriliyordu. Ogunde’nin sonraki operalarından çoğu, güncel yergiyle caz ritimlerini ve günün moda danslarının figürlerini birleştiren popüler müzikallerdi. Bu yapıtlar 1960’larda ve 1970’lerde Batı Afrika kentlerinde ortaya çıkan popüler kültürün önemli bir parçasını oluşturdu.
kaynak:nkfu
Kola Ogunmola; asıl adı Elijah Kolawole Ogunmola (d. 11 Kasım 1925, Okemesi, Nijerya – ö. 1973), Nijeryalı oyuncu, mim sanatçısı, yönetmen ve oyun yazarıdır. Kurduğu gezici tiyatro topluluğu aracılığıyla Yoruba halk operasını geliştirerek sağlam temellere dayanan bir tiyatro türü haline getirmiştir.
Arkadaşı Nijeryalı oyun yazan Hubert Ogunde’nin yapıtlarının tipik özelliği olan sıradan komiklikleri kullanmayıp daha sağlam yapılı oyunlar yazarak onun tekniklerini geliştirdi. Oyunları genellikle, insanların zayıflıklarını ve budalalıklarını alaya alan ince toplumsal yergilerdi. Ogunde gibi Ogunmola da oyunlarında Kitabı Mukaddes’ten alınmış temalara yer veriyor ve Yoruba folklorundan yararlanıyor, ama bu konulan daha dinsel ve ahlakçı bir bağlamda işliyordu. Yapıtlarına tipik bir örnek, ikinci kansının hırslarını tatmin etmeye çalışan çok eşli bir kocanın çektiklerini anlatan Ife Owo’ydu. İlk kez 1950 dolayında sahnelenen bu oyun Love of Money (yay. 1965; Para Aşkı) adıyla İngilizceye çevrildi ve geniş izleyici kitlelerine ulaştı. Ama Ogunmola asıl ününü romancı Amos Tutuola’dan uyarladığı ve Yoruba dilinde sahnelediği Omuti Apa Kini (1963) adlı oyunuyla kazandı. Uyarlamayı başarısız bulanlar olduysa da, oyun olağanüstü bir ilgi gördü. Müzik ve dansı kullanımında belli bir incelik taşıyan Conscience (Vicdan) Ogunmola’ nın bir başka ahlakçı toplumsal yergisiydi. Ogunmola 1970’te felç geçirerek bir süre hastanede yattı. Mayıs 1972’de sahneye döndüyse de tam olarak iyileşemedi ve ertesi yıl öldü.
kaynak:nkfu
Geraldine Page; (d. 22 Kasım 1924, Kirksville, Missouri – ö. 13 Haziran 1987, New York kenti, ABD), özellikle Tennessee Williams’in oyunlarındaki kadın kahramanları yorumlamasıyla ünlü çok yönlü ABD’li oyuncudur.
Chicago’daki Goodman Tiyatro Okulu’na gitti (1942-45). Daha sonra New York kentinde Herbert Berghofun oyunculuk okulunda ve American Theatre Wing adlı tiyatro okulunda eğitim gördü. 1952’ye değin düzenli olarak Chicago bölgesinde sahneye çıktı. O yıl Williams’in Summer and Smoke oyununun Off-Broadway sahnelenişinde Alma tiplemesiyle hem izleyicinin, hem de eleştirmenlerin övgüsünü topladı. 1953’te Williams’in The Glass Menagerie (Cam Kırıkları/Sırça Kümes) oyununun radyo uyarlamasından sonra, Broadway yapımlarında sahneye çıkmaya başladı. Bunlar arasında André Gide uyarlaması The Immoralist (1954), N. Richard Nash’in The Rainmaker (1954; Yağmurcu), Terence Rattigan’ın Separate Tables (1957; Ayrı Masalar), Williams’in Sweet Bird of Youth (1959; Gençliğin Sevimli Kuşu), Eugene O’Neill’in Strange Interlude (1963; Araya Giren Garip Oyun), Williams’in Clothes for a Summer Hotel (1980) ve John Pielmeier’in Agnes of God (1982) oyunları sayılabilir. Page, tiyatrodaki en başarılı çalışmalarını yönetmen José Quintero’yla gerçekleştirmişti.
Oynadığı filmler arasında Hondo (1954; Çöller Kasırgası), Summer and Smoke (1961; Alevli Kan), Sweet Bird of Youth 1962; Yaralı Kadın/Gençlik), The Day of the Locust (1975; Çekirgenin Günü), Interiors (1978; İç Dünyalar) ve Harry’s War (1981) yer alır. Page The Trip to Bountiful (1985) filmindeki oyunuyla Oscar, Truman Capote’tan televizyona uyarlanan A Christmas Memory (1966; Bir Noel Anısı) ve The Thanksgiving Visitor (1969; Şükran Günü Ziyaretçisi) oyunlarındaki rolleriyle de birer Emmy Ödülü kazanmıştır.
kaynak:nkfu
Thomas Otway; (d. 3 Mart 1652, Trotton, Midhurst yakınları, Sussex – ö. 14 Nisan 1685, Londra, İngiltere), İngiliz oyun yazarı ve şairdir. Yapay kahramanlık trajedilerinin yaygın olduğu bir dönemde insan duygularını işlediği yapıtlarıyla duygusal tiyatronun öncülerinden biri olmuştur. Başyapıtı olan Venice Preserv’d (Kurtarılmış Venedik) dönemin en büyük tiyatro olaylarından biri sayılır.
Bir süre Winchester College’da ve Oxford’da öğrenim gördü. Ama 1671’de öğrenimini yarıda bırakarak Londra’ya gitti. Orada Aphra Behn’in oyunlarından birinde rol aldıysa da sahne korkusuna kapılarak oyunculuğu bıraktı. Uyaklı manzum bir trajedi olan ilk oyunu Alcibiades (Alkibiades), Eylül 1675’te Dorset Garden Tiyatrosu’nda sahnelendi. Bu oyunda Draxilla rolünü oynayan ünlü oyuncu Elizabeth Barry’ye çılgınca âşık oldu. Evli olan Barry’ye yazdığı altı imzasız aşk mektubu ölümünden sonra, 1697’de bir derlemede yayımlandı. Haziran 1676’da sahnelenen ve uyaklı kahramanlık oyunlarının en iyisi olan ikinci oyunu Don Carlos büyük başarı kazandı. Racine’in Berenice’inden (1670) uyarladığı Titus and Berenice (Titus ve Berenike) ve Moliere’in Les Fourberies de Scapin’inden (1671; Scapin’in Dolapları, 1944) uyarladığı The Cheats of Scapirı (Scapin’in Hileleri) 1677’de birlikte yayımlandı.
1678’de Felemenk’te bir İngiliz alayında görevlendirilen Otway, ilk komedisi Friendship in Fashion (Moda Dostluklar) sahnelendiğinde yurtdışındaydı. Plutarkhos’tan bir öykü ile Romeo ve Jüliet’in uyarlamasının ilginç bir karışımı olan sonraki oyunu Caius Marius (Gaius Marius) 1679’da sahnelendi. 1680’de otobiyografik nitelikteki etkileyici ve karamsar şiiri The Poet’s Complaint of His Muse (Şairin Kendi Esin Perisinden Şikâyeti) yayımlandı. Serbest nazımla yazdığı The Orphan (Yetim) adlı aile trajedisi 1680’in başlarında sahnelendi ve büyük başarı kazandı. Askerlik deneyimlerinden esinlenerek yazdığı The Souldier’s Fortune (Askerin Yazgısı) aynı yıl 1 Mart’ta sahnelendi. Gene serbest nazımla yazdığı Venice Preserv’d ilk kez 1682’de Dorset Garden Tiyatrosu’nda sahnelendi. Bu oyun 19. yüzyılın ortalarına değin, Shakespeare’ in yapıtları dışında, en çok sahnelenen manzum oyun oldu.
kaynak:nkfu
Vasıf Öngören; (d. 15 Şubat 1938, Tavşanlı, Kütahya – ö. 14 Mayıs 1984, Amsterdam, Hollanda), Türk toplumuna özgü gerçekleri epik tiyatro anlayışıyla işlemiş oyun yazarı ve tiyatro yönetmenidir.
Kütahya Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Teknik Üniversitesi Jeofizik Bölümü’nde okurken öğrenimini yarıda bırakarak Almanya’ya gitti (1961). Batı ve Doğu Berlin’de beş yıl tiyatro öğrenimi gördü. Doğu Berlin’de Brecht’in kurmuş olduğu Berliner Ensemble topluluğunda çalıştı. Türkiye’ye dönüşünde Ankara’da Halk Oyuncuları topluluğuna katıldı. Topluluğun dağılmasından sonra arkadaşlarıyla Ankara Birliği Sahnesi’ni kurdu. Burada kendi sahnelediği oyunu Asiye Nasıl Kurtulur? ile adını duyurdu. İlk yazdığı oyun olan Göç İstanbul’da TMTF Gençlik Tiyatrosu’nda oynanmış ve 1966 İstanbul Uluslararası Gençlik Festiva-li’nde ikinci olmuştu. Öngören Asiye Nasıl Kurtulur? oyunuyla da Ankara Sanatsevenler Derneği’nce yılın en başarılı oyun yazarı ve yönetmeni seçildi. Bu oyunda, insanın topluma yabancılaşması temasını, namus ve dürüstlük kavramlarını, ekonomik sorunlarla bağlantılı olarak epik yöntemle işledi. Oyun yabancı dillere de çevrildi. Göç’ün yeni biçimde işlenişi olan ve Almanya’ya giden işçileri ele alan Almanya Defteri 1971’de sahnelendi. Bunu Oyun Nasıl Oynanmak? izledi (1974). Toplumsal sorunları ve sınıfsal çelişkileri işleyen Zengin Mutfağı 1977 İsmet Küntay Ödülü’nü kazandı. Masalın Aslı (1977,1989) adlı bir de çocuk kitabı olan Öngören, yaşamının son yıllarını Hollanda’da geçirdi. Öldüğünde, Amsterdam’da kurmuş olduğu El Kapısı Tiyatrosu son oyunu Yeni Nesil’i sahneleme hazırlıklarını sürdürüyordu. Ölümünden sonra bu tiyatroya onun adı verildi. Türkiye’de de 1985 yılı boyunca Vasıf Öngören’i anma etkinlikleri düzenlendi. Vasıf Öngören Bütün Eserleri 1991’de yayımlandı.
Öngören epik tiyatronun Türkiye’deki başlıca temsilcilerinden biridir. Yalın bir dille yazdığı ve zaman zaman mizah öğesini kullandığı yapıtlarında, sanatsal özü geri planda bırakmaksızın toplumsal ve siyasal sorunları işleyip sunmuş, ele aldığı sorunların nedenleri üzerinde de durarak izleyiciyi düşünmeye yöneltmeyi başarmıştır.
kaynak:nkfu
Antonin Artaud; (d. 4 Eylül 1896, Marsilya – ö. 4 Mart 1948, Ivry-sur-Seine, Fransa), gerçeküstücülüğün kuramcılarından oyun yazan, şair ve oyuncudur. Klasik “burjuva” tiyatrosunun yerine, bilinçaltının özgürleşmesi ve insanın kendini anlaması için ilkel bir ayin niteliğindeki kendi yarattığı vahşet tiyatrosunu koymaya çalışmıştır.
Babası Marsilyalı, annesi İzmir kökenli Rumdu. Yetiştiği ortamın yaşamındaki güçlü etkisi özellikle mistisizme olan tutkusunda belirgindir. Tüm yaşamı boyunca süren ruhsal bunalımları nedeniyle birçok kez hastaneye yattı. L’Ombilic des limbes (1925; Bulanıklığın Orta Yeri) ve Le Pèsenerfs (1925; Sinir Ölçer) adlı gerçeküstücü şiirlerini eleştirmen Jacques Rivière’e gönderince, aralarında uzun yıllar sürecek bir yazışma başladı. Artaud Paris’te oyunculuk eğitimi gördükten sonra ilk kez Aurélien-Marie Lugné-Poe’nun Théâtre de l’Oeuvre adlı dadacı-gerçeküstücü tiyatrosunda sahneye çıktı. Gerçeküstücülerin önderi şair André Breton, Komünist Partisi’ne bağlandıklarını açıklayınca, hareketin asıl gücünün siyaset dışında olduğuna inanan Artaud gerçeküstücülerle bağlarını kopardı. Kendisi gibi gerçeküstücülerden kopmuş bir oyun yazan olan Roger Vitrac’la birlikte Alfred Jarry Tiyatrosu’nu kurdu. Kısa süre ayakta kalabilen bu tiyatrodan sonra Abel Gance’ın Napoléon adlı filminde (1927) Marat rolünü oynadı. Carl Dreyer’in klasik filmi La Passion de Jeanne d’Arc’ta (1928; Jeanne d’Arc’ın Çilesi) ise bir keşiş rolünde göründü.
Artaud, Manifeste du théâtre de la cruauté (1932; Vahşet Tiyatrosu Bildirgesi) ve Le Théâtre et son double (1938; Tiyatro ve Sureti) adlı yapıtlarında, oyuncu ve izleyicinin bir büyü ayinindeki gibi, aynı duygulan paylaşması gerektiğini belirtir. Bir tiyatro gösterisinde jestler, sesler, olağandışı dekor ve ışığın bir araya gelmesiyle, sözcükleri aşan bir dil oluşmaktadır. Amaç, düşünce ve mantığı altüst eden bu dilden yararlanarak izleyiciyi sarsmak, ona yaşadığı dünyanın alçaklığını göstermektir.
Artaud’nun (kuramları yanında ikincil önem taşıyan) yapıtları birer fiyasko oldu. 1935’te Paris’te oynanan Les Cenci, dönemi için fazla cesur bir girişimdi. Bununla birlikte görüşleri, Jean Genet, Eugène Ionesco, Samuel Beckett gibi yazarların uyumsuzluk tiyatrosu ile çağdaş tiyatroda dilin ve usçuluğun egemenliğini reddeden bütün akımları önemli ölçüde etkiledi. Öteki yapıtları arasında Meksika’yı ziyaretinden sonra yazdığı Mexico (1936), Van Gogh, le suicidé de la société (1947), Héliogabale, ou l’anarchiste couronné (1934; Elagabalus ya da Taçlı Anarşist) sayılabilir.
kaynak:nkfu
Fernando Arrabal; (d. 11 Ağustos 1932, Melilla, İspanyol Fası), İspanyol asıllı Fransız oyun yazarı, romancı ve sinemacıdır. Uyumsuzluk tiyatrosuna yakın bir çizgideki tiyatro ve edebiyat yapıtlarında şiddet, vahşet ve pornografi öğelerine dayalı bir dünya yaratmıştır.
Önceleri bir kâğıt şirketinde çalıştı. Madrid Üniversitesitesi’nde hukuk eğitimi gördükten sonra 1950’lerin başında yazarlığa başladı. 1955’te tiyatro eğitimi için gittiği Paris’e yerleşti. Oyunlarını topladığı ilk kitabı 1958’de yayımlandı. Savaşın korkunçluğunu, neşeli bir aile gezintisi ile karşıtlığı içinde ele aldığı, savaş karşıtı bir yergi olan Piquenique en campagne (Cephede Piknik) adlı oyununun 1959’da sahnelenmesiyle Fransız öncü (avant-garde) çevrenin dikkatini çekti. Bu ilk döneminin belki de en önemli yapıtı, İsa’nın başından geçenlerin parodisi olan Le Cimitière des voitures (1958; Otomobil Mezarlığı) adlı oyunudur. Arrabal’ın fahişeler, katiller ve işkencecilerden oluşan karakterleri masum olmamakla birlikte genellikle çocuksudur.
1960’ların ortasından başlayarak Arrabal artan ölçüde biçime ağırlık verdi; ayin niteliğinde oyunlar yazmaya başladı ve giderek “panik tiyatrosu” adını verdiği anlayışı geliştirdi. Bu oldukça üretken döneminin oyunları arasında, iki karakterin birbirlerinin kişiliklerine büründüğü L’Architecte et l’empereur d’Assyrie (1967; Mimar ile Asur İmparatoru) ile Et ils passèrent des menottes aux fleurs (1969; Ve Çiçeklere Kelepçe Vurdular) adlı oyunları önemlidir. Arrabal, önceki oyunlarına göre daha açık bir siyasal içerik taşıyan ikinci oyundaki baskıdan kurtuluş temasını, 1967’de İspanya’ya yaptığı bir seyahat sırasında hapsedilmesinden esinlenerek işlemiştir.
Arrabal, Baal Babylone (1959; Babil’in Cezası, 1977) adlı ilk romanında faşist İspanya’da geçen kâbus dolu çocukluk günlerini anlatıyordu. Bu yapıtını 1970’te Viva la Muerte! (Yaşasın Ölüm!) adıyla senaryolaştırdı ve Tunus’ta çekilen filmi yönetti. Son derece üretken bir yazar olan Arrabal, 12 ciltte topladığı oyunlarının dışında, roman, senaryo, şiir, siyasal ve çeşitli başka konularda yazılar, ayrıca satranç üzerine de iki kitap yazmıştır. 1983’te La torre herida por el Rayo (Bir Yıldırım Tarafından Yaralanan Kule) adlı yapıtı daha yayımlanmadan, İspanya’nın en saygın ödülü olan Premio Nadal Ödülü’nü aldı.
kaynak:nkfu