Etiket: Peyami Safa

Peyami Safa Sözleri

Peyami Safa

Keske futbol oynasaymısım; belki de bacagımı Nüzhet’in askı kadar yormazdı.

Güzellesmek icin yalan elbiseleri arıyoruz ve cıplak hakikati örtmege, gizlemeye calısıyoruz; hatta kefen bile cesedimizin cirkinligini gizlemek icin beyaz bir yalandır, degil mi?

Batıda hükumet sansürü yerine seviye sansürü vardır. Bu seviyenin olmadıgı memleketlerde kanun düsünceyi hudutlandırır. Düsünce hürriyeti isteyenler daha evvel düsünce seviyesinin yükselmesine hizmet etmelidirler.

Bazen etrafımızda o kadar esrarlı bir hâdise olur ki ince teferuatına kadar bunu sezeriz, fakat hicbir sey idrak etmeyiz; ruhumuzun icinde ikinci bir ruh her seyi anlar, fakat bize anlatmaz, böyle korkunc isaretlerle bizi muammanın derinliklerine atar ve bogar.

Baskalarının karısına kız kardes gözüyle, baskasının servetine bir yıgın toprak gözüyle ve bütün yaratıklara kendi canını tasıyorlarmıs gibi bakan kimse gercekten akıllı bir kisidir.

Ask aleyhinde bin sey söylenir, fakat insanlar gene sevmeye devam ederler.

..Ve bir yalan söylendigi zaman insanların degil,esyanın bile buna nasıl tahammül ettigine sasırıyodum.Yalana her sey isyan etmelidir.Esya bile: Damlardan kiremitler ucmalıdır,agaclar köklerinden sökülüp havada bir saniye icinde toz duman olmalıdır,camlar kırılmalıdır,hattâ yıldızlar düsüp gökyüzünde bin parcaya ayrılmalıdır.

En basit ictimaî dâvaları anlamayacak kadar yabancı tesirler altında sahsiyetlerini kaybeden bu insanlarla münakasaya mecbur olmanın kücüklügünden muzdariptim.

Mechul ümitlere inanmadıgım an,beni kurtaracak seyin ne oldugunu bilmek istiyorum.Ümit etmek bile az. Emin olmak ihtiyacı. Yalancı istikbalin süpheli vaatlerine degil,teminatına ve senedine ihtiyacım var.

Felâketimizi baska biriyle taksim etmek saadettir fakat annelerle degil,annelerle degil.Annelere anlatılan kederler taksim degil zarbedilmis (dövülmüs) olur.

Bekârları cogalan cemiyet, gizli bir anarsi geciriyordur. Ya büyük bir inkılâba, ya inhitata gidecektir.

Batıda hükümet sansürü yerine seviye sansürü vardır. Bu seviyenin olmadıgı memleketlerde kanun düsünceyi hudutlandırır. Düsünce hürriyeti isteyenler daha evvel düsünce seviyesinin yükselmesine hizmet etmelidirler.

Bilgi kültürün hammaddesidir. Lâzımdır, fakat kâfi degildir. Bilginin kültür haline gelebilmesi icin, zekânın endüstrisinde mamul madde, yani fikir haline gelebilmesi gerekir.

Zamanımızda, maddeci bir dünya görüsüne karsı acılan büyük fikir savası zaferle neticeleninceye kadar parayı tahtından hic kimse indiremez. Bu, banka ile mabet arasındaki gizli yarısın sonuna baglı bir problemdir. Ucu Allah’ a varan manevî degerlerin üstün güzelligini insanlara kabul ettirdigimiz gün, para sadece asgarî bir refah vasıtası halinde kalacaktır.

Kadir gecesi bir degerlendiris gecesi, bir karar gecesi ve bir hüküm gecesidir.

Benim ki bütün âmalim sendedir,ey avâlimin vahdaniyeti,ey vahdaniyetlerin sultanı,beni bensiz bırak,sensiz bırakma.

sair,ruhu filozof,ifadesi siir adamdır.Bu siir felsefeden bahsetmege mezun olmaksızın onun varlıgı ve toplulugu kavrayıs örgüsünü tasır.

sair zekasıyla degil ruhuyla düsünür.Zeka onu teknige kavusturan vasıtadır.

Hayattan aldıgımız her zevki ona muadil bir ıstırapla ödedigimizi bildigimiz icin hicbir seyden yüzde yüz felaketten korkmuyordum. Bunun ikisi de imkansızdır.

Bir roman ya yazılır, ya yasanır. Ben sana hemen tutkun oldugumu hissettim, fakat yazmak icin degil, yasamak icin! Ben sana kollarımı uzatıyorum ve sen, bana ellerini, dudaklarını uzatacagın yerde, yazmak icin mürekkepli kalemimimi uzatıyorsun.

Her asık ve her sair ebediyen süphe edecektir,cünkü zeka icin inanmak ölümdür.

Konagı yıktık. Fakat onun saglam kalmıs malzemesinden yeni bir binada nasıl faydalanacagımızı bilmedigimiz icin, onun yerine bir apartman cıkamadık. Osmanlı kültürünün harabeleri önünde, saskın, birbirimize bakıyoruz. İcinde boguldugumuz kültür buhranının sebebi budur. İnkılabın cacaron ve demagoglara degil, yüksek mimarlarına ihtiyacımız vardır.

En basit adamın hayatı bile, baska bir adam icin namütenahi, karısık, icinden cıkılmaz bir esrar yıgınıdır.

Asıklara haber vermek isterim.Kalbin bütün meseleleri yalnız kalbde halledilir.cünkü bir hissin hakkından ancak baska bir his gelir.Ümitsiz bir askın panzehiri nefrettir.

Zaman yürümüyor, dakikalar korkunc bir sıkıntı icinde uzuyorlar, hatta dagılıyor, birikmiyor, toplanmıyor ve bir ceyrek saat olamıyorlar.’

En cok düsündügümüz kelimeyi en az kullanmaya bizi mecbur eden gururumuzu aldatmak icin, sevmek fiiline sözden baska ifade sekilleri ararız.

Bir insanın her fenalıga muktedir olabilecegi yerde cemiyet iflâs etmistir.

İstikbale hükmetmege kalkmıyalım. Yarın madem ki dogmamıstır, yoktur. Hic üzerinde bütün tahminlerimizin kıymeti de hictir.

Belki bütün sevgililer birer bahanedirler, dedi, ruhumuzun calkalanmasına bahane. İcinde ne varsa onu dısarıya dogru savururlar.

Yobazların hepsi birbirine benzer: Düsünmez öfkelenir,konusmaz;haykırır, delil aramaz; protesto yagdırır.

Aptallar bütün hayatları boyunca akıllı kisilerle gezseler bile gercekleri ögrenemezler. Hic, kasık corbanın lezzetini alabilir mi?

Dogu ile Batı arasındaki mücadele, bir insanın kendi nefsiyle mücadelesine benzer. Bunların sentezi, insanın var olmak icin muhtac oldugu vahdetin ifadesidir. İnsan, bütünlügünü ve tamlıgını ancak bu sentezde bulabilir.

Bir yazı bizde ancak kendi malımız olan fikirler dogurmak sartıyla faydalıdır.Yazıyla okuyucunun zekası arasındaki ciftlesmeden hicbir fikir dogmazsa,o mütalaa tamamiyle akimdir.Faydadan ziyade zarar verir,cünkü beynin yükünü cogaltır.

Bir Milleti Yok Etmek isterseniz askeri istilaya lüzum yoktur. Tarihini unutturmak ,dilini bozmak, dininden sogutmak ve dolayısıyla manevi degerlerini ahlakını yozlastırmak kâfidir.

Ben’in Allah’ta yok olmaya kosması azizleri, insanlıkta yok olmaya kosması dahileri, millette yok olmaya kosması kahramanları yaratmıstır.

Mide kainatın merkezidir; beyinden ziyade o düsünüyor ve bizi idare ediyor.

Kıskanclık,ifrata varmazsa faydalıdır,yasama hevesimizi cogaltır ve rakiplerimiz dostlarımızdan fazla ise yararlar.Onları iyi secmek lazımdır.Ben zeki bir düsmanı,ahmak bir dosta tercih ederim.

Bekârları cogalan cemiyet, gizli bir anarsi geciriyordur. Ya büyük bir inkılâba, ya inhitata gidecektir.

Fikirlerinin adiligini bir ibarenin alaca renklerinde ve sun’î karanlıgında gizlenmek isteyenleri muhtac oldukları bu hileden mahrum etmek kolay degildir.

Askta haysiyet veya zillet aramayalım. Her ihtiras gibi, ask da insanı en büyük irtifadan en derin ucuruma atar. Bu yükselis ve alcalıstaki basdönmesinin adı asktır.

Hakikati seviniz, o da sizi sever. Hakikati arayınız, o da sizi arar ve üstüne yalan cin setleri gibi kalın duvarlar örsün, altında kalan hakikat bir ince iniltiyle, bir hafif rüzgar dalgasıyla, herhangi bir kücük isaretle mevcudiyetini bildirir: “Buradayım!” der.

Memlekette herkes fazileti saadetin zıttı sandıgı icin ya namuslu kalmaya karar vererek bir köseye cekilip oturuyor, miskin faidesiz, cekingen yasıyor; yahut namussuzlugu kabul ederek bir taraftan halka faideli olmaya calısıyor, öte yandan calıp cırpıyor. Yani hizmetle denaati telif ediyor. Bircok faal hükümet adamlarının ahlaksızlıgı bundandır.

Gercek münevverin davası ne dine, ne de sadece hudutları ve mahiyeti tayin edilmek lazımgelen inkılaplara karsıdır. Gercek münevverin davası yobaza, yobazın her cesidine karsı, bilgi ve düsünce kıtlıgını kinin ve ihtirasın istial maddeleriyle doldurmaya calısan tefekkür vahsetine karsıdır.

Büyük bir hastalık gecirmeyenler, her seyi anladıklarını iddia edemezler.

Tecrübe, yaslanarak degil, yasayarak kazanılır; ve zaman insanları degil, armutları olgunlastırır.

Askın tam bir tarifi yapılamaz. siir de böyledir. Yapılmıs ve yapılacak tariflerden her biri, denizden alınmıs bir kova suya benzer. Hic süphesiz bu, deniz suyudur, fakat deniz degildir. Askı denize, tarifi de kovaya benzetirseniz elde edilen sey, askın bir halini izahtan ibaret kalır. Enginsiz, kıyısız, renksiz, dalgasız, derinliksiz bir izah.

Bizden uzaklasmadıkca bize görünmeyen sıhhat, alıskanlıgın verdigi hissizlikle, saglamların suurundan kacıp nasıl ve nereye saklanıyor? Onu ben görüyorum, cünkü benden uzak.

Zaman yürümüyor, dakikalar korkunc bir sıkıntı icinde uzuyorlar, hatta dagılıyor, birikmiyor, toplanmıyor ve bir ceyrek saat olamıyorlar.

Dünyanın bütün tavanlarına lanet olsun. Arka üstü yatmaktan usandım.

Bütün büyük kadın meseleleri, bizi icine almak icin, mukavemetimizin en az oldugu günleri beklerler. O anlarda ruhumuzun topuzları gevseyen kapıları en hafif rüzgârla acılır ve iceriye, bir gün her seyimiz olmaya namzet kadın giriverir.

Kimi adam vardır ki sabahtan aksama kadar oturur ve düsünür. Kimi adam da vardır ki sabahtan aksama kadar ayak üstü calısır fakat yaptıgı is dört tuglayı üstüste koymaktan ibarettir. Evvelki insan tenbel görünür velakin calıskandır, diger insan calıskan görünür velakin yaptıgı is sudandır.

Ümitsiz bir askın panzehiri nefrettir.

Belki de canımızı sıkacak birsey olmadıgı icin canımız sıkılıyor.

Her sıkıntı bir isyan hazırlıgıdır. Ruhta baslayan bu hazırlık vücudun hastalanması seklinde organik bir isyana cevrilir.

Yaslanarak Degil Yasayarak Tecrübe Kazanılır Zaman İnsanları Degil Armutları olgunlastırır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , ,

Peyami Safa Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında

Edebiyat hayatına daha 11 yaşında belki geçirdiği çocuk hastalığının ve pek muhtemel babasından miras bir yeteneğin sonucu olarak başlayan, sonrasında edebiyat dünyasına kattıkları 100 temel eser arasına giren adam, Peyami Safa.

Babasının erken ölümü, kardeşlerini ölüme mahkum eden hastalıklar, annesinin durumu derken hayatın daha çok çileli yanlarını yaşadı ve evladının da kendinden önce ölmesi onun alacağı son darbe olacaktı.

Gazete ve dergilerde yazarak ve hatta gazete – dergi açarak sürdürdü yazmak sevdasını. Her ne kadar yoksulluğuna çözüm bulmak gerektiğinden yazmaya yöneldiği düşünülse de, aslında önemli olan yazmış ve bugünlere gelmiş olması. Öyleyse bile iyi ki yazmış da biz bugün onu tanımışız.

İnancı, dili, yönü ne olursa olsun edebiyata olan tutkusu nihayetinde bugün bize onu tanıtan…

Çocuklukta başlayan zor hayat

Peyami, 2 Nisan 1899’da, İstanbul Gedikpaşa’da Şair İsmail Safa ve Server Bedia Hanım’ın oğlu olarak dünyaya geldi.

Peyami’ye adını şair Tevfik Fikret verdi. Bu duygusal anlamda sanki Peyami’nin hayatında ruhani bir dokunuş olacaktı.

Babası İsmail Bey, II. Abdülmamid’e muhalif olan isimler arasındaydı ve Peyami henüz 2 yaşındayken Sivas’a sürgüne gönderildi. Babası sürgünde öldü.

Bu ani ölüm Peyami’nin yoksulluk denen gerçekle erken tanışmasına sebep olmuştu. Çünkü İsmail Bey’den geriye maddi anlamda pek bir şey kalmamıştı. Bedia Hanım iki oğlunu çok zor şartlarda büyütecekti. Abisi İlhami de erken büyüyecekti bu yokluk sebebiyle…

Okul hayatına zorlu başlangıç

Babasız bir hayatla bebeklikten çocukluğa geçişini yaptı Peyami ve ilk öğrenimine başladı. Ancak 8 – 9 yaşlarına geldiğinde top yekün hayatını etkileyecek bir yara aldı. Doktorlar sağ kolunda kemik veremi teşhisi koydu. Hatalığı okul hayatını da etkilemişti. Bu durumda artık okula gidemezdi.

Küçücük yaşında doktorların, ilaçların arasında kalmıştı. Bilip gittiği yerler hastaneler, görüp tanıyacağı insanlar da hasta bakıcılardı bu süreçte. Bu döneminde yaşadıklarının kendisi üzerindeki etkisini de, ileri de bir yazar olduğunda “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”nda yazacaktı.

Peyami lisede

Peyami geçirdiği zorlu sağlık koşullarından sonra lise eğitimine yetişebilmişti. 1910’da Fatih’teki Vefa İdadisi’nde  lise eğitimi gördü. Ekrem Hakkı Ayverdi ve Elif Naci sınıf arkadaşlarıydı. Ayrıca Hasan Ali Yücel ve Yusuf Ziya Ortaç da burada lise eğitimi görüyordu.

Edebiyat artık yavaş yavaş damarlarında dolaşmaya burada başladı. Bu özel isimlerle edebi tartışmalar yaptı ve yazdıkları da ürüne dönüşüyordu.  Ancak hastalığı ve geçim sıkıntısı sebebiyle lise eğitimine de devam edemedi.

İlk eserleriyle Peyami Safa

Deneye yanıla bir yola giriyordu Peyami. İlk hikaye denemesine de “Piyano Muallimesi” adını vermişti. İlk roman denemesi de “Eski Dost” oldu. Tüm bu denemeler lise dönemini kapsıyordu.

Peyami, yoksulluğun üzerine yapışacağını görebilmiş, belli ki bu sebeple de ona verilmiş yazma yeteneğini bir nimet olarak kullanıyordu.

Öyle ki yine bu dönemde “Sakın Bu Kitabı Almayın” adını verdiği bir hikaye kitabı yayımladı. Kitabın adı oldukça ilgi çekti ve baskı birkaç günde tükendi.

Peyami’nin çabaları

Peyami, zor bir hayatı yaşamak zorunda olduğunu çok erken yaşlarda fark etmiş ve kabullenmişti.

Edebi eserler üzerinde yoğunlaştığı bir hayatı vardı, ama yine de kendisini geliştirmeliydi. Babasının yakın arkadaşlarından Abdullah Cevdet’in kendisine hediye ettiği Le Petit Larousse’i ezberledi. Böylece Fransızca dil bilgisini de geliştirdi.

Edebiyat hayatının merkezi olsa da psikoloji, felsefe ev tıp alanında yazılmış kitaplara da ilgi duymaya başlamıştı. Hatta tiyatro da ilgisini çekiyordu. Darülbedayi sınavlarına dahi girdi. Ancak başarılı bulunsa da devam edemedi.

I. Dünya Savaşı zamanlarıydı. Peyami annesine katkıda bulunmak için Posta ve Telgraf Nezareti’nde çalışmaya başladı. 1917’de Boğaziçi’ndeki Rehber-i İttihad Mektebi’ne öğretmen olarak görevlendirildi. 1918’de de bir süre için Duyun-u Umumiye İdaresi’nde çalıştı.

Asrın hikayeleri

1918 Mütareke dönemi birçok yazar ve şair için adeta ilham kaynağı olmuştu. Peyami de 1918’de öğretmenlik görevinden ayrıldı ve abisi ile ‘’Yirminci Asır’’ gazetesini çıkardılar. Peyami gazeteye ‘’Asrın Hikayeleri’’ başlığını verip yazdığı hikayelerle tüm dikkatleri üzerinde toplamaya başlamıştı.

1919’da, ilk kalem kavgasını yaşadı Peyami; Cenap Şahabettin’in yazdığı Küçük Beyler adlı piyese karşıydı. Bir diğer kalem kavgasını da kendisinin 1928’de Hilal-i Ahmer dergisinde yayımladığı ‘’Yeni Edebiyat Cereyanları’’ adlı yazısı için Ahmet Haşim ile yapacaktı.

Alemdar gazetesinin düzenlediği hikaye yarışmasında da dereceye girdi ve yaşadığı dönemin önde gelen yazarları tarafından teşvik edilmeye başlandı. Artık alanında özel isimler de onu destekliyordu.

Peyami yazmaya da gazeteciliğe de devam etti. Yirminci Asır kapandıktan sonra Tercüman-ı Hakikat ve Tasvir-i Efkar’ı, Cumhuriyetin ilanından sonra da Son Telgraf, Son Saat ve Son Pasta gibi yerlerde gazeteciliğe devam etti.

Sıkıntılar içinde ilk roman

Peyami zorluğun, fakirliğin ne olduğunu hissederek bedenini ve ruhunu büyütmüştü. Hem birlikte hem birbirinden bağımsız üstelik.

İlk romanını da işte bu sebeple yayımladı. Çünkü geçim sıkıntısı yaşıyordu, paraya ihtiyacı vardı. Böylece “Sözde Kızlar” okuyucunun beğenisine sunmuştu işte. Bunun ardı elbette gelecekti.

1924’e gelindiğinde “Mahşer, Bir Akşamdı, Sürgünlerin Gölgesinde ve İstanbul Hikayeleri” adlarını verdiği eserlerini de yayımladı.

1925’te tekrar gazete çıkarma işine soyundu. Halil Lütfü Dördüncü ile beraber “Büyük Yol” adını verdikleri, ömrü kısa, gazeteyi çıkardı. Yine aynı dönemde “Cumhuriyet” gazetesine de “Server Bedi” ve “Peyami Safa” imzaları ile yazıyordu. 1928 – 1940 tarihleri arasında Cumhuriyet’te Fıkra yazarlığı ve Edebiyat bölümü yöneticiliği yaptı.

Harf Devrimi ve Peyami Safa

Peyami, gençliğinin ilk yıllarında Abdullah Cevdet’in etkisiyle pozitivist ve materyalist düşünceleri benimsedi. Bu akımlar eşliğinde “İçtihad” dergisinde yazdı. Yine bu yönergeyle Abdullah Cevdet ve Celal Nuri İleri arasındaki tartışmayı, “Zavallı Celal Nuri Bey” adlı yayımladığı broşür ile taçlandırdı.

Peyami’nin Mütareke dönemindeki görünümü genel anlamıyla hem batıcı hem de milliyetçiydi. Atatürk dönemindeki “Harf Devrimi”ne de kuşaklar arasında kültürel bir karmaşa yaşanacağını savunarak endişeli yaklaştı. Ancak daha sonra da bu devrimin tamamlayıcılarından biri haline geldi ve dil kurultayına katıldı.

Nazım Hikmet ve Peyami Safa

Peyami’nin Cumhuriyet’te yazdığı dönemlerdi. O dönem Peyami, Edebiyat sayfasının yöneticiliğini yapıyordu. İşte bu sırada af kanunu çıktı.

Nazım Hikmet, bunlar yaşanırken yurt dışındaydı ve aftan yararlanmak için Türkiye’ye geldi. Sonra da tutuklandı.

Peyami’nin ilk işi, Nazım’ın affedilmesi için Cumhuriyet’te ‘’Yanardağ’’ adını verdiği bir şiir yayımladı. Ancak ertesi gün Cumhuriyet gazetesi şiirin altına atılmış imzanın gazetenin görüşlerini yansıtmadığını açıklayan bir duyuru paylaştı ve bunun üzerine Peyami Safa gazetedeki görevinden ayrıldı.

Resimli Ay dergisi dönemi

Peyami Cumhuriyet gazetesinden ayrılışının ardından, hayatında Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel tarafından çıkarılan Resimli Ay dergisi dönemine geçti.

Bu gazetenin en tanınmış yazarları arasında Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Cevat Şakir Kabaağaçlı ve Vala Nureddin vardı. Nazım Hikmet ile ilgili düşüncesinden sonra hayatında yeni bir dönem açan Peyami,  bundan sonraki hayatına buradan devam edecek ve Nazım’la yollarını ileride de kesiştirecekti.

Peyami ve Nazım arasında artık tam anlamıyla bir dostluk kurulmuştu. İlerleyen dönemlerde Peyami ve Nazım, ‘Hareket’’ dergisinde birlikte görev aldı. Öyle ki, Peyami Safa, ‘’Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’’ adlı eserini Nazım Hikmet’e ithaf etti.

Nazım Hikmet ise bu atfa karşılığını dergide Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu’na da değinerek verdi. İfadeleri şu şekilde yer alıyordu dergide:

“Ben Peyami’nin bu son romanını üç defa okudum. Otuz defa daha okuyabilirim ve okuyacağım. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu, Çalıkuşu’na ağlayanların anlaması kabil değildir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, on bin, yüz bin, bir milyon satardı. Eğer ızdırabı, azabı ve neşeyi coşkun bir ciddiyetle duyan öz ve halis halk kütleleri okuma ve yazma bilselerdi”

Peyami Safa, Hareket dergisinin ilk sayısında “Varız Diyen Nesil” başlığını attığı bir yazı yayımladı. Bu yazı adeta genç edebiyatçıların görüşlerini yansıtıyordu. Bu durumun ardından Yakup Kadri Karaosmanoğlu da yeni nesli Milliyet’te eleştirdi. Bu eleştiri de beraberinde Türk basını tarihinde yer edecek “Saman Ekmeği Kavgası” adıyla anılan ünlü kalem kavgasını başlattı.

Peyami Safa’ya suçlamalar

Peyami “Saman Ekmeği Kavgası” yaşanırken bir yandan da “Resimli Ay”da başlayan “Putları Yıkıyoruz” tartışmalarına Nazım Hikmet ile beraber katıldı. Bunun yanında “Tan” gazetesinde yazmaya da başlamıştı. İşte bütün bunlar Peyami Safa’nın “Bolşevik” olmakla suçlanmasına yetecekti.

Peyami Safa bu suçlamayı reddetmekle yetindi.

Bunlar yaşanadursun, Nazım Hikmet ve Peyami Safa’nın dostluğu her şeyin üstünde bir güzellikle devam ediyordu. Hatta Resimli Ay ile ilişkisini kestiğinde dahi iş dışında da dostluklarını ilerlettiler.

Ancak ne zaman ki Nazım Peyami’yi komünizme kazandırmak ve Peyami de Nazım’ı bu ideolojisinden vazgeçirmek istedi, işte o zaman iki büyük düşman oldular.

Artık soğuk savaş başlamıştı. Nazım Tan’da “Orhan Selim” takma adıyla “Kahve ve Gazino Entelektüelleri” yazısını yazdığında Peyami Safa’ya yönelik ithamlarda bulunuyordu. Peyami de bu yazıya cevabını çok geçmeden yine o dönem abisiyle birlikte çıkardıkları “Hafta” dergisinde ‘’Biraz Aydınlık” yazısında verdi.

Yaşadığı bu koşullar Peyami Safa’yı ömrü boyunca antikomünist bir dünya görüşünü savunmaya itti.

Resimli Ay kapandı

Peyami Safa, Resimli Ay kapandıktan sonra Ahmet Ağaoğlu çemberinde gelişen liberalizme yöneldi ve “Kadro” dergisinin kuruluşundan sonra da artık sol çevreden tamamen uzaklaştı.

Bundan sonra yaşayacakları özel hayatında da gelişmeler şeklinde gerçekleşti. 1932 yılında annesini kaybetti. Ortak bir geçmişi paylaştığı, yokluğa karşı beraber göğüs gerdiği kadın artık hayatında olmayacaktı.

1931’de Doğu ve Batının sentezi olarak yazdığı “Fatih Harbiye” romanını yazdı, ki bu roman “100 temel eser” arasına girecekti, ve sonrasında “Kültür Haftası” dergisinde de bu konuyu işlemeye devam etti. Bu dergi sadece 21 sayı sürdü ve Peyami Safa Avrupa seyahatine çıktı.

Bir ay süren bu seyahatin ardından 1938’de “Büyük Avrupa Anketi” adlı eserini Cumhuriyet’te bölümler halinde yayımladı.

Peyami Safa evlendi

Peyami Safa’nın hayatında sürekli bir gelişme söz konusuydu, ki bu genelde yazmak alanında oluyordu. Ama 1938’de hayatına bir yenilik getirdi ve Nebahat Erinç ile evlendi.

II. Dünya Savaşı döneminde Peyami Safa

Bir yazar yazabilmek için yaşadıklarından ve hayallerinden beslenir ve Peyami Safa denk geldiği dönemlere bakılırsa kesinlikle şanslı yazarlardandı. Yaşadığı dönemler arasında II. Dünya Savaşı da sayılabiliyordu. Savaş her ne kadar hoş bir ortam olmasa da, onun ekmek parasını çıkaracak cümleler kurdurtuyordu ve bu da ziyadesiyle yeterliydi.

Peyami Safa’ya göre Osmanlı’nın yıkılışının en büyük sebebi İngiltere’ydi ve kültürlerine bağlı olmalarına rağmen yine İngilizler’le iş birliği yapmış Franzsızlar’a karşı da mesafeli durmayı tercih ediyordu.

9 Ağustos 1940’ta Cumhuriyet’ten ayrıldıktan sonra “Yeni Mecmua ve Tasvir-i Efkar”da yazmaya başlayan Peyami Safa, bir yandan da yine bu tarihte “Çınaraltı” dergisinde “milliyetçilik” görüşünün temellerini atan yazılar yayımlıyordu.

Peyami Safa hakkında suçlamalar

Yazdıkları bir yandan ilgi çekiyor olsa da, bir yandan da Almanya’yı destekler bir dil kullandığında kanaat getirildiği için de faşist olmakla suçlandı. Bu suçlamayı kanıtlarcasına yeğeni Behçet Safa da, amcasının Adolf Hitler’i desteklediğini ve hatta imzalı bir “Kavgam” kitabına sahip olduğunu iddia etti.

1943’te Peyami Safa aleyhinde “Rıza Çavdarlı” imzalı bir broşür de yayımlandı.

Aslında bu savaş dönemi Peyami Safa’nın fikrinde arafta kaldığı zamanları oluşturuyordu. Kendi dünyasında “milliyetçilik, turancılık ve mistisizm” düşünceleri de savaşıyordu sanki. Sürekli değişen görüşleriyle geçirdi bu süreci. İlerleyen süreçte de Çınaraltı’ndaki yazılarını “Millet ve İnsan” adını verdiği bir kitapta topladı.

Bu kadarla da kalmıyordu aslında suçlamalar senfonisi. Bir yandan da Peyami Safa’nın adı “Irkçılık – Turancılık davası” için hazırlanan bir raporda 47 kişiden biri olarak geçiyordu. Rapordan sonra 27 kişi yar, ama o yargılanan tarafta değildi.

1945’te Ziyad Ebüzziya’nın Tasvir-i Efkar yerine çıkardığı “Tasvir”de yazmaya devam etti. Yine 1945 Kasım’da kendini Büyük Doğu’nun ikinci dönem yazı kadrosunda yer alan isimler arasına yazdırmayı başardı.

Demokrat Parti döneminde Peyami Safa

Peyami Safa nemalanacağı başka bir dönemi daha karşılıyordu. O kelimelerin canına okuyacak, halk da oradan doğan cümleleri okuyacaktı.

II. Dünya Savaşından sonra dünya genelinde sorgulanan birçok şeyden bir tanesi tek parti rejimleriydi. Dünyanın sorgusu Türkiye’ye de yansıdı elbet ve Demokrat Parti ile çok partili dönem başlamış oldu.

Başlangıçta Peyami Safa partiye karşı muhalif bir tutum taşıyor olsa da, partinin antikomünist tutumu onu çekmişti. Halbuki muhalif olduğu zamanlar uzak değildi ve işte tam da bu süreçte “Vakit” gazetesinde Demokrat Parti aleyhinde yazılar yazıyordu.

II. Dünya Savaşı sırasında ilgisini çeken mistisizm, metapsişik ve parapsikoloji görüşlerini gazeteye de taşıdı Peyami Safa. Bir yandan da Türkiye’nin demokrasi girişimlerine karşı çıkarak Meşrutiyet döneminden örnekler veriyordu.

Bu tutumuna karşılık Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa ile bir kalem kavgasına tutuştu: Peyami Safa’nın Cumhuriyet Halk Partisi’ne yakınlaştığını savunuyordu. Aslında yanılmıyordu da. Çünkü 1950 yılı seçim döneminde Peyami Safa, Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Milletvekili adayı olacak, ancak seçilmeyecekti.

Peyami Safa’nın Nazım Hikmet düşmanlığı

1950’de Nazım Hikmet için af kampanyası başlatılmıştı ki, Peyami Safa bu kampanyaya karşı var gücüyle mücadele etti.

1 Aralık 1953’te “Türk Düşüncesi” dergisini çıkardı ve gerekli parayı da arkadaşı Kazım İsmail sağladı. Derginin programı, idaresi her şey Peyami Safa’nın elindeydi.

1 Ekim 1954’te Ali Naci Karacan’ın daveti üzerine Milliyet’te yazmaya başladı ve ilk yazısından sonra kendisini tebrik eden de Adnan Menderes oldu. Bundan sonraki süreçte de yıldızı Cumhuriyet Halk Partisi ile bir daha barışmadı. Bunun yanında eleştirmekten de geri kalmadı. Her yeri geldiğinde ‘’solcular ve dinsizlerin’’ parti içinde söz sahibi olduğunu söylemekten de çekinmedi.

Demokrat Parti’nin antikomünist tutumu, Peyami Safa’nın buraya daha yakın hissetmesine sebep oldu.

Bir yandan da Peyami Safa, Milliyet gazetesindeki köşesi “Objektif”de Aziz Nesin ve Çetin Altan ile kalem kavgasına tutuşmuştu. Mart 1959’da gazetenin yönetim kadrosu sol görüşe geçtiğinde de işinden ayrıldı. Buradan sonraki adresi de “Tercüman” oldu.

Peyami Safa’nın eserlerinde kadınların yeri

Peyami Safa’nın her bir eserinde kadınlar karakterleri neredeyse aynı özellikteydi. Öyle ki seçtiği her bir kadın kahraman fiziksel ve ruhsal açıdan adeta aynıydı. Genel olarak bakılırsa, yaşları en çok 20 – 25 olan bu kadın karakterlerin fiziksel olarak bir rahatsızlığı yoksa da ruhsal açıdan çökmüşlerdi. Geneli İstanbullu olan bu kadınlardan çoğu eğitimliydi. Hemen hepsi iyi derecede Fransızca konuşuyor ve bazen de Fransızca düşünürlerdi.

Her kadın ortak bir paydada buluşarak mutlaka piyano çalardı. Her zaman bir davete katılmakla meşguldüler. Bu naifliğe tezat duracak kadar da ruhsal anlamda sinirli ve hassas kişiliktelerdi. Aniden gelişen her olay karşısında bu kadınların da tepkileri aniden değişiyordu. Bu özelliklerin dışında da geliştirdiği kadın karakter sayısı yok denecek kadar azdı. Ondan nefret eden kadın karakter sayısı ise azımsanamaycak düzeydeydi.

Evli olan kadın karakterler aile kavramına gönülden bağlarını yitirmişti. Geçmişinde kenar mahalle dilberliği olan kadınlar da sonradan sosyeteye ait hale gelmişti ve bu tanımlamaya dahil olan kadınlar dönem olaylarına karşı da ilgisizdi.

Peyami Safa öldü

Peyami Safa Tercüman gazetesinde yazarken bir yandan da Necip Fazıl Kısakürek’in de Büyük Doğu dergisinde yazıyordu. Ancak çok uzun bir süre geçmemişti ki, Necip Fazıl ve Peyami Safa arasında ikinci kalem kavgası kendini gösterdi ve bu sebepten dergiden ayrıldı. 29 Nisan 1960’ta da Yazı İşleri Müdürü ile anlaşamadığından Tercüman’dan ayrılacaktı.

Şimdi de 27 Mayıs darbe dönemini yaşıyordu Peyami Safa. Darbeden hemen önce Adnan Menderes’in davetiyle Eskişehir’e gitti. Darbe sonrasında kurulan rejim da Peyami Safa’ya zorluk çıkardı. Çünkü Peyami Safa önceden beri Demokrat Parti’yi destekliyordu ve Adnan Menderes ile de oldukça yakın ilişki içindeydi.

Bu sebeplerin yetiştiği yerler geniş alan kaplıyordu. İlk önce Türk Dil Kurumu ve Türk Edebiyatçılar Birliği’nden adı silindi. Bundan sonra Peyami Safa da kendi çıkardığı ‘’Türk Düşüncesi’’ dergisine ara verdi ve ‘’Havadis’’ gazetesinin kadrosuna katıldı. Ancak bu sefer de aleyhinde, buradaki yazıların sebep gösterildiği, protestolar yapıldı. Vazgeçmedi ve yazılarına Düşünen Adam ve Son Havadis gibi mecralardan devam etti.

Peyami Safa günden güne daha çok yıpranıyordu ki üstüne bir de Erzincan’da yedek subay öğretmen olarak görev yapan oğlu İsmail Merve’nin ölüm acısı eklendi. 27 Şubat 1961’de oğlunun ölüm haberini aldığında onu yıpratan ne varsa belli ki onu daha çok yoruyordu.

Bu olaydan sonra Peyami Safa’nın da bedeni güçsüz düştü. Oğlunun ardından ancak 4 ay dayanabildi. 15 Haziran 1961’de bir arkadaşının Çiftehavuzlar’daki evinde tansiyonunun yükselmesine bağlı beyin kanaması geçirerek hayata veda etti.

Gazeteciler Cemiyeti Peyami Safa’nın ölümünün ardından bir bildiri yayımlayarak tüm gazetecileri cenaze törenine davet etti. Peyami Safa’nın cansız bedeni 17 Haziran 1961’de Şişli Camii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra Edirnekapı Şehitliği’nde karısı ve oğlunun yanına toprağa verildi.

Fakirliğin koynunda başlayan hayatı, kendi olarak ortaya koyduğu tüm eserleri ile ölümünden sonra bile anılmak başarısı ile sonlanmıştı. Birçok düşüncenin ve akımın tesiri altında kaldı ve bu da beraberinde yelpazesi geniş bir edebiyat hayatını getirdi.

Velhasıl bu dünyadan bir Peyami Safa geçti…

İyi ki…

Damla Karakuş

[email protected]

Not:

Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.

Kaynak:Enson haber Biyografi

Etiketler, , , , , , , , , , , , , , ,