Çocukluğundan beri içine gelip yerleşen tiyatro sevgisine karşı koyamamıştı İsmail Dümbüllü. Tuluat geleneğinde ustası Kel Hasan’ın ellerinde pişti. Öylesine içselleştirmiş ve başarmıştı ki, ustası, onu nişane kabul gören kavuk ve fese layık gördü.
O, nihayetinde kendine özgü yarattığı Dümbüllü tarzı ile birçok oyunun ve oyunculuk tekniklerinin günümüze ulaşmasını sağladı. Özellikle ortaoyunu ve tuluatlarda gösterdiği ustalıkla kendini kanıtlayan Dümbüllü, operetlerde ve filmlerde aldığı rollerle de göz doldurdu. Nesilden nesile aktarılan kavuk, en güzel nişaneydi belki de. Ustası Kel Hasan, bugün bile küçücük bir kavukla bıraktığı sorumlulukta, öğrencilerine ne çok şey öğretmiş ve kuşkusuz onların da öğretmesini sağlamıştı.
Sevgili İsmail Dümbüllü,
Dilerim hissettiğim gibi huzurla yaşamış, huzurla ayrılmışsındır bu dünyadan.
Ruhun şad olsun…
İsmail, 1897’de, İstanbul, Üsküdar’da Süleymanağa Mahallesi’nde Fatma Azize Hanım ve Zeynel Abidin Efendi’nin oğulları olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona “İsmail Hakkı” adını verdi. Zeynel Abidin Efendi, II. Abdülhamid’in silahşörlerinden biriydi.
Yaşadığı dönemde eğitim hayatı Üsküdar İttihatı Terakki Mektebi ile başladı. Bitirdikten sonra da Askeri Ortaokuluna başladı. Çocukluğundan bu yana kalbini pır pır ettiren, aklının büyük bir kısmını kaplayan bir merakı vardı: Tiyatro. İşte bu merak, onun okuldan üçüncü sınıftan ayrılmasının sebebi oldu. Şimdi ünü yıllar yıllar sonrasına taşınacak bir yolculuğa çıkıyordu…
Evet, İsmail’in içini dolduran koca bir merak vardı; ama önce biraz yoğurulmalıydı, öğrenmeliydi. Amatör olarak Karagöz Hüseyin’in sahnesinde başladı oyunculuğa. Profesyonel hayata ise, 1918’de, Üsküdar’da, ona tiyatro olanında özel bir kişilik kazandıracak Kel Hasan’ın tiyatrolarında adımını attı.
Bu dönemde tiyatro, tuluat sanatı üzerinden yapılıyordu. Şöyle ki, önceden herhangi bir hazırlık yapılmadan, sahnede akla gelen sözlerle doğaçlama bir oyun sergileniyordu. İsmail, bu işi pek güzel kıvırmıştı doğrusu. Kel Hasan ile yolculuğu 30’una varasıya kadar sürecekti…
Buradan sonraki yeri Şehzadebaşı Tiyatrosu oldu. Kel Hasan ölmeden, kavuğunu ve de fesini, Dümbüllü’ye devretmişti. O, Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi, ortaoyunu ve tuluat ustası İsmail Hakkı Dümbüllü olma yolundaydı.
Ve yoğurtçuluk yaparken tiyatro aşkına karşı koyamayan, sahnede kavuğuyla “İbiş” karakterine hayat veren Hasan Efendi, bir geleneğin başlamasına sebep olacaktı…
O, “Dümbüllü İsmail Efendi” olarak tanınıyordu ve de tanınacaktı. Dümbüllü adını üzerine alışını ise, İsmail’in kendisi şöyle anlatmıştı: “Peruz Hanım vardı kantocu, Samran’dan evvel. Bu Peruz Hanım o zamanın en birinci kantocusuydu. Hem de beste yapar, güftesini de kendisi yazardı. Dümbüllü diye bir kanto söylerdi. Buna bir gazel ilave ederek söylemeye başladım. ‘Dümbüllü, Dümbüllü, Gabarala, mabarala, Dümbüllü’ diye oynardık. Böylece Dümbüllü adı üzerimde kaldı”.
İsmail, Kel Hasan’dan öğrendiklerini kişiliğiyle birleştirdi ve Dümbüllü tarzını oluşturdu ve topluluğunu kurdu. 1928’de, Tevfik İnce ile kurduğu Direklerarası’ndaki Hilal Tiyatrosu’nun perdesini ilk kez açtılar. Geleneksel tuluat sanatına yeni oyunlar ekliyor, sahnede adeta parlıyordu.
1933’ten sonra Anadolu turnelerine çıkmaya da başladılar. Çok seviliyor, rağbet görüyorlardı. Elbet zaman geçtikçe tiyatro da bir dönemden diğerine hızlı geçişler gösteriyordu. Naşid’in ölümünün ardından da değişimlere rağmen geleneksel tiyatronun geleneğini tek başına sürdürdü ve tek başına ortaoyunu geleneğini sürdüren en ünlü isim oldu.
II. Dünya Savaşı yılları da yaşanmıştı. Dümbüllü’nün kendine has sevimli mimikleri, yüzünden akan saflık halleri ve ille de o ses tonu ile bir de filmlerde yer almayı denedi. 1946’dan sonra, filmler çekmeye başladı. İlk kez 1947’de “Memiş”, 1948’de “Dümbüllü Macera Peşinde” ve “Keloğlan” filmlerinde başroldeydi.
Birkaçını daha sayacak olursak, 1950’de “Harman Sonu”, 1951’de “Ne Sihirdir Ne Keramet” ve “Sihirli Define”, 1952’de “İncili Çavuş”, 1953’te “Kırk Gün Kırk Gece”, 1954’te “Mihrimah Sultan”, 1956’da “Dümbüllü Tarzan” filmlerindeydi. Bir yandan ününe ün katıyor olsa da, birçok eleştirmen başka açıdan değerlendiriyordu. Dümbüllü, her ne kadar bu filmler çok izlenmiş olsa da, sahnedeki Dümbüllü kadar başarılı değildi. O, sahne tozunu yutarken belli ki daha başka doğuyordu küllerinden…
Onun işi sahnede olmaktı tabii. Döneminin en özel isimlerindendi. “Kavuklu Hamdi, Abdi, Naşid, Abdürrezak, Küçük İsmail” gibi birçok ünlü ortaoyuncu ile çalışma fırsatı bulmuştu.
1968’de, sıranın kendisine geldiğini düşündü. Her güzel şeyin zamana yayılmış bir sonu vardı elbet. Şimdi Dümbüllü’nün kavuğunun devretme vaktiydi. 1968’de jübilesini yaptı ve kavuğunu Münir Özkul’a devrederek mesleği bıraktı.
Yine de bu meslek öyle nefes alırken emekliye ayrılmaya fırsat vermiyordu. Gönül kabul etmezdi bir kere. Zaman zaman sahneye çıkmaya, radyo oyunlarında yer almaya devam etti. Dümbüllü, 1970’te, Nurhan Damcıoğlu ve Halit Akçatepe ile birlikte Çalıkuşu Opereti’nde sahnedeydi…
(Münir Özkul, kavuğu Ferhan Şensoy’a devrederken)
Kavuk, daha çok ortaoyununu temsil ediyordu. Kel Hasan Efendi’nin Kavuğu, Türk Tiyatrosu güldürü geleneğinin bir nişanesi olarak kabul görüyordu. Kel Hasan da, kendisinden sonra Dümbüllü’nün kavuğu taşıması gerektiğini düşünmüştü. Elbet sıra onun da devrine gelecekti.
1967-1968 yıllarında Dümbüllü, bir dönem geleneksel tiyatro ile ilgilenen sinema sanatçısı Münir Özkul’u Arena Tiyatrosu’nda oynanan “Kanlı Nigar”da, “Kavuklu” rolünde izledi. Yeteneğine hayran kalmıştı ve kendine devredilen nişane kavuğu Münir Özkul’a devretti.
(Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin’e kavuğu devrederken)
Daha sonra bu kavuk günümüze kadar devrola devrola geldi. Münir Özkul, kavuğunu, 1989’da Ortaoyuncular Tiyatro Topluluğu’nun kurucusu Ferhan Şensoy’a; o da, Mayıs 2016’da Rasim Öztekin’e devretti.
Kavuktan başka bir de fes vardı. Fes de, tuluat sanatını temsil ediyordu. Yine fes devri de ilk kez kel Hasan ile başladı. Kel Hasan, kavuğu gibi fesini de Dümbüllü’ye devretti. Yine Dümbüllü’nün de Münir Özkul’a devrettiği fesi, Özkul, Müjdat Gezen’e devretti.
Müjdat Gezen ise, yıllardır kendisinde bulunan fesi, eski öğrencisi Şevket Çoruh’a devretti.
Dümbüllü, sanatına aşık bir sanatçıydı ve kendinden sonrakileri de öyle yetiştirmek için elinden geleni yaptı. Hocalarından da böyle görmüştü. Bütün oyunları onun gözbebeğiydi. Ama o en çok “Kanlı Nigar, Kavuklu’ya Hile, Çifte Hamamlar, Ters Biyav ve Gözlemeci”yi sevdi. Filmlerde ise, en çok “Nasreddin Hoca” ile yakın hissetmişti kendini…
Bir kavuk ve bir fes devreden, geleneksel tiyatro ve tuluat sanatının ustası Dümbüllü, sahneyi tüm yeteneği ile doldurmuştu. Ama elbet fiziksel yaşamın da bir sonu vardı. Dümbüllü, geçirdiği trafik kazasının üzerinden bir ay geçmişti ki, 5 Kasım 1973’te, hayata gözlerini kapadı. 76 yaşındaydı.
Kendisine emanet edileni emanet etmenin, iki devrin de kendinde bıraktığı sorumluluğu yerine getirmiş olmanın huzuruyla, Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Tiyatro aşkı ile yanıp tutuşan, döneminin en özel isimlerinden biri olmayı başaran ve o günlerden günümüze koca bir emanet bırakan bir İsmail Dümbüllü geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Damla Karakuş
[email protected]
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.
Instagram: biyografivekitap
Kaynak:Enson haber Biyografi