Kaynak:Enson haber Biyografi
Kaynak:Enson haber Biyografi
Johan August Strindberg; İsveçli ozan, oyun yazarı ve romancıdır (Stockholm, 1849-Stockholm, 1912). İş alanında başarısız ve mutsuz bir babayla bir hancının kızı olan bir anne arasında dengesizlik, uyumsuzluk ve başkaldırı içinde güç bir çocukluk dönemi geçiren johan August Strindberg, 1867’de Uppsala Üniversitesi’ ne girdi.
1869’da oyunculuğa başladı ve hekim olmayı düşledi. Ama, tek bir eğilimi ağır basıyordu; bu da, oyun yazarlığıydı. Bunun üzerine ilk oyunlarını kaleme aldı (1869) ve Mâster Olof’u (Olof Usta, 1872) yayımladı. 1876’da âşık olduğu barones Wrangel (Siri von Essen) ile, kocasından ayrılmasından sonra, 30 Aralık 1877’de evlendi.
Daha sonra, ailesiyle birlikte İsveç’i terk eden Strindberg Paris’e yerleşti ve öykü derlemelerini (Giftas [Evliler, 1884] ve Giftas II [Evliler II,1885]) yayımladı; şiddetli bir kadın düşmanı olarak gözüktüğü bu yapıtlarıyla, büyük bir skandala neden oldu. 1887’de bir özyaşamöyküsü niteliği taşıyan Tjanstekvimansson’u (Hizmetçinin Oğlu) yayımladı.
Sinirleri gitgide bozulan Strindberg’in durumu, eşini ve çocuklarını olumsuz yönde etkiledi. Hastalık derecesine varan kıskançlık krizleri sırasında, başyapıtlarından bazılarını gerçekleştirdi: Hemsöborna (Hense’ nin İnsanları, 1887) adlı romanını, Baba (Fadren, 1887), Matmazel julie (Fröken julie, 1888), vb. oyunlarını yazdı.
1888’de fransızca olarak yazdığı le Plaidoyer d’un fou ‘yu (Bir Delinin Savunması) yayımladı. Bu kitabında, karısına olan aşırı tutkusunu, aşkının ruhsal öğelerini, beğenilme gereksinimini ve bütün öbür kadınlara karşı giderek artan nefretini dile getirdi. Bu arada, bunalımlı yaşamı Strindberg’i dış dünyayı gözlemekten alıkoydu: Bu sırada, özyaşamöyküsel anlatılarını yazmaya koyuldu, 1892’de eşinden ayrıldı.
kaynak:nkfu
Ömer HAYYAM ( 18 Mayıs 1044 – 1123 )
Büyük İran şairi ve matematik bilginidir. Rubaileri ile dünya çapında ün kazanmıştır. Horasan’da Nişapur’da doğdu. Adı Ömer, mahlası Hayyam’dır. Devrinin hemen bütün bilgilerini öğrendi. İsfahan’a gitti, büyük Türk hakan Sultan Melikşah’ın hizmetine girdi. Onun emriyle takvimde önemli ıslahat yapan Celali Takvimini, hazırlayan ekipten oldu. 1123 yılında hayli yaşlı olarak öldü. Nişapur’da mezarına 1935’de mermer bir anıt yapılmıştır.
Hayyam, büyük bir matematik bilginidir. Cebir ve fizikte önemli buluşları vardır. Cebirde üçüncü dereceden denklemlerin 13 çeşidini incelemiştir. “El Cebr” adlı kitabını Woepke 1851’de Fransızcaya, Story’de 1918’de ingilizceye çevirmiştir. Müspet ilimler üzerine birkaç küçük kitabı daha vardır. Bunlar da batı dillerine çevrilmiştir.
Ömer Hayyam kendi zevki için yazdığı rubaileri (4 mısradan ibaret şiirleri) ile ölümsüz bir ün kazanmıştır. Çok karamsar yapıda olan şair, dünya nimetlerinden elinden geldiği kadar yararlanmayı, çünkü herşeyin geçici, ölüme mahkum olduğunu, insan duygularını derinliklerine kadar sarsan bir lirizmle anlatmıştır. Dili olağanüstü kıvrak, üstatçadır.
Hayyam’ın kaç rubai söylediği bilinmiyor. 4-5 yüz rubainin ona ait olduğu söylense de, gerçekte onun olanlar 1-2 yüzden ibarettir. İçlerinde Arapça olan bir kaç rubai de vardır. Hayyam’ın rubaileri Çingeneceye kadar büyün dünya dillerinde defalarca yayınlanmıştır. Batıda İngiliz şairi Fitz Gerald’ın İngilizceye çevirisi ile büyük ölçüde tanınmıştır. 1892’den başlayarak bir çok Ömer Hayyam kulüpleri kurulmuştur. Türkçe’ye de pek çok defa çevrilen rubailer bizde de çk sevilmiş okunmuştur.
ÖMER HAYYAM’DAN SEÇMELER:
*Ahirette cennet, huri, kevser var diyorlar
Şarap ırmağı, süt ırmağı, bal ve şeker ırmağı var diyorlar
Bunları anarak ey saki se şimdiden bana bir kadeh şarap ver
Malum ya bir peşin bin veresiyeden iyidir.
*O saray ki göklere yükselirdi
O saray ki padişahlar bile eşiğine yüz sürerdi
İşte şimdi bu sarayın yıkık duvarlarına konmuş bir kumru gördüm
Ötüşü ile sanki şöyle diyordu;
“Hani o günler, hani o günler, hani o günler…
*Zevkine bak çünkü hüznün, kederin ardı arkası hiç gelmeyecektir
Gökte bir çok yıldızlar doğup sönecek
Senin kalıbından yapılacak kerpiç,
Başkalarının köşklerinin yapısına yarayacaktır
*Uyurken rüyamda bir düşünür bana dedi ki;
“Uyumakla kimsenin şenlik gülü açılmamıştır.
Ecelin bir benzeri olan bu işe neden heves ediyorsun?”
“Kalk; çünkü tooprağın altında nasıl olsa uzun uzun yatacaksın.”
kaynak:nkfu
Tacizade Cafer Çelebi (?-1515)
II. Bayezit devrinin tanınmış devlet adamlarındandır. Şair ve hattat Taci Bey’in oğludur. Amasya’da doğdu. Devrinin en ünlü ilim adamlarından ders gördü. Bir müddet medreselerde müderrislik ettikten sonra II. Bayezit devrinde Divan-ı Hümayun nişancılığına tayin olundu. Yavuz Selim, Cafer Çelebi’nin düşüncelerinden her zaman faydalanıyor, onu yanından ayırmıyordu.
Çaldıran Zaferi’nde ele geçen esirlerin sayısı hesapsızdı. Bunların içinde Şah İsmail’in karısı Taçlı Hanım da vardı. Yavuz Selim, hem Şah İsmail’i küçük düşürmek, hem de Cafer Çelebi’ye olan sevgisini göstermek için Taçlı Hanım’ı Cafer Çelebi’yle evlendirdi.
Çaldıran Seferi dönüşünde, Cafer Çelebi, Anadolu Kazaskerliğine tayin oldu. O sırada yeniçeriler Amasya civarında nizamı bozacak hareketlerde bulunmuşlardı. İstanbul’a gelince, Padişah, bu mesele hakkında tahkikat açtırdı. Kapı Kethüdası Ahmet Ağa’nın iftirası üzerine, Çelebi’yi idam ettirdi Cafer Çelebi, ünlü bir şair, hattat ve devlet adamıydı. En tanınmış eseri 1493’te yazdığı «Hevesname» adındaki mesnevisidir.
kaynak:nkfu
AHMEDİ (?-1413)
XIV. yüzyılda yetişen Osmanlı şairlerinin en tanınmışıdır. Şöhreti XV. yüzyılda Şeyhi’ nin parlamasından sonra da sarsılmamış, eserleri Anadolunun dışında bile okunmuştur.
Asıl adı Tacettin İbrahim olan Ahmedi’nin doğum yeri, doğum tarihi ve hayatı hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Tezkerelerde verilen bilgiler birbirini tutmaz. Ancak, hayatını Osmanlı ülkesiyle Germiyan Beyliğinde geçirdiğini, ilk olarak Germiyan Beyi Süleyman Şah yanında bulunduğunu biliyoruz. Germiyan Osmanlı hakimiyetine girdikten sonra da, I. Bayezit’in, Emir Süleyman’ın, I. Mehmet’in yanında bulunmuştur. Maceralı bir hayat geçiren şairin Amasya’da öldüğü sanılmaktadır.
«İskendername» adlı eseri Emir Süleyman’ a takdim edilmek üzere hazırlanmış, onun ölümü üzerine Yıldırım’ın oğlu Süleyman Çelebi’ye sunulmuştur. Aşağı yukarı 10.000 beyitten mürekkep olan bu mesnevi geniş bir şöhret kazanmış, yalnız Anadoluda değil, İran ve Türkistan’da bile tanınmıştır. Eser Makedonyalı İskender’in hayatından bahseder. «Cemşid-ü Hurşid» 5000 beyit kadar tutan bu mesnevi güzel bir aşk hikayesidir. «Tarih-ül-Ervah» 4000 beyitlik bu mesnevi, cinsi münasebet, zevk ve sefahatla ilgili konuları hekimlik bilgileriyle birleştirerek anlatır. Süleyman Çelebi adına yazılmıştır. Katip Çelebi Ahmedi’nin «Hayret-ül-Ukala», «Kaside-i Serseri Şerhi» ve «Mirkat-ül-Edeb» adlı eserlerinden bahseder. Şairin ayrıca, sanatını ve şahsiyetini bütün açıklığıyla canlandıran bir divanı vardır.
kaynak:nkfu
TAŞLICALI YAHYA BEY, divan şairi (Arnavutluk/Taşlıca ?-İzvornik 1582). Arnavutluk topraklarından devşirilip yeniçeriliğe alınan, böylece askerlik mesleğindeyken zamanının bilgilerine de sahip olmaya çalışan yayabaşı (bölük k.) Yahya’nın, bir kasidesini müftü ibn-i Kemal’in huzurunda bu kılık ve kimliğiyle okuduğu Aşık Çelebi (1520-1572) tezkeresinde, ayrıntılarla anlatılır (Meşâirü’ş-Şuârâ). Bunun dışında ailesi, doğum yeri ve tarihi, ilk gençliği üzerinde kesin bilgi yoktur. Bu ara mütevellilik (vakıf yöneticiliği) yaptığı, zamanın şairlerinden hemşerisi Hayali ile çekiştiği, Hicaz dönüşünde Filistin’den geçerken Yusuf ile Züleyha mesnevisini yazdığı (1534-1535), Kanuni’nin Bağdat seferine katıldığı (1535), yine aynı padişahın büyük oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurtması (6 Ekim 1553) üzerine ünlü terkibibentini (ağıt) yazdığı, Rüstem Paşa’nın kininden kurtulmak için küçük bir zeametle Macar sınırında görev aldığı bilinir. Söz konusu Mersiye ve Günümüz Türkçesi ile açıklaması için TIKLAYIN
İran Edebiyatı’nın taklidinden kurtulup yerel renklerle özgünleşen kişilikli şiirler yazdığı, siyasal ve toplumsal olaylan konu edinerek yeni bir güç kazandığı, gazel ve mesnevi alanında çağının en ilginç birikimlerini sağladığı, edebiyat tarihçileriyle eleştirmenlerin topluca kabul ettiği niteliklerdir. Hamsesi (beş mesnevi) şu eserleri içerir: Şâh ü Gedâ, Yusuf ve Züleyha (bas. 1979, Mehmet Çavuşoğlu), Cencîne Râz, Gülşen-i Envâr, Nâz ü Niyâz, Edirne ve İstanbul Şehrengiz’leri, Divan (bas. 1977, Mehmet Çavuşoğlu), Divan’ından Örnekler (1983, Mehmet Çavuşoğlu).
kaynak:nkfu
Aşık Çelebi; Şairdir. (Prizren 1520-Üsküp 1572). Asıl adı: Pir Mehmet. Medrese öğreniminden geçti. Silivri kadılığına yükseldi (1550). Ömrü boyunca görevden alınma, yeniden başka yere atanma gibi değişken durumları yaşadı, siciline göre pek çok yerde kadılık yaptı. Yaşam boyu görevle Üsküp’e atanmasını sağlayan değerli eser sunularıyla sarayın gözüne girdiyse de kısa bir süre sonra öldü. Şiirlerini kurala uygun bir düzenle Divan’nında topladı.
Kanuni’nin savaş zaferini manzum olarak anlattı {Sigetvarnâme).
Bursa güzelliklerinin özelliklerini dile getirdi: Şehrengizi Bursa (1541).
Bütün bunlara karşın adını unuturmayan eseri yakından tanıdığı, eserlerini izlediği zamanın edebiyatçıları üzerine (400’den fazla) düzenleyip II. Selim’e sunduğu değerli tezkiredir: Meşairü’ş Şuarâ (Şairlerin Duyuları), 1568. Meşairü’ş-Şuarâ, II. Selim’e sunduğu şairler tezkiresi (Tezkeretü’ş-Şuarâ): Şairlerin Duyuları, 1568. Ebced hesabına göre 16. yüzyıl şairlerinin yaşamlarını ve eserlerini derleyen, şiirlerden örnekler veren eser, yazarın özel kanı ve yargıları gibi şiir sanatı üzerine duyup düşündüklerini de içerir.
kaynak:nkfu
KAĞIZMANLI HIFZI (1893-1918)
Ünlü halk şairlerimizdendir. Kars’ın ilçelerinden Kağızman‘da doğduğu için bu adla tanınmıştır. Asıl adı Recep’ti, şiirlerinde Hıfzı adını kullanırdı. Babasının gayretiyle dokuz yaşındayken hafız oldu okuma-yazma öğrendi. Birçok halk şairi gibi o da, yatın toprak işçiliğinde, rençberlikte çalışır, bahçecilikte, meyva işçiliğinde hayatını kazanırdı. Şiir söylemeye on beş yaşındayken başlamıştı. Gene birçok halk şairinin hayatında önemli değişiklikler yapan maceralara benzer bir olay, onun da başından geçti. 1908’de bir komşu kızına âşık oldu. Kızı kendisine vermedikleri için avunmasını şiir söylemekte buldu. 1911’de sevdiği kızla evlendiyse de bir yıl sonra ikinci bir sevdaya tutuldu, baldızı Ayşe’yi sevdi. Kağızmanlı, bu garip sevgiyi açıklayamadığından, gizli tuttu. Sevdiği kızı unutabilmek için Kağızman’dan Şabanlar köyüne kaçtı. En güzel, en içli şiirlerini de, sevgilisinden üç saat uzaktaki bu köyde söyledi.
Değerli halk şairinin ölümü de çok genç yaşında oldu. Erzurum ve Sarıkamış civarından kaçan Ermeni çeteleri tarafından şehit edildi.
KAĞIZMANLI HIFZI’NIN AĞITLARINDAN
Kara yerde mor menekşe biter mi?
Yaz baharda ıshak kuşu öter mi?
Bahçede alışan çölde yatar mı?
Uyan garip bülbül, göllerin hani?
Emmim Kızı, aç kapıyı, gireyim.
Hasta mısın, halin, hatrın sorayım.
Susuz değil misin, bir su vereyim.
Çaylarda çalkanan sellerin hani?
Civan da canına böyle kıyar mı?
Hasta başın taş yastığa koyar mı?
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı?
Al giy, allı balam, şalların hani?
Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın.
Uyandın da taş yastığa dayandın.
Aslı Han’ım gibi kavruldun, yandın.
Yeller mi savurdu, küllerin hani?
kaynak:nkfu
Percy Bysshe Shelley (1792- 1822)
En büyük İngiliz şairlerinden biridir. Lirizmiyle tanınmıştır. Toprak sahibi bir zenginin oğludur. Çocukluğu refah içinde geçti. O zamanın bütün kibar çocukları gibi O da, yatılı olarak Eton Koleji’nde okudu. İlk iki hikâyesini yazdığı zaman henüz 12 yaşındaydı. 18 yaşında akrabasından biriyle birlikte çalışarak «Serseri Yahudi» şiirini meydana getirdi. Aynı yıl, Oxford Üniversitesi’ne girdiyse de, orada ancak bir yıl tutunabildi, çünkü, serbest düşünüşlü bir gençti. Gene bir arkadaşıyla birlikte «Dinsizliğin Lüzumuna Dair» adında bir broşür yayınlamıştı. Oxford’ tan kovuldu. Bunun üzerine tahsil hayatına tövbe eden Shelley, Londra’ya gitti, evlendi.
Shelley gene de serbest fikirlerinden vazgeçemiyordu. Bu yüzden karısıyla da arası açıldı. Şair çoluk çocuğu bir yana bıraktı, yeniden serseri hayata düştü. Bunun sonu, önce karısına dokundu. Kadın, 1816’da kendisini sarnıca atarak canına kıydı. Öte yandan Shelley dinsizliğini ilan ettiği için, mahkeme, çocuklarını ona vermiyordu. Shelley karısının ölümünden iki hafta sonra, başkasıyla evlendi. Sağlığı yerinde değildi. Londra’nın gürültüsünden, dedikodularından kaçmak için İtalya’ya gitti. Pisa yakınlarına yerleşti. Bir gün bir arkadaşını yanına alıp, kayıkla göle açılmıştı. Dönüşte fırtınaya yakalandılar, kayık devrildi. On gün sonra şairin ölüsünü buldular.
Shelley’in en ünlü eseri «Frankenstein» adındaki romandır. Şiirleri, İngiliz çağdaş şiirini geniş ölçüde etkilemiştir.
kaynak:nkfu
Cahit Külebi (Tokat/Zile/Çeltek Köyü 1917 – Ankara 1997)
Cahit Külebi şairdir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1940), savaş içindeki askerliği süvari yedek subayı olarak Trakya yöresinde geçti. Edebiyat öğretmeni olarak Antalya Lisesi’nde (1943-1945), Ankara Devlet Konservatuvarı’nda (1945-1954), Ankara Gazi Lisesi’nde (1954-1956) görev yaptı. Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi oldu (1956-1960) Kültür ateşesi ve öğrenci müfettişi olarak İsviçre’ye gitti (1960-1964); yurda dönünce başmüfettişlik kadrosuyla kültür müsteşar yardımcılığında da sorumluluk aldı (1969-1971) Eğitim hizmetini başmüfettiş olarak bitirince (1972) TDK Genel yazmanlığını yürüttü (1976-1983). İlk şiirleri Nazmi Cahit imzasıyla Gençlik dergisinde çıktı (Haziran-Temmuz 1938) 1940-1950 arasını kapsayan Yeni Şiir akımında kendine özel bir yer ayırdı. Aydın bir saz şairi içtenliği, bir Karacaoğlan rahatlığı ve temiz bir dil ile zaman zaman kötümser, güvensiz kendi türküsünü söyledi. Yarım uyaklar, iç sesler, duygu ve düşüncelerine eklediği zarif benzetmeler ve söyleyişindeki titizlikle en sevilen şairler arasına girdi. Yurt köşelerinin manzara ve insan gerçeklerini, modern bir biçim ve yeni bir romantizmle yaşatış, anılarla güçlü içten bir duyarlık, başlıca özelliklerdir. (Behçet Necatigil)
Şiir Kitapları: Adamın Biri (1946), Rüzgar (1949), Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952), Yeşeren Otlar (1954, TDK şiir ödülü 1955), Süt (1965), Yangın (1980, Yeditepe Şiir Seçmeleri Ödülü, 1981), Türk Mavisi (1973).
Bütün Şiirleri Sıkıntı ve Umut ad değiştirerek üç kez yayımlandı: Şiirler (1959), Bütün Şiirleri (1982).
Şiir üzerine yazıları: Şiir Her Zaman (1985), Anılarını İç Sevda Dolu Yolculuk (1986) adıyla kitaplaştırdı.
kaynak:nkfu
Mehmet Seyrani; halk şairidir (Kayseri/Everek: Develi 1807 -ay.y. 1866) Abdülmecit döneminde (1839-1891) başkente gelip halk şairleri çevresinde bulunduğu yedi yıl kadar bu kültür çevrelerinde kaldığı biliniyor, şiirlerindeki acı-sert-keskin eleştirilerle tedirginlik yarattığı da genel bir kabul noktasıdır, bazı kaynaklar döneminin büyüklerini yerdiği için kovuşturmaya uğrayınca doğum yerine sığındığını belirtirler. İçki düşkünlüğü, sağlık bozukluğu, geçim darlığı yüzünden son yıllarını yoksulluk ve yoksunluk içinde geçirdiği hem ürünlerinin havasından, hem yaşamını saptayan kayıtlardan çıkarılır.
Bazı kent aşıkları gibi aruzla şiir yazıp yeteneğini onaylatmak istemesi o günlerin sanat tutumunun eseridir, bu ürünleri genellikle değerli şiirsel anlatımla değerlendiren halk şiirlerindeyse belli bir kişiliğin ve biçemin damgası görülür.
Ağızdan derlenen ürünleri: Sânihat-ı Seyran-i (A. Hazım tarafından 1924; Cahit Öztelli: Seyran ı, 1953; N. Çetin: Türkiyat Mecmuası XII/1955; Haşim Nezihi Oktay: Develili (Everekli) Seyrani, Hayatı ve Şiirleri, 1953, 1963; Derviş Ünlü: Halk Aşığı Seyranı Babanın Hayatı ve Şiirleri, 1963.
kaynak:nkfu
Euripides; Eski Yunan tragedya şairidir. (Salamis İÖ 480 – Makedonya 406).
Yaşamına ilişkin bilgiler kesin değildir. Bilinen kesin şey, 29 yaşındayken Büyük Dionysia Bayramı’nda edebiyat yarışmasına katılma hakkını kazandığıdır (455, yitik eseri Peliades: Pelias’ın Kızları). İlk birinciliğini de bugün adı bilinmeyen bir tragedya ile İÖ 442’de kazandığı bilinir. Çağdaşı Aristophanes’in, 92 oyun yazmasına karşın yalnızca beş kez birincilik kazanabilmesi, konularını ve kişilerini değişik yorumlarla değerlendiren şairin kamuoyunca benimsenmediğini eserlerinin yadırgı ve tedirginlik yarattığını gösterir. Bu yüzden toplumundan soğuyan, Atinalılara kırılan Euripides’ in ömrünün son birkaç yılını çağrılı olarak gittiği Makedonya’da kırgın ve küskün olarak geçirdiği, üç oğlundan birinin oyun yazarı olarak son eseri Bakhai’yi (Bakhalar) sahneye koyduğu kabul edilir. 17 tragedyası tam metin olarak eldeyse de yazılış tarihleri kesinlikle bilinmez, öteki 75 eseri yitiktir, bazılarından parçalar kalmıştır. Çağdaşı olan filozoflardan dersler alan (Anaksagoras, Protagoras), bir olasılıkla Sokrates’i tanıyan Euripides, onlar gibi dinsizlikle suçlandı, ilerici düşüncelerinin neden olduğu kovuşturmalara uğradı.
Elde bulunan tragedyaları ve bilinen oynanış yılları şöyledir:Alkestis (439), Medeia (431), Hippolytos (428’de birinci), Herakleidai (423 öncesi), Andromakhe (423 öncesi) fliketides (422, Yalvaran Kadınlar), Hekabe (421), Elektra, İon (418), Troades (415, Troyalılar), İphigeneia Tauris’de (414), Helene (412), Phoinissai (411-409, Fenikeli Kadınlar), Orestes (408), İphigeneia Aulis’te (406), Bakhai (106, Bakhalar).
Başlıca eserlerinin özetleri:
Elektra, İÖ 413’te oynandığı sanılır. Yazarın katkısı olan öğelerle konu epeyce değişik olarak sunulur. Soylu olmayan bir köylüyle evlendirilen Elektra, yıllar sonra kardeşi Orestes ile evlendiği evde bilmeden karşılaşır; kardeşliklerini neden sonra anlarlar. Aigisthos’un öldürülüşünden sonra ana Klytaimnestra da kandırıcı bir çağrıyla bu eve getirtilir, oğlunun bıçağıyla can verir. Öz kızını kurban eden Agamemnon‘dan başlayıp kuşaklar boyu süren bu kan davasının yanlışlık ve iğrençliğini sergilemek için yazar güçlü bir gerçekçiliğin eleştirilerini sunar.
Hekabe, doğurgan olduğu halde bahtsızlığı simgeleyen, çocuklarını bir bir yitirdikten sonra saldırgan bir kimliğe bürünerek ana öcünün örneği olan Hekabe, Troya’nın yıkımından sonra köle olarak götürüldüğü yerlerde görünür. Eski kraliçeliğinin görkemini yitirmemekle birlikte eşinin (Priamos), büyük oğlunun (Hektor) ölümlerini görmenin acıları içindedir. Kızı Polyksene gözü önünde kurban edilip, oğlu Polydoros da alçakça öldürülünce korkunç bir öç eylemine girişir; Trakya Kralı Polymestor’un gözlerini oyarak çocuklarını öldürür. Ne var ki Euripides yine de Hekabe’yi akıl ve hak yolundan ayrılmayan ulu bir kişi olarak gösterir. Tragedyada Hekabe yalnız değildir; Troyalı kadınların topluluğu-koro içinde direnci yansıtan büyük bir varlık, doğal analık gücünün simgesidir. Euripides’in ona tragedya boyunca Frigyalı demesi boşuna değil; Phygialı Ana Tanrıça Kybele’nin bütün niteliklerini içinde taşır ve dile getirir Hekabe.
Orestes, babasının öcünü alan Orestes’ in Erinys’ler izlenirken günahının kefaretini ödemesi gerekmesi üzerine doğan durumu konu edinir. Argos haklı, ana katilini suçlayıp kötülemekte acelecidir. Aslında anasını öldürdüğü için Orestes de huzurlu değildir, vicdan azabı çeker. Tyndaros’un savcılığında yargılanan Orestes’i kimse savunmazken (Menelaos, Helene) arkadaşı Pylades onların tapınağa girip Hermione’yi rehin tutmalarını sağlar, Tanrı Apollon‘un yargıları konuyu bilindiği gibi bitirir.
Troades (Troya’lı Kadınlar), on yıl sürmüş Troya kuşatmasından sonra tahta at hilesiyle kente girdikleri kabul edilen Akhalar, bütün oğlanlarla erkekleri kılıçtan geçirirken kadınları da birbirlerine peşkeş çeker, güzellerine el koyarlar. Euripides odak yaptığı kraliçe Hekabe çevresinde kızı Kassandra’nın gelini Andromakhe’nin, alıp götürülen Helena’nın (ve başka soylu kadınların) uğradığı saldırıları şiirsel özle yüklü acı tablolar halinde sunar.
kaynak:nkfu
Celal Sahir Erozan; şairdir (İstanbul 1963 -ay. y. 1935).
Hukuk öğrenimini bitirmeden Hariciye Nezareti’ne memur girdi (1903), uzun süre öğretmenlik yaptı, ticaretle uğraştı (1917-1918), 1928’den ölümüne kadar Zonguldak milletvekilliği yaptı. Çeşitli takma adlarla zamanın dergilerinde çıkan ilk şiirlerinden sonra Serveti fünun topluluğuna katıldı (1899). “Kadın ve aşk şairi” nitelemesini haklı bulan bir kabulle hep o konuları işledi, 1909’da Fecriati topluluğuna yaklaştı, bir süre sonra yalın dil ve hece ölçüsü yeğlemeleriyle Milli Edebiyat akımı içinde yer aldı. Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin (TDK) kuruluşuna emek verdi, genel yazmanlığını üstlendi.
Serveti Fünun dergisinde ilk şiiri 1899’da çıktı. Fecr-i Ati topluluğu dağıldıktan sonra Milli edebiyat akımı ile ilgilendi ve benimsedi. Şiirlerini, Genç Kalemler, Türk sözü, Halka doğru, Bilgi dergilerinde yayımlandı. Aşk ve kadın temalarını işledi. Önceleri aruzla yazıyordu. Sonra heceye ve serbest vezne döndü.
Başlıca eserleri:Şiir kitapları; Beyaz Gölgeler (1909), Buhran (1909), Siyah Kitap (1941). Diğer eserleri: Simon (1909), Kıraat-ı Edebiyye (1914), Müntehab Çocuk Şiirleri (1919), Mebus Namzetleri (1917)
Tanınmış şairlerimizdendir. İstanbul’da doğdu. Babası Yemen’ de vali ve kumandan olarak ölen ferik (korgeneral) İsmail Hakkı Paşa’dır. Celâl Sahir Hukuk’a devam etti; fakat bitiremedi. Annesi Fehime Nüzhet Hanım da şair olduğu için, Celâl Sahir’de şiir hayatı erken gelişti; 15 yaşında yazı yazmamaya başladı. 17 yaşında Edebiyat-ı Cedide’ nin yayın organı olan «Servet-i Fünun» da yazıları çıktı. Aruzdan sonra heceyi de deneyen şair, lise edebiyat öğretmenliklerinde bulundu; B. M. M.’nin 3. devresinde Zonguldak milletvekili oldu. Türk Dil Kurumu’ nun ilk çalışma yıllarına katıldı. İstanbul’da öldü, Bakırköy’de gömülüdür. Şiirlerinde aşırı, adeta marazi bir hassasiyet vardır.
Şiirlerini şu kitaplarda toplamıştır: «Beyaz Gölgeler» (1909), «Buhran» (1909), «Siyah Kitap» (1912), «Mebus Namzetlerim» (1919).
kaynak:nkfu
Enis Behiç Koryürek şairdir (İstanbul 1891-Ankara 1949).
Mülkiyeyi bitirdikten (1913) sonra dış işleri örgütüne girdi, yurt dışında diplomasi görevleri aldı, çeşitli bakanlıklardaki kademeleri geçerek Çalışma Bakanlığı Müsteşarlığına kadar yükseldi, görevdeyken öldü. Yirmi yaşlarında başlayan aruz şairliğinin ürünleri dergi izleyicilerinin dikkatini çekerken Ziya Gökalp ile Ahmet Hikmet Müftüoğlu’ nun etkisinde kaldı. Hece ölçüsünü yeğleyince “Hecenin Beş Şairi” adı verilen kümede yer aldı. Konularını ulusal tarihten alan, özgür koşuğun hece ölçüsüyle uygulamaları olan savaş ve yiğitlik şiirleri, özellikle savaş yıllarında, dikkati çekti. İlk kitabı Miras, 1927’de çıktı. 1945’den sonra, katıldığı ispiritizma toplantılarında medyumluk yaptığı sırada esinini Çedikçi Süleyman Çelebi’den aldığı duyarlıkla aruzla, dinsel, tasavvufi şiirler söyledi: Varidât-ı Süleyman (1949). Ölümünden sonra Fethi Tevetoğlu’nun emeğiyle iki kitaplık şiiri gerekli açıklamalarla bir arada basıldı: Miras ve Güneşin Ölümü (1951-1971).
kaynak:nkfu
Köroğlu; 1577-1590 arasındaki İran seferlerine katılmış bir yeniçeri şairidir.
Köroğlu’nun, tarih olaylarıyla belli kişileri konu edinen şiirleri eldedir. Sonraları sadrazam da olan Özdemiroğlu Osman Paşa’dan söz açan bu şiirlerde III. Murat‘ın adı geçer. Celali Ayaklanmaları sırasında adı çevresinde menkibeler doğan, yaşantısı ve yiğitlikleri üzerine çeşitli halk hikayeleri yaratılan Köroğlu’na bağlanan birçok şiirin bu yeniçeri şairine ait olması olasılığı vardır. Fevziye Abdullah Tansel ile Hasan Eren’in bazı şiirlerini buldukları Köroğlu ile yeniçeri Köroğlu’nun; halk muhayyilesinde yüce bir kahraman olarak beliren eşkiya Köroğlu’nun kişiliğinde erimiş olması olağandır. Bugün Anadolu’da 24 kol halinde hikayeleri söylenen Köroğlu, asıl adı Ruşen Ali olan, Bolu Beyi tarafından (ya da İran şahı, Erzurum Paşası) gözlerine mil çekilen bir seyisin oğludur. Seyis ve baytar Yusuf Efendi’nin suçu cins olduklarını kestirdiği iki zayıf tayı efendisi adına sürüden seçmiş olmasıdır.
Uğradığı insafsız cezadan sonra evine dönen baba, küçük oğlu Ali’ye atlara nasıl bakılacağını öğretir. Babasının beklediği üç sihirli köpüğü içen Köroğlu, yiğitlik, şairlik ve sonsuz sağlık kazanarak Çamlıbel’e yerleşir, öcünü almak için çevresine yiğitler toplar ve efsanevi yaşamıyla büyür. 16. yüzyıldan başlayan, 17. yüzyıldaki Celali Ayaklanmaları diye sürüp giden olaylar içinde halkın düşgücü böyle kahramanlar ve söylenceler yaratmış eski destan geleneği bu tür koçaklamalarla sürdürülmüştür. “Delik demir çıkıp mertlik bozuluncaya” kadar… Saz şairleri ve hikaye anlatıcıların yüzyıllardır söyleye söyleye, yineleye yineleye zenginleştirdikleri Köroğlu Hikâyesi, yer yer onun söylediğine inanılan şiirlerle beslenir.
Aşk şiirlerinde bile yiğit edası belli olan koşma, semai biçimdeki bu koçaklamalar, tek bir satrancının kimliğine bağlanmış, belki de gereken değişiklikler yapılarak yenileri de eklenmiştir. Onun adı çevresinde biriken bütün eklentileri bir Köroğlu korosunun bütünlüğü içinde kabul etmek gereği vardır. Bu yüzden çağdaş yazarlarımız da, Köroğlu’na ait olduğu sanılan bütün şiirleri o olay ve kişi çevresinde kullanmak yolunu tutmuş; Köroğlu’nu bir halk kahramanı gibi yaşatmaya çalışmışlardır. Bu konuyu işleyen çağdaş ve güncel değerlendirmelerin başlıcaları: Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği (Pertev Naili Boratav) 1946; Köroğlu ‘şiir kitabı, İlhan Berk) 1955; Üç Anadolu Efsanesi (Yaşar Kemal) 1957; Koçyiğit Köroğlu (Ahmet Kutsi Tecer) oyun 1969; Köroğlu Destanı (Mehmet Seyda) 1969; Üç Destan (Orhan Ural) 1972; Köroğlu Kolları (Ümit Kaftancıoğlu) 1974 vb.
kaynak:nkfu
Mithat Cemal Kuntay; şair ve yazardır (İstanbul 1885-ay.y. 1956).
Vefa İdadisi’nden sonra Mekteb-i Hukuku bitirdi. Adalet Bakanlığı’nın çeşitli kademelerinde çalıştı. Uzun süre İstanbul’da noterlik yaptı. Kendisi yokken ve düzenle işleyen bu işi, uzun aramalara gereksinim gösteren araştırma, inceleme çalışmalarını fırsat verdi. Konu edindiği kişilerinin (Namık Kemal, Mehmet Akif) izinde ve etkisinde aruz ölçüsünü kullanarak epik şiirler yazdı, içinde yaşayıp yetiştiği geleneği sürdürdü. Adını her zaman yaşatacak eseri, II. Abdülhamit, İkinci Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerini aynı kişilerin gelişim çizgilerinin dokunmasında dikkatle izleyen etkili tek romanı oldu: Üç İstanbul (1938, TV dizisi 1984) oldu. Şiirleri Türk’ün Şehnamesinden adlı tek kitapta topladı (1945).
Oyunları: Kemal (1912), 28 Kanunievvel (koşukla oyun, 1918).
Araştırma ve incelemeleri: Mehmet Akif (1939). İstiklal Şairi Mehmet Akif (1944), Namık Kemal (iki cilt, 1944, 1956), Sarıklı İhtilalci Ali Suavi (1946).
Üç İstanbul, adının belirlediği gibi roman, Abdülhamit döneminin son yıllarını, İttihat ve Terakki egemenliğindeki on yılı (1908-1918) ve Mütareke karanlığını, aynı kahramanların gelişim ya da çöküşü içinde sergilemeyi amaçlamıştır. Aslında bütün bu süreç, bir kalkınma ya da kurtuluşu değil, çürüyen, yozlaşan kentin yazgısı çizgisinde devletin yok oluşunu gösterir. Hukuk öğreniminden geçen Adnan, özel ders ilgileriyle yaklaşma fırsatını bulduğu Süheyla tarafından sevilirse de Belkıs’a tutulmuştur. Bir özgürlük fedaisi niteliğiyle Meşrutiyet ile birlikte yurda dönünce rahat geçim olanaklarına, giderek zenginliğe, üne, etkinliğe kavuşur. Belkıs ile birleşme olanağına erişirse de başka bir aşk olasılığı ikisini kesinlikle ayıracaktır. Adnan’ın ikinci evliliği, kendisini yıllarca sevdiği halde sevilmemiş olan Süheyla’nın desteğine yaslanma gereksinimi gibidir. Eksen üçgen kişilerinin (Adnan-Süheyla-Belkıs) çevresinde ise son derecede kalabalık bir yardımcı yazgılar kümesi vardır (bir kenti özetlemek göreviyle). Yönetimi, özenilmiş biçemi, kişisel canlılığı, gözlem sağlığı, olaylar renkliliğiyle bir kentle birlikte üç değişik zamanın sergilenişi.
kaynak:nkfu
Aşık Ali İzzet Özkansaz şairidir (Sivas 1902-ay.y. 1981). Soyadı Özkan.
Daha çok Doğu Anadolu’da yaşamakta olan saz şairleri geleneğinin çizgisinde yetişti. Sivaslı Âşık Veysel’in de izinde yürüdü. “Dokuz ayım çiftçilikle üç ayım sazcılıkla geçer” cümlesinde özetlenen sanatçılık yazgısı, günümüzün bu kaynaktan yetişen kişilerinin değişmez bir özelliğini yansıtır. Uygun mevsimlerde ve elverişli vesilelerle dolaşılması olanak içindeki yerleri görmek, bir çeşit halk sözcüsü ve müzik sanatçısı olarak yeteneğini sergilemek hepsinin ortak çizgisidir. Bazı şiirlerindeki eski tutumu sürdürerek İzzeti takma adını kullanan şair, özellikle Mühür Gözlüm şiirinin etkili bir besteyle halka mal olmasıyla ün kazandı, daha kalabalık dinleyicilerin karşısına çıktı. Halk şiirinin vazgeçilmez ilkeleri hece ölçüsü, dörtlük birimi, genellikle de koşma nazım şeklidir; Ali sözünü sazına eş ederek geleneği sürdürdü. İrili ufaklı derlemeleri içinde şiir sayısı bakımından zengin olan eseri Mühür Gözlüm kitabıdır (1969); Prof. İlhan Başgöz, Aşık Ali İzzet Özkan kitabında bütün ürünlerini derledi (1979).
kaynak:nkfu
Francesco Petrarca (1304- 1374)
İtalya’nın en ünlü şairlerinden biridir. Dante’den sonra, İtalyan Rönesansını hazırlamış büyük bir sanatçıdır. Arezzo’da doğdu. Babası Ser Petrarca, Dante’yle birlikte, siyasi sebeplerden dolayı Floransa’dan sürülmüş olan bir kimseydi. Çocuk da babasıyla birlikte diyar diyar dolaştı durdu. 23 yaşında bir delikanlıyken Avignon’da Laure adında bir kızla tanıştı. Bu tesadüf onu perişan etti. Ömrünün sonuna kadar güzel Laura’yı unutamadı. Fransa’da, Almanya’da, İtalya’da gezmedik yer bırakmadı, gene de bu sevgiden kurtulamadı. Dertlerini, duygularım halk diliyle «canzoni» (şarkılar), «canzonetti» (kısa şarkılar) halinde dile getiriyordu.
Petrarca’nn bu şiirleri kendisine büyük bir ün sağladı. Tıpkı Fuzuli’nin «Leyla ile Mecnun» hikayesinde olduğu gibi, Petrarca’nın adı da Laura’sız anılmaz hale geldi. Şair 1337’de Vaucluse’de yalnızlığa çekildi. Eserlerini yazıyordu. 13^3’ten sonra gene Paris, Milano, Venedik, Padova gibi çeşitli şehirleri dolaşmaya çıktı. Bir ara da Kuzey İtalya’daki Arqua’da yaşadıktan sonra orada öldü.
Francesco Petrarca, hem Latince, hem de İtalyan halk diliyle eserler bırakmıştır. Latince eserleri zamanla Önemini kaybettiği halde halk diliyle yazdığı içten gelme şiirleri kendisini yaşattı. Şiirleri dört bölüme ayrılmıştır. İlk üç bölümü yalnız aşktan, Laura’sızlıktan bahseden «sonnet»lerdir. Bu arada, 300’ü aşkın şiir de yazmıştır. Bütün şiirlerinde yaygın bir «kılı kırka yarma» eğilimi vardır ki kendisinden sonrakiler tarafından da pek benimsenmiş, taklit edilmiş, «petrarkizm» denilen akımı meydana getirmiştir. Aşırı mecazlarla benzetmecilik de, İtalyan şiirine Petrarca’dan kalmıştır.
kaynak:nkfu
Sabahattin Alişair, yazardır (Yunanistan / Gümülcüne / Eğridere 1907-Kırklareli/Bulgaristan sınırı 1948).
Balıkesir ve İstanbul muallim mekteplerinde okudu (1926). Bir yıl Yozgat’ta öğretmenlik yaptıktan sonra sınav kazanarak Maarif Vekaleti hesabına öğrenim için Almanya’ya gönderildi (1928), belli bir uzmanlık aşaması kazanmadan yurda döndü (1930), Almanca öğretmenliğiyle lise dengi kurumlarda görevler aldı. Aydın’da öğrencilerinin jurnalıyla tutuklanıp aklanması, Konya’da ‘şefe hakaret’ suçlamasıyla hüküm giymesi (26 Aralık 1932-29 Ekim 1933). Konya ve Sinop cezaevlerinde yatıp genel aftan yararlanması, Varlık’ta yayımlattığı Benim Aşkım adlı şiiriyle (13, 15 Ocak 1934) özür dileyerek yeniden eski işine dönebilecek biçimde bağışlanması bu dönemin iz bırakan olaylarıdır. MEB Yayın Müdürlüğü’nde çalıştı (1935), Devlet Konservatuvarı’nda öğretim işi aldı (1938), politik kargaşa arasında bakanlık buyruğuna alınınca (1945) yayın yaşamına geçti. Aziz Nesin ile birlikte Marko Paşa, Merhum Paşa gibi politik mizah dergilerinin çıkarılmasında etkin oldu, her baskı karşısında ad değiştirerek gücünü sürdüren bu yayın organlarının varlığı zamanın politik yetkilerine karşıt göründü, yazarı da sürekli izlediği inancı ve korku kuruntularıyla yurt dışına çıkmak isterken kendisine kılavuzluk eden kişice sınırda öldürüldü (2 Nisan); idam isteğiyle yargılanan suçlu, dört yıl cezaya çarptırıldı. Pek çok edebiyat yeteneği gibi sanat yaşamına şiirle başladı: Dağlar ve Rüzgar (1934). Öykülerinin ilk örnekleri de romantik konularının duygusal iletimine dayanıyordu: Değirmen (1935). Hapishane yaşamı, Türk yazarlarına genellikle hem halkla ilişki kurma, hem rahat yazma, hem gerçekle yüzyüze gelme fırsatları hazırlamıştır. Bu açıdan Sabahattin Ali’nin öykücülük ömründe de, düşsel masa başı ürünlerinden sonra halk gerçeğine yönelen dikkatler, mahpusluk yaşamından sonra ulaştığı toplumsal yazarlık sorumluluğu görünür: Kağnı (1936) Kuyucaklı Yusuf (roman 1967), Ses (Öyküler 1937). Sanatın amacını yaşamı anlatarak toplumu düzeltmek çabasında gören, yazarlık sorumluluğuyla değerini kabul ettiren anlatı ürünleri ona bu dönemde birinci planda yer kazandırdı. Özyaşamsal doğrular taşıyan ruh çözümlemelerine dayalı romanı İçimizdeki Şeytan (1940), en olgun öykü ürünlerini bir araya getiren Yeni Dünya (1943). Aynı yılda yine özyaşamsal çizgide bir büyük öykü: Kürk Mantolu Madonna (1943). Son öyküleri 1945 sonrasında girdiğimiz demokrasi başlangıcının alegorili yergilerini taşır: Sırça Köşk (1947). Sabahattin Ali, gerçekleri söylemenin zor olduğu dönemlerin gerçekçisi, köy-kasaba yaşamı doğrularının sözcüsü oldu.
kaynak:nkfu
Sappho;Eski Yunanlı kadın şairdir (İÖ Midilli? 625?-ay.y. 580?).
Yaşamı üzerine yakıştırmalar, söylentiler bazı ortak kesişme noktalarında birleşir: Midilli (Lesbos) kaynaklı olduğunda, soylu ve varlıklı bir aileden yetişti. Kerkolas adı bir tüccarla evlenip Kleis adlı kızını doğurdu, politik çatışmalara girerek sürgün cezası aldığı Sicilya’daki sürgün yıllarından sonra yurduna dönüp bir edebiyat derneği kurdu. Lesboslu genç kızlara güzel sanatlar alanında yol gösterdi. Lirik ürünlerindeki coşkulu aşk çağrılarına, adlara, sevgiye konu edinilen genç kız nitelemelerine bakan sonraki sanatçılar onu bir sevici (lesbien) diye damgalar. Bir söylenti, umutsuz bir aşk yüzünden canına kıydığını ileri sürer (Ovidius-Heroides, XV). Dokuz kitaplık lirik şiirlerinden 500 ürünün günümüze geldiği söylenirse de, anlaşılabilen dize sayısı 700’ü geçmez. Aşkın bütün renklerinin, sevgi ayrılıklarının, cinsel isteklerin canlı betimlemelerini taşıyan bu örnekler, onu ilkçağın Pindaros ile birlikte adı anılan en değerli lirik sanatçıları arasına koyar. En çok kullandığı nazım biçimi, 11 heceli üç dizeden (sappho mısraı) sonra bir Adonis dizesinin (5 heceli) geldiği, adıyla anılan Sappho Kıtası’dır (bendi).
kaynak:nkfu
Johann Christoph Friedrich von Schiller;Alman şair ve yazardır (Marbach 1759 – Weimar 1805).
Bir cerrahın oğluydu. Württemberg dükünün önerisiyle çocuğunun hukuk ve tıp öğrenimi görmesini kabul etmek zorunda kaldı (Karlschle, Stuttgart). J.J. Rousseau‘ya hayran kaldı, büyük yazarların eserlerini okudu. İçindeki tükenmez özgürlük eğitimi, sevgi tutumuyla insanlığın en yüce değerlerini ararken şiire başladı (1782), arada ilk oyununa da çalışmak fırsatını buldu: Die Rauber (Haydutlar) 1782. Coşkulu bir seyirci kalabalığının önünde sahnelenen eser (13 Ocak) özgürlük yandaşlığı açısından geniş bir yankı yaratırken konu edinilen dük Karl Eugen’ın kızgınlığına hedef ve Schiller’in o yöreden uzaklaşmasına neden oldu. Leipzig ve Dresden’de yazarlığını sürdürdü: Kabale und Liebe (Hile ve Sevgi, oyun) 1784, Don Carlos (oyun) 1787. İki yıl sonra Jena Üniversitesine tarih konusunda öğretim üyesi oldu (1798), Fransız Devrimi’ni büyük ilgiyle izlediyse de sezgiyle düş kırıklığına uğrayacağım anlamaktan geri kalmadı. Beethoven’in bestesiyle ölümsüzleştireceği (9. Senfoni) Lied an die Frue (Sevince Övgü) şiiri de bu dönemin ürünüdür (1785). Bu dönemde sanat ve düşün adamlarıyla yakın ilişkiler kurdu (Herder, Wieland, 1794’te Goethe), kişiliğini zenginleştiren birikimler sağladı. Sağlığım tehlikeye sokan önemli bir ciğer hastalığına yakalandı (1790-1791 kışı).
Bu zaman dilimindeki başlıca eserleri: Geschichte des Dreissigjâhrigen Kriegs (Otuz Yıl Savaşı Tarihi) 3 cilt, 1791-1793; Über den Grund des Vergnügens an Tragischen Gegestanden (Trajik Nesnelerden Duyulan Zevkin Nedenleri Üzerine) 1794; Über die Tragische Kunst (Tragedya Sanatı Üzerine) 1792; Über Anmuth und Würde (İncelik ve Onur Üzerine) 1793; Briefe über die Âsthetishe Erziehung des Menschen (İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar) 1795; Über naive und Sentimentalische Dichtung (Arıtılmış ve Duygusal Şiir Üzerine) 1795 vb. 1799’da Weimar’a yerleşme olanağı bulunca Goethe-Schiller ilişkisi köklü bir işbirliğine dönüştü (Horen dergisinin yayımında emek ortağı), bu dostluk ölümüne kadar sürdü. Alman edebiyatı’nı besleyecek kaynaklardan biri gelişmiş oldu (şiirde balad biçiminin oyunlaştırılması). Schiller’in (1781-1796), tarih, felsefe, estetik konularının ağır bastığı, eserler listesinden bellidir. Yazarın düşüncelerinin odak noktası “güzel” ile “iyi” kavramlarına ışık tutmak, onları bütün seçkinliğiyle açığa çıkarmak çabasıdır. Biri estetiğin, öteki ahlakın temel ilke ve amacı olan bu iki kavram, onu ömür boyu uğraştıran başlıca sorunlardır. Aradığı kavramların kaynağını sevgide (Liebe) bulan şair, insanın kendini yetiştirmesini de koşul sayan bir yöntemle sanat ve güzelliğe gereksinim duyulmasını temel bildi:
1796’da başlayıp ölümüne kadar yalnızca on yıl sürebilecek olgunluk döneminde şair, hem gençliğinin tükenmez pınarı şiire döndü, hem ona düşünce özünü ekleme çabasına girişti (Gedankenlyrik), balad biçimine özel bir önem verdi.
Bu dönemin başlıca oyunları: Wallenstein (üçlemesi) 1800, Maria Stuart-(1801), Die Braut von Messina (Messinalı Gelin) 1803, Die Jungfrau von-Orleans (Orleanslı Kız) 1801; Wilhelm Tell (1804); bu eserlerin tümü dilimize kazandırılmıştır. Sağlığında toplanan şiir kitapları: Gedichte, 2 cilt, 1800-1803. (Bütün eserleri iki yüz yıldır çeşitli basımlarda okura sunulmaktadır). Oyunlarının hemen hepsi birçok kez filme çekilip sinema sanatına da konu olmuştur.
kaynak:nkfu
Sir Walter Bart Scott; İskoçyalı şair ve yazardır (Edinburg 1771-Abbotsford 1832).
Ünlü Harden Scott’larının soyundan geldiği için ülkesine, tarihine, söylencelerine, sanat ürünlerine bağlılık duydu, ilk şiir kitaplarıyla kazandığı ilgiyi bu kaynağın ortaklığından sağladı, Lord Byron’un (1788-1824) gölgesinde silikleşen şairliği bırakarak tarihsel roman türünün en büyük ustası oldu, ardından gelen kuşakları etkilediği gibi, eseri bütün dillere çevrildi, sinemaya zengin bir konular renkliliği getirdi.
Avukat (1792) olarak çalışırken bile folklora ve edebiyata daha çok ilgi duydu, ilk eserini de İskoç halk şiirlerinden bir derleme olarak hazırladı: The Minstrelsy of the Scottish Border (İskoç Sınır Türküleri) 1802. Yakın dostluk içinde bulunduğu Wordsworth (1770-1850), R. Southey (1774-1843) ve Byron gibi şairlerin çevresinde yeteneğine daha dayanıklı ve yeni bir alan aradı, imzasız yayımladığı halde büyük ilgi gören ilk ürünüyle tarihsel roman türünün kapısını açtı: Waverley (1745 ayaklanmasının öyküsü) 1814. Ölümüne kadar yaşayacağı Abbotsford’a yerleşti, yazmayı sürdürdü: Guy Mannering (1815), The Antiquary (Antikacı) 1816, The Hart of Midlothain (M.’ın Kalbi) 1818, Rob Roy (1818), The Bride of Lammermoor (L’lu Nişanlı) 1819, A Legend of Montrose (M.Söylencesi) 1819, İvanhoe (Kara Şövalye) 1920, The Abbot (Papaz) 1820, The Pirate (Korsan) 1822, The Fortunes of Nigel (N.’in Hazinesi) 1822, Quentin Durward (1823), St. Ronan’s Well (St. R. V. Kuyusu) 1824, The Talisman (Tılsım) 1825, Woodstock (1826). Hepsini, ilk romanının yarattığı hayranlığı hatırlatmak isteyerek “Waverley’in yazan” diye imzaladığı bu eserler ona büyük ünle birlikte büyük bir zenginlik getirdiyse de ticaret dünyasındaki beceriksizliği yüzünden iflası karşısında büyük borca battı. Ödemekle yükümlü olduğu yüz bin sterlinden fazla tutan borcu için daha da verimli bir yazı üreticiliğine giriştiyse de sağlığının bozulmasını önleyemedi; çoğunluğu aceleyle yazılmış bu ürünler, ününü yıprattı. Konularını genellikle İngiltere ve İskoçya tarihinden alan, genç şövalyelerin aşk ilişkileri çevresinde toplum katlarının çatışmalarını işleyen, kahramanları iyi canlandırılmış bu meraklı ve canlı ürünler, adını ölmezliğe götüren başlıca kaynak oldu.
kaynak:nkfu
Paul Ambroise Valery; Fransız şair ve yazarıdır (Sete 1871-Paris 1945).
Güney Fransa’nın küçük bir Akdeniz limanında doğdu; vasiyeti üzerine Le Cime-tiere Marin (Deniz Mezarlığı) şiiriyle ünlendirdiği doğum kentindeki yere gömüldü. Hukuk öğrenimini hiç aksatmadan sürdürürken mimarlığa yakınlık duydu, matematiğe çalıştı, fizik konularını izledi, suluboya resimler yaptı, gününün en değerli çağdaş şairlerini okudu. Andre Gide’in dergilerin kapılarını açan yardımıyla şiirlerini yayımlatıp sanatçılar çevresine girdi. Simgecilik (sembolizm) yolunda ve Mallarme etkisinde ilk şiirlerini La Conque dergisinde yayımlattığı günler ömrünün bu dönemidir (1891). Özyaşamsal gerçekleri açıkladığı yazılarında ‘Cenova Gecesi’ diye andığı ruhsal bunalım dönemecini ertesi yıl yaşadı (4/5 Ekim 1892). Düşünsel özgürlüğünü, benliğinin gereksinim duyduğu kültürü gerektiği gibi edinebilmek için bir süre edebiyattan uzaklaşmak kararına vardı. Düşüncelerini günlük yaşam boyunca not ettiği ölümünden sonra kitaplaşan ürünleri bu bakımdan ilginçtir. 1894’te Paris’e yerleştikten sonra ölümüne kadar her gün sabah dörtten sekize kadar yazdığı, şafağın yalnızlığında doldurduğu 261 defter: Cahiers: Defterler (14 cilt, 1965).
Başlıca eserleri: La Soiree avec M. Edmond Teste (Bay E.T. ile bir Akşam) 1895. İnsan benliğinin gizlerini, zihnin işleyişini, duygusal aldatılar dışındaki düşünsel özleri arayıp bulmayı amaçlayan bu konuşmalı kitaplar dizisi 1929’da Monseieur Testeana başlığıyla birbirine bağlanacaktır: Yukarıda anılan ilk üründen sonra La Lettre d’Emille Teste, Emille Teste’nin Mektubu, 1925; The Log Book de M. Teste: M.T.’nin Not Defterleri, 1926; La Lettre d’Un Amie: Bir Dostun Mektubu; Le Journal d’Emma (M.T.’nin Yeğeni) Emma’nın Günlüğü, 1950; Histoires Brises: Kırık Dökük Öyküler. 1950.
Valery’nin yarattığı bu düşsel kişi, “zihnimizin yasalarını bulmayı amaçlayan” bir yaşam yönteminin ürünüdür. Eleştirmenlerin yazarına benzetirler. Şiirinin kitaplaşması konusunda Gide’in ve sevdiklerinin dayanılmaz ısrarlarına bir noktada boyun eğdi. Birkaç yılım alan bir çalışmadan sonra şiirlerinin yayınını kabul etti: La Jeune Parque (Genç Yaz Tanrıçası) 1917; Bilinçlinin bilinci diye tanımlanan 552 dizelik tek şiir; Albüm de VersAnciens, 1890-1900 (Eski Dizeler Albümü, 1890-1900) 1920 Charmes (Büyüler) 1922, Fragments du Narcisse (Narcisse’den Parçalar) 1926, Poesies (Şiirler) 1942. Bu arada Valery, memurluk (1895-1900). Havas ajansında sekreterlik (1900-1922) yaparak geçim sağlamış, büyük kentte kimsenin gözüne çarpmadan yaşamıştı. Evliliği (1900), kadın ressam Berthe Morisot’nun (1841-1895) yeğenlerinden biriyle (Jeanni Gobilard) oldu. Morisot, ressam Manet’nin (1832-1883) kardeşiyle evli olduğu, salonunu kültür ve sanat adamlarına açık tuttuğu için Valery de bu ailenin doğal konuğu sayıldı, sanatsal gereksinimlerini bu çevrede karşıladı, yeniden düzyazıyla hazırladığı diyaloglara döndü: L’Ame et la Dans e (Ruh ve Dans) 1923. B alandaki kültür zenginliğiyle düşünce üretimi, eleştiri özgünlüğüyle değerlendirme nesnelliği en çok beş ciltlik Variette (Çeşitleme) dizisinde göze çarpar (1924-1944). Yanı sıra günlük not defterlerinden seçmeler: Rhumbs (1926), Analecta (1927), Nouveaux Rhumbs (1927), Chose Tues (Ölü Şeyler) 1930. Böylece Fransız Edebiyatı’nın, şiirinin bütün değerlerini inceleyip doğru yargılara bağlayan yazılarını çoğalttı, Fransız Akademisi’ne üye seçilmesi de bu yıllara rastladı (1923). Ayrıca Milletler Cemiyeti’nin Düşünce İşbirliği’nin de başkanı seçildiği gibi College sorumluluğu ve konferanslarla görevlendirildi. Sağlığında yayıma hazırladığı öteki kitapları: Regards sur le Monde Actuel (Bugünkü Dünyaya Bakışlar) 1931, İdee Fixe (Sabit Fikir) 1932, Mauvaises Pensees et Autres (Kötü Düşünceler ve Ötekileri) 1942, Tel Quel (Olduğu Gibi) 1941-1943 vb.
kaynak:nkfu
Gevheri; 17. yüzyıl saz şairidir.
Hemen bütün halk sanatçıları gibi nerede ve ne zaman doğduğu bilinmiyor. Bazı araştırıcılar, Kırım hanlarından I. Selim Giray’ın İstanbul’u ziyareti (1688-1689) vesilesiyle yazdığı şiirdeki saygılı anlatıma bakarak onun da Kırımlı olabileceğini ileri sürerler. Asıl adının Mustafa değil Mehmet olduğu da son zamanlarda aydınlığa çıkan bir ayrıntıdır. Bunun dışında 1700’de ölen Mehmet Bahri Paşa’nın divan katipliğini yaptığı da biliniyor. Şiirlerindeki edadan, dili ve divan manzumlarının kolaylıkla kullanışından çıkarılan sonuç; iyi bir öğrenim görerek yüksek zümre katlarına yaklaştığı, adını kent çevrelerinde yaymayı başardığıdır. Hem aruz, hem heceyle yazan iki yanlı sanatçılardan biri de Gevheri’dir; bu yüzden çok çeşitli kaynakların saptadığı şiirleri yitirilmemiş, günümüze kadar gelebilmiştir. Şiirlerinden çıkarılan ipuçlarıyla bir yandan Şam’a ve Arabistan’a gittiği; bir yandan Rumeli sınır boylarında bulunduğu anlaşılıyor; bazı yazılı kaynaklar da bunu doğrulamaktadır. İstanbul’da bir süre yaşamış olması da gerekmektedir. Bir şiirinde Hicri 1150 tarihini anışına bakarak 1737’den sonra ölmüş olabileceği düşünülür. Eserleri klasik edebiyatın açık etki izlerini taşır. Aruzla yazdığı eserlerde bunu doğal görsek bile heceli şiirlerinde de aynı terkipli ve dolaşık dili, mazmun kalıpçılığını sürdürüşü; şehir âşıklarının melez yaratılarının belli işaretidir. Yine de saz şiirinin af ve özgün buluşlarını taşıyan bazı şiirleriyle 17. yüzyılın önde gelen saz şairleri arasında sayılır.
kaynak:nkfu
Hafız Şirazi; İranlı şairdir (Şiraz ?-ay.y. 1390).
Asıl adı: Şemsettin Muhammet. Yaşamına ilişkin kesin bilgiler yoktur. Kuran-ı ezbere bilmesi kendisine hâfız adını getirdiği gibi; şiirini besleyen Arapça, Cahiliye dönemi Arap şiiri, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf kaynakları da hem bilgisini, hem eğilimlerini aydınlatmaya yeterlidir. Sanatına ilgi ve saygı duyan devlet ileri gelenlerince zaman zaman korunup desteklendi.
Başlıca özelliklerinden biri, eski Arap şiirinin vazgeçilmez nazım biçimi olan Kaside’nin içindeki duygusal şiir bölümünü (tegazzül) geliştirerek Divan Edebiyatı’nda gazel diye ünlenecek birimi olgunlaştırmasıdır.
Kendinden önceki ustalardan Firdevsi’nin (930-1020) en iyi örneğini verdiği destan (Şehname), Muallakatul Sab’a şairlerinin olgunlaştırdığı kaside, en seçkin deyişleriyle Ömer Hayyam‘ın (1044-1136?) yoğunlaştırdığı rubai (dübeyt), örneğin Mevlana ile Sadi-i Şirazi ve Genceli Nizami’nin önde geldikleri düşünsel ve bilgece öykücüklerle dolu mesnevi gibi nazım biçimleri yerine gazelde derinleşen Hâfız, bu türün en eksiksiz örneklerini verdi. Yaşam tatlarını tükenmez bir aşk duyarlığını, aşkın getirdiği doğal özlem, ayrılık, acı, yalnızlık, kıskançlık gibi yan duyguları işledi. Beyiti ana birim ve bağımsız sayacak ilerdeki sakat anlayışa karşın Hâfız gazelde tam bir konu bütünlüğü yanı sıra, ses ve uyum etkisi sağladı. Bütün şiirlerini bir araya getiren Divan’da şu biçimlerde ürünler bulunduğu saptanmıştır: Sakinâme ve Muganniname adlı iki küçükmesnevi, 66 rubai, beş kaside, bir muhammes, otuzdört kıt’a 509 gazel. Osmanlı Divan Şiiri en çok Hâfız’ın etkisinde gelişmiş, divanı bir çeşit fal ve niyet kitabı gibi değerlendirilmiştir (Lisanü’l-Gayb: Gizliliğin Dili).
kaynak:nkfu
Homeros; yaşamı üzerine açık ve kesin bilgi bulunmayan, Antik Çağ Yunan destan şairidir (İÖ 850, 9. yüzyıl).
Tarihçi Herodotos (İÖ 4907-425) şöyle diyor: “Hesiodos ile Homeros Yunanlıların Tanrı soylarını kurdular, yetkilerini ve işlerini ayırdılar, görünüşlerini belirttiler” ve ekliyor “onlar benden dört yüzyıl önce yaşadılar”. Atina gibi öteki Yunan devletlerinin de bir çeşit kutsal kitap gibi değerlendirdikleri Homeros destanları üzerinde çalışan Hellenistik Çağ araştırıcıları, eserle birlikte yaratıcısı üzerinde durarak birçok yaşamlar (vita’lar) yazdılar. Homeros adı üzerinde bile nice tartışmalar sürdü. Birleşilen nokta, İonialı (İzmirli) oluşudur genellikle. Bu arada doğduğu yerden ayrılıp Khios (Sakız) Adası’na yerleştiği de kabul edilir. Homerosoğulları (Homerides) denen ve destan geleneğini sürdüren kişilerin buralı olduğundan kuşku duyulmaz. Bir adlan da rhapsodoi (rhabdos değneğini tutarak destan okuyan ozanlar)olan bu topluluk, yüzyıllarca bellek ve söz tekelinde bulundurdukları destanların korunup yayılmasını sağlamışlardır. Böylece kalan tek yazılı metin yer alır. Vulgata’nın düzenlenişinde Peisistratos’u rolü olduğuna, onun topladığı bir bilirkişi kurulunca sözden alınıp yazıyla saptandığına inanılır. Eserlerinden yalnızca İlyada ve Odysseia yazı olarak günümüze ulaştı.
İlyada (İllias), ilkçağdan kalma tek metindir (vulgata), 24 bölümde, yaklaşık 16 bin dize uzunluğundadır. Kuşatması on yıl süren Troya Savaşı’nın 51 günlük son olaylannı konu edinir görünen eser; sık sık geriye dönüş ve yinelemelerle, Tanrılar ve insanlar dünyası arasında gidip gelmelerle, konuşma ve betimlemelerle çok canlı ve etkili bir şiir havasındadır. Heksametron denilen ölçüyle (bir uzun, bir kısa hecelik daktylos denilen kalıptan; parmak ya da iki uzun hecelik Spondaios denen kalıptan altısının uygun bileşimi) belirgin bir ayak düzeni gözetilmeden söylenmiş olan metin, Akhilleus’un küskünlüğüyle başlar, savaşla yürür, sırasıyla önce Patroklos’un sonra Hektor’un ölümleriyle gelişir. Troyalıların hazırladığı cenaze töreniyle sonuçlanır. Aias’m çılgınlığı, Odysseus’un bazı seferleri, Palladion’un kaçırılışı ve ünlü tahta at kurnazlığıyla Troya’nın yakılıp yıkılışı İlyada’da yer almaz; bu gibi ek konular Lesbos’lu Leskhes’e bağlanan Küçük İlyada adlı eserdedir (İÖ VII. yüzyıl); Proklos’un incelemesiyle tanınmıştır.
Odysseia: Yunan yiğitlerinden Odysseus’un Troya yengisinden sonra yurduna (İthaka) dönmek için yaptığı on yıllık uzun yolculuk serüveninin destansı şiiri. Eseri Yunanca aslından dilimize çeviren (şair A. Kadir’le birlikte) Azra Erhat (1970) kitabı şöyle tanıtır: “İlyada bir olayın, Odysseia bir kişinin destanıdır. Gerçekten de konusuyla romanı, kuruluşuyla filmi andırır. Olaylar zaman içinde geliştikleri gibi anlatılmaz, geriye dönmeler, anılar, atlamalar, sahne değiştirmelerle canlandırılır. Destan beş ana bölümden oluşmaktadır: Birbirinden ayrı, bağımsız öyküler: I) Telemakhia (oğlu Telemakhos’un babasını aramaya çıkışı), II) Kalypso’nun Adası’nda, III) Phaiak’ lar Ülkesinde, IV) Odysseus’un serüvenleri (kendi ağzından), V) İthaka’da (Odysseus’un yurduna dönüşü, rakiplerle çatışma, zafer, yuvaya kavuşma). Bu beş ana bölümden 1., 2., 4., 5.’ini Odysseia’nın ozanı kimse o (Homeros) anlatır; asıl asıl Odysseia destanı olan Odysseus’un serüvenlerini ise Odysseus’un kendisi anı olarak anlatır.
kaynak:nkfu
Horace; Latin şairidir (Apulia/Venusa İÖ 65 – Roma İÖ 8).
Roma’da ve Atina’da okudu, Brütüs’un ordusunda görev aldığı için onun yenilgisinden (İÖ 42) sonra varını yoğunu yitirdi, Roma’ya dönüşünde şair Vergilius ile (İÖ 70-19) tanıştı onun dostluk desteğiyle hem bağışlandı, hem İmparator Augustus’un danışmanı şair Maecenas’ın (İÖ 69-8) korumasına kavuştu. Augustus’un önerdiği sekreterlikten kaçınarak Roma’nın başşairi düzeyine yükseldi. İlk şiirleri çok sonraları Carmina (Şarkılar) adıyla bir araya getirildi (1927). Horatius’un Latin şiirinin en olgun örneklerini verdiği, Yunan lirik şiir geleneğini sürdürdüğü, De arte Poetica (Şiir Savaşı) adlı mektubuyla edebiyat eleştirisinin en yetkin yolunu gösterdiği kabul edilir. Bir başka usta ürünü de Augustus’un isteği üzerine yazdığı; şenlik türküsüdür. Carmen Saeculare (Çağın Şarkısı, 17). Eserinin Rönesans ve sonrası Batı şiirine yön verdiği ortak bir yargıdır.
kaynak:nkfu
Rainer Maria Rilke; Avusturyalı şair ve yazardır (Prag 1875-İsviçre/Montreux/Val Mont 1926).
Özel öğrenimle kendini yetiştirmeye uğraşarak şiirsel yeteneğinin ilk ürününü yayımlattı: Leben und Lieder (Yaşam ve Şarkılar). Alman kadın yazarı Andreas-Salome Lou (1861-1937) ile tanıştı, sevişti. Birlikte uzun uzun geziler yaptılar (Berlin, 1897; Floransa, 1898; Rusya, 1899; ikinci kez Rusya, 1900), önemli kişilerle ilişki içinde oldular. Bu yılların ürünü Das Buch der Bilder (Görüntüler Kitabı) 1902, Weise von Liebe und Tod des Cornets Christoph Rilke (Sancaktar Ch.R.’nin Aşk ve Ölümünün Öyküsü) 1899 oldu. İkinci Rusya gezisi sırasında ruhsal bir bunalıma girdi, sevdiği kadını yitirdi. Arada ünlü heykelci Rodin’in öğrencisi Clara Westhoff ile kısa evliliği gönül kırıklığıyla sonuçlandı (1901-1902).
Paris’te Rodin’in sekreterliğini yaptı (1905-1906).Bu dönemin ürünleri Auguste Rodin adlı kitabıyla (1906), en ünlü şiirsel-özyaşamsal roman anlatısı: Die Aufzeichnungen des Malte Laurids Brigge Malte Laurids Brigge’nin Notları) Ardından Avrupa’da gezilere çıktı. Yaşamının ikinci büyük aşk ilişkisi (Kontes Marie von Thum und Taxis) Trieste yakınlarındaki Duino Şatosu’nda ona mutluluk yılları verdi (1911-1912): Das Marienleben (Meryem’in Yaşamı) 1913, Die Sonette an Orpheus (Orpheus Soneleri) 1923, Duiniser Elegien (Duino Ağıtları) 1923, ilk kez bu eserlerdeki şiirler, ölüm korkusuna üstün gelen bir yaşama neşesinin anlatımıdır ve sağlığı gösterir. 1921’de yerleştiği İsviçre’nin Wallis kantonunda yalnızlık içinde öldü. İlk gençliğinden başlayarak içini ezen ölüm korkusuyla yaşayan Rilke, hasta bedeninin ve ruhunun bütün ürünlerini şiirle ya da şiirsel düzyazıyla dile getirmenin ustalığını temsil eder. Sanatçılık gücü, eserini her zaman aranır, okunur, etki sağlar bir kimliğe sokmuştur.
kaynak:nkfu
Oktay Rıfat Horozcu; şair ve yazardır (Trabzon 1914 – İstanbul 1988).
Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday ile birlikte arkadaşlık yaptığı (Garipçiler) Ankara Gazi Lisesi’ni bitirdi, hukuk okudu, Paris’te Siyasal Bilimler üzerine bir süre çalıştıktan sonra askerlik görevi için yurda döndü, Basın-Yayın Genel Müdürlüğü’ nde çalıştı, avukatlık yetkisiyle Devlet Demiryollarında emekliliğine kadar görevli kaldı (1973). İlkin Varlık dergisinde görünen şiirleri (1936, 1944) ortak kitapta kamuoyuna sunulduktan sonra kendi şiir çizgisinde yürüdü: Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik Üstüne Şiirler (1945), Güzelleme (1945), Aşağı Yukarı (1952), Karga ile Tilki (1954), Yeditepe Şiir Armağanı 1955; Perçemli Sokak (1956), Aşık Merdiveni (1958), İkilik (Aşağı Yukarı ve Karga ile Tilki’nin birlikte basımı), (1963). Şiirsel yoğunluğu yitirmeden çeşitli açıların bakışlarını dener, dilini arıtmaya çalışır, daha yalın, daha etkili bir deyiş özgürlüğü arar. Özgür tutumu içinde mayalanıp damıtılarak onu gittikçe daha toplumcu bir görüşün sorumluluğuna ve ömrünün en saf ve güçlü şiir kaynağına götürür: Latin ve Yunan ozanlarından yaptığı çeviriler yanı sıra, asıl şairlik ağırlığını şu kitaplarında koyar: Elleri Var Özgürlüğünün (1966), Şiirler (1969), TDK Şiir Ödülü (1970),Yeni Şiirler (1973), Çobanıl Şiirler (1976), Bir Cigara içimi (1979; Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü, 1980), Denize Doğru Konuşma (1982, Dilsiz ve Çıplak (1984, Behçet Necatigil Şiir Ödülü).
Oyunları: Birtakım İnsanlar (oyn. 1960, bas. 1961); Kadınlar Arasında (oyn. 1948, bas. 1966); oynayıp basılmamış olanlar: Oyun içinde Oyun (1949/50), Atlar ve Filler (1962), Çil Horoz (1964), Zahit Fatma’nın Kuzusu (1955), Yağmur Sıkıntısı (1969/ 70), Dirlik Düzenlik (1975). İlk romanını 60 yaşlarındayken yazdı ve çok başarılı bir örnek vermiş oldu: Bir Kadının Penceresinden (1976). İkinci romanı Danaburnu (1980), Madaralı Roman Ödülü (1981), Bay Lear (1982). Güncel dergi sayfaları ölümüne kadar onun en olgun, en halis ürünleriyle değerlendi.
kaynak:nkfu
Yusuf Ziya Ortaç;şair ve yazar (İstanbul 1895-ay.y. 1967). Vefa İdadisi’ni bitirdikten sonra Darülfünun’da öğrenim olanağı bulamadı, edebiyat merakıyla kendisini yetiştirirken açılan bir ehliyet sınavını kazanarak (1915) İzmit Sultanisi’ne edebiyat öğretmeni atandı. Bu görevi İstanbul’daki bazı yabancı okullarda sürdürürken sürekli iş olarak basın-yayın dünyasına girdi, dergiler çıkardı, gazetelerde yazdı. Orhan Seyfi Orhon ile işbirliği yaparak Akbaba dergisini yaşattı (1924’ten sonra) onun sayfalarında özlü, etkili bir düzyazı geliştirerek şairliğinin yanına yeni bir değer olarak kattı. Milletvekilliği (Ordu, 1946-1950), dışında Akbaba yayınlarını gündeme getirerek asıl işi olarak yürüttü. Çeşitli dergilerde yayımlanan şiirleriyle aruzdan heceye geçen bir ulusçuluğu belirten Hecenin Beş Şairi arasında yer aldı.
Şiir kitapları: Akından Akına (1916), Cenk Ufukları (1917), Âşıklar Yolu (1919), Yanardağ (1928), Bir Servi Gölgesi (1938), Bir Rüzgâr Esti (1962), Binnaz (1919 oyunuyla birlikte). Oyunları: Nâme (1919), Nikâhta Keramet (koşukla; öyküleriyle birlikte, 1923), Ocak (1943). Gezi notları: Göz Ucuyla Avrupa (1958). Anıları: Portreler (1960), Bizim Yokuş (1966). Yaşam öyküsü: İsmet İnönü (1962).
Yusuf Ziya Ortaç; (d. 1895, İstanbul -11 Mart 1967, İstanbul), şair ve yazardır. Hecenin Beş Şairi olarak bilinen grubun öncülerindendir.
İstanbul’da Vefa İdadisi’ni bitirdikten sonra Darülfünun-ı Osmani’nin açtığı yeterlik sınavını kazanarak edebiyat öğretmeni oldu (1915). Çeşitli okullarda edebiyat dersleri verdi. Orhan Seyfi’yle (Orhon) birlikte çıkardığı Akbaba dergisini ölümüne değin yayımlamayı sürdürdü. 1946-54 arasında Ordu milletvekili olarak TBMM’de bulundu.
Önceleri aruzla şiirler yazan, ama Ziya Gökalp ile tanıştıktan sonra onun etkisiyle hece ölçüsünü benimseyen ve bu türün başarılı örneklerini veren Ortaç, Hecenin Beş Şairinden biri olarak ünlendi. Şiirlerini Türk Yurdu, Servet-i Fünun ve Büyük Mecmua’da yayımladı. Ayrıca Türkçeyi çok iyi kullanan bir “üslup ustası” olarak tanındı. Akbaba dergisinde akıcı bir dille, rahat okunur biçimde yazdığı fıkralarında siyasal mizahın özgün örneklerini ortaya koydu. Ortaç şiir ve mizah yazılarının yanı sıra roman; öykü ve oyun türünde ürünler de verdi. Türk tiyatrosunun başarılı manzum oyunlarından sayılan Binnaz (1918, yb 1941-1962) adlı yapıtı Darülbedayi’de (sonradan Şehir Tiyatrosu) sahnelendi. İlk romanlarından Göç’te (1943, 1961) işgal öncesindeki İstanbul’u; Üç Katlı Ev’de ise (1953) II. Meşrutiyetken Cumhuriyet’e geçiş dönemindeki kuşaklar arası çelişkileri betimledi.
ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI. Şiir. Akından Akına (1916), Cenk Ufukları (1920), Âşıklar Yolu (1919), Yanardağ (1928), Bir Selvi Gölgesi (1938), Kuş Cıvıltıları (1938; çocuk şiirleri), Bir Rüzgâr Esti (1952, 1962). Oyun. Kördüğüm (1920), Latife (1919), Nikâhta Keramet (1923; 19 kısa oyun). Roman. Kürkçü Dükkânı (1931), Şeker Osman (1932). Mizah. Şen Kitap (1919), Beşik (1943, 1948), Ocak (1943), Sarı Çizmeli Mehmed Ağa (1956), Gün Doğmadan (1960). Gezi-anı-yaşamöyküsü. İsmet İnönü (1946, 1962), Göz Ucuyla Avrupa (1958), Portreler (1960), Bizim Yokuş (1966).
kaynak:nkfu
Publius Ovidius Naso; Romalı şair (Sulmo-Sulmona İÖ 43-Romanya/Tomi-Konstanza İS 17).
Latincenin inceliklerini öğrendi, hukuk davalarında başarı kazanacak bir avukatın gereksinim duyacağı bütün alanlarda bilgi edindi. Atina’da uzmanlık kazandı avukat olarak işe başladıysa da edebiyat yeteneği onu bütün yaşamıyla bağlı kalacağı şiir dünyasına yöneltti, bu alandaki büyük başarısıyla artık başka bir dalda uğraşmak gereğini duymadı. Hatip ve asker olarak tanınan Marcus Valerius Messala’nın (İÖ 64-İS 8) koruduğu sanatçılar araşma girdi. Horatius (İÖ 68-8), Tibullus (İÖ 50-18), Propertius (İÖ 47-15), Horatius’un ölümünden sonra en ön sıraya geçtiyse de nedenleri iyice açık olmayan politik bir kararla Roma’dan Karadeniz kıyılarına sürgüne gönderildi, yalnız ve kırgın ömrünü orada tamamladı. Pek çok eserinin yitirilmeden ele geçmiş olanları bile yoğun bir birikimin zengin toplamım verir.
Baş konusu aşk ve aşamaları oldu, bu yoldaki ürünlerinin bazılarının o günkü devlet felsefesine aykırı olduğu da söylenir. Sevmek Sanatı (Ars Amatoria). On beş kitaplık mitolojik şiiri Değişimler (Dönüşümler): Metamor-phosies Şiirle dile getirilen en büyük eser hem Yunan hem Yunan mitoslarının önemlilerini içerir, olgun dönemini belirler.
Başlıca eserleri: Amores (Aşklar), MedeaYitik Tragedya), Remedia Amoria (Aşkın İlacı), Epistulea Heroidum (Kadın Kahramanların Mektupları), Medicamina Faciei Feminese (Kadın Güzelliği İçin), Tristia (Hüzün) İS 9-17, Epistulae ex Ponto (Karadenizden Mektuplar) İS 9-17 vb.
kaynak:nkfu
Orhan Seyfi Orhon; şair ve yazardır (İstanbul 1890-ay.y. 1972).
İÜ Hukuk Fakültesi’nde öğrenim gördüyse de (1914) öğretmenliğin yanı sıra gazetecilik yapmayı yeğledi. Bu işlerin sağladığı boş zamanları değerlendirme niyetiyle birçok dergiyi çıkardı, yaşattı; en çok Akbaba dergisindeki ortaklığı (Yusuf Ziya Ortaç ile 1923) ve Hecenin Beş Şairi diye adlandırılan sanatçılar kümesinde ünlendi; Cumhuriyetin ilk döneminde yazarlarla bilim adamlarının siyasal güçler tarafından değerlendirilmesi sırasında milletvekili oldu (Zonguldak 1946-1950) bir dönem daha bu görevi yürüttü (1965-1969, İstanbul), öldüğünde birkaç gazetede yürütmüş olduğu fıkra yazarlığım Son Havadis’te sürdürüyordu.
Şiir kitapları: Fırtına ve Kar (1919). Peri Kızı ile Çoban Hikâyesi (1919), Gönülden Sesler (1922), O Beyaz Bir Kuştu (1941), Kervan (1964), İşte Sevdiğim Dünya (1965). Tek romanı özyaşamsal gerçeklere yaslanır: Çocuk Adam (1941). Mizah-yergi derlemeleri: Asri Kerem (destansı öykü, 1942), Hicivler (1950), Düğün Gecesi- (1957), Makaleleri: Dün-Bugün-Yarın (1943); fıkra denemeleri: Kulaktan Kulağa (1943), Nihat Sami Banarlı, 1000 Temel Eserler dizisinde seçmelerini hazırladı: Şiirler (1970).
kaynak:nkfu
Pablo Neruda; Gerçek ismi: Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto’dur. Pablo Neruda diye bilinir. Şilili şairdir (Parral 1904-Santiago 1973).
Şiirlerini sevdiği Çekoslovakyalı sanatçı Jan Neruda’nın anısına Pablo Neruda adını yeğledi (1920’den sonra). İlköğrenimini Tumuco’da yaptı, orada öğretmen olarak çalışan şair Gabriela Mistral’ın yakın desteğinde, onun yüreklendirmesiyle şiire başladı (1920). Santiago’da Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü, ilk şiir birinciliğini öğrenciliğinde kazandı, kitap çıkardı: Crepusculario (Akşam Alacası) 1923, Viente Poemas de Amor y una Cancion Desesperada (Yirmi Aşk Şiiriyle Umutsuz Bir Türkü) 1924. Gördüğü ilgiyle verimli çalışkanlığını artırdı: Tentativo deh Hombre İnginito (Sonsuz İnsan Girişimi) şiirler, 1925; Et Habitante y su Esperanza (Yerleşmiş Adam ve Umudu) roman, 1925. Konsolosluk göreviyle çeşitli ülkelere gönderildi; Arjantin, ispanya, Birmanya vb yerlerdeki gözlemleri onu gerçekçi bir ülküye, halklardan yana bir toplum özlemine çekti, iç savaş sırasındaki İspanya görevi sırasında Cumhuriyetçileri destekledi (1936-1939), işine son verilince Paris’e sığındı. İspanya’da tanıdığı Lorca, Aleixandre, Alberti gibi şairlerin doğrultusunda toplumcu bir ülkü edindi. Paris’te Perulu şair Cesar Vallejo (1892-1938) ile dayanışarak İspanya’ya yardım sağlayacak örgütlerde görev aldı. Bu yıllardaki şiir kitapları: Espana en el Corazon (Gönüldeki İspanya) 1937, Las Furias y las Penas (Öfkeler ve Acılar) 1939, Tercera Residencia (Üçüncü Konukluk) 1947 vb. Yurdunda Halk Cephesi seçimle işbaşına gelince İspanya’dan Şili’ye göçecek Cumhuriyetçilere yol yordam göstermek için Paris’te görevlendirildi. 1940-1943 arasında Meksika’da başkonsolosluk yaptı, iki yıl sonra Senato’ya seçilerek Şili Komünist Partisi’ne katıldı (1945), diktatör Gonzalez Videla yönetiminde (1948-1952) yurt dışına çıkmak zorunda kaldı, çeşitli ülkeleri gezdi, Dünya Barış Ödülü’nü alanlardan biri oldu (ötekiler Picasso, P.Robeson) 1953, daha demokratik bir yönetim gelince yurduna dönebildi (1953).
Bu dönemdeki şiir kitapları: Canto General (Genel Şarkı) 1950, Lol Versos del Capitan (Kaptanın Dizeleri) 1952, Las Uvas y el Viento (Üzümler ve Rüzgâr) 1954, Odas Elementales (Temel Övgüler) 1954, Neuvas das Elementales (Yeni Temel Övgüler) 1956, Tercer Libro de las Odas (Üçüncü Övgüler Kitabı) 1957, Estravagario (Taşkın Dalga)1958, Navegaiones y Regresos (Deniz Yolculukları ve Dönüşleri) 1959 vb. Şiirlerini okuyup sevdirerek yaptığı Şili gezisinde de güzel ürünlerini de devşirme fırsatını buldu: Cien Sonetos de Amor (Yüz Aşk Sonesi) 1961, Las Piedras de Chile (Şili Taşları) 1961. Cantos Ceremoniales (Tören Şarkıları) 1961, Plenos Poderes (Tüm Yetkiler) 1962, Memorial de İsla Negra (Kara Ada Defteri) 1964, Paris Büyükelçiliği’ndeyken Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı (1971). Anılarını yazdı: Yaşadığımı İtiraf Ediyorum (Confieso que he Virido) 1975. Şili’yi kana boğan darbeden sonra Allende bombalanarak öldürülürken evi yağmalanıp kitapları dağıtılan Neruda’nın da bir süre sonra öldüğü açıklandı.
Önceleri bireysel, özentili ve kapanık bir şiir veren Neruda, İspanya yıllarından sonra toplumcu şiirin en lirik öğelerle beslenmiş güçlü bileşimine ulaştı. Yalın ve aydınlık bir anlatıma yönelip hem ulusunun, hem insanlığın sonsuz özlemlerini, sevgi değerlerini işledi, biçim olgunluğuyla imge zenginliğini hiçbir zaman elden bırakmadı. Böylece dünya çapında hakkı olan ulusal ve evrensel üne, esere ve etkiye kavuştu.
En sevilen şiirlerinden biri;
Yavaş Yavaş Ölürler
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar
Pablo Neruda
kaynak:nkfu
Nev’izade Atayi;divan şairidir (İstanbul 1583-ay.y. 1635).
Şair Nev’i’nin oğludur. Babasından ve dönemin ünlü hocalarından ders gördü. İcazet alarak (1603) iki yıl sonra 25 yaşlarında müderris oldu. Ataullah olan adı, takındığı mahlasla unutuldu. Daha çok Rumeli kentlerinde kadılıklar yaptı, Üsküp kadılığından 1643’te uzaklaştırılınca İstanbul’a geldiyse de üzüntüsünden çok yaşamadı. Geleneksel kural gereği düzenlenmiş divanı varsa da daha çok Hamse’si ile değerlendirilir. Konularını yerli yaşamdan aldığı gözlemlerle canlandırdığı, İran taklitçiliğinden bu yolla kurtulduğu, manzum öykü türünde yüzyılının en başarılı kalemi olduğu kabul edilir. Başka bir ilginç eseri de 1561’de ölmüş olan Taşköprülüzade Ahmet Şemsettin’in Arapça yazdığı yaşamöyküleri (biyografi) eserine (Şakaik-i Nu’maniyye) yaptığı 2 ciltlik Türkiye eklemedir (zeyl). Kanuni dönemi ortalarında biten bu eseri kaldığı yerden yürüterek (1557-1635) bu 75 yılda yetişmiş sanatçı, bilgin ve devlet adamlarının yaşamlarını özetlemiştir (bas. 1851). Beş mesneviden oluşan Hamse’sinin iki eseri Agâh Sırrı Levent’in emeğiyle işlenerek yayımlandı (Heft-Hân: Yedi Sofrada, Hilyetü’l-Efkâr: Düşünceler Süsü; 1948).
kaynak:nkfu
Nef’i Ömer; divan şairidir (Erzurum/ Hasankale 1572 ? – İstanbul 1635).
Medrese öğreniminden geçtiği Arapça ve Farsçayı benimsediği bellidir (bu yoldaki aşırılığı bir de Farsça divan hazırlamasından anlaşılabilir). I. Ahmet’in tahta çıktığı günlerde İstanbul’a geldi (1603), memurluklar yaptı, IV. Murat döneminde padişah tarafından korunup kollandığı için saraya yaklaşma fırsatını bulduysa da siyaset rüzgârları arasında, kendisini çok sevip değerlendiren padişah tarafından iyice yerdiği Bayram Paşa’nın buyruğuna teslim edildi; boğdurularak öldürüldü. Silhâm-ı Kazâ: Yazgı Okları adı bir yergiler derlemesi olan Nefi; divan edebiyatımızın en büyük övgü ve yergi şairlerinden sayılır. Türkçe divanındaki 59 kaside, onun bu yoldaki üstün başarısını kanıtlar. I. Ahmet, II. Osman ve IV. Murat‘a, ayrıca devlet büyüklerine yazılmış bu kasidelerde sağlam bir şiir tekniği, taşkın, tok ve gür bir ahenk görülür; aşın abartmaları bile, samimiyet ve heyecanı arasında yadırgatıcı, batıcı yanlarından sıyrılır, insana doğal gelir. Kasidelerindeki gösteriş ve görkemde savaşlar, ayaklanmalar ve eğlencelerle dolu IV. Murat döneminin (1623-1640) yankıları duyurulur. Sihâm-ı Kazâ’dakı hicivlerde, zaman zaman ağır hakaret ve sövmelere kalkışmasını karakterindeki ataklığa, bazen de sataşmalara daha sert karşılık vermek zorunda kalışına yormak gerekir. Türkçe Divan’ı iki kez basıldı (1836-1853).
kaynak:nkfu
Behçet Necatigil; şair ve yazardır (İstanbul 1916-ay.y. 1979).
Uzun yıllar (1945-1960) Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapacağı Kabataş Lisesi’nde okudu (1936). Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü izledi (1940), Kars ve Zonguldak’ta başladığı lise öğretmenliğini İstanbul Eğitim Enstitüsü’ndeki göreviyle emekliliğine kadar götürdü (Ekim 1972). Öncelikle şiire adanarak, mesleğinin gerekli gördüğü alanlardaki başvuru kaynaklarını sağlayan dikkatli araştırıcılığıyla büyük hizmet sağladı; radyo oyunlarında özgün incelikle üstün başarılara ulaştı, çağdaş Türk şiirinin en belirgin alanları arasında en önde yer aldı. Kendi yazgısının küçük adam çizgisinde kaldı; özentiye kapılıp yalan söylemeden kendi yaşadığını yazdı, başarısı önce bu içtenliğe dayandı. İkinci özelliği, şair yaratılmış mizacının duyarlığında, en beklenmez inceliklerin yokluğunda yararlanan onur uyanıklığında durur. Bu yüzden şiir etkisine dönüştürdüğü sayısız anı buldu yaşamında; üstelik onun ruhunda iz bırakan bu anıları okurları da yakından paylaştılar. İlk kitabını, tam on yıllık bir dergi şairliğinden (1935) sonra bastırdı: Kapalı-çarşı (1945). Çevre (1951), ikinci ve üçüncü derlemeleri oldu.
Sonraki şiir kitapları: Eski Toprak (1956 Yeditepe Şiir Armağanı, 1957), Arada (1958), Dar Çağ (1960), Yaz Dönemi (1963 TDK, Şiir Ödülü, 1964), Divançe (1965), İki Başına Yürümek (1968), En/ Cam (1970), Zebra (1973), Kareler-Aklar (1975), Beyler (1978), Söyleriz (öl.s. 1980). Sevgilerde, son üç katibındaki ürünlerinden öncekilerden kendi yaptığı seçmeleri içerir (1976). Düzyazılarını sunan kitap, Bile/Yazdı-(1979). Eski masallarımızın kozası, birkaç büyük batı yazarından yapılmış 30’a yakın çeviri onu kitaplara götürdü. Mesleği gereği başka yazarların ürünleriyle günü gününe iç içedir. Bu gece gündüz bağlılığını artırmak için asıl işi olmayan bir uğraşa, ilk edebiyat ansiklopedisini tek başına hazırlamaya yöneltti: Edebiyatımızda İsimler Sözlüğünü (1960), Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü izledi (1971). Çeviri ve uyarlama, özet ve yorumlamaya Küçük Mitologya Sözlüğünü, 100 Soruda Mitologya’ya dönüştürdü (1969). Başarıyla yürüttüğü bir tür de radyo oyunlarıdır. Yalnızca ses etkisine dayanan bu konuşmalarda insan sorunları vardır. İkisi Yıldızlara Bakmak (1965), altısı da Üç Turunçlar (1970) kitaplarında toplandı. Pencere (dört oyun, 1975), bu birikime eklendi, ölümünden sonra tümü bir araya getirildi. Ölümünü izleyen günlerde ailesinin örgütlediği Necetigil Şiir Ödülü, her yılın en iyi kitap sahibine verilme koşuluyla gündemdeki değer ve saygınlığını korumaktadır. Hilmi Yavuz ve Ali Tanyeri’nin emekleriyle Bütün Eserleri eksiksizce tamamlandı (Cem Yayınları 1981-1984, 7 cilt). Şiir çevirileri ayrıca kitaplaştı: Yalnızlık Bir Yağmura Benzer (1984).
Evler, şairin 1951-1953 arasında çeşitli dergilerde yayımlanmış 28 şiirini içerir; emeğiyle geçinen bir aydının umut ve mutluluklarını dile getirir. Kamuoyunun yakından bildiği bazı şiirler bu kitaptadır: Evin Halleri, Evlerle Savaş, Perili Ev, Ev, Ayrı Evlere Çıkmak, Gizli Sevda, Alaca. Ölümünden sonra Cem Yayınevi tarafından ilk cildinde (Şiirler 1), zaman bakımından üçüncü kitap olarak yerini aldı.
kaynak:nkfu
John Keats; İngiliz şairidir (Londra 1795 – Roma 1821).
Dar yaşam koşullarına ek olarak dokuz yaşında babasını, on beş yaşlarındayken annesini yitirdi. Bir süre, okul öğreniminden sonra cerrah çıraklığına verildi. İşindeki ustalığı ve uzmanlığı onu Londra’nın ünlü tıp merkezlerinden Guy’s Hospital’e kadar yükseltti. Şiir ve edebiyat yeteneğini geliştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmadan okurken kendini en çok ünlü şair Edmund Spenser’e (1552-1599) yakın duydu. Bir öğretmeninin aracılığıyla çağdaş sanatçılarla dostça ilişkiler kurdu. Buna karşın ilk derlemesi Poems (Şiirler) 1817, hemen hiçbir özel ilgi görmedi. Ertesi yıl çıkardığı Endymion (1818) adlı uzun şiiri ise ilgi değil, tedirginlik yarattı, sert eleştirilere hedef oldu. Bitmez tükenmez öksürük nöbetleri, bir kardeşini verem hastası, ötekini Amerika yolunda göçmen olarak gördüğü zaman yaşadığı düş kırıklığı, sürekli bir ölüm düşüncesinin saplantısı… gibi birbiri ardınca gelen acılar bile kendini bütünüyle şiire adamasına engel olmadı.
İnanılmaz yoğunluktaki bir çalışma ve direnişte şiirini yüceltti, inceltti, kusursuz ve etkin bir güce eriştirdi; 1819 yılı onu Byron ve Shelley ile birlikte İngiliz romantizminin üç büyükleri araşma soktu. Aile mirası veremle boğuşurken İtalya güneşiyle havasından yardım umarak bir arkadaşının desteğiyle oraya gittiyse de ancak birkaç aylık kalan ömrünü orada tamamlamış oldu (23 Şubat); mezarı Roma’da kaldı. Yirmi altı yıllık bir çocukluk ve gençlik ömrüyle İngiliz dilinin en büyük şairlerinden biri olmak dehası Keats’ı edebiyat tarihinin en onurlu sayfaları arasına kattı.
Çeşitli araştırmacılar şiirlerinin tümünü, elde kalan iki oyununu ve mektuplarını derleyerek bütün eserlerini bir araya getirdiler: The Poetical-Works and Other Writings (Şiir Eserleri ve Öteki Yazıları) 1938; H.B. Forman ve M.B. Forman’ca; Selected-Poems and Letters (Seçme Şiirler ve Mektuplar) 1964.
kaynak:nkfu
Ahmet Haşim; şairdir (Bağdat 1884-İstanbul 1933).
Uzun süre görevle Arabistan dolaylarında kalmış Alûsizadeler ailesinden olduğu ve küçük yaşta anasını yitirdiği için İstanbul’a geldiği yıllar (1895) yeterince Türkçe bilmediği, bir süre dil öğrenmek için Numune-i Terakki okuluna gittiği yazılıdır. Yatılı öğrencisi olduğu Galatasaray Sultanisi’ni bitirdikten (1906) sonra Reji İdaresi’ne memur oldu. İzmir Lisesi Fransızca öğretmenliğini kabul edince hukuk öğrenimini yarıda bıraktı (1908-1911). Maliye Bakanlığı’ ndaki çevirmenlik görevinden Birinci Dünya Savaşı içindeki yedek subaylıkla askerliğe ayrıldı, Anadolu’da çeşitli görevlerde bulundu. Savaştan sonra Düyun-ı Umumiye’de çalıştı, Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmenlik yaptı, Osmanlı Bankası’nda görev aldı, ek olarak Harbiye ve Mülkiye okullarında Fransızca öğretmenliklerini yürüttü. 1924 ve 1927 yazlarını Paris’te geçirdi, 1928’de Anadolu Şimendiferleri Şirketi yönetim kuruluna seçildi. 1932’de böbrek rahatsızlığının iyileştirilmesi için Frankfurt’a gitti, dönüşünde bakımı için Alman Hastanesi’ne yattı, 4 Haziran 1933’te öldü, mezarı Eyüp’tedir.
Şiire Galatasaray öğrenciliğinde başlayan ve ilk ürünlerini 1901’de yayımlayan Ahmet Haşim, önce öğretmeni Ahmet Hikmet (Müftüoğlu) ve yürürlükteki Servetifünun şiir akımının etki-ine girdi. İzmir’deki öğretmenliği sırasında Fecr-i Ati topluluğuna katıldı ve eserlerini Servetifünun dergisinde yayımladı. Bu topluluğun dağılışından sonra bir süre sustu. Çeşitli dergilerdeki dağınık ürünlerinden sonra Dergâh (1921) sayfalarında düzenle yayımlanan şiirleri ilginç bir yankı ve etki yarattı. Bu süre içinde Akşam gazetesinde çıkan fıkralarıysa şiirle nesri kesinlikle ayıran tutumunun dikkate değer örneklerini yansıttı. Gününün hiçbir toplumsal sorununa yaklaşmadan yalnızca birey olarak insanın iç derinliklerini, aşk ve hüzünlerini, ayrılık ve yalnızlık duygularını, mutsuzluk ve umutsuzluk izlenimlerini, çocukluğa bağlı özlem ve yakarışlarını, doğa sevgisini dile getiren Ahmet Haşim, zamanının yaygın bir eğilimine, heceyle şiirler yazmak gereğine de yaklaşmadı, bütün şiirlerini aruzla yarattı. İlk kitabının başına eklediği manzum önsözde yaşamı hayal havuzunda izlediğini, bu yüzden var olan bütün taşları, bitkilerin kendisine renkli bir yansıma olarak geldiğini söyleyen Ahmet Haşim, tekil dünyasının dışına çıkmayan bu sembolist ve izlenimci ürünleriyle edebiyatımızda bağımsız bir yolun sözcülüğüne adanmış oldu.
Şiir kitapları Göl Saatleri (1921) ve Piyale (1926) adlarını taşır. Gazete fıkralarını Bize Göre (1926), söyleşilerini Gurebâhâne-i Laklakan (1928), gezi notlarını Frankfurt Seyahatnamesi (1933) eserlerinde yayımladı. Bu son üç eser gerekli açıklama notlarıyla ve bir arada Prof. Mehmet Kaplan tarafından basıma hazırlandı (1000 Temel Eser, 1969). Bütün şiirleri, adını taşıyan çeşitli inceleme kitaplarında yer almaktadır.
Başlıca eserlerinin özetleri:
Bize Göre, fıkralar derlemesi (1928); yeni harflerle 1960 ve 1969’da da basıldı. ikdam gazetesinin sanat ve edebiyat sütunlarında yayımlananlardan 41’i ile “Bir Seyahatin Notlan” bölümü (17 yazı) bir arada yayımlandı. Ahmet Haşim’in şiiri kadar etkili ve yoğun olan bu düz yazı ürünleri; zekâ buluşu, dikkat inceliği, imege yeniliği, yargı özgünlüğüyle değerini yitirmeden kalan eserler arasındadır.
Frankfurt Seyahatnamesi, şairin düzyazıyla yayımladığı üç kitabından sonuncusu, gezi yazıları (1933); her biri ayrı ve özel başlık taşıyan 21 yazıyı içerir. Yayım günlerinde “Türkçe’nin en güzel eserlerinde biri” (Ahmet Hamdi Tanpınar) diye tanıtılmış, şöyle nitelenmiştir; “göz kamaştırıcı fantezisi olan zengin nesir”, “eşya ve insanları doğaüstü gerçeklerinde yakalayan dikkat ve çözümlemeler”, “bütün çabasını zamanın üstüne çıkmak için harcamış bir zekâ…” (A.H. Tanpınar). Böbreklerinden rahatsız olduğu dönemde bakım için Almanya’ya giden yazarın yolculuk izlenimleri, Batı uygarlığı üzerine dikkat ve gözlemleri, değerlendirici yargılar. Şairin öteki düzyazı kitaplarıyla bir arada açıklayıcı notlarla yeniden basıldı (Hazırlayan Prof. Mehmet Kaplan, Milli Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser dizisinde, 1969).
Göl Saatleri, şairin ilk şiir kitabı (1921). Şiir görüşünü açıklamakta ilk anahtar olan Mukaddeme (öndeyiş) adlı dörtlükle başlar; “Seyreyledim eşkâl-i hayatı/Ben havz-ı hayalin sularında/Bir aks-i mülevvendir onunçün/Arzın bana ahcâr ü nebâtı” (Gözledim yaşam biçimlerini/Ben düş havuzunun sularında/Bir renkli yansımadır o yüzden/Yerin bana taşları ve bitkileri). Göl Saatleri adlı ilk bölümde genellikle kısa 14 şiir yer alır; serbest müstezat nazımları bölümünde uzunlaşan 9 şiir arasında en ünlüsü O Beldé dir (İlk yay. 1909); Muhtelif Şiirler adlı son bölümde 10 şiir bulunur.
Gurebahâne-i Laklakan, şairin düz yazıyla yayımlanan üç kitabından ikincisi (Leylekler Bakımevi) 1928. Yazarın fıkra ve söyleşilerinden 29’unun yer aldığı eser; sanat, düşün, kültür, ulusallık, geleneknekler, din gibi genel konulardaki yazılarıyla bazı güncel eleştirilerini içerir. Sanatçının kendine özgü, söyleyiş güzellikleri, bakış özgünlüğü, dikkat keskinliği, bileşim olduğu hemen göze çarpar. Milli Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser Dizisi’nde Prof. Mehmet Kaplan’ın emeği ve açıklama notlarıyla üç kitap bir arada yayımlandı (1969).
Piyale, şairin ikinci ve sonuncu şiir kitabı (1926); sözcük anlamı: Şarap bardağı, içki kadehi.. Şairin ilk şiir derlemesi olan Göl Saatlerine, (1921) göre birkaç bakımdan kesin değişiklikler gösterir: Şiirlerin hemen hepsi kısadır, hepsi aruz ölçüsüyle yazılmış olmakla birlikte dilce yalın, özleşme eğiliminde, terkipsiz ve süssüzdür. İlk basımında (1928) 63 sayfa boyutundadır. Başında ünlü mukaddeme’si, Abdülhak Şinasi Hisar’a ithafı ve Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar adlı düzyazıyla açıklaması yer alır. Mukaddeme, simgeciliğin, izlenimciliğin bir özeti gibidir; Türkçeleştirilmiş düzyazı biçimi: “Ben yaşamın biçimlerini düş havuzunun sularında izledim, gördüm; o yüzden taşları, bitkileri, bana renkli bir yansıma gibi görünür.” Ahmet Haşim’i konu edinen bütün eserlerde bu kitabın şiirleri çoğunluktadır, şairin asıl kimliğini bu ürünler belirler.
kaynak:nkfu
Alphonse de Lamartine;Fransız şair ve yazardır (Macên 1790 – Paris 1869).
Ain’deki okulda doğal çevre, iyi arkadaşlar, yumuşak bir dinsel hava buldu (1803-1808); orada bir öğretmenin tanıttığı Chateaubriand’ın (1768-1848) eserlerinden etkilendi. 1808-1820 arasında Milly’de, Lyon’da, İtalya’da ve Paris’te gönlünce yaşadı. Napoli kıyılarında yaşadığı iki aşk serüveni sonradan eserlerine yansıdı (Antoinette ve Graziella) 1811. İşte bu dönemin edebiyat başarısı ilk ve olgun kitabı: Méditations Poetiques (Şairce Dalıp Düşünmeler) 1820. İmzasız olan yirmi dört seçkin örnekle etki sağlayan kitabı ikinci basımında imzasını kullandı (aynı eserin 9. basımı otuz şiirle 1823’te yapıldı). Napoli’ye elçilik ateşesi olarak gitti (1820). Oğlunun ölümü (Ekim 1822) üzerine büyük bir acıya gömüldü: La Mort de Socrate (Socrates’in ölümü) 1823, Nouveles Méditations Poetiques (Yeni Şiirsel Düşünceler) 1823, 2 cilt, Geniş çapta satılan, Kral X. Charles onuruna yazdığı Le Chant du Sacre ou La Veillee des Armes’i (Kutsallaştırma Şarkısı ya da Son Hazırlık) yayımlattı (1825). Elçilik katibi olarak Floransa’da (1825) zengin bir birikim olan, lirik örneklerle dolu yeni kitabını hazırlama olanağına kavuştu; Harmonies Poetiques etreligieuse (Şairce ve Dinsel Uyumlar). Daha bu kitabı basılmadan Paris’e gitti (1828), edebiyat çevrelerinde uyandırdığı ilgiyi kişiliğiyle artırarak Fransız Akademisi’ne çağrıldı (Seçilişi 5 Kasım 1829, girişi 1 Nisan 1830). Temmuz karışıklıklarını yatıştırır umuduyla tahta çağrılan Orléans Dükü, Louis-Philipe adıyla iş başına geçince (1830) Lamartine siyasal düşüncelerini hem şiirle, hem düz yazıyla (Sur La Politique Rationelle: Akılcı Bir Siyaset Üzerine, Ekim 1831) ortaya koydu, görevinden koparak içinde yaşattığı Doğu gezisine çıktı (Mayıs 1832). Gittiği her yerde Fransa’nın çok değerli ve onurlu bir temsilci diye karşılanarak ailesiyle birlikte deniz yolundan Napoli, Pire, Rodos, Kıbrıs, Beyrut’a uzandı: Yafa üzerinden Filistin’e geçti (1856’da yayımlanacak olan Le Desert ou l’immatérialité de Dieu (Çöl ya da Tanrının Özdeksizliği) yazısını burada hazırladı ve dönüşünde kızının ölümüyle karşılaştı, 7 aralık 1832). Lübnan’ı, Şam’ı, İstanbul’u görüşü; dönüşü, bu olayı izleyen acılı günlerini içine alır. milletvekili seçilişi (Mart 1833) bu gezi günlerine rastladı, edebiyat çalışmalarını hiç aksatmadı, Ünlü şiirlerinden birini (Jocelyn) bu dönemde yayımlattı (1836). Ününün ve başarısının doruğundayken daha insancı ve adaletli bir düzen arayışına girdi; La Chute d’un Ange (Bir Meleğin Düşüşü) adlı uzun şiiri (on bir bin dize) bu çatışmalı döneminin ürünü oldu (1838). Ardından Les Recveillements Poetiques (Şairce İçe Kapanışlar) çıktı (Nisan 1839). 1840’ta (oynanışı 1850’de gerçekleşen) Toussaint Louverture tragedyasını yazdı. Gazete kuruculuğuna katıldı, basımı 1847’ye kalan Histoire des Girondins eserini yazdı (1841-1846; Jirondenlerin Tarihi, 8 cilt).
1848 Şubatındaki geçici kabinede dışişleri bakanlığım üstlendi, işçilerin 25 Şubat 1848 yürüyüşündeki ısrarlı isteklerini kırmayı bildi, Kızıl bayrak yerine Fransız bayrağının geçirilmesini kabul ettirdi. Kazandığı büyük üne ve saygınlığa güvenerek katıldığı başkanlık seçimlerinde yalnızca 17.900 oy alabildi. 1849 Seçimleri’nde de hiçbir yerden milletvekili seçilemedi. Bundan sonraki ev çalışmalarında romansı özyaşamöyküsünü (Raphael, 1849; Graziella 1852; içeren Les Cofidences (Giz Arkadaşlıkları) 1840, sonra Les Nouvelles, Confidences (Yeni Sırdaşlıklar) 1851 eserlerini ya-, yımlattı. Bütün bu ürünlerin geliri edindiği büyük borçlara yetmedi yine de, başka kaynağı olmadığı için kaleminin verimini artırma yoluna gitti: Histoire de la Turquie (Türkiye Tarihi) de içinde olmak üzere ilgi gören bir tarih dizisi hazırladı (1851-1855); 167 konuşmayı, eski ve çağdaş nice yazar üzerindeki düşüncelerini, binlerce kişisel anısını içeren büyük eseri Cours Familier de Litterature’ü (28 cilt, 1856-1869) gündeme getirdi (en son ve en güzel şiirlerinden biri de on beşinci bölümdedir: La vigne et La Maison: Bağ ve Ev) 1857. Yine de iflastan kurtulamadı, evini sattı, eşini 1863’te yitirdi, 9 Mayıs 1867’deki hükümet yardımını kabul etmek zorunda kaldı, öldüğü zaman da (27 Haziran) Macon hemşerilerinin cemaatinden başka ilgi görmedi. Ölümünden sonra basılan eseri de önemli bir toplamdadır: Yazışmaları (1873-1875, 1882-1930), yayımlanmamış anıları (1870, 1881), İtalya Gezisi Defterleri (1908). Jocelyn, Graziella birkaç kez filme alındı. Böylece yaratılıştan şair olan büyük bir yetenek, emeğinin ve yaşantısının zenginliği oranında anadilinin de güzellikleriyle kaynaşarak en akıcı, en uyumlu, en çok çağrışım yaratıcı olarak ve zengin bir şiir hazinesinin sahibi oldu.
kaynak:nkfu
Cemal Süreya; şairdir (Erzincan 1931 İstanbul 1990). Asıl adı Cemalettin Seber.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi (1954). Maliye müfettiş muavinliği ile (1955-1958) başladığı meslek yaşamını maliye müfettişliği, Darphane müdürlüğü gibi aşamalarda emekliliğine kadar sürdürdü (1975-1976). İşinden ayrıldığı dönemlerde çeviriler yaptı, dergiler çıkardı (Papirüs, Ankara, 4 sayı 1960-1961; İstanbul, Haziran 1966-Mayıs 1970, 47 sayı). Politika gazetesinde yayımlanan günlük yazılarını (1975-1976) Günübirlik (1982) adı altında kitaplaştırdı. “İkinci Yeni” adı verilen grupta cinsel dürtülere dayalı sevgi şiirleriyle özellik gösterdi, unutulmaz dizeler yarattı: Üvercinka (1958, Yeditepe Şiir Armağanı, 1959), Göçebe (1965, TDK 1966 Şiir Ödülü),Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973), Sevda Sözleri (Toplu Şiirleri, 1984), Güz Bitiği (1988), Sıcak Nal (1988). Denemeleri bir şiir sanatçısının edebiyat olaylarına bakarken kazanabileceği derinlikleri sergiler: Şapkam Dolu Çiçekle (1976). Güz Bitiği ve Sıcak Nal eserleriyle 1988 Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazandı.
‘İzdüşümler’ ana başlığıyla yazdığı deneme-anı-yaşamöyküsü ağırlıklı portre yazıları: 99 Yüz (1991), özel yaşamından On Üç Günün Mektupları (1990), Aydınlık Yazılar ı-P aç al (öl. s. 1992). Folklor Şiire Düşman (öl. s. 1992), Günlüğü: 999. Gün, Üstü Kalsın (öl. s. 1992).
kaynak:nkfu
Behçet Kemal Çağlar; şair (Erzincan 1908 – İstanbul 1969).
Zonguldak Yüksek Mühendis Okulu’nu bitirdi (1932), bir süre Fransa’ya gönderildi. Halkevleri müfettişi (1935-1939) olarak çalıştı. Erzincan milletvekili oldu (1941-1947), CHP’den ve milletvekilliğinden kendi isteği ile ayrıldı, Robert Kolej’de öğretmenlik yaptı, Şadırvan dergisini kurup yürüttü (1949, 35 sayı), Kurucu Meclis’e üye seçildi (1960), TRT ve Akbank’ta yönetim kurulu üyeliğiyle danışmanlık üstlendi. Kırk yıl boyunda (1928-1968) dergilere dağılan şiirlerinde belli eğilimlerle ilkeleri korudu: Hece ölçüsü, halk şiiri nazım öğeleri ve beğenisi dil yakınlığı, ülkesel ve ulusal düzeyde yurtseverlik coşkusu.
Başlıca eserleri: Erciyas’tan Kopan Çığ (1932), Çoban (nazımla oyun, 1932), Bur da Bir Kalp Çarpıyor (1933), Atilla (nazımla oyun, 1935), Hür Mavilikte (gezi notları, 19Al), Dolmabahçe’den AnıtKabire Kadar (1955), Kur’an-ı Kerim’den İlhamlar (1966), Benden İçeri (bütün şiirlerinden kendi seçmeleri, 1966), Battal Gazi Destanı (1968). Bazı şiirlerinde Ankaralı Aşık Ömer takma adını kullandı; ömrü boyunca Atatürk sevgisiyle devriminin sözcüsü ve savunucusu oldu.
kaynak:nkfu
Dadaloğlu; halk şairidir (? 1785-? 1865).
Doğum ve ölüm yeri bilinmez. Toros Türkmenlerinin Avşar boyundandır. Yaşamına ilişkin bilgi çok azdır. Göçebe Türkmen aşiretlerinin köylere yerleştirilmeleri yolunda hükümetçe girişilen eylemlerin önce inatçı bir direnişle karşılandıktan sonra yenilgiyle sonuçlanması, Dadaloğlu’nun şiirlerinde öncelikle işlenen baş sorundur. Aşk ve doğa güzelliklerini konu edinen lirik örneklere yatkınlığı belli olmakla birlikte, aşiretiyle kendi yazgısını belirleyen bu çatışma yılları, şiirinin orta direğini oluşturur. Şiirlerinden çıkarılan sonuçlar: Kozan, Erzin ve Pay as dolaylarında doğduğu, daha çok Gavur Dağları’ndaki göçebe aşiretler arasında yaşadığı, Çukurova ve Orta Anadolu’yu dolaştığı, çeşitli çekişmeler içinde birbirleriyle dalaşan yerel beylerin çevresinde barınıp geçindiği, hükümete baş kaldırmaktan çekinmeyen derebeylerinin sindirilmesinden sonra bezgin ve karamsar bir yaşlılık sürdürdüğüdür. Aşiretinin Sivas dolaylarına yerleştirilmesi, iklim ve yaşam değişikliği, yaşlılığın doğal yorgunluğu., sonra şiirlerinde bir yas havasına bürünür. Eski derebeylerinin sözlerinin geçmez oluşu, Dadaloğlu’ nun anlayamadığı yeni bir toplumsal gerçektir. Bir yanıyla Köroğlu’nu, bir yanıyla Karacaoğlan’ı andıran içli ve etkili şiirleri, Güney Anadolu’da yüzyıldır ezberlenerek dilden dile geçti ve çeşitli ağızlardan derlenerek yazıya aktarıldı. 19. yüzyılın en özgün ve güçlü halk sanatçılarının başında, yaşamının özelliği, yazgısındaki olayların etkinliğiyle çok değişik şiirler söylemiş olan Dadaloğlu gelir; “şehir aşıkları”nın etkisine hiç girmemiş olan saf ve özlü bir halk sanatçısıdır.
kaynak:nkfu
Mihail Yuryeviç Lermontov; Rus şairidir (Moskova 1814-Kafkasya/ Pyatigorsk 1841).
Anneannesinin özenli bakımında özel ve yoğun derslerle yetişti, birkaç yabancı dili şiir yazabilecek kadar öğrendi, iki yılını Moskova Üniversitesi’nde geçirdikten sonra (1830-1832) hassa alayına subay olarak geçti (1834). Alexandre Puşkin’in (1799-1837) ölümü üzerine yazdığı Smert Poeta (Şairin Ölümü) adlı şiirinde göze batar toplum eleştirilerini dile getirince rütbesiz olarak Kafkasya’ ya sürüldü. Bir süre sonra başkente dönünce (1838), kırsal yaşamın ve doğal değerlerin etkisiyle daha da bir kimliğe bürünmüş gibiydi, düello yapması, ikinci kez Kafkasya’ya gönderilmesine yol açtı (1840), dönüşte konakladığı kaplıca kasabasında eski askerlik yoldaşı Martiynov ile düello etmek zorunda kaldı. Yalnızca yirmi yedi yıllık olan bu sanatçı ömrü de orada noktalandı. Duygulu ve coşkun şiirinin gerekli aşk kaynaklarıyla bile daha yeterince beslenmemiş olduğu kabul edilir.
Yalnızlık içinde başkaldıran bu bağımsız ruh, romantizmin getirdiği insan sevgisiyle kurallara boyun eğmeden özgürlüğünü korumak ister. Şiirinde ve düzyazı ürünlerinde (roman, oyun) hep aynı kişiliğin damgası vardır. Bilinen şiirleri: Angel (Melek) 1831, Boyar Orsa (1835), Çar İvar Valilyeviç’in Şarkısı (1838), Mtsıri (Çırak) 1840, Demon (Şeytan) 1841. Romanı, bütün aşk ve başarı düşleri kırılmış Pecorin’in kişiliğinde yazarın özyaşamsal özelliklerinin tümünü yansıtan Zamanımızın Bir Kahramanı (1839-1840), oyunları: Tuhaf Bir Adam (1831). Maskarad (Maskeli Balo) 1835.
kaynak:nkfu
İlhan Berk; şairdir (Manisa 1918-2008).
Balıkesir Necati Bey İlköğretmen Okulu’ nu bitirerek (1939) öğretmen oldu. İki yıl sonra GEE Fransızca Bölümü’nde okuyarak (1945) orta öğretimde görev aldı (1945-1956), Ankara’da Ziraat Bankası örgütünde çevirmenlik yaptı, emekliye ayrıldı (1970), şiirlerini çok etkileyecek olan Bodrum’a yerleşti (Nisan 1970). İlk kitapları toplumsal gerçekçiliğin izlerini yansıtır: Güneşi Yakanların Selamı (1935), İstanbul (1947), Günaydın Yeryüzü (1952). Sanatının yabancı kaynaklarına yaklaşma fırsatları bulduğu için çok değişik beğenilerin birbirine uzak örneklerini verdi: Türkiye Şarkısı (1953), Köroğlu (1955), Galile Denizi (1958), Çivi Yazısı (1960), Otağ (1961), Mısırkalyoniğne (1962), Aşıkhane (1968), Şenlikname (1972), Taş Baskısı (1975), Atlas (1975), Kül (1979), İstanbul Kitabı (1979). Yaşamı boyunca şiire adandığı, emeğini ve çabasını hiç eksik etmediği, sanatına gerekli benlik saygısını kattığı için son yıllarda süreklilikle ödüllendirildi: Kül kitabı 1979 TDK Şiir Ödülü’nü aldı; İstanbul kitabı Necatigil Şiir Armağanı’nı kazandı (1980), Deniz Eskisi (Şiirin Gizli Tarihi, 1982) Yeditepe Ödülü’nü hak etti (1983). Düzyazı ürünleri de verdi: Uzun Bir Adam (kendisi üstüne bir kalem denemesi) 1982, El Yazılarına Vuruyor Güneş (günlük) 1983, Şiirin Açık Tarihi (deneme) 1983, Delta ve Çocuk (şiir) 1984, Galata (şiir) 1985, Güzel Irmak (1988; Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü Ferit Edgü ile paylaştı), Pera (1990). İspanyolca yayımlanan ikinci şiir kitabı çıktı (ilki Estanbol / İstanbul, 1985): Poemas (1992). Şiirin Gizli Tarihi (Histoire Secreète de la Poésie) Fransa’da yayımlandı (1992). Bazı ilginç meraklarının bir örneği: Şifalı Otlar Kitabı (1982). Düzyazılarının 1955’ten günümüze uzanan gelişimini yansıtan eserleri: El Yazılarına Vuruyor Güneş (1992), Şairin Toprağı (şiir üzerine denemeler, 1992). Şiir çevirilerinin yanı sıra iyi düzenlenmiş çeşitli antolojileri de vardır.
kaynak:nkfu
Rıza Tevfik Bölükbaşı; şair ye yazar, siyaset adamıdır (Edirne 1869-İstanbul 1949).
Tıbbiye’yi bitirdi (1899), İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi (1907), İkinci Meşrutiyet’in coşkulu söylevcilerinden biri olarak öne çıktı (1908), Edirne mebusu olduysa da politik bölünmeler sırasında Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı (1911). Robert Kolej’de öğretmenlik, Darûlfunun’da felsefe müderrisliğinden sonra partisinin iktidara gelişi üzerine (1918) Maarif Nazırlığı ve Şurayı Devlet Reisliği (1919) gibi görevlerle yükseldi, bu konumun yarattığı çıkar yanılgısıyla TBMM’nin açılışını izleyen aylarda Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin temsilcisi olarak Sevr Antlaşması’nı imzaladı. (10 Ağustos 1920), “150’likler” arasında yurt dışına çıkarıldığı için (1922) 1943’teki bağışlanmaya kadar Lübnan ve Ürdün’de yaşadı. İlk basımı Kıbrıs’ta yapılan (1934) şiir kitabı Serab-ı Ömrüm (1949), halk şiiri geleneğini tekke dünyasında tanıyan Rıza Tevfik’in hece ölçüsünü ustaca kullanarak kazandığını vakitli zaferi yansıtır. Felsefe, edebiyat tarihi gibi konulardaki eserleri değerlerini koruyamamışlardı. Onu konu edinen bir derleme, antoloji değeri de taşıdığı için; aranır ve okunur olmuştur: Hilmi Yücebaş, Rıza Tevfik (4. baskı 1968).
kaynak:nkfu
Ali Ekrem Bolayır; şairdir (İstanbul 1867-ay.y. 1937).
Namık Kemal’in oğludur. Yıldız Sarayı’ndaki mabeyn kâtipliği, Kudüs Mutasarrıflığına atandığı yıla kadar sürdü (1888-1905). Valilikler yaptı, İkinci Meşrutiyet’ten sonra Galatasaray Lisesi ve Darülfünun’da öğretim görevlerini yürüttü (1923-1933); ölümüne kadar Maltepe Askeri Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak çalıştı. Servetifünun topluluğu içinde duygu şiirleriyle göze çarptı, hece veznini denemede öncelik kazanarak savaşların getirdiği esinlerle yurtseverlik konularına yöneldi. Günlük yaşam gözlemlerini şiirleştirdi. Öğretim görevlerinin gerektirdiği bazı araştırmalara girdiyse de bir akımın ya da grubun başı olamadı, hiçbir türde üstün başarıları gözlenmedi.
Başlıca eserleri: Ruh-i Kemal (şiir, 1909), Zılâl-i İlham (şiir, 1909), Çocuk Şiirleri (1917), Ordunun Defteri (nazım- nesir, 1918), Şiir Demeti (1925), Vicdan Alevleri (1925); Servetifünun döneminde A. Nadir takma adıyla da tanınmıştır.
kaynak:nkfu
Mehmet Emin Yurdakul; şairdir (İstanbul 1869-ay.y. 1944).
Hece ölçüsünü yeğleme, günlük yaşam izlenimlerini yalın ve açık bir konuşma diliyle şiirleştirme yoluyla Milli Edebiyat Akımı’nın ilk adımlarım atmış, bu yüzden kimilerince Türk şairi diye anılmış olan Mehmet Emin, bir balıkçı reisinin oğlu olarak kültür merkezi İstanbul’da doğduysa da ailesinin kökeni, yaşadığı çevre ve kişisel beğenisiyle halktan kopmadığı için Servetifünun topluluğunun geçerli olduğu yıllarda tam karşıt yönde edebiyata başladı: Türkçe Şiirler (1898-1899). Osmanlı-Yunan Savaşı’nın sıcak coşkularını Cenge Giderken şiirlerinde dile getiren (1897) ulusal kökenini duyuran dizeler kullanması, çıkış yolunun ilkelerini belirledi: “Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.” Böylece vakti gelmiş bir akımın ilk sözcüsü olmanın onurunu taşıdı, sonuna kadar aynı çizgide kaldı. Orta öğrenimle yetinerek memurluğa girmiş, İkinci Meşrutiyet’e kadar da fazla yükselmemişti (Rüsumat evrak müdürlüğü, 1907); ondan sonra yöneticiliklere getirildi: Hicaz (1909), Sivas (1910), Erzurum (1911) valilikleri. Osmanlı Meclis-Mebusan’ ında görev (1914, Musul), Cumhuriyetin ilk yıllarında TBMM’de üyelik (Şarkikarahisar, Urfa, İstanbul).
Sayısı 15’i geçen şiir kitaplarının başlıcaları: Türk Sazı (1914), Ey Türk Uyan (1914), Tan Sesleri (1915), Orunun Destanı (1915), Zafer Yolun da (1918), Dicle Önünde (1916), Turana Doğru (1918), Aydın Kızları (1919), Dante’ye (1920), Mustafa Kemal (1928), Ankara (1939) vb. TTK yayınlarında Fevziye Abdullah Tansel’ ce şiirleri 1969’da yayımlandı.
kaynak:nkfu
Ahmet Kutsi Tecer; şair ve yazardır (Kudüs 1901-İstanbul 1967).
İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdiyse de (1930) Paris dönüşünde lise edebiyat öğretmenliğini yeğledi (Ankara, Sivas). Talim ve Terbiye Kurulu’nda görev aldı, milletvekili seçildi (1942-1946), öğrenci müfettişi olarak Fransa’da bulundu (1949-1951), UNESCO Yönetim Kurulu üyesi oldu, İstanbul okullarındaki edebiyat öğretmenliğini (Galatasaray) emekliliğine kadar sürdürdü (1966). Yirmi yaşlarında başladığı şairliği (Dergâh, 1921-1922) hececiler geleneği içinde yurt duygularını öne çıkaran, zaman zaman bireyin iç dünyasını dile getiren ürünlerle sürdürdüyse de hiçbir zaman verimli ve yeterince etkili olamadı, tek kitabı 1932’lerde basılmıştı (Şiirler), öteki ürünleri dergilerde kaldı. Bir incelemesi (Köylü Temsilleri, 1940) dışında basılmış birkaç büyük oyunu vardır: Köşebaşı (1947), Koçyiğit Köroğlu (oy. 1949, bas. 1969), Bir Pazar Günü (1959), Satılık Ev (oy. 1961, basılmadı).
kaynak:nkfu
Sabahattin Kudret Aksal; şair ve yazardır (İstanbul 1920 – 19 Nisan 1993).
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdikten (1943) sonra kısa bir süre öğretmenlik yaptı (1948’e kadar) ve Çalışma Bakanlığı müfettişi oldu (1949), 1951’den sonra İstanbul Belediyesi’nin çeşitli kuruluşlarında görev aldı. Belediye Konservatuar’ındaki öğretmenlik görevinden emekliye ayrıldı (1982). Yeni Türk şiirinin sanatına en çok emek veren, özen gösteren kişilerinden biridir. Varlık dergisinde çıkan (1938) ilk şiirinden bugüne çalıştığı bütün türler gerekli dil, üslup, biçim, teknik incelikleri katmak için çalıştığı belli olur. 1940 sonrasında dar olanaklar içinde yaşamaya zorlanmış küçük insanların mutluluk ve umutlarını, yaşama sevgileriyle gündelik sıkıntıların anlatır gibi olan şiiri, kendine sorular soran insanın zaman içindeki bunalımlarını saptamaya yönelir. Dış görünüşleriyle algılandığı insanların bireysel derinliklerini, ruhsal özelliklerini belirtmek, çeşitli türlerde ürün veren sanatçılığının değişmez yöntemi gibidir. Bir süre yürüttüğü fıkra yazarlığıyla tiyatro eleştirmenliği kişiliğinin ana çizgileri değildir. Şiir, öykü, deneme ve oyun yazarlığı ise, kimliğinin benimsediği, en iyi ürünlerini verdiği kişisel alanlarıdır.
Şiir kitapları: Şarkılı Kahve (1944), Gün Işığı (1953), Duru Gök (1958), Elinle (1962), Eşik (1970), Çizgi (1976), Şiirler (1979; 1980 Yeditepe Şiir Armağanı), Zamanlar (1982), Bif Zaman Düşü (1984), bütün şiirlerini Şiirler (1988) adlı kitapta topladı.
Öykü kitapları: Gazoz Ağacı (1954; 1955 Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı), Yaralı Hayvan (1956; Türk Dil Kurumu 1957 Sanat Armağanı), beş yeni öykünün eklenmesiyle iki kitap bir arada basıldı (1984). Oynanıp basılmamış olan Evin Üstündeki Bulut (1948) dışında hepsi sahnelenmiş ve basılmış olan oyunlarından: Şakacı (1952), Bir Odada Üç Ayna (1956), Tersine Dönen Şemsiye (1958), Kahvede Şenlik Var (1966), Kral Üşümesi (1970), Bay Hiç-Sonsuzluk Kitabevi (1981).
Denemeleri: Geçmişle Gelecek (1978) kitabında toplandı. Oyunlarıyla da çeşitli güncel ödüller kazandı, P. Eluard’ dan seçme şiirler çevirdi: Ağızda Bir Sevi (1964). Bütün şiirlerini tek kitapta topladı: Şiirler (1988).
kaynak:nkfu