Etiket: Yunus Emre Aslen NERELİ

Yunus Emre Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

YUNUS EMRE (Ölümü: 1320-21?) Türk edebiyatının en ünlü, en büyük ve derin şairlerinden biridir. Doğup öldüğü yer ve tarih kesin olarak bilinmemektedir. Hayatı, geniş bir efsaneler örgüsü içinde kaldığı için gerçek kimliği ile kimliğinin masallaştırılmış yönünü birbirinden ayırmak çok çetin gözükmektedir.

Yunus Emre, kuvvetli tahminlere göre, Sakarya dolaylarında doğmuş bir Türkmen köylüsüdür. XIII. yüzyılın ortalarında dünyaya gelmiştir. Bazı kaynaklarda okuma-yazma bile bilmediği yolunda söylentiler bulunmaktadır. Bu söylenti, bugün, çürütülmüş durumdadır. Yunus Emre’nin sadece okuma-yazma bilmekle kalmadığı; aksine, zamanı ölçüsünde çok kuvvetli bir medrese öğrenimi yaptığı, klâsik ölçüdeki din bilgilerinden başka esaslı bir tasavvuf kültürü de edindiği, artık tartışılması tamamlanmış bir konudur. Bizzat kendi şiirlerinin birçoğunda kendisini, miskin, zavallı, cahil göstermesi; dervişliğinin ve dervişlik tevazuunun bir sonucu olarak kabul edilmektedir. Duruma göre, Yunus Emre, normal öğrenimini çevresinde yapıp tamamladıktan sonra, o çağın geleneklerine uyarak, gene bu çevredeki tanınmış bir şeyh olan «Taptuk Emre»ye kapılanmıştır. Sırtında odun taşıyarak, emrinde ırgatlık ederek uzun yıllar feyzini aldığı Taptuk Emre’nin, Yunus üzerinde pek büyük etkisi olmuştur. Hattâ Yunus adına eklediği «Emre» lâkabı da, onun şeyhine olan sonsuz bağlılığının bir belgesi niteliğindedir.

Yunus Emre, Taptuk Emre’nin yanında, uzun süren müritliğini tamamladıktan sonra — bir söylentiye göre, şeyhinin emri ile — yıllarca devam eden gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinde Konya’ya gitmiş, büyük mutasavvıf şair Mevlâna Celâlettin Rumî ile de görüşmüştür. Yunus, Konya’dan sonra Doğu Anadolu’yu, Suriye’yi dolaşmış, Şam’a kadar uzanmıştır. Derviş şair, bu gezilerinden sonra tekrar doğduğu yerlere dönerek ömrünü burada tamamlamıştır. Mezarı, Porsuk suyunun Sakarya ırmağına döküldüğü kavşakta, Sarıköy’dedir. Erzurum’da, Karaman’da, Kütahya yakınlarında ve Bursa’da Yunus Emre’nin olduğu ileri sürülen başka mezarlar da vardır. Ancak bunların ya birer makam, ya da başka Yunus’lara ait olması gerekmektedir. Şair, köylü olsun, aydın olsun, her çeşit halk tabakası tarafından, altı yüz yıldan fazla bir zamandır son derece sevilmiş ve benimsenmiş olduğu için, her bölge onun mezarını kendisine mal etmek istemektedir. Yunus Emre’nin Sarıköy’deki mezarı son yıllarda düzenlenmiş, onarılmış, küçük bir park içine alınarak bir anıt haline getirilmiştir. Anıtın giriş kapısında, onun insanlık aşkını ve engin felsefesini özetleyen:

«Sevelim, sevilelim…»

sözleri yazılıdır. Mezarının altındaki çeşmeye ise:

«Haktan inen şerbeti, içtik elhamdülillah….»

mısrası kazınmış bulunmaktadır.

Edebi Kişiliği

Yunus Emre, Türk edebiyatında lirizmi, enginliği ve derinliği, duygu, düşünce ve felsefesi ile başlıbaşına bir yer tutar. Onun en büyük gücü, tasavvuf anlayışını halk dili ile geniş ve yaygın halk tabakalarına aktarabilme-sindedir. Tasavvuf inanç ve anlayışını kendisinden önce de, kendisinden sonra da, dile getiren pek çok kişi vardır. Ancak bunlardan hiçbiri bu işi onun kadar özden, onun kadar katıksız yapamamıştır. Yunus Emre’nin başarı sebeplerinin başlıcalarından biri de tasavvuf felsefesini ulusal unsurlarla birleştirip kaynaştırması olmuştur. Tasavvuf inancına göre; vahdet-i vücut (her şeyin bir ve Tanrı’ dan ibaret oluşu) görüşünün nitelikleri, var olmak ve yok olmak kavramının açıklanma yolu, «Tanrı, insan, ölüm» problemleri, halkın koynundan doğmuş bu halk şairinde en kolay, en inandırıcı, sarıcı ve avutucu çözümünü bulmaktadır. Yunus Emre’nin, çağlardır eskimeyen ve çağlarca da eskimeyecek olan bir «filozof-şair» hüviyetini kazanmasının sebebi de budur. Genel yapısı ile mistik bir şair sayılması gereken Yunus Emre, aynı zamanda, tümü ile hayat dolu bir niteliğe sahiptir. Bu sebeple, tasavvufla hiç ilgisi olmayanlar bile onu büyük bir zevkle okuyabilirler.

Şiirlerinde yer yer yabancı kelime, deyim ve tamlamalara tesadüf edilmekle beraber; bunlar genel olarak, halka mal olmuş örneklerden ibarettir. Eserlerini, özentiye kapılıp, sıkıntıya düşmeksizin, duyduğu gibi meydana getiren şair, nazmın dış yapısına, alışılmış kurallarına da fazla önem vermez. Şiirlerinde vezin ve kafiye ihmallerine bol bol Taşlanabilir. Eserlerinde hece vezni ile birlikte aruz veznini de kullanmıştır.

Çağının zevkine ve geleneğine uyarak, eserlerinin önemli bir kısmını (ilâhî) ve (nefes) şeklinde yazmış olan Yunus Emre’nin şiirlerini toplayan kitap, eski kaynaklarda «Yunus Emre Divanı» adı ile geçmektedir. Aslında «Yunus Emre Divanı» ile divan şairlerinin bilinen «divan»ları arasında tertip, düzen, şekil, konu, dil ve daha başka hususlârda belirli farklar vardır. Buna rağmen, Yunus’un şiirlerini ihtiva eden kitaba «Divan» denmesi, Divan Edebiyatı mensuplarının bile —kendi saflarında bulunmayanları hor gördükleri halde— ona karşı duydukları hürmet ve riayeti ortaya koymaktadır.

Şahsiyeti zaman zaman kutsallaştırılan Yunus Emre’ye bazı mucizeler bile yakıştırılmış, birçok yerlerde ermişliğine, veliliğine inanılmıştır.

Yunus Emre’nin iki eseri vardır. Bunlardan biri ve sanat yönünden nispeten değersiz olanı «Risalet-ün Nushiyye» adlı küçük bir mesnevidir. Şairin gerçek sanat gücünü bu mesnevide görmek mümkün değildir. Heyecansız, dil ve anlatım bakımından oldukça başarısızdır.

365 parça manzumesini ihtiva eden «Yunus Emre Divanı» ise, şairin asıl kişiliğini taşıyan eseridir. «Yunus Emre Divanı»nda, kesin olarak ona ait olduğu kestirilemeyen bazı şiirler de bulunmaktadır. Yunus Emre’nin şiirleri, noksanlı ve hatalı olarak, Arap harfleriyle birkaç defa basılmıştır. Yeni harflerle, çeşitli incelemeciler tarafından derlenip bastırılmış, muhtelif «Yunus Emre Divan»lârı vardır. Bunlar arasında en önemlileri, Burhan Toprak ve Abdülbaki Gölpınarlı tarafından bastırılmış olanlarıdır.

Yunus’un bir kısım şiirlerini, 20. yüzyıl Türk bestecilerinden Ahmet Adnan Saygun «Yunus Emre Oratoryosu» adı altında bestelemiştir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

Yunus Emre Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında (Kısaca)

Yunus Emre

Yunus Emre

13. yüzyılın sonları ile 14. Yüz yılın ilk yarısında yani 1240-1320 tarihleri arasında yaşayıp vefat etmiş olduğu kuvvetli ihtimal olarak kaydedilmektedir. Tapduk Emre’den ders almıştır. Halkın anladığı sade dilden ilahi ve kasidelerini okuyup söylediği, hece vezniyle şiirlerini yazmış olması sebebiyle en çok okunan ve anlaşılan Türk Tasavvuf Pîri olmuştur.

Yunus Emre Divanı olarak şiir ve kasideleri bir araya getirilmiştir. Kabri hakkında farklı yerler gösterilmektedir. Yani Onu kendi beldelerinde göstermek isteyen pek çok seveni olmuştur. Yunus Emre’nin düşünce dünyasında maddiyatın hiç değeri yoktur. İnsan sevgisi, güzel ahlak ve ilahi aşktır. İnsanlar arasında bölücülük ve ayırım, imtiyazlı sınıf anlayışı gibi sathi anlayışlara onun kalbinde yer yoktur. Her şeye, Allah’ın eseri olduğu için sevgi ile bakar, ibadet yaparak kişinin kendisini üstün görmesini şiddetle kınamıştır. Önemli olan insan gönlünü kazanmak olduğunu anlatmıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Yunus Emre Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında

Asırlar öncesinde dünyada 82 yıllık yer kapladığı düşünüyor Yunus Emre’nin. Düşünülüyor diyorum, çünkü şiirleri pek sevilmiş ve dillerden dillere dolaşa dolaşa düşmüş kayıtlara. Bu sebepten onun hayatından çok araştırmalar sonunda kayıtlara düşmüş hayatının efsanesini aktarabiliyorum sizlere.

Her biyografim bir insanın, başka hayatlara dokunarak yürüttüğü yaşamından izler taşıyorsa, bir de yaşama öğretisi sunuyor demek. Yani demem o ki, iyiyi örnek almak her zaman esas görevlerimizden. Yunus Emre’nin yaşamından çıkardığım iki ders var:

Bir, ani kararlar vererek kendine bu kadar güvenmemezlik etme! Ki okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız. İkincisi de, pişman olduğunda Yunus Emre gibi, “Ben pişman oldum” diye yürüdüğün yolu geri dönmekten asla gocunma. Bu seni ancak yüceltir…

Kendime ve naçizane size notlar da düştüğüme göre, Yunus Emre’nin hayatının efsanesine geçebiliriz…

Keyifle…

Çocukluğu ve eğitimi

Yunus Emre’nin doğduğu yer ve zaman konusunda kesin olan bir bilgi yok. Ancak 13. Yy’ın ikinci çeyreği ile 14. yy’ın ilk çeyreğinde yaşadığı düşünülüyor ve babasının İsmail Efendi olduğu biliniyor.

Şöyle bir bilgi de var: Yunus Emre, Anadolu tarihinin en karışık dönemlerinden birinde dünyaya geldi.   Bâbâîler İsyanı patlak vermişti ve Anadolu Selçuklu Devleti, Kösedağ Savaşı’nda Moğollara mağlup olarak çöküş dönemine girmişti. Resmi kaynaklara göre net bir tarih söylemek gerekirse de, tarih 1238 yılını gösteriyordu. Yine kayıtlara göre Batı Anadolu’da Sakarya nehri çevresinde bir yerlerde doğmuş olabileceği düşünülüyordu; bazı kaynaklara göre ise, Karamanlıydı.

Adına gelince, Yunus adını gerçekten ona ailesi mi vermişti, bilinmez. Ancak günümüze adının ulaşmasını sağlayan şiirleriydi. Çünkü hemen her şiirinde adının Yunus olduğunu söyleyecekti. Emre lakabıysa, on bir şiirinde geçecekti…

Hakkında çok az şey bilindiğinden, zamanla efsaneler onun hayat hikayesini oluşturmaya başladı. Yunus, küçük bir çocukken okula gitti; ancak alfabeyi bir türlü öğrenememişti. Bu sebeple okulu bıraktı ve köyünde çiftçilik yapmaya başladı. Küçücük elleri ile tarlalarda çalışıyor, ağaçlarla, bahçelerle ilgileniyordu. Kıtlık zamanlarıydı ve bu durum bir gün onunda kapısını çalmak için oldukça yaklaşmıştı.

Kıtlıktan etkilendiği sırada Kırşehir’e yakın Sulucakarahöyük’te Hacı Bektaş-ı Veli adında birinin, insanlara yardım ettiğini duydu ve yollara düştü…

Buğday mı, himmet mi

Yunus Emre, biraz buğday alabileceğini düşünüyordu. Eli boş gitmek istemediğinden yol boyunca alıç topladı. Az gitti, uz gitti, sonunda Hacı Bektaş-ı Veli’nin dergahına ulaştı.

Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre’nin düşünceli davranışından çok etkilenmişti. Onun buğday için geldiğini düşündüğünde de şöyle dedi: “Sorun bakalım, buğday mı ister, himmet mi?”

Yunus, bu soru karşısında düşünmedi bile. Çünkü söz konusu olan açlıktı. “Himmet karın doyurmaz” dedi ve buğdayını alıp dönüş yoluna düştü. Yolu yürümeye henüz başlamıştı ki, elinin tersiyle düşünmeden reddettiğinin pişmanlığı sardı içini ve bu kez de düşünmeden dergaha doğru yürümeye başladı. Tekrar Hacı Bektaş-ı Veli’nin huzuruna çıktı.

Pişmanlığını bir solukta anlattı Hacı Bektaş-ı Veli’ye. Ancak aldığı cevap belli ki onu uğraştıracaktı. Hacı Bektaş-ı Veli, “O söylediğin artık geçti; bir o anahtarı Taptuk Emre’ye verdik” demişti. Aynı hatayı ikinci kez yapmayacaktı Yunus. Karnının açlığını unutmuştu ve bu kez Taptuk Emre’yi bulmak için yollara düştü…

Erenler mertebesine adanmış 40 yıl

Yunus Emre, Taptuk Emre’yi araya araya bulmuştu. Belki çok emek vermesi gerekecek; ama aradığını da bulacaktı. Eskiden her istenilen şey için verilmesi gereken bir emek vardı veşimdiki zaman gibi sabırsız değildi insanlar. Yunus Emre de emek verecek ve emeğinin karşılığına da ulaşacaktı…

Yunus Emre, Taptuk Emre’ye yaşadıklarını ve buraya neden geldiğini anlattı. Onun dervişi olmuştu; görevi ise, dergaha odun taşımaktı. Yunus Emre, sabrın timsaliydi. Tam 40 yıl boyunca dergaha odun taşıdı ve bir tek eğri odun getirmedi…

Nefis terbiyesinde bir hayat

Yunus Emre, dergahlarda şeyhleriyle manevi yönünü geliştirdi. Aşık Çelebi, Yunus Emre’nin medresede başarılı olamayıp Tanrı mektebinde eğitim gördüğüne açıklık getiriyordu. Evet, belki Yunus’un medresede eğitimini tamamladığı ya da icazet alıp almadığı konusu kesin bir şekilde açıklığa kavuşmuyordu; ancak iyi bir tahsil gördüğü muhakkaktı. Çünkü şiirlerinde devrinin ilmi ve felsefi sistemlerine rastlanıyordu.

Ayrıca onun şiirlerine kafiye zoruyla giren Farsça ve Arapça sözcükler de vardı. Özellikle tasavvufi kelimelere çok sık rastlanıyordu. Farsçası, Mevlana’nın etkisinde kalarak Divan-ı Kebir’den ve İran’ın en büyük şairi Sadi’den tercümeler yapacak kadar iyiydi.

Bunun yanında Kur’an’ı anlayacak ve özümseyecek kadar da Arapçaya vakıftı. İslami bilgiler onun için kutsaldı. Sadece Kur’an’ı değil, hadis kültürünü ve peygamberler tarihini de iyi biliyordu. Eserlerinde tüm bu bilgilerinin yanında Leyla ile Mecnun, Ferhad ile Şirin gibi klasik edebiyatta yer etmiş aşıklardan bahsetmesiyle de dikkat çekiyordu.

Yunus, şeyhleri sayesinde Allah sevgisini öğrenmeye nail olmuştu. Allah sevgisi, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşünceleri, eserlerinde İslam tasavvufunu işlemesine vesile olmuştu.

Bazı şiirlerinde şehir şehir yürüyüp dost sorduğunu, Urum’da, Şam’da kendisi gibi bir garip bulamadığını anlatıyordu; aşık olup gurbet ellerde Mecnun gibi geziniyordu…

Kayseri, Tebriz, Sivas, Maraş, Bağdat, Nahcivan, Şiraz şehirlerini ve neredeyse bütün Azerbaycan illerini dolaştıktan sonra bir süre Anadolu’da kışladı. Tarikatlar döneminde bu seyahatler, sufîlerin hayatında nefis terbiyesi için önemli bir unsurdu. Muhtemelen Yunus Emre de bu sebepten geziyor ve gezdikçe yazıyordu…

Yunus Emre, sanat yaşamı ile iç içe geçmiş bir nefis terbiyesindeydi…

Halkın Şairi, Yunus Emre

Tüm sanat yaşamı boyunca Yunus Emre, halka hitap etti. Halka, kendi konuşma diliyle adeta seslendi.

Şiirlerinde genellikle Allah sevgisi ve bu sevgi uğrunda bir ömür verilmesi gereken çabayı işledi. En azından bundan emin olacak kadar yaşadığı için ne kadar şanslı olduğunu biliyordu. Çünkü bu, tek gerçek sevgiydi.

Ayrıca eserlerinde ölüm, doğum, yaşama duyulan bağlılık, ilahi adalet ve insanın yüreğindeki salt sevgiye yer verdi. Şiirlerinde insanı yürekten gelen bir sesle çağırıyor; iyiye, güzele davet ediyordu…

“Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz!”

Yunus Emre evlendi

Taptuk Emre’nin iki gözünün bebeği bir kızı vardı. Özellikle sabrını ve düzenini takdir ettiği kızını Yunus Emre ile evlendirdi.

Ancak Yunus iç dünyasında kendisini bir türlü ona layık görmedi ve şeyhinin kızına asla elini sürmedi. Onun tek amacı erenler mertebesine ulaşmaktı ve bunu da başaramadığını düşünüyordu. Taptuk Emre’nin yanından ayrılmaktan başka çare göremedi…

Hayatının ikinci dönüm noktası

Yunus Emre, hayatının ikinci dönüm noktasındaydı. İlkindi Hacı Bektaş Veli’nin karşısına pişmanlıkla çıktığı andı. Şimdi ise, yine benzer bir pişmanlık Taptuk Emre’nin karşısındaydı. Belli ki insanın kendini arayışı hiç bitmiyor; insan kendini belki de hiç tanıyamıyordu.

Yunus Emre, dergahından ve şeyhinden ayrı geçirdiği süreçte başından geçenler ve onlara karşı duruşu sayesinde anladı ki, istediği mertebeye ulaşmıştı. Çoktan mahcup olmuş bir yüzle döndü Taptuk Emre’nin yanına.

Şeyhine kendisini affettirmek için çaba harcaması gerekiyordu ve işe karısının gönlünü almaya çalışarak başladı. Karısının cevabı ise şöyle oldu: “Bilirsin gözleri görmez, sen kapının eşiğine yat. O sabah namazına kalktığında ayağı sana dokunur. ‘Bu kim?’ diye bana sorar. Ben de Yunus derim. Eğer ‘Hangi Yunus?’ derse, çek git. Yok, eğer ‘Bizim Yunus mu?’ derse, kalk, şeyhinin eline sarıl”.

Yunus Emre öldü

Onun ki bu dünyadan vefalı bir gidişti…

Şeyhine kendisini affettirmenin bir yolunu arıyordu ve karısının söyledikleri aklına yatmıştı. Gittiği ve döndüğü uzun yollar, şeyhini öylece bırakıp gidişi sebebiyle kendine öyle kızıyordu ki…

O sabah, karısının dediği gibi şeyhinin ayağının kendisine dokunacağı anı bekledi. Ve hakkında rivayet edilen efsaneye göre, Yunus Emre’nin ömrü işte buraya kadardı. Şeyhinin ayağı ona değdi ve şeyhi “Bu kim?” sorusundan sonra “Yunus mu?” tepkisini verdiğinde, kalkıp şeyhinin ellerine sarıldı. Ve o elleri minnetle öptükten sonra, oracıkta son nefesini verdi. Şükürler olsun ki, erenler mertebesine ulaştığını fark ederek ayrılmıştı bu dünyadan. Varsayılan kayıtlara göre yıl, 1320 idi.

Belli ki insanın ömrü bir arayıştan ibaretti. Aramak ve şanslıysan aradığını bulmak, bu dünyada çok az insana bahşediliyordu. Yunus Emre, o şanslı isimlerden biriydi. Yaratılmışı hoş görüyordu; yaratandan ötürü. Bu duyguyu taşıyabilmek, öyle kolay kaldırılamazdı…

Yunus Emre öylesine çok sevildi ki, Anadolu’nun birçok yerinde adına mezarlar yaptırıldı. Asırlar öncesinden bahsettiğimiz ve efsanelere yatkınlık düşünülürse, Yunus Emre’nin ne zaman doğduğu, öldüğü ya da nereli olduğunun tam olarak bilinmeyişi çok doğaldı.

Risalettün Nushiye ve Divan adlı iki eseri yayımlandı. Eserlerine başka aşıkların da eserleri karıştı. Zamanla titiz bir çalışmayla ayıklanacak ve bugünkü haline getirilecekti.

Erenler mertebesine erişmek için bir ömrünü insana, hayata, huzura ve ahirete adayan, şiirleriyle yön bulduran bir Yunus Emre geçti bu dünyadan…

İyi ki…

Damla Karakuş

[email protected]

Not:

Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.

Kaynak:Enson haber Biyografi

Etiketler, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,