RESSAM, HEYKELTRAŞ, MATEMATİKÇİ, MÜHENDİS, MUCİT, ANATOMİST, JEOLOG, BOTANİST, YAZAR (1452 – 1519)
Leonardo da Vinci, Rönesans döneminde yaşamış usta İtalyan bilge ve ressamdır. O’nu tüm dünyada ünlü yapan eserleri ise sırlarla dolu tablosu “Mona Lisa” ve “Son Akşam Yemeği”dir. Bunun yanında yapmış oldu bilimsel çalışmaları ve buluşlarıyla yaşamış en büyük dehalardan birisi olarak kabul edilir.
kaynak tarihiolaylar
HEYKELTRAŞ, RESSAM, MİMAR, MÜHENDİS, ŞAİR (1475 – 1564)
Michelangelo, Rönnesans zamanında yaşayan yaptığı eserleriye bütün çağlarda kendine hayran bırakan usta bir sanatçıdır. O’nun ünlü eserleri “David, Pietà, Mahşer, Sistine Şapeli tavanı” dünya çapında bilinir.
Başkenti
Toplam GSYİH (2013)
Yönetim Biçimi
Resmi Diller
kaynak tarihiolaylar
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
kaynak:nkfu
Ali Rıza Bey (1857-1930), meşhur ressamlarımızdandır. İstanbul’da Üsküdar’da doğmuş, gene orada ölmüştür. Süvari binbaşılarından Üsküdarlı Mehmet Rüştü Bey’in oğludur. 1878’de Harbiye Mektebi’ne girdi, 1882’de de mülâzım (teğmen) rütbesiyle mezun oldu, Harbiye Mektebi’nin resim öğretmenliğine getirildi. Küçüklüğünden beri resme karşı hevesi olan Ali Rıza Bey Nuri Paşa’dan, Fransız ressamlarından Cabanel’in öğrencisi olan miralay Seyyit Bey’den ve Kez adında bir yabancı ressamdan ders almıştır. Daha çok kendi kendine doğayı inceleyen çalışmaları ile adeta kendine mahsus bir resim tarzı meydana getirmiştir.
1910 da kaymakamken askerlikten emekli olan Ali Rıza Bey Harbiye’de, Darüşşafaka’da, Kız Sanayi-i Nefîse Mektebî’nde, Çamlıca ve Üsküdar Kız mekteplerinde, Amelî Hayat Mektebî’nde 47 yıl resim dersleri verdi. İlhamını doğadan ve vatan sevgisinden alırdı. Renkçi olmaktan çok desenci olarak tanınır. Karakalem, sulu boya, yağlı boya, etüd, kroki vs. gibi birçok eseri vardır. İstanbul ve Boğaziçi semtlerinin resimlerini, tarihi binaları, manzaraları en ince teferruatına varıncaya kadar tablolarında işlemiştir. Herkese iyilik yapan, olgun bir insan olarak bilinirdi.
Ali Rıza Bey’in Bir Peyzaj Çalışması
kaynak:nkfu
Jean-Louis-Ernest Meissonier, Fransız ressamı (Lyon 1815 – Paris 1891). L. Cogniet’in öğrencisiydi. Baudelaire ve Sir Richard Wallace’in de dahil olduğu Madam Sabatier’in çevresinde yer aldı.
Günlük yaşamdan alınma sahneleri, tarihsel konuları ve savaş sahnelerini 17. yüzyıl Hollandalı küçük ressamların tekniğini aşma çabası içinde betimledi. Sağlığında büyük bir başarı kazanan Meissonier, resimlerinde tarihsel doğruluğa büyük önem verdi. Louvre’da aralarında 1814 Fransa Seferi (1864) gibi ünlü eserlerinin bulunduğu 38 tablosu vardır.
kaynak:nkfu
Francisco GOYA (30 Mart 1746 – 16 Nisan 1828) ünlü bir İspanyol ressamıdır. XVIII. yüzyıl sonu ile XIX. yüzyıl başının en ilgi çekici sanatçısıdır. Bütün hayatı hareketli ve maceralı geçmiştir.
Goya İspanya’nın dağlık kasabalarından birinde doğdu. Küçük yaşta çalışarak hayatını kazanmak zorunda Goya kaldı. Eline geçirdiği kömürlerle duvarlara, resim yapıyordu. Bir papaz, çocuğun yaptığı resimleri beğendi, onu bir ressamın yanına çırak verdi. On dokuz yaşında Madrid’e gelen Goya, tam bir serseri hayatı sürdü. Gündüz çalışıyor, resim yapıyor, bütün gecelerini ise meyhanelerde kavga, dövüş etmekle geçiriyordu. Bir defa, onu karanlık bir sokakta sırtına saplanmış bir bıçakla yatar buldular, zor kurtardılar.
Goya boğa güreşçiliğinden başlayarak her işe girdi. Sanatta ilerledikçe, resimlerinden para kazanmaya başladı. Portre ressamı olarak eşsiz bir ustalık gösteriyordu. Son derece çapkındı. Yalnız, Alba Düşesi’ni ömrünün sonuna kadar sevdi, birçok tablosunda onu model olarak kullandı. Meşhur «Maja’lar» serisine de aynı kadını model aldığı söylenir. Devrinin ressamlarından birinin kız kardeşi olan Josefa ile evlenmişti. Yirmi çocuğundan yalnız birisi yaşadı.
Goya IV. Carlos zamanında Saray ressamlığına girdi. Asillerden dilencilere, cücelerden kişizade çocuklarına kadar yüzlerce portre yaptı. Bugün bu eserler, çoğu Madrid’teki Prado Müzesi’nde olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine dağılmıştır. Goya, romantik resmin ve «ekspresyonizm» in en büyük ustalarındandır. İnsanları çirkinleştirmek, gülünçleştirmek yolu ile serseri hayatının acısını çıkarmak, toplumdan öç almak istemiştir. «Maja Desnuda» (Çıplak Maja), «Maja Vestida» (Giyinik Maja), «Alba Düşesinin Portresi», «Kral Dördüncü Carlos ve Ailesi», «Josefa’nın Portresi» gibi pek çok tanınmış eseri vardır.
Goya, içinde yaşadığı çeşitli şartlar dolayısı ile, hayatın türlü şekilde değişik insanlarını, çevrelerini tanımış, bunları eserlerinde de çeşitli değişik şekillerde vermiştir. Bu bakımdan, eserlerinde konu zenginliği göze çarptığı gibi, tiplerinin değişik oluşu ile de çağının birçok ressamlarından ayrılır.
Goya’nın eserlerinde çizgiler, renkler çok kuvvetlidir. Konularında uyandırmak istediği duyguları kompozisyonla birlikte renk şiddetiyle vermeye çalışır. Tipleri bakımından Hogarth, Rembrandt ve Callot’yu hatırlatır.
Goya yağlı boya tablolardan başka karikatürler, gravürler de yapmıştır.
Goya için resim yapmak, düşüncesini, duygusunu boya vasıtası ile dışarı vurmak demekti. «Doğada çizgi yoktur. Ben, insanları insan olarak değil, renkli birtakım çukurluklar, çıkıntılar, hacimler, yüzeyler olarak görürüm» derdi.
kaynak:nkfu
Diego Velazquez, İspanyol ressamı (Sevilla 1599 – Madrid 1660). Portekiz kökenli soylu bir aileden gelir. Francisco Herrera ve Francisco Pacheco’nun atölyelerinde çalıştı. Madrid’e giderek kral ailesinin portrelerini yaptı (1622).
Başarılarından dolayı saray ressamlığına getirildi ve 1624’te saraya yerleşti. 1628’de Rubens ile tanıştı. Ertesi yıl onun önerisi üzerine İtalya’ya giderek ünlü ustaların eserlerini inceledi. 1633’te Madrid’deki Buen Retiro Sarayı’nın bazı salonlarını resimledi. 1647’de Kraliyet yapılarının başmüfettişliğine getirildi. 1658’de üstün hizmetlerinden dolayı Sandiago Nişanı ile onurlandırıldı.
Çıraklık döneminde (Sevilla) çalışmaları halka dönük konuları ele aldı. Gölge ışık oyunlarının rol oynadığı bir atmosfer içinde üstün bir teknikle başarıya ulaştı. İlk İtalya gezisinden sonra Venedik resim geleneğinin belirleyici öğelerinden etkilendi. Mitolojik konulu resimlerinde çıplak figürler kullanmaya başladı. 1623’te Madrit’e yerleştikten sonra daha sağlam bir kompozisyonla yeni bir biçim anlayışını yansıtan resimler yaptı. Kraliyet ailesinin ve soyluların portrelerinde bir fon önünde, anıtsal biçim anlayışıyla yalın, sınırlı renk uyumu kullandı.
1631-1649 arasındaki resimleri olgunlaşma dönemi olarak tanımlanır. Bu dönemde tek tarihi konulu eseri olan Breda’nın Alınışı ile sarayda görevli cüceler, palyaçolar ve soytarıları görüntüledi. Karakterlerin kişiliklerini başarıyla yansıttı. Son yıllarında kral, kraliçe ve çocuklarının resimlerini yaptı. Bu resimlerde rahat, akıcı bir izlenim uyanır. Ustaca yapılmış toplanmalar ve serbest fırça tekniğine izlenimci bir üslup görülür.
Başlıca eserleri: Yumurta Pişiren Yaşlı Kadın (1618), Sucu (1619), Francisco Pacheco’nun Portresi (1620-1623), IV. Felipe (1625), Çocuk Don Carlos (1626), Bacchus’un Zaferi (Sarhoşlar, 1629), IV. Felipe’nin Atlı Portresi (1634-1635), Breda’nın Teslimi (Las Lanzas, 1634-1635), IV. Felippe Avcı Giysileriyle (1635-1636), Aisipos (1638-1641), Venüs’ün Tuvaleti (1648-1654), Papa X. İnnocentius (1650-1651), Kraliçe Mariana (1653), IV. Felipe Ailesi (Las Meninas, 1656), Dokumacılar (1657).
kaynak:nkfu
HALİL PAŞA ( 1857-1939)
Tanınmış ressamlardandır. Harbiye Mektebi’nin kurucularından Tophane Müşiri (mareşali) Ferit Selim Paşa’nın oğludur. Boğaziçi’nde, Selim Paşa Yalısı diye anılan yalıda doğdu. Askerî Rüştiye’de, Harbiye’de okudu. 1878’de resim öğrenimi için Paris’e Halil Paşa gönderildi. Orada Güzel Sanatlar Okulu’nda, Gerome’un atelyesinde çalıştı. Sekiz yıl Paris’te kaldı. Dikkatli bir öğrenci olduğundan eserleri takdir uyandırıyordu. Gerek Fransa’ da, gerek başka memleketlerde açılan birçok sergiye katıldı. 1900’de açılan büyük sergide bronz madalya aldı.
Halil Paşa, yurda dönünce, padişahın emriyle Harb Okuluna, Askeri Tıp Okuluna resim öğretmeni oldu. Daha başka okullarda resim öğretmenliği yaptı. 1914’te Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) ne müdür olarak getirildi. Bu yıllar, Halil Paşa’nın en verimli olduğu yıllardır. İlkin birtakım natürmortlar, akademik portreler yapmış, sonra manzara resminde karar kılmıştı. Boğaziçi yalıları, Bostancı kıyıları en çok seçtiği konulardı. Bu eserlerde desen kuvvetinden çok ışığın ve renk perspektifinin üstünlüğü vardır.
Avrupa’da daha öğrenciyken’pek çok sergi açmış olan Halil Paşa, İstanbul’da da o zamanlar yılda bir açılan Galatasaray sergilerinin devamlı sanatçısı olmuştu. Her yıl, o sergide birkaç eseri bulunuyor, bunlar büyük takdir uyandırıyordu. Bir ara Abbas Halim Paşa’nın misafiri olarak Mısır’a giden Halil Paşa, hayatının son yıllarını hemen hemen inziva içinde, kendisini yalnız sanatına vererek geçirdi. Halil Paşa’nın eserleri çeşitli koleksiyonlarda, Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunmaktadır.
kaynak:nkfu
Hans HOLBEİN (Büyük) (1465- 1524)
Tanınmış bir Alman ressamıdır. Oğlu Hans Holbein, kendisinden daha çok tanınmışsa da baba Hans Holbein’de gerek oğlunu yetiştirmesi bakımından, gerekse eserleri sayesinde bir hayli ün kazanmıştır. Hans Holbein’in eserlerinde eski tarzdan Rönesans’a doğru bir yönelme fark edilir. Kimden ders aldığı, hangi ressamların eserlerinin etkisi altında kaldığı bilinmiyor. Augusburg’da kiliselere malzeme satan bir dükkanın sahibiydi. 1490-1493 yıllarında Almanya’nın güney şehirlerinde bir geziye çıktı. Bu yolcuların etkileri ressamın eserlerinde kuvvetle hissedilir. İtalya’ya gitmediği halde son eserlerinde İtalyan Rönesans sanatının izleri pek belirli olarak görülür.
Hans HOLBEİN (Küçük) (1497/98 – 1543)
Dini tablolar ve portreleriyle ün kazanmış bir Alman ressamıdır. İlk resim derslerini babası Hans Holbein’den almıştı. Eserlerinde ressam Burgmair’in etkisi kolayca fark edilir. Genç yaşta İsviçre’ye gitti, Basel ressamlar derneğine üye oldu, İsviçre tabiiyetine girdi. 1526’ya kadar Basel’de çeşitli resim ve süsleme işlerinde çalıştı.
Hans Holbein, 1515’de ünlü filozof Erasmus’la tanışmış, ahbap olmuştu. O günden sonra da şahsı ve çalışmaları üzerindeki filozofun etkileri pek büyük oldu. Hans Holbein, onun ısrarı üzerine 1526’da İngiltere’ye gitti, orada iki yıl kaldı. Kral VIII. Henry’nin sarayında çalıştı. Bu arada portre ressamlığına da başlamıştı. İlk olarak Sir Henry More ve ailesinin portrelerini yaptı. Bir ara Basel’e döndü, dört yıl kaldıktan sonra gene İngiltere’ye gitti. Hayatının son on bir yılını orada geçirdi. Devrin tanınmış şahıslarının hepsinin portrelerini yaptı. Öyle ki Holbein’in eserleri, İngiltere’de VIII. Henry devrinin resimli bir panoraması sayılır. Hans Holbein’in kara kalemle çizdiği portreleriyle de tanınmıştır.
kaynak:nkfu
Jean Auguste Dominique Ingres (29 Ağustos 1780, Montauban, Fransa – 14 Ocak 1867, Paris, Fransa)
Ünlü bir Fransız ressamıdır. Romantik devirde yetişmiş, deseninin mükemmelliği, çizgilerinin temizliği, klasik çalışması ile tanınmıştır.
İngres, güney Fransa’da Montauban’da doğdu. Çok küçük yaştayken Toulouse akadedemisine girdi. Babası ve bütün ailesi güzel sanatlara meraklı, istidatlı insanlardı. İlk sanat bilgilerini de zaten babasından almıştı. Bir yandan keman dersleri de alıyordu. Müzik sevgisini ömrünün sonuna kadar yaşatmıştır. Bunaldığı, yorulduğu, sıkıldığı zamanlar hemen kemanına sarılırdı. Bundan dolayı «violon d’lngres» (İngres’in kemanı) Fransız dilinde insanın asıl mesleğinden başka, dinlenmesini sağlayacak ikinci bir uğraşını gösteren bir deyim haline gelmiştir.
İngres, 1796’da Paris’te, o zaman bütün Avrupa’da en büyük ressam olarak tanınan Louis David’in atelyesine girdi. Konularını ya eski Yunan mitolojisinden, ya da tarihten seçerek büyük kompozisyonlar hazırlıyordu. İki kere de Napoleon’un portresini yapmıştı. 1806’da ilk defa İtalya’ya gitti. 18 yıl orada kaldı. Roma’yı, Napoli’yi gezdi, bütün eski üstatları inceledi. Raffaello’ya hayrandı. Bundan dolayı, resimlerindeki kadınların adeta mermere benzer şeffaf derileri vardır. David’in tesirinden tamamen kurtulup klasik bir şekil kusursuzluğuna erişti. «Büyük Odalık», «Türk Hamamı» gibi tabloları bu devrin eserlerindendir. En çok itirazı çeken tarafı, kadın figürlerinde, görünüşün tamamen plastik güzelliğe yönelmiş olmasına rağmen, gerçekte coşkun bir dişilik belirtmek isteyişidir.
İngres 1824’te Paris’e döndü. Fransa’da karışıklıklar çıkınca, 1835’te ikinci defa İtalya’ya gitti. Villa Medici’de barındı. Artık bütün dünyaya değerini tasdik ettirmiş bir üstattı. Yıllarca Fransa’dan uzakta yaşadı. Sonra, 1841’de yeniden Paris’e döndü. Birçok ressam yetiştirdiyse de, içlerinde sanat tarihine geçmiş pek az kimse vardır. Bunun da sebebi, İngres’in kurallara fazla bağlı olması, kişiliğe yer bırakmamasıdır. Bundan dolayı, sanatı, kendisi için ne kadar yücelik sağladıysa, kendisinden başkalarını o nispette taklide düşürmüştür.
İngres’in eserleri, başta Paris’teki Louvre Müzesi olmak üzere, dünyanın belli başlı müzelerindedir.
Bugün, doğduğu kasaba olan Montauban’da ve Paris Güzel Sanatlar Okulu’nda Ingres’in büyük sanatkarlar tarafından yapılmış heykelleri vardır.
kaynak:nkfu
Andre Lhote (5 Temmuz 1885, Bordeaux, Fransa – 24 Ocak 1962, Paris, Fransa)
Ünlü bir Fransız ressamıdır. Bordeaux’da doğdu. Resme hevesi küçük yaşta başladı. 18 yaşındayken resim yapmaya başladı. Kendi kendini yetiştirmiş ressamlardandır. Hiç bir ustanın izinden gitmedi. İlk eserini 21 yaşındayken Paris’te, Bağımsız Ressamlar Sergisi’nde gösterdi (1906). İlk şahsi sergisini 1910’da açtı. Bu sergi geniş yankılar uyandırdı.
Andre Lhote resim sanatının bir fikri gerçekleştirmek, sanatçının benliğini renkle, biçimle dışarı vurmak olduğuna inanıyordu. Resim yaptığı kadar da resim üzerine yazılar, kitaplar yayınlıyordu. Buluşlarını çevresindekilere de öğretmek istediğinden çevresinde gençler toplandı. Andre Lhote, çoğu yabancı ülkelerden gelen ressamlara sanatın kurallarını öğretti. 1922’de kurduğu akademi dünyanın her yerinden gelenlerle doldu. Paris’e resim öğrenmeye giden hemen bütün Türk ressamları da onun akademisi’nde çalışmışlardır.
Andre Lhote’un resimleri dünyanın birçok müzelerine, çeşitli koleksiyonlara dağılmıştır.
kaynak:nkfu
Ferik İbrahim Paşa; (d. 1815, İstanbul – ö. 3 Ekim 1889, İstanbul), Türk resim sanatında yağlıboyayı Batı anlayışı içinde uygulayan ilk ressamlardandır. Birinci kuşak asker ressamlar arasında yer alır.
Mühendishane-i Berri-i Hümayun’u bitirince 1835’te II. Mahmud tarafından resim öğrenimi için Viyana’ya gönderildi. Bazı kaynaklara göre Viyana’dan sonra Londra’ ya da gitti. Örada yağlıboya resim öğrenimi gördü ve Abdülmecid döneminde İstanbul’a döndü. Ressam olarak sarayda çalıştı, padişaha resim dersleri verdi, portresini yaptı. Bir süre Bursa’ya sürüldüyse de, Abdülaziz döneminde yeniden İstanbul’a çağrıldı ve ferikliğe (korgeneral) kadar yükseldi. Abdülhamid döneminde bir ara Şûra-yı Askeri üyeliği yaptı.
Günümüze hiçbir resmi ulaşmayan Ferik İbrahim Paşa’nın yaşamına ilişkin bilgiler Mirat-ı Mühendishane-i Berri-i Hümayun ile Halil Edhem Eldem’in Elvah’ı Nakşiye Koleksiyonu’ndan (1924, 1970) edinilmiştir.
kaynak:nkfu
Andrea Orcagna; (d. y. 1308 – ö. y. 1368), 14. yüzyılın ortalarında önde gelen Floransalı ressam, heykelci ve mimardır.
Bir kuyumcunun oğluydu. Kendinden küçük üç erkek kardeşi de ressamdı. Ressamların bağlı olduğu Hekim ve Eczacılar Loncası’nda öğrenim gördü (1343-44). 1352’de de Taşçılar Loncası’na kabul edildi. 1354’te Floransa’daki Santa Maria Novella Kilisesi ‘nin sol transeptinde yer alan Strozzi Şapeli’nde bir altar panosunun hazırlanmasını üstlendi. İmza tarihi 1357 olan bu çok kanatlı panoda (poliptik) figürler son derece ustalıkla işlenmiş ve konu bütüncül bir yaklaşımla ele alınmıştır. Günümüze bir parçası ulaşan Santa Croce Kilisesi’ndeki “Ölümün Zaferi” adlı freskin de Orcagna’ ya ait olduğu sanılmaktadır. Orcagna Eylül 1367’de Arto del Cambio adlı loncanın koruyucusu Aziz Matta’nın yaşamından dört sahneyi betimleyen bir altar panosu hazırlamakla görevlendirildi. Ağustos 1368’de hastalanması üzerine, bugün Floransa’daki Uffizi Galerisi’nde bulunan bu resmi kardeşi Jacopo di Cione tamamladı.
Orcagna, heykelci olarak yalnızca 1356’da başyapımcılığını üstlendiği Ör San Michele’ nin lonca oratuvarının tabernaculum’u ile tanınır. Dört sekizgen ayak üzerinde yükselen ve renkli kakmalarla yoğun biçimde bezenmiş olan bu son derece karmaşık yapının önünde ve yanlarında Meryem’in yaşamından sahnelerin betimlendiği bir dizi altıgen kabartma yer alır. Arkasındaki “Meryem’in Göğe Çıkışı” adını taşıyan ve imza tarihi 1359 olan kabartma ise Toscana bölgesinde Büyük Veba Salgını’ndan sonra ortaya çıkan anlatımcı üslubun günümüze ulaşan en önemli örneklerinden biridir. Tabernaculum’da görülen üslup farklılıkları, bazı bölümlerin yapımına Orcagna’nın kardeşi Matteo’nun katkıda bulunduğu görüşüne yol açmıştır.
Orcagna 1357’de ve 1364-67 arasında Floransa Katedrali’nin yapımında mimar olarak görev aldı. 1358’de, Orvieto Katedrali’ nin mimarlığını üstlendi. 1359-60 yıllarında kardeşi Matteo’yla birlikte bu katedralin cephesinin mozaik bezemelerini denetledi.
kaynak:nkfu
İbrahim Balaban; (d. 1921, Seç, Bursa), Anadolu insanının yaşamından ve halk efsanelerinden yola çıkarak toplumsal gerçekçi yapıtlar üreten ressamdır.
İlköğrenimini doğduğu köyde yaptı. Bir süre tarım işçisi olarak çalıştı. 1937-50 arasında adam öldürme suçundan Bursa Hapishanesi’nde yattı. Hapishanede bulunduğu süre içinde tanıştığı Nâzım Hikmet‘ten resim yapmayı öğrendi. 1953’te Maya Galerisi’nde açtığı ilk sergiyle toplumsal gerçekçi anlayışa yöneldi. 1961’de İstanbul’da Yeni Dal grubuna katıldı. 1979-80’de Almanya ve Hollanda’da bulundu, sergiler açtı. Yayımladığı Balaban (1962), İz (1965), Şair Baba ve Damdakiler (1968), İzdüşümü (1969) adlı dört kitapta sanat ve toplumsallık üzerine düşüncelerini anlattı.
Yapıtlarında biçim ve içerik yönünden halk geleneklerinden esinlenerek bu geleneği çağdaş bir temele oturttu. İnsanı tek başına değil, yaşam biçimiyle, yaşadığı ortam içinde değerlendirdi. Nakış benzeri, çizgisel bir stilizasyonla karasabanlı Anadolu köylüsünün tarihsel geçmişini insan-toprak ilişkisi içinde yansıttı. 1970’lerin ortalarına doğru resimlerine kabartma görünümü de katarak yeni bir aşamaya girdi. Bu dönem yapıtlarında düzenli bir istifleme ve çerçeveden merkeze doğru toplanan bir ışık kullanımı geliştirdi.
1980’lerin başlarında “Erenler ve Evliyalar” ile “Bereket Anaları” adlı iki sergi düzenledi. Özellikle “Bereket Anaları”nda halk resim geleneğinden esinlenerek Anadolu kadınını günlük yaşamı içinde betimledi. Bu yapıtlarında, bir önceki düzenli istifleme anlayışından uzaklaşarak dağınık bir düzenleme uyguladı.
kaynak:nkfu
Adriaen van Ostade; (d. 10 Aralık 1610, Haarlem – gömülmesi 2 Mayıs 1685, Haarlem, Felemenk), köy yaşamını betimlediği tür resimleriyle tanınan Felemenkli barok ressam ve baskı ustasıdır. Dinsel konulu resimler, portre ve manzaralar da yapmıştır.
1627 dolayında, Adriaen Brouwer ile birlikte Frans Hals’ın öğrencisi olduğu sanılır. Ama iki sanatçı da Hals’ın üslubundan pek etkilenmemiştir. Brouwer gibi Ostade de, çoğu zaman ana tema üzerine odaklanmış bir ışık demeti dışında loş olan mekânları betimledi. “Köylüler Eğleniyor” (y. 1638, Eski Pinakotek, Münih) gibi resimlerinde tek renge yaklaşan yumuşak tonlardan, rahat ve canlı bir fırça işçiliğinden yararlandı; ayrıca köylü tiplemelerinin kabalığını vurgulamak amacıyla karikatür öğesini kullandı. 1630′ larda daha çok gri-mavi ve kahverengiyle çalıştı; 1640’larda ise daha canlı renklere yöneldi ve gene köylüleri konu almakla birlikte eski grotesk anlatımdan uzaklaştı. Olgunluk dönemi (1650-70) yapıtlarında dış mekânlara daha çok yer verdi.
Verimli bir sanatçı olan Ostade, küçük boyutlu yağlıboya çalışmalarını çoğunlukla ahşap panolar üstüne yapıyordu. Ayrıca suluboya resimler, mürekkepli kalem çizimler ve 50 kadar aside yedirme baskı yaptı. Yaşamı sırasında büyük bir ün kazandı ve 1662’de Haarlem Ressamlar Loncası’nın başkanı oldu.
kaynak:nkfu
Isaac Van Ostade; (d. 2 Haziran 1621, Haarlem – gömülmesi 16 Ekim 1649, Haarlem, Felemenk), özellikle kış manzaraları ve köylülerle rustik hanlardaki yolcuları betimleyen resimleriyle ünlü Felemenkli barok ressamdır.
İlk yapıtlarında, üslubunu çok yakından izlediği ağabeyi Adriaen’in etkisinde kaldı. Ama başarılı ve kişilikli bir sanatçı olarak kısa sürede özgün üslubunu geliştirmeyi başardı. 1640’larda kızak ve buz pateni yapan insanları betimlediği birkaç kış manzarası yaptı. Bunlar türünün en başarılı örneklerinden sayılır. En tipik resimleri bir hanın ya da köy evinin önünde atları ve arabalarıyla dinlenen insanları betimlediği resimleriydi. Salomon van Ruysdael’in kompozisyonlarını anımsatan bu resimler özellikle figürlerin düzenlenişi ve canlılığıyla dikkati çeker. Sisli ya da dumanlı ortamları büyük bir ustalıkla yansıtan Ostade, Philips Wouwerman gibi sonraki Haarlemli sanatçıları önemli ölçüde etkilemiştir.
kaynak:nkfu
Ogata Kōrin; (d. 1658, Kyoto – ö. 20 Temmuz 1716, Kyoto, Japonya), Tokugava dönemi (1603-1867) Japon ressamıdır. Sotatsu ile birlikte Sotatsu-Korin okulu olarak bilinen bezemeci resmin ustalarındandır. Özellikle paravana resimleri, lake işleri ve kumaş desenleriyle ünlüdür.
Aşikaga hükümdarlarına hizmet eden bir samurai’nin (savaşçı) soyundan geliyordu. Babasının kumaşçı dükkânı başkentin önde gelenlerinin uğrak yeriydi. Sanatla yakından ilgili bir aileden gelen Ogata Korin, estetik değerlere önem verilen lüks bir ortamda yaşadı. Gençliğinde büyük olasılıkla önce ressam babasının, daha sonra da Kano okulundan Yamamoto Soken’in yönetiminde uzun yıllar resim çalışmıştı. Hem Çin tarzı mürekkep resminde, hem de Japonya’ya özgü konularla renkli bezemesel üslubu bir arada kullanan geleneksel Tosa okulunda usta olan Soken’den her iki üslubu da öğrendi. İlk dönem yapıtlarında Kano Yasunobu ile Sotatsu’nun da etkilerini yansıttı. Pek azının kesinlikle ona ait olduğu saptanabilen bu yapıtlarının çoğu geleneksel Kano üslubunda mürekkeple yapılmıştı.
1697’de olgunluk dönemi ürünlerini vermeye başlayan Korin 1701’de, artık başarılı bir ressam olduğunu gösteren hokkyo unvanını aldı. Yapıtlarına genellikle tarih koymadığı için sıralaması yapılamamakla birlikte, anlaşıldığı kadarıyla bütün önemli yapıtlarını 1697’den sonraki 20 yıl içinde, üç evrede yarattı. Bunların ilki 1697’den 1703’e değin süren Kyoto dönemi, ikincisi 1704-10 arasındaki Edo (bugün Tokyo) dönemi ve üçüncüsü sanatının doruğuna ulaştığı 1711-16 arasındaki dönemdi.
Korin ilk başyapıtı sayılan bir paravana resminde soyut bezemesel desenle özenli bir doğa betimlemesini ustaca birleştirdi. 1704’te Edo’ya yerleştikten sonra varlıklı tüccarların ve feodal beylerin korumasında el ve duvar ruloları ile paravana resmi yaptı.
1711’de Kyoto’ya dönüşünde en çok Sotatsu’nun yapıtlarından etkilendi. Bu döneminin en ünlü ürünleri olan Matsuşima’da dalgaları betimlediği altı katlı iki paravana resmiyle “Gök Gürültüsü Tanrısı ve Rüzgâr Tanrısı” (Tokyo Ulusal Müzesi) adlı iki katlı paravana resminde Sotatsu’yu örnek aldı. “Kırmızı ve Beyaz Erik Ağaçları” (Atami Sanat Müzesi) adlı paravana resmi ise bu döneminin en büyük başarısını oluşturdu. Elli dokuz yaşında ölmesine karşın pek çok öğrencisi ve izleyicisi vardı. Bunların en önemlisi Sokai Hoitsu’dur.
Son derece ustaca yapılmış zengin renkli paravana resimlerinin yanı sıra Korin birçok zanaatçıyı etkileyecek kadar da usta bir lake ustasıydı. Ayrıca dokuma desenleri ile kardeşi Ogata Kenzan için seramik desenler boyamıştı.
kaynak:nkfu
Georgia O’Keeffe; (d. 15 Kasım 1887, Sun Prairie yakınları, Wisconsin – ö. 6 Mart 1986, Santa Fe, New Mexico, ABD), 20. yüzyıl Amerikan sanatının önde gelen ressamlarından biridir.
Chicago Sanat Enstitüsü (1904-05) ve New York Sanat Öğrencileri Birliği’nde eğitim gördü (1907-08). Bir süre reklam ressamlığı yaptıktan sonra 1912’den 1916’ya değin çeşitli okullarda sanat dersleri verdi. 1916’da çizimleri fotoğrafçı Alfred Stieglitz’in dikkatini çekti. 1924’te evlendiler. Stieglitz’in en önemli portre dizilerinden biri O’Keeffe’in fotoğraflarından oluşur.
O’Keeffe’in ilk resimlerinde belli bir taklitçilik söz konusuydu, ama 1920’lerin başlarında kendi özgün üslubunu buldu. Yapıtlarında çoğu kez kafatasları, hayvan kemikleri, bitkiler, kabuklar, kayalar, dağlar gibi daha doğal biçimleri büyütüyor, belirgin ve ritmik dış çizgiler, net ve açık renk alanlarıyla hacimlendirerek veriyordu. Bu nesneleri derinliği olmayan bir mekân içine yerleştirerek onlara bazen erotik, bazen de psikolojik ve simgesel anlamlar kazandırıyordu. Yapıtlarındaki kesinlik ve sertlik bir anlamda Charles Sheeler ve Charles Demuth’un presizyonist resimlerini andırmakla birlikte, biyomorfik biçimlere soyut bir güzellik katmadaki başarısı bütünüyle özgündü. “İneğin Kafatası, Kırmızı, Beyaz ve Mavi” (1931) ve “Siyah Süsen Çiçeği” (1926) bu tür yapıtlarının tipik örnekleridir. O’Keeffe en önemli yapıtlarını 1920-40 arasında gerçekleştirdi ve 1980’lere değin resim yapmayı sürdürdü. Son yapıtlarında sık sık New Mexico’nun bulutsuz göğünü ve çöl görünümlerini işledi. 1970’te Whitney Müzesi’nde düzenlenen toplu sergisi O’Keeffe’in modern Amerikan sanatındaki en özgün ve önemli sanatçılardan biri olarak ün kazanmasını sağladı. 1976’da otobiyografisi Georgia O’Keeffe yayımlandı.
kaynak:nkfu
Jacopo Bassano; Jacopo ya da Giacomo da Ponte olarak da bilinir (d. 1517 – ö. 13 Şubat 1592, Bassano, Venedik Cumhuriyeti), dinsel resimleri, yemyeşil manzaraları ve gündelik yaşam sahneleriyle tanınan, Venedik okulunun geç dönem Rönesans ressamıdır.
Bassano adını benimseyen taşralı sanatçı, bir aile atölyesinin en yetenekli üyesidir.
Her ikisi de İtalya’nın Bassano Belediye Müzesi’nde bulunan “Susannah ve Ablaları” (1534-36) ve “Mısır’a Kaçış” (y. 1536) gibi ilk yapıtlarında, sıradan bir Venedik ressamı olan ustası Bonifacio Vernese’nin (Bonifacio di Pitati) yanı sıra, Lorenzo Lotto’nun modası geçmiş belgeleyici sanatının ve Tiziano’nun atmosferik ışık kullanımının da etkileri görülür. Bassano’nun sanatı olgunlaştıkça, fırça vuruşları yumuşamaya, kompozisyonlarındaki biçim ve kütleler büyüyerek daha canlı bir görünüm kazanmaya başlamıştır. Bu gelişmenin sonuçları, örneğin “İsa’nın Çarmıha Gerilişi” (y. 1538-40; Fitzwilliam Müzesi, Cambridge) gibi fresk benzeri tablolarında görülür. Bassano 1540 dolayında büyük ölçüde Floransa ve Roma maniyeristlerinin zarif üslubundan etkilenmiştir. “Çobanların Tapınması” (Hampton Court, Londra) tablosunda görüldüğü gibi, özellikle Parmigianino’nun resimlerindeki figürlerin soylu inceliğine hayranlık duymuştur. Ama “Mısır Yolunda Dinlenme” (y. 1545; Ambrosiana Resim Galerisi, Milano) tablosundaki sağlam biçimler, canlı renkler ve kalın boya hamuru, bu tür yapıtlarına, kendine örnek aldığı maniyeristlerin başaramadığı bir canlılık kazandırır.
Bassano 1560’tan sonra “Aziz Roch ve Aziz Sébastian ile Madonna” (Eski Pinakotek, Münih) ile “Müneccim Kralların Tapınması” (Sanat Tarihi Müzesi, Viyana) gibi, doğal olmayan soluk ışığı, zengin renkleri ve yapmacık pozlardaki huzursuz, incelmiş figürleriyle dikkati çeken birçok resim yapmıştır.
İlk kırsal yaşam resimlerini yapmaya başladığı 1565-70 dolaylarında, manzara ve tür resimleri özellikle önem kazanmıştır. Bu resimlerin en güzellerinden biri “Pastoral” dir (Thyssen-Bornemisza Koleksiyonu, Lugano, İsviçre). Bu çalışmaları, dinsel yapıtlarında rastlantısal olarak var olan tür ve manzara resmi öğelerinin yoğunlaşmasına yol açmıştır.
Jacopo’nun dört oğlu da ressamdı. Bunlardan Genç Francesco (1549-92) ile Leandro (1557-1622) aile atölyesinin sürekliliğini sağladıkları için önemlidir. Bassano ürünlerinin çoğu, bir aile işbirliğiyle ortaya çıkmıştır. Babasının başlattığı kırsal kesim resimlerine eğilimli olan Genç Francesco, atölyenin bu yönünü geliştirmiş ve 1592’de yaşamına son verinceye değin Venedik şubesinin sorumluluğunu üstlenmiştir. 1582’de Venedik’e yerleşen Leandro da burada başarılı olmuş ve Dükalık Sarayı için birçok tablo siparişi almıştır. Bugün en çok, Tintoretto’nun üslubunda yaptığı portrelerle tanınmaktadır.
kaynak:nkfu
Yüksel Arslan; (d. 1933, İstanbul – ö. 20 Nisan 2017), gerçeküstü anlayışta çalışan ressamdır.
Ortaöğrenimini İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamladı. Bir süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde okudu. 1955’te Maya Galerisi’nde toprak, bal, yumurta akı, yağ ve kan gibi kendine özgü malzemelerle gerçekleştirdiği “İlişki, Davranış, Sıkıntılara Övgü” adlı ilk resim sergisini açtı. “Arayış dönemi”ni yansıtan bu dizinin ardından 1959’da, erotik temalara yer verdiği “Phallisme” dizisini sergiledi. 1961’de André Breton ve Raymond Cordier’nin davetlisi olarak gittiği Paris’te bu üslubunu bir süre daha sürdürdü. Bunu izleyen dönemde düşsel konulara yönelen Arslan, “Arture” dizisini gerçekleştirdi. Bu yapıtlarını 1965’te Kopenhag ve Berlin’de, sonra Fransa’da, 1967’de de Türkiye’de sergiledi. Türkiye’de bulunduğu sıralarda el yazmalarından etkilenerek “Yabancılaşma” adını verdiği küçük tablolar yaptı. 1968’de Paris’e döndükten sonra Karl Marx’ın Kapital adlı kitabının resimleri üzerine çalışmaya başladı ve 1974’e değin Kapital için 30 resim gerçekleştirdi. Bu resimler onun “toplumcu dönemi”nin ürünleridir. Kapital resimlerini izleyen dönemde Arslan, yaşamındaki olayları ve izlerini yansıttığı “Etkiler” adlı dizisini gerçekleştirdi.
Başlangıçta Klee, Miro, Michaux gibi sanatçılardan, Doğu minyatüründen, Karagöz tiplerinden ve özellikle Siyah Kalem’in yapıtlarından etkilenen Arslan, klasik ve akademik beğeninin karşısında oldu. Yalnızca kişisel deneylerinden yola çakarak Freud’u anımsatan cinsel ve erotik yaklaşımlarla bilinçaltının düşsel dünyasına yöneldi. İnsanın iç yaşantısını ortaya çıkaran yansımaları, çelişkileri ve bilinçüstüne çıkmayan gizli yönelişleri tuvale aktardı. Çizginin anlatım gücünden yararlanarak, çoğu kez tek rengin egemen olduğu insan ve hayvan figürleri çizdi. Üslubunda her zaman geleneksel nakış ve hat sanatının izleri sezilir. Yapıtlarını, tuval ve yağlıboya kullanmadan toprak, boya ve yağ sürerek bir ön işlemden geçirdiği kâğıt üstüne gene kendine özgü malzemeleri uygulayarak oluşturmuştur.
Arslan, 1981 Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’nü heykelci İlhan Koman’la paylaşmış, 1982’de Paris’te Uluslararası Kara Mizah Ödülü’nü kazanmıştır.
kaynak:nkfu
Charles Willson Peale; (d. 15 Nisan 1741, Queen Annes ili, Maryland – ö. 22 Şubat 1827, Philadelphia, ABD), Amerikan Bağımsızlık Savaşı önderlerinin portreleriyle tanınan ABD’li ressamdır. ABD’deki ilk önemli müzenin kurucusudur.
1782’de Bağımsızlık Savaşı kahramanlarının portrelerinin yer aldığı bir galeri açtı. 1786’da doğa tarihiyle ilgili araştırmaların yapılacağı ve portre çalışmalarının yanı sıra doldurulmuş hayvanlarla garip aletlerin sergileneceği bir enstitü kurdu. Peale Müzesi olarak bilinen bu enstitü büyük-bir gelişme göstererek dönemin benzer müzelerine örnek oluşturdu.
Uzun yaşamı boyunca aralarında Washington, Franklin, Jefferson ve John Adams’ın portrelerinin de yer aldığı 1.100 kadar portre yaptı. Yapıtları J. L. David’in Fransa’da geliştirdiği yeni-klasik üslubun özelliklerini taşır. Peale ayrıca trompe l’oeil (göz aldatımı) tekniğinin bir ustasıydı. Oğullan Raphaelle ve Titian’ı gerçek insan boyutlarında betimlediği “Merdiven Grubu” (1795, Philadelphia Sanat Müzesi) adlı yapıtını bir kapı pervazı ile çerçeveleyerek bir basamağın üzerine yerleştirmesi, resimdeki kişilerin gerçek sanılmasına yol açmıştı, in kardeşi James’le (1749-1831) oğullan Raphaelle (1774-1825), Rembrandt (1778-1860), Rubens (1784-1865) ve Titian (1799-1881) da ressamdı.
kaynak:nkfu
Altichiero (d. y. 1330, Zevio, Verona dolayları, Verona Markiliği – ö. 1390’dan sonra, Verona ?), Verona okulunun kurucusu Erken Rönesans ressamı. 14. yüzyılda Kuzey İtalya’daki en önemli sanatçılardan biridir.
Ressamlığa başladığı Verona’da birkaç yıl kalmış olduğu bilinmekle birlikte, bu döneme ait yapıtları ile ilgili hiç bilgi yoktur. Büyük bir olasılıkla Dük I. Francesco Carrara’nın çağrısı üzerine 1370’te Padova’ ya gitti. Dük için Giganti Salonu’nda ve Capitano Sarayı’nda “ünlü kişiler“in portrelerini yaptı. Zamanla harap olan bu freskler dışında günümüze kalan önemli yapıtları iki fresk dizisidir.
1379’da tamamlanan ve Çarmıha Geriliş’ten başka Aziz Yakub’un yaşamından da sahneleri içeren ilk dizi, S. Antonio Bazilikası’ndaki S. Felice Şapeli’ndedir. Aziz Giorgio ve başka azizlerin yaşamlarından sahnelerin betimlendiği yaklaşık 1384 tarihli ikinci dizi ise aynı yerdeki S. Giorgio Şapeli’nde bulunmaktadır. Bu fresklerin üslubu, yaşam dolu ve dramatik olarak birbirine bağlı anıtsal figürlerin kullanılması bakımından Floransalı büyük ressam Giotto‘nun etkisinde kalmıştır. Buna karşılık Altichiero, figürlerinin doğayla ve mimariyle ilişkisini Giotto’dan daha gerçekçi biçimde kurmuş ve kompozisyonda uyuma daha çok ağırlık tanımıştır. Güçlü iki boyutlu ritmik düzenlemeler elde etmek uğruna, konularının canlılığından ve gerçeğe uygunluğundan bir ölçüde ödün vermiştir.
Altichiero’nun 1390’da Verona’ya döndüğü ve S. Anastasia Kilisesi’nde son bir fresk dizisi yaptığı sanılmaktadır.
kaynak:nkfu
Ressam. Şair Nazım Hikmet’in öz oğlu (D. 1951, İstanbul – Ö. 15 Ekim 2018, Limoges /
Fransa). Şair Nâzım
Hikmet’in öz oğlu ressam Mehmet Nâzım, 15 Ekim 2018 günü Fransa’nın Limoge kentinde hayatını
kaybetti.
Paris’te yaşayan Mehmet Nâzım’ın ölümünü ressam
dostu Utku Varlık sosyal medyadan yayınladığı, “Mehmet Nâzım’ı yitirdik;
Yakın ve uzak bellek, bana tarifsiz bir hüzünü anımsatıyor. Uzaklaşıyoruz yavaş
yavaş” mesajıyla duyurdu.
Hürriyet’ten İsmail Yılmaz’ın haberine göre Nâzım
Hikmet, 1950 yılında cezaevinden çıktıktan sonra Münevver Andaç’la birlikte
oldu. Bu ilişkinden 1951 yılında Mehmet dünyaya geldi. Ancak Nazım Hikmet ile Münevver
Andaç resmi olarak evli değildi ve Nâzım Hikmet oğlu üç aylıkken Türkiye’den
ayrıldı. Mehmet Nâzım, kendisini terk edip giden babası Nâzım Hikmet’le küstü.
Bugüne kadar babası hakkında da hiç bir açıklama yapmadı.
Nazım
Hikmet’in oğlu Mehmet Nazım’ın vefatı, ilginç bir ayrıntıyı da ortaya çıkardı. Yakın
dostları, Fransa’da yaşayan 67 yaşındaki ressam Mehmet Nazım’ın yıllardır
objektiflerden kaçtığını belirterek, “ 40 yıl önceki fotoğrafları dışında tek
görüntüsü yok. Bu yüzden vefat ilanında Gary Cooper’ın fotosu kullanıldı” dedi.
Mehmet Nazım’ın son fotoğraflarından birine İhlas Haber Ajansı ulaştı.
Nazım
Hikmet’in oğlu ressam Memet Nazım’ın 67 yaşında, Fransa’nın Limoge kenti
yakınında yaşadığı küçük bir kasabada hayatını kaybettiği öğrenildi. Yakın
dostu Utku Varlık, uzun zamandır tedavi gören Memet Nazım Ran’ın, bir yıl evvel
birlikte yaşadığı arkadaşı Dominique’i kaybettikten sonra kendini bir türlü
toparlayamadığını ve hayata yenik düştüğünü söyledi. Varlık, Memet Nazım’ın
ölüm haberini, “Mehmet Nâzım’ı yitirdik; Yakın ve uzak bellek, bana tarifsiz
bir hüznü anımsatıyor. Uzaklaşıyoruz yavaş yavaş” ifadeleriyle duyurdu.
Mehmet
Nazım’ın son fotoğraflarından birine İHA ulaştı. İHA’da yayınlanan fotoğrafın
İstanbul Büyükada’da 4 yıl önce çekildiği öğrenildi.
Gazeteci
Nedim Saban’ın 1990’lı yıllarda yapmış olduğu DrStress programında röportaj
yaptığı gazeteci Halit Çapın’ın canlı yayında açıkladığına göre, babasının yurt
dışına çıktıktan sonra sadece Ruble için yazdığını söylemiş olan Mehmet Nazım,
açtığı babalık davası sonrası ünlü şairin dünyadaki tek yasal mirasçısı olma
hakkını elde etmişti.
Mehmet İçin Şiir Yazmıştı
Nâzım Hikmet, Bulgaristan’ın Varna kentinde oğlu için
yazdığı şiirinde ona olan özlemini şu dizelerle anlatıyordu:
Dünyaya doymak olmuyor Memet,
doymak olmuyor…
Dünyada kiracı gibi değil,
yazlığa gelmiş gibi de değil,
yaşa dünyada babanın eviymiş
gibi…
Tohuma, toprağa, denize
inan.
İnsana hepsinden önce.
Bulutu, makineyi, kitabı
sev,
insanı hepsinden önce.
Kuruyan dalın,
sönen yıldızın
sakat hayvanın
duy kederini,
ama hepsinden önce de insanın.
(…)
Memet,
memleketler içinde bir
şirin memlekettir
Türkiye,
bizim memleket.
(…)
Sen bizim orda halkınla
beraber
komünizmi kuracaksın,
gözle görecek, elle tutacaksın
onu.
(…)
Memet,
yavrum,
seni Türkiye Komünist Partisi’ne
emanet ediyorum.”
KAYNAK:
Nâzım Hikmetin oğlu yaşamını yitirdi (cumhuriyet.com.tr, 15 Ekim 2018), Nazım Hikmet’in
oğlu hayatını kaybetti (turkiyegaztesi.cm.tr, 15.10.2018), Nazım Hikmet’in Oğlu
Mehmet ile Röportaj Yapan Gazetecinin Açıklamaları (youtube.com, erişim
19.10.2018).
1919 yılnda İstanbul’da doğmuştur. İlköğrenimine, babasının Kuvayi Milliye subaylarından süvari albayı olması nedeniyle Aydın’da başlamıştır. Kendisi de resim yapan, yedi yaşındaki oğluna, Anadolu’da Fransızca öğretmeni bulan bu aydın subay, Arbaş’a sanatı aşılayan ilk öğretmeni olmuştur.
Avni Arbaş,babasının 1929 yılında Sivas’ta ölümü üzerine annesi ile birlikte geldiği İstanbul’da Galatasaray Lisesi’ne kayıt olmuştur. O günün Galatasaray Lisesi öğrencileri ve günümüz ressamları Cihat Burak ile Selim Turan’la birlikte asker ressamlardan Mehmet Ali Bey’in öğrencisi olmuştur. Dönemin Akademi hocaları İbrahim Safi ile Naci Kalmukoğlu’nun atölyelerinde çalışmıştır. 1937 yılında şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesiolan dönemin Devlet Güzel Sanatlar Akademisi orta kısmına girmek üzere Galatasaray Lisesi’nden ayrılmıştır. İbrahim Çallı ve Leopold Levy’nin atölyelerinde çalışan Arbaş, Akademi’de kaldığı dokuz yılın son dönemlerinde Devlet Resim ve Heykel Sergilerine katılmıştır.
1946yılında okulu bitirdikten sonra; Dönemin iktidar partisi CHP’nin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in çabalarıyla düzenlediği yurt gezilerine seçilen ressamlardan biri de genç Avni Arbaş’tır.
1943 yılında, Zerrin adında, Fransızca bilen, Tatar kökenli bir genç kızla evlenmiştir. Bu arada başta Liman Sergisi olmak üzere bir çok karma sergiye katılmıştır. Akademideki eğitimini tamamladıktan sonra Fransız Hükümeti’nin verdiği bursla o yılların sanat merkezi Paris’e gitmiştir. Otuz yıl sürecek olan Fransa serüveninin başında acı bir olay yaşayan Avni Arbaş, “küçük kızının doğumu sırasında eşi Zerrin’i kaybetmiş, biricik kızına, ölen sevgili eşinin ismini vermiştir. Ancak kızına tek başına bakamayınca onu İstanbul’a anneanesinin yanına göndermek zorunda kalmıştır. Sözünü ettiğimiz küçük kızı Zerrin büyüdüğünde Türkiye Güzellik Kraliçesi seçilecek olan Zerrin Arbaş’tan başkası değildir.
Aynı dönemde yasamlarını Paris’te sürdüren ressamlarımız Fikret Mualla, Abidin Dino, Nejad Devrim, Mübin Orhon ile birlikte “L’Ecole de Paris” sanatçıları arasında anılmaya başlamıştır. 1951 yılında Türkiye’de Maya Galerisi’nde, 1954 yılında ise Paris’te Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” adlı kitabından esinlenerek yaptığı çalışmaları ile ilk sergilerini açmıştır. İlk kişisel sergisi, Paris’ten gönderdiği resimleriyle, 1951 yılında İstanbul’da Maya Galerisi’nde açılmıştır. İki yıl sonra 1953 Paris’te Galerie La Roue’de sergi açan Arbaş’ın çalışmalarının çoğunu köy manzaraları ve köy hayatı konulu resimler oluşturmuştur. 1951’den bu yana İstanbul, New York, Paris, Ohio gibi sanat merkezlerinde kisisel sergiler gerçeklestirmiştir.
1943 yılında evlendiği eşi Zerrin’in ölümü üzerine 1950`lerin başlarından beri birlikte olduğu Henriette Lapouge ile 1958 yılında ikinci evliliğini yapmıştır. Sanatını ve yeteneklerini iyice geliştiren Avni Arbaş, Paris, Antibes ve Vallauris`te, aralarında Picasso, Tristan Tzara, Aragon, Prevert kardeşlerin de bulunduğu çok ünlü ressamlar dostlar ve sanatçılar çevresi edinmiştir. Ecole de Paris ressamları arasında yerini alan meşhur bir Türk ressamı olmuştur. Bu çevrenin sayesinde 1966 yılında Henri Montherlant’ın 3. cildini onbeş Litho (Taş baskı) çalışmasıyla resimlemeyi başarmıştır. Bu eserin lüks baskısında, sanatçının, Fernand Mourlot Atölyesinde gerçekleştirdiği on beş özgün litho yer almıştır.
Ressam Avni Arbaş yaşamını çeşitli dönemlerinde şair nazım Hikmet ile karşılaşmıştır. Nazım Hikmet, Arbaş’ın Atlar tablosu için bir de şiir yazmıştır. Ressam Arbaş, o günleri şöyle anlatmıştır: ” Nazım’ı ilk gördüğümde 15 yaşındaydım. O dönemde, Galatarasay’da her sene fuar yapılırdı. Orada bir hoca vardı. Ressam. O da fuarda bir pano almış, bir şeyler yapıyor, ben de yardım ediyordum. Hava güneşliydi. Bahçedeydik, Yusuf Ziya da vardı. O zamanlarda o çevrede gazetelerin büroları vardı. O sırada beyazlar giymiş, uzun boylu, sarı hatta kızıl saçlı bir adam geldi. Hemen tanıdım. Daha önce resimlerini görmüştüm çünkü. Orada tanışmadık ama o onu ilk görüşümdü. Sonra aradan seneler geçti. Paris’teydim. 1958 senesiydi. Abidin Dino aradı. “Nazım geldi” dedi. “Yarın Montparnasse’da bir kafede bulaşacağız sen de gel”. Eşimle birlikte gittik. Beni gördüğünde sanki uzun süredir görmediği bir dostuymuşum gibi kucaklaştık. O sırada eşim Henriette’i Nazım’la tanıştırırken ona başımızdan geçen bir olayı anlattım. Picasso ile tanıştığımızda Henriette “Dünyada en çok tanışmak istediğim iki kişi vardı biri sizsiniz (Picasso) biri de Charlie Chaplin demişti. Henriette bunu söyledikten sonra Picasso ” Ve Nazım Hikmet” diye eklemişti. Bunu anlatınca Nazım, kalkıp Henriette’in elini öptü ve teşekkür etti. Nazım’a “Niye Henriette’e teşekkür ediyorsun” diye sorunca da ” Beni düşündüğü için” diye cevap verdi. Ben Nazım’a onu düşünenin Henriette değil Picasso olduğunu söyleyince de epey gülmüştük. Bir sergi açmıştık Paris’te. Benim orada Atlar diye bir tablom vardı. Onu çok sevdi Nazım. Moskova’ya döndüğünde bana bir mektup yazmıştı. O şiiri de yazmış. Şiirin iyi olmadığını düşünmüş, özür diliyordu. Eşine az rastlanır derecede mütevazı bir insandı. “
1937 yılında burslu olarak gittiği Fransa’dan yurda hiç dönmemiş dolayısı ile askerlik hizmetini de yapmamıştır. Resim alanındaki üstün başarısına rağmen Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır. 1977 yılında Türkiye’ye dönmüş ancak; askerliğini yapmadığı gerekçesiyle vatandaşlığını kaybettiğini öğrenince sıkıntılı süreçler yaşamaya başlamıştır. . Verdiği büyük mücadele sonunda vatandaşlığını yeniden elde etmiştir. Bu dönemde ağırlıklı olarak Mustafa Kemal portrelerinin yanı sıra, “İstanbul” ve “Boğaz” ve Marmara`nın manzaralarını, güney sahillerini, balıkları, balıkçıları, meyveleri ve çiçekleri resimlemiştir. 2003 yılında kansere yenik düşmüş; yaşamını sürdürdüğü İzmir’in Foça ilçesinde 84 yaşında iken ölmüştür.
Sanatçının yapıtları İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Ankara Resim ve Heykel Müzesi, Musee de Picasso (Antibes), Amman Güzel Sanatlar Müzesi gibi kurumların yanı sıra, Türkiye, Fransa, İtalya, İsviçre ve ABD’deki özel koleksiyonlarda bulunmaktadır
Kaynak:Enson haber Biyografi