Etiket: yaşam öyküsü

Ahi Evran Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Ahi Evran; sofi ve esnaf örgütçüsüdür (Horasan 1236-Kırşehir 1329).

Asıl adı Mehmet Nasrettin, Genç yaşta Horasan’dan ayrıldı. Çeşitli yöreleri dolaştıktan sonra Kırşehir’e yerleşti. Ahilik örgütünün önderleri arasında yer aldı. Kırşehir’de bir Kârhâne (iş ve üretim yeri) açtı, burada dericilikle uğraştı. Ahilik‘te önemli bir yeri olan “Orta sandığı”nı kurarak, iş yerlerinde günümüzdeki sendikacılık, kooperatifçilik ve standartçılığa benzer etkinliklerde bulundu. İş yerlerinde sosyal güvenliği sağlayacak kurallar koydu. Yaşamıyla ilgili bir çok söylence vardır. Bunlardan en yaygın olanına göre, Ahi Evran Hz. Muhammed döneminde yaşadı. Bedir Savaşı’nda (624) Alem-i Şerifi (Kutsal Bayrak) taşıdı. “Evran” adı kendisine Hz. Muhammed tarafından verildi. Bir başka yaygın söylenceye göre Hz. Muhammed‘in amcası Abbas’ ın oğlunun düğününde kesilen develerin derileri Ahi Evran’a verildi. Ahi Evren, bunları bir gece içinde tabaklayarak dericilik zanaatındaki becerisini kanıtladı. Bunun üzerine Hz. Muhammed Evran’ın beline “şed” (esnaflarda ustalığı belirleyen kuşak) bağladı ve icazetname verdi.

Ahi Evran Türbesi: Kırşehir’deki bu türbe, aynı adı taşıyan mahallede bulunmaktadır. İlk yapılış tarihi bilinmemektedir. Bugünkü biçimini 1482’de Dulkadiroğullarından Alaüddevle döneminde aldı. Zamanla eklenen başka yapılarla değişiklikler geçirdi. Kesme taştan yapılmış olan türbeyi iki kubbe örter ve bu kubbelerin altında 6 sanduka bulunmaktadır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Ernest Hemingway Hayatı ve Edebi Kişiliği

ernest hemingwayErnest Hemingway Yaşamı; Nobel ve Pulitzer ödüllerinin sahibi Amerikalı romana Ernest Hemingway, 21 Temmuz 1899’da Chicago yakınlarındaki Oak Park’ta doğdu, 2 Ağustos 1961’de Küba’daki evinde, silahını temizlerken bir kaza kurşununa (kendini öldürdüğü de ileri sürülür) kurban giderek, yaşama gözlerini yumdu.

Çocukluğu Michigan’da göl kıyısında, orman içinde geçti. Doktor olan babasıyla birlikte sık sık yolculuklara çıktı. Her çeşit spora ilgi duydu. Hemingway, liseyi bitirdi, üniversite öğrenimi görmedi. Kansas City’de Star gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başladı. Savaştan sonra Paris’e yerleşti. Orada Ezra Pound ve Gertrude Stein’le dostlukları oldu. Bir süre yayımcı bulamamaktan yakındı.

Birinci Dünya Savaşı’nda gönüllü olarak, bir Amerikan birliği ile İtalya’ya gitti, yaralandı. Groce di Guerra madalyası aldı. Adnan Benk “Yazı sanatının inceliklerini, düşündüğünü, gördüğünü okura anlatmanın yollarını gazetecilikte öğrendiğini” yazıyordu. (Adnan Benk, Eleştiri Yazılan, Doğan Kitap, İstanbul 2000, s. 569) On yıl sonra kaleme aldığı İtalya’daki savaşı anlatan Silahlara Veda (1929) romanı, çok beğenilen eserleri arasında yer aldı.

Elli Bin Dolar adlı ilk öyküleri bu çocukluğunun geçtiği yerleri anlatır. Bu öykü Paris’te yayımlandı (1925). Paris’te sürgün hayatı yaşayan bir Amerikalı grubun serüvenlerini anlatan Güneş de Doğar (1926) ile Kadınsız Erkelder (1927) ona ilk ünü sağlayan kitaplar oldu.

Hemingway, avlanmayı seven, çok iyi de avcı olan bir yazardı. Afrika’nın Yeşil Tepeleri adlı yapıtında, Afrika’da avlanışını, orada gördüklerini günü gününe not ederek yapıtında kullandı. Klimanjaro’nun Karları adlı öykü kitabında aynı konulan daha da yoğun bir sanatçı duyarlığıyla ele aldı. Ya Hep, Ya Hiç aşk romanında Morgan adlı soylu bir kaçakçının öyküsünü anlattı. Ernest Hemingway, Birinci Dünya Savaşı’na olduğu gibi, İkinci Dünya Savaşına, İspanya iç savaşına da katıldı. Gazeteci kimliğiyle İngiltere ve Fransa’daydı. Bu dönemde yalnızca makaleler yazdı. Savaş sürerken Çanlar Kimin İçin Çalıyor 1940’ta yayımlandı. Onunla İspanyol cumhuriyetçilerine destek olurken, Irmağın Ötesinde ve Ağaçların Altında eseriyle savaş sonrası, 1950’de elli yaşındaki bir Amerikalı albayın on dokuz yaşındaki Venedikli bir genç kıza duyduğu sevgiyi anlattı. İhtiyar Balıkçı ve Deniz en büyük yapıtlarından biri oldu. Paris’e ilk geldiği yıllan Hareketli Şölen’de (1964) anlatmıştı. Bu ölümünden üç yıl sonra yayımlandı.

Türk ve Dünya Edebiyatındaki Yeri

Ernest Hemingway’le Türk edebiyatçılarının tanışması yirminci yüzyılın ortalarında yani ilk kitabının çıkışından 25 yıl sonra gerçekleşir. Aslında 1950’li yıllarda pek çok kitabı çevrilir ve okunur. Gene Sabah Oldu, Güneş de Doğar, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, İspanya Geceleri bu kitapların başında gelir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasının psikolojik çöküntüsü içinde olan dünya için, bunlar beklenen kitaplardır.

Hemingway’i çok etkileyen yazarlardan biri Mark Twain’dir. Twain’in dildeki başansı düşünülürse, onun etkisinde kalan bir ustanın neye dikkat etmesi gerektiği hemen ortaya çıkar. Ve Hemingway, öncelikle az sözle yoğun duygulu anlatıma önem veren bir yazar olarak, ‘yolunu şaşırmış yazarlar kuşağı’nın (Beat générations) içinden kendini farklı yaratarak çıkar. Leyla Kermenli, Hemingway için “İlk döneminde natüralisttir,” diyor ve değerlendirmesini şöyle sürdürüyor: “Tıpkı Dreiser, Anderson, Crane gibi, kişilerin davranışını çevrenin etkisi ile anlatır. İnsan erkin değildir; istemsizdir; kader, toplum ve ekonomik çevre onu belirli bir yöne götürür. 1926’da yayımlanan ilk romanı The Sun Also Rises’de (Güneş de Doğar) “yolunu şaşırmış kuşağı” dile getirir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra umutsuzluğa kapılmış, Avrupa’da iyi vakit geçirmeye çalışan Amerikalıları anlatır. Romanın belli başlı kişileri savaşta cinsel erkini kaybeden Jake Barnes; kocasından boşanmak üzere olan Lady Brett Ashley; Amerikalı Musevi yazar Robert Cohn ve İspanyol boğa güreşçisi Romeo’dur. Jake Barnes’i seven Brett, peşinden giden John’la ilgilenmez, kısa bir süre için Romeo ile gider ve en sonunda Michael Campbell’le evlenir. Kişilerin umutsuzluğu ve uyumsuzluğu güçlü bir dille kaleme alınmıştır. En önemli kişilerden biri boğa güreşçisi Romeo’dur. Çünkü o, büyük bir yüreklilik ve soğukkanlılıkla her an ölümle karşı karşıyadır. Kendi hayatını tehlikeye atarak kişilere ölüm ve ölümsüzlük duygululuğunu yaşatır. İnsanlar ilgisiz, soğuk bir evrende, gülümseyerek acı çekebilmektedirler. Romeo’nun boğa güreşindeki özel davranışını incelerken yazar, onun tehlikeden kaçmadığını ve tutumundaki anlığı belirtir. Boğa güreşi, Hemingway’in dirim görüşünün en güçlü sembolüdür. Onu ilgilendiren toplum uygarlığı değildir, ama kişilerin evrenle ilişkileridir. Eserlerinde içten davranışlan değerlendirir.(…)

Hemingway toplum sorumluluğunu törellik açısından inceler. 1940’ta yayımlanan For Whom The Bell Tolls’da (Çanlar Kimin İçin Çalıyor) yazar, daha da ileri gider. Dünyanın ve toplumun tek parça olduğunu belirtir. Bu eser, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “tek dünya” düşüncesini yaymakta etken olmuştur. Hemingway insanın yalnız yaşamadığını ve bütün insanlığa karşı sorumluluk duyması gerektiğini açıklar. Çanlar Kimin İçin Çalıyor’da gelişmiş bir toplum bilinciyle karşılaşırız; İspanya İç Savaşı’nda Hemingway’in başından geçen olaylar, eserin esin kaynağıdır. Faşistlerle savaşan Robert Jordan’ın hayatından üç gün ve üç gece anlatılır. Maria adındaki genç bir kızı sever. Bir köprüyü havaya uçurduktan sonra vaktinde kaçamaz ve ölümü beklerken yüce bir ülkü uğrunda can verdiğini ve dünyayı Faşizmden kurtardığını düşünür.(Leyla Kermenci, “Altı Romancı”, Türk Dili Dergisi, Aralık 1964,

Türkçede de Yayımlanan Başlıca Eserleri

Gene Sabah Oldu (Vahdet Gültekin, 1945; Güneş de Doğar adıyla, Filiz Karabey, 1955; Sinan Fişek, 1982); Bütün eserleri (Bilgi);’3,1990 Denizin Değiştirdiği (öykü, MemetFuat, 1992), İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşından Mektuplar (M.Aİİ Kayabal,1970), Kilimanjaro’nun Karlan (Aziz Üstel- Neşe Başman,1990), Silahlara Veda (Erçetin Tümay,1954; Vahdet Gültekin,1963), Yaşk Adam ve Deniz ve Seçilmiş Hikayeler (Yaşar Anday, 1972 ); Kadınsız Erkekler, 1971; Yenilmeyen Adam (Seyhan Satar,1998); Asla Vedalaşmayacağız (Semih Yazıcıoğlu, 1950); Çanlar Kimin İçin Çalıyor (Vahdet Gültekin, 1946; Mete Ergin, 1967; Erol Mutlu, 1998; Sevim Raşa, 2000)

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , ,

Ali Suavi Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Ali SuaviAli Suavi; gazeteci, yazardır (İstanbul 1839 – ay. y. 1878).

Yoksul bir aileden yetişti. Rüştiye öğreniminden sonra küçük bir memur olarak çalışırken medreseye gitmek ve cami derslerini izlemek fırsatları buldu. Maarif Nezareti’nin kuruluşu sırasında açılan sınavı kazanarak Bursa Rüştiyesi’nde öğretmen oldu (1856). Bu görevi İstanbul’ da, Simav’da ve Filibe’de sürdürdü. Filibe’de Tahrirat Müdürlüğü’nü de yürütürken görevine son verilmesi üzerine İstanbul’a döndü ve basın yaşamına girdi (1866). Muhbir gazetesindeki yazıları ve cami vaazlarının yarattığı kuşku üzerine Kastamonu’ya sürüldü (1867). “Yeni Osmanlılar” grubunun yarattığı ilgiyle Avrupa’ya kaçtı. Mısır veraset usulünün kendi zararına değiştirilmesi yüzünden Babıâli’ye karşı çıkan Mustafa Fazıl Paşa’nın parasal desteğiyle Londra’da Muhbir gazetesini çıkardı (Ağustos 1967). Yeni Osmanlılarla kişisel çekişme içine girince Paris’e geçti ve Ulûm gazetesini yayımladı (1869), aynı yayın organını savaş yüzünden Lyon’da çıkarma çabasında bulundu (1870). Abdülaziz’in tahttan indirilip V. Murat’ın padişah olmasına kadar Avrupa’dan dönmedi (1876). II. Abdülhamit’in padişahlığı sırasında Galatasaray Sultanisi’ne müdür atandıysa da ertesi yıl görevinden uzaklaştırıldı (1877). V. Murat’ı yeniden tahta çıkarmak için Çırağan Sarayı’na düzenlediği baskın sırasında kafası sopayla parçalanarak öldürüldü (20 Mayıs 1978).

Ali Suavi öncelikle bir gazetecidir. Bu alandaki değerli özelliği ise meslek-daşlarına ve akranlarına göre çok yalın bir anlatımı kollayarak Türkçecilik akımına başlangıç olmasıdır. Bu tutumu, ümmet ve imparatorluk döneminde milliyetçilik bilinciyle hareket eden öncülüğünden doğmaktadır. Paris’te Ulûm gazetesinin eki olarak hazırlayıp yalnızca beş kez dağıtabildiği ansiklopedi formaları bu türün dilimizdeki ilk örneğidir: Kamusü’l-Ûlm ve’l-Maarif (Kültür ve Bilimler Sözlüğü) 1870. Doğu-Batı kültürlerini değerlendiren, milliyetçi düşüncelerini açıklayan yazılardan oluşmuş eseri Hive önce Paris’te (1872) sonra İstanbul’da (1908) basıldı. Söyledikleri ve yaptıklarıyla onu değerlendiren araştırmalar, aynı odak noktalarında birleştikleri için eserlerine ilginç adlar koymuşlardır: Mithat Cemal Kuntay: Sarıklı İhtilâlci Ali Suavi’nin Türkçülüğü (1942); Falih Rıfkı Atay: Başveren İnkılapçı (1954); İlhan Tarus: Suavi Efendi (1962) adlı eserlerinde yaşamını ve ölümünü oyunlaştırdı.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Bülent Ecevit Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Bülent EcevitBülent Ecevit; siyaset adamı, gazeteci, şairdir .

Robert Koleji bitirdi (1944). Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’nde çevirmenlik yaparken 1944-1946 arası DTCF İngiliz Filolojisi’nde okudu. 1946’da, kolej yıllarında tanıştığı Rahşan Aral ile evlendi. Aynı yıl öğrenimini yarıda bırakarak Londra Basın Ataşeliği’nde görev aldı. 1950’de yurda döndükten sonra CHP’nin yayın organı Ulus’ta sanat eleştirmenliği, çevirmenlik ve sonraları fıkra yazarlığı yaptı. Genel Yayın Yönetmeni ve fıkra yazarı olarak çalıştı. Rockefeller Bursu ile ikinci kez ABD’ye giderek Harvard Üniver-sitesi’nde sekiz ay Ortadoğu tarihi ve psikoloji üzerinde çalışmalarda bulundu. Yurda dönüşünde politikaya atılarak CHP’den Zonguldak milletvekili seçildi (1957). CHP 14. Kurultay’ında Parti Meclisi üyesi oldu. 27 Mayıs 1960’tan sonra Kurucu Meclis’te CHP temsilcisi olarak bulundu (6 0cak-20 Ekim 1961). 1961’den sonra beş dönem (son dönem 1977) Zonguldak’tan milletvekili seçildi. İsmet İnönü’nün kurduğu CHP-AP Koalisyon Hükümeti’nde çalışma bakanı oldu (20 Kasım 1961). İsmet İnönü’nün kurduğu CHP-YTP-CKMP-Bağımsızlar Koalisyon Hükümeti’nde de (25 Haziran 1962) aynı görevini sürdürdü. Çalışma Bakanlığı sırasında çalışanlara yeni haklar getirilmesi yolundaki yoğun çabaları sonuçlandı; 15 Temmuz 1963’te TBMM’den geçen Toplu İş Sözleşmesi, Grev, Lokavt ve Sendikalar Kanunu, Resmi Gazete’de yayımlandı. 24 Temmuz, İşçi Bayramı sanıldı. İsmet İnönü’nün kurduğu CHP-Bağımsızlar Koalisyonu’nda, çalışma bakanlığına getirildi (25 Aralık 1963-20 Şubat 1965). Bir süre Milliyet Gazetesi’nde fıkra yazmaya başladı. CHP içinde, İsmet İnönü’nün ileriye sürdüğü “ortanın solu” politikasının benimsenmesinde etkin rol oynadı.

10 Ekim 1965 Seçimlerinde Zonguldak’tan milletvekili seçildi. 18-21 Ekim 1966’daki CHP’nin 18. Kurultayında “Ortanın Solu” partinin resmi politikası kabul edildi. Ecevit, genel sekreterliğe seçildi.

19. CHP Kurultayı’nda CHP Parti Meclisi, Bülent Ecevit’i, genel sekreterliğe yeniden seçti (Ekim 1968). 20. CHP Kurultayı, Ecevit ve yandaşlarının zaferiyle sonuçlandı. Bülent Ecevit yeniden CHP Genel Sekreterliği’ne seçildi (5 Temmuz 1970). 12 Mart 1971 askeri müdahalesinden sonra, İsmet İnönü’nün Nihat Erim Hüküme-ti’ne CHP’den bakan verme kararı alması üzerine Ecevit, bu tutuma ve 12 Marta karşı çıkarak CHP genel sekreterliğinden ayrıldı.

CHP’nin 5. Olağanüstü Kurultay ı’nda İnönü-Satır Ekibi ile Ecevitçiler arasındaki çekişmeyi Ecevitçiler kazandı (6 Mayıs 1972). 8 Mayıs 1972’de, İsmet İnönü’nün CHP genel başkanlığından istifası üzerine toplanan Özel CHP Kurultayı’nda, Ecevit CHP Genel Başkanlığı’na seçildi (14 Mayıs). 14 Ekim 1973 Seçimleri’nde, CHP’nin birinci parti (185 milletvekili) durumuna gelmesinde, partiye yeni bir dinamizm kazandırılması önemli rol oynadı. Na-im Talu’nun ayrılışından sonra hükümeti kurma görevi, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’e verildi (25 Ekim 1973). Ecevit, hükümeti kuramayacağını cumhurbaşkanına bildirdi. Hükümet bunalımının 83. gününde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk hükümeti kurma gönevini yeniden Bülent Ecevit’e verdi (15 Ocak 1974) ve 26 Ocak 1974’te, Ecevit’in başbakanlığında CHP-MSP Koalisyon Hükümeti kuruldu.

18 Mayıs 1974’te genel af yasasının çıkarılması; 1 Temmuz 1974’te haşhaş ekim yasağının kaldırılması, Ecevit Hükümeti’nin ilk olumlu uygulamaları oldu. Bunları; Yunan cuntası desteğinde Kıbrıs’ta Makarios’u devirerek yönetimi ele alan N. Sampson’un, Türkiye tarafından tanınmaması ve “Garantör” devlet olarak Kıbrıs Barış Harekâtı‘nın gerçekleştirilmesi (20 Temmuz 1974) izledi. Koalisyon ortakları arasında başgösteren anlaşmazlıkların büyümesi üzerine, başbakanlıktan aynldı (17 Eylül 1974). CHP 17. Kurultayı’ nda yeniden Genel Başkan seçildi (16 Aralık 1974).

1975-1976’da ana muhalefet partisi olarak Süleyman Demirel’in başkanlığındaki MC (Milliyetçi Cephe) yönetimine karşı demokratik sol çizgide mücadelesini yürüttü. 5 Haziran 1977 seçimlerinde de zaferle çıkılmasında karizmatik kişilinin büyük rolü oldu. 5 Haziran 1977 Seçimleri’nin ardından 21 Haziran 1977’de, tek başına (CHP) bir azınlık hükümeti kurduysa da, güvenoyu alamadı (21 Temmuz). 5 Ocak 1978’de, bağımsız 11 milletvekilinin desteğiyle ikinci kez başbakanlık görevini üstlendi. Ancak, terör, enerji bunalımı, enflasyon sorunlarının çözümünde somut sonuçlar alınamadı. 14 Ekim 1979 Senato 1/3 yenileme ve milletvekilliği ara seçimlerinde, CHP’ nin büyük oy kaybı üzerine, başbakanlıktan çekildi (12 Kasım). 12 Eylül Askeri Harekatı’ndan kısa bir süre sonra CHP genel başkanlığından istifa etti (30 Ekim). Askeri yönetim tarafından Hamzakoy’da (Gelibolu), öteki parti liderleriyle bir ay gözetim altında kaldı (Eylül-Ekim). Nisan 1981’de 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. 6 Temmuz 1982’de, bu kez Hollanda TV’si ve Federal Almanya’da yayımlanan bir demecinden ötürü 2 ay 27 güne mahkûm oldu. Kasım 1982 Anayasası hükümleri uyarınca 10 yıhpolitika yasaklıları kapsamına alındı. 6 Eylül 1987’de yapılan halkoylaması sonucu, politik yasakların kalkmasıyla yeniden politikaya döndü.

Kuruluşunu desteklediği ve ilk genel başkanlığını eşi Rahşan Ecevit’in yaptığı Demokratik Sol Parti’nin (DSP) genel başkanlığına getirildi (13 Eylül 1987). 29 Kasım 1987 genel seçimlerinde, DSP’nin % 10’luk oy barajını aşmaması üzerine, etkin politik yaşamdan ve parti başkanlığından çekildiğini açıkladı (Şubat 1988). Ancak, parti tabanının baskısı karşısında, yeniden DSP genel başkanlığı görevini üstlendi (Mart 1989). 2. Olağan Genel Kurultay’da (Mart 1991) tek aday olarak yeniden genel başkan seçildi. 20 Ekim erken genel seçimlerinde yeniden Zonguldak milletvekili seçilirken partisi DSP de % 10’luk ülke barajını aşarak ancak 7 milletvekili çıkarabildi. 25 Aralık 1995 erken genel seçimlerine kadar etkili bir muhalefet örneği gösterirken bu seçimlerden % 15 civarında oy alarak 75 milletvekili çıkardı. Uzun görüşmeler sonunda Mart 1996’da Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan ANAP-DYP Hükümeti’ne dıştan destek verdi. Bu hükümetin 3 ay gibi kısa bir süre sonra yıkılması üzerine kurulan RP-DYP Hükümeti’ne (Haziran 1996) şiddetli bir muhalefet yürüttü. Bu hükümetin yıkılması üzerine CHP’nin dışarıdan desteklediği Mesut Yılmaz başbakanlığındaki ANAP-DSP-DTP Hükümeti’nde başbakan yardımcılığını üstlendi. (Temmuz 1997).

11 Ocak 1999’da 4. kez başbakan oldu. Ardından yapılan 18 Nisan 1999 seçimlerinde partisi DSP %22,19 oranında oy topladı ve seçimlerden birinci parti olarak çıktı. 28 Mayıs 1999’da kurulan yeni koalisyon hükümetinde yeniden başbakanlık görevini üstlendi. İlerleyen günlerde Bülent Ecevit’in tartışmalı sağlık sorunları ortaya çıktı. Hastalığı sebebi ile ortay açıkan tartışmalar sonrası partisi DSP’den başlayan istifalar sonrası erken seçime gidildi. 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan erken genel seçimde partisi DSP barajı aşamayarak meclis dışı kaldı. 25 Temmuz 2004 tarihine kadar aktif siyasetin içerisinde kaldı ve o gün yapılan DSP kongresinde aktif siyasi hayatına son verdiğini ilan etti.

Bülent Ecevit 81 yaşında iken 5 Kasım 2006 tarihinde hayata gözlerini yummuştur.

Ecevit, politikanın yanı sıra edebiyatla da uğraştı. Tagore ve T.S. Eliot’tan çeviriler yaptı, kendisi de şiirler yazdı.

Başlıca eserleri: Ortanın Solu (1966), Bu Düzen Değişmelidir (1968), Atatürk ve Devrimcilik (1970), Demokratik Solda Temel Kavramlar ve Sorunlar (1975), Şiirler (1976), Umut Yılı(1911).

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Ovidius Hayatı ve Eserleri

Ovidius; Latince tam adı publius ovidius naso (d. İÖ 20 Mart 43, Sulmo [bugün Sulmona] – ö. İS 17, Tomi [bugün Constanta, Romanya], Moesia, Roma imparatorluğu), Ars Amatoria (Aşk Sanatı, 1943.1987/ Sevişme Yolu, 1965) ve Metamorphoses {Değişişler, 1935) adlı yapıtlarıyla ünlü Romalı şair. İS 8’de İmparator Augustus tarafından ahlaksızlık suçlamasıyla Karadeniz kıyısındaki Tomi kentine sürülmüş, Tristia nın da (Hüzün) aralarında bulunduğu birçok yapıtını orada yazmıştır.

Gençlik yılları ve ilk yapıtları. Romalı edebiyatçıların çoğu gibi Ovidius da taşralıydı. Roma’nın yaklaşık 140 km doğusundaki Sulmo’da dünyaya gelmiş, 12 yaşına gelince ailesi tarafından Roma’ya gönderilmiş ve dönemin en iyi öğretmenlerinden retorik dersleri almıştı. O dönemde retorik Roma eğitim sisteminin en son aşamasını ve en önemli bölümünü oluşturuyor, öğrenciler genellikle hukuki konular üzerine kurallara uygun konuşmayı, yani hitabet sanatını öğreniyorlardı. Ovidius’un bu dönem yaşamı üzerine değerli bilgiler bırakan Seneca (Yaşlı) (İÖ y. 55-İS 37). onun biçimsel tartışmalardan hoşlanmadığını, psikolojik ve ahlaki boyutları olan etik konuları yeğlediğini belirtir. Ovidius’un şiirinin retorik eğitiminden önemli ölçüde etkilendiğine kuşku yoktur.

Ovidius’un babası, Senato ile halk arasındaki soylu sınıftan olduğu için oğlunun devlet memuru olmasını istiyordu. Ama Ovidius, o dönemde yukarı sınıftan gençler için gözde bir öğrenim merkezi olan Atina’ya gitti ve kendisi gibi şair olan arkadaş, Pompeius Macer’le birlikte Yunanistan’ı dolaştı. Bu deneyimi şiirine yansıyacak yapıtlarında manzara tasvirleriyle mitolojik öğelere yer verecekti. Sonraki yıllarda bazı önemsiz adli görevler üstlendiyse de, kısa süre sonra kamu yaşamının kendine uymadığına karar verdi. Çalışma yaşamını terk ederek bütün zamanını şiire verdi; Sextus Propertius ve kendisinden biraz daha yaşlı olan Horatius’un da içinde bulunduğu şairler çevresine katıldı. Vergilius’la hiç karşılaşmadı, Tibullus ise Ovidius onu yakından tanıma fırsatı bulamadan ölmüştü. Gene de Ovidius çağdaşı şairler arasında en sıcak ilgiyi, ölümü üzerine bir ağıt yazdığı Tibullus’a gösterdi. Ovidius gibi Tibullus da Marcus Valerius Messala’nın korumasındaki edebiyatçılardandı. Vergilius, Horatius ve Propertius ise Augustus döneminin daha tipik temsilcilerini içeren, Gaius Maecenas korumasındaki edebiyat çevresindendi. Ovidius’un ilk dönem şiirleri, Augustus’un özendirdiği “resmî” ahlaki tutumla bağdaşmayan bir aşk, şiir ve yaşam anlayışını yansıtır.

Ovidius’un ilk şiirleri Amores (Aşklar), İÖ y. 20’den başlayarak aralıklı olarak 5 kitapta yayımlandı. Ağıt ölçüsüyle yazılmış bu kısa şiirler, Corinna adlı bir kadına duyulan aşkın çeşitli evrelerini konu alıyordu. Ama hem esin, hem de ele alış biçimi açısından duygusal olmaktan çok düşünsel sayılabilecek bu şiirler, bir yandan da aşk şiiri türüyle alttan alta alay eden bir dille kaleme alınmıştı. Sonradan sürülmesinde önemli bir rol oynayan Aşk Sanatı ise İÖ y. l’de yayımlandı. Baştan çıkarma ve entrika sanatı üzerine bu parlak yapıtın içeriği Augustus’un başlattığı ahlak reformlarına ters düşüyordu. Her ne kadar Ovidius kısa bir süre sonra alaylı bir özeleştiri niteliğindeki Remedia amoris’i (Aşkın Çaresi) yazdıysa da, bunun fazla bir yararı olmadı. Kadınların kocalarına ya da sevgililerine yazdıkları hayali mektuplardan oluşan Heroides’ı de bu dönemde yayımladı. Aşk temasını işlemekle birlikte, malzemesini mitolojiden aİan bu karakter tasvirlerinde Değişişler’in henüz olgunlaşmamış biçimini görmek mümkündür.

Ovidius aşk ağıtlarında birçok şeyi kendi başından geçmiş gibi anlatmış, kişisel deneyimlerini aktarıyormuş gibi, yer yer bir itiraf tonunda yazmıştır. Ama Amores, Aşk Sanatı ve Remedia amoris gibi yapıtlarında rastlanan bu tür ifadeler, onun kişisel deneyimlerinden çok. dönemin edebi tavrının ifadeleri olarak görülmelidir.

Olgunluk dönemi ve ünlü şiirleri. Ovidius yayımladığı özgün yapıtlar sayesinde Roma’nın yaşayan en önemli şairi olmuştu. Amores’ın son şiirinde daha iddialı konulara yönelmeyi vaat ediyordu. Bu vaadini, üç ana türde verdiği Medea, Fasti (Şenlikler) ve Değişişler adlı yapıtlarıyla yerine getirdi.

Bir tragedya olan Medea günümüze ulaşamamıştır. Eleştirmen Ouintilianus ve tarihçi Tacitus’un övdüğü bu yapıt, büyük olasılıkla Seneca’nın aynı konudaki oyununa esin kaynağı olmuştur.

Roma’daki dinsel şenlikleri ve bunların efsanevi kökenlerini anlatan Fasti, yılın her bir ayı için yazılmış 12 kitaptan oluşur (bunlardan yalnızca ilk altısı günümüze ulaşmıştır). Olayların mitolojik kökenlerini araştıran bu tür “etiolojik” şiirler, başta Kallimakhos’un yapıtları olmak üzere Helenistik dönem (İÖ 323’ten sonra) şiirinin önemli bir parçasını oluşturuyordu. Ovidius da bu türü seçerek, kendini Roma’nın Kallimakhos’u ilan eden Propertius’a meydan okuyordu. Dolayısıyla Fasti Augustus döneminin resmî edebiyat programına uygun ulusal bir şiirdi. Ovidius belki de bu şiiri yazarak imparatorun gözünde yeniden itibar kazanmak istemişti. Çünkü yapıt, anlatı bölümlerindeki parlak üslubun bile dengeleyemeyeceği ölçüde, imparatorluk ailesine övgü ve yurtseverlikle dolu bölümler içeriyordu.

Değişişlerdin de, yazıldığı dönemin edebi ve siyasal ortamı göz önünde tutularak değerlendirilmesi gerekir. Augustus döneminin ruhuna en çok bağlı kalmış Vergilius ve Horatius gibi şairler bile bir başşairden beklenebilecek ısmarlama resmî şiirler (örn. askeri zaferleri kutlayan destanlar) yazmayı reddetmişlerdi. Vergilius’un Aeneis destanı, çağdaşlarının beklediğinden çok farklı bir yapıttı. Roma’nın ulusal destanı kabul edilen bu şiirin benzersizliği sonraki yazarların işini oldukça zorlaştırmıştı. Vergilius’tan sonra, anlamı tarih ya da mitolojiyle sınırlı bir destan ister istemez gölgede kalacaktı. Ovidius bu tehlikeyi sezerek, Vergilius’un yaptığı gibi yeni bir plana dayanan, özgün ve benzersiz bir destan yazmayı denedi.

On beş kitaplık uzun bir şiir olan Değişişler, Ovidius’un günümüze ulaşmış öteki yapıtlarından farklı olarak, altılı ölçüyle yazılmıştır ve değişim temasıyla birbirine bağlanan mitolojik ve efsanevi öykülerden oluşur. Öyküler, yaratılıştan (kaostan düzene doğru ilk değişim) Julius Caesar’ın ölümü ve tanrılaştırılmasına (iç savaştan Augustus döneminde barışın sağlanmasına, yani kaostan düzene geçişi içeren son değişim) değin tarih sırası içinde anlatılır. Değişim teması daha çok biçimsel bir önem taşır; şiirin ana konusu ise tutkudur ve bu tema yapıta, öykülere çerçeve oluşturan ve onları birbirine bağlayan ustaca tekniklerin hepsinden çok daha büyük bir bütünlük kazandırır. Ovidius’un ilk dönem şiirlerine egemen olan erotizmin yerini bu yapıtında hemen bütün insani duyguların araştırılması almıştır. Değişişler Ovidius’un yaratıcı gücünü, zekâsını, üslup parlaklığını, mitoloji bilgisini, betimleme ve anlatı ustalığıyla zengin düş gücünü daha önceki yapıtlarında görülmedik biçimde ortaya koymanın yanı sıra, Ovidius’un derin Yunan ve Latin şiiri bilgisini ve okuduğu klasik şiirleri büyük bir yaratıcılıkla uyarlama yeteneğini de yansıtır. Hem içerik hem de ele alış bakımından Augustus dönemi tarzından ayrılan yapıt, kullanılan dil dışında, Latin edebiyatının yanı sıra Yunan edebiyatına da özgü öğeler taşır.

Ovidius Değişişler‘in yazımını İS 8’de tamamlamıştı (ama yapıt henüz yayımlanmamıştı). Tam başarının doruğuna tırmanırken, yaşamını altüst edecek olay gerçekleşti.

Sürgün ve ölüm. Ovidius o sıra Elba Adasındaydı. İmparator Augustus tarafından Roma’ya çağrıldı ve imparatorun özel mahkemesince devlete ihanet (majestas) suçuyla yargılanarak Tomi’ye sürüldü. Cezanın bir nedeni Aşk Sanatı’ydı. Öteki nedeni ise Ovidius hiçbir zaman açıklamadı; yalnızca bunun bir suçtan çok, bir boşboğazlık olduğunda ısrar etti. Aşk Sanatı’nın yayımlanmasının üzerinden birkaç yıl geçmiş olduğu düşünüldüğünde, Ovidius’un cezalandırılmasında, Augustus ve ailesinin kendilerine yönelik bir hakaret olarak algıladıkları bazı sözlerinin rol oynamış olduğu söylenebilir. Aslında, yalnızca Aşk Sanatı’nda değil. Değişişler’in bazı bölümlerinde de, yazarın siyasal ve toplumsal bir muhalif olduğu imgesini yaratabilecek, resmi değerlere ters düşen bazı ifadelere rastlanabilir.

Ovidius İS 8 sonlarında Tomi’ye doğru yola çıktı ve ertesi yılın baharında oraya vardı. Eşi, servetini korumak ve nüfuzlu arkadaşları aracılığıyla bağışlanmasını sağlamak amacıyla Roma’da kaldığı için, Ovidius oraya tek başına gitmişti. Yalnızlık ve sıkıntının etkisiyle gene şiire yöneldi; ama bu kez daha kişisel ve içedönük yapıtı verdi. Tristia ve Epistulae ex Ponto (Karadeniz’den Mektuplar) adlı şiirleri bağışlanma dileğini ifade eden yapıtlardı. Aslınd; eşine yazdıkları da içinde olmak üzere bu dönemde yazdığı bütün şiirler durumum imparatora ve bütün dünyaya duyurmayı amaçlayan “kamusal” şiirlerdir. Bunlar bir otobiyografi olarak yazılmamış olmakla birlikte, sürgündeki şairin yaşamıyla ilgili benzersiz birer belge niteliğindedir. Tristia’nın ikinci kitabını oluşturan savunma, özellikle ilgi çekicidir. Ama belirsiz bir anlatım taşıyan bu şiir Ovidius’a yarardan çok zarar getirmiş olabilir; çünkü yazar gerek bu, gerekse öteki sürgün şiirlerinde ne kadar dalkavukluk etmiş ve kendini ne kadar alçaltmış olursa olsun, kendisine saygısının temelini oluşturan şairlik kimliğinden hiç vazgeçmemiş, imparatorun şiir üzerinde herhangi bir gücü olamayacağını ima etmiş, birçok kez de açıkça belirtmiştir.

Ovidius’un şairlik yeteneğinden henüz fazla bir şey kaybetmemiş olduğu İbis şiirinde de görülebilir. Tomi’ye varışından kısa bir süre sonra yazdığı bu şiir, adı bilinmeyen bir düşmana yöneltilmiş uzun ve ayrıntılı bir sövgüydü. Büyük ölçüde kitapların yardımı olmaksızın yazılmıştı ve Ovidius’un mitoloji alanındaki derin bilgisini ortaya koyuyordu. Ovidius Roma’dan herhangi bir umut belirtisi görmeyince, kendisine ün kazandırmış türde şiirler yazacak cesareti bir daha bulamadı. Sonradan kaleme aldığı Epistulae ex Ponto hüznün ağır bastığı bir yapıttı.

Önemi. Ovidius’un sonraki Romalı şairler üzerindeki etkisi daha çok teknik niteliktedir. Ağıt ölçüsüne ve altılı ölçüye akıcılık kazandırmış, bu ölçüleri bütün şiir türlerinde kullanılabilecek duruma getirmiştir. Vergilius’un izinden giden şairlerin yapıtlarında bile, hemen her dizede Ovidius etkisi görülebilir. Ortaçağda, çoğu klasik yazar gibi Ovidius da engin bilgisiyle bir otorite kabul edilmiş, sonraki yüzyıllarda ise şiirlerinin taşkın ve neşeli tonu, görsel ve tensel üslubuyla trubadurlar ve saray şairleri ile Chaucer, Shakespeare, Goethe ve Ezra Pound gibi birçok şaire esin kaynağı olmuştur.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,