Vsevolod Pudovkin; (28.2.1893 – 30.6.1953)
Pudovkin Pensa’da dünyaya geldi. Kimya tahsiline başladıktan kısa bir müddet sonra Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. 1915 yılında savaşta yaralanan Pudovkin, 1918’e kadar enterne edildiği Alman esir kampında İngilizce, Almanca ve Lehçe öğrendi. Pudovkin esir kampından dönünce Kızıl Ordu’nun bir laboratuvarın-da çalıştı. 1920 yılında David Wark Griffith’in Intolerance (Hoşgörüsüzlük) filmini gören Pudovkin, kimya tahsiline son verip sinema alanında eğitim görmek istedi ve Moskova’daki Devlet Sinema Enstitüsüne yazıldı. 1924’te de Lev Kuleşov’un yönettiği yaratıcı sinemacılar topluluğuna kabul edilince, Sergey Eisenstein ile tanıştı.
1926: İlk Filmi Kendisinin de bir jandarma subayını canlandırdığı Mat (Anne, 1926) adlı ilk uzun metrajlı filminde bile, Pudovkin için karakteristik olan stilistik ve içeriksel öğeler göze çarpmaktadır. Maksim Gorki’den uyarladığı bu çalışmanın başlıca konusunu, Vlassov ailesinin kaderi örnek alınarak perdeye aktarılan 1905 Rus Devrimi oluşturmaktadır. Bu filmin merkezi konumunda olan anne figürü sonunda Komünizm davasına angaje olur. Pudovkin’in uyguladığı kesintiye uğramamış uzun sahneler filme kendine özgü bir ritm sağladı. Eisenstein kontrast montajlarıyla seyirciye hitap etmeyi amaçlarken, Pudovkin montajı birinci derecede kahramanlarının duygularını ifade etmek için kullanıyordu. Tekniğini, 1926’dan başlayarak üniversitede ders olarak öğrettiği, montaj teorisi içinde toparladı.
1927: Film Çekme Yarışında Galip Gelmesi Ekim Devriminin onuncu yıldönümü dolayısıyla Eisenstein’e ve Pudovkin’e, devrim efsanesini beyazperdeye yansıtmaları için, aynı zamanda sipariş verildi. Her ikisi de aynı sıralarda Leningrad’da (St. Petersburg) büyük bütçeli filmler çevirdiler. Pudovkin Konez Sankt-Petersburga (San Petersburg’un Sonu, 1927) adlı filmini daha önce tamamladı. Bu filmde Birinci Dünya Savaşı sıralarında inanmış bir Bolşevik haline gelen bir Rus köylü çocuğu, 1917’de Çar’ın kışlık sarayına düzenlenen saldırıya katılır. Pudovkin burada da aslında apolitik olan kitlenin içinden bir bireyi filmin odak noktası haline getirdi. Buna karşılık Eisenstein politikaya uygun olarak davranan kişilerin görüş açısını yeğledi. Pudovkin 1928’de Potomok Çingis-Han (Asya Üzerinde Fırtına/Cengiz Han’ın Torunu) adlı yapıtıyla, “Devrim Üçlemesi”nin üçüncü filmini gerçekleştirmiş oldu. Pudovkin’in kahramanı İngiliz emperyalistleri tarafından kukla kral olarak kullanılan, fakat sonunda kapitalistlere karşı gelen genç bir Moğol çetecidir. Mesel niteliğindeki öykü tarihsel gerçekleri göz önUnde bulundurmadı; Büyük Britanya hiçbir zaman Moğolistan’ı işgal etmedi.
1940: Değişen Perspektif Pudovkin 1935’te geçirdiği ağır araba kazası yüzünden üç yıl çalışamadı. Suvo-rov (1940) adlı tarihsel filminde ilk kez -Eisenstein’e benzer bir biçimde- büyük siyaset adamlarını ve askerleri öyküsünün merkezine oturttu. Perspektiflerini bu şekilde kaydırmasının arkasında, Rusya’nın büyük devlet efsanesinin propaganda amacıyla kıyasıya övülmesini emreden Josef Stalin’in politikası yatmaktadır. Suvorov Rusya’yı başarılı bir biçimde Napoleon’a karşı savunan ünlü generalin öyküsünü anlatır. Çok pahalı kostümlerle figürandan yana çok zengin savaş sahneleri bir taraftan filme damgasını basarken, Pudovkin generalin ruhsal durumunu göstermek için filme sakin, düşündürücü anlar da serpiştirdi.
1946’dan Sonra: Sansür Sovyet film yapımcıları İkinci Dünya Savaşı sıralarında henüz nisbeten özgür bir biçimde çalışmalarını yürütebiliyorlardı. Stalin diktatörlüğünün en katı dönemi 1945’ten sonra başladı. Pudovkin, 19. yüzyılda Kırım’ı savunan Admiral Nahimov’un (Amiral Nahimov, 1946) karakter incelemesini henüz bitirmişken sansür tarafından çok kesin değişiklikler yapmaya zorlandı. Stalin filmde bu savaş kahramanının, askerlerini canlarını seve seve feda edecekleri bir savaşa götüren karizmatik lider olarak göklere çıkarılması için ısrar etti. Oysa Pudovkin bu filminde Nahimov’u insan olarak, kişisel çelişkileriyle göstermeyi amaçlamıştı. Zorla yaptırılan tüm değişikliklere karşın Admiral Nahimov savaş sonrası Sovyet Sinemasının en önemli yapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir. Ondan sonraki yapıtlarıyla (örneğin Çukovski, 1950) Pudovkin alışılmış kalitesine ulaşamadı. Sansür önlemleri eski yaratıcılığını boğmuş gibiydi. Pudovkin 1953 yılında 60 yaşında Riga’da hayata gözlerini yumdu.
kaynak:nkfu