Etiket: savaşları

Kanuni Sultan Süleyman Hayatı ve Başarıları

Kanuni Sultan Süleyman: Onuncu Osmanlı padişahı (Trabzon, 1494-Zigetvar, 1566).

Yavuz Sultan Selim‘in Hafsa Hatundan oğlu olan Süleyman I (Kanuni Sultan Süleyman adıyla da anılır) doğduğu sırada babası Trabzon sancak beyiydi. Süleyman I özel olarak yetiştirildi ve 14 yaşına geldiği zaman babasının isteğiyle Bolu sancak beyliğine atandı. Bu sırada şehzadeler sorunu padişah Bayezit II’yi uğraştırmaktaydı. Yavuz Sultan Selim‘in ağabeyi ve Amasya sancak beyi olan şehzade Ahmet, yeğeninin Bolu gibi İstanbul’a daha yakın bir sancağa bey olmasından yakınınca Süleyman I, Kefe sancak beyliğine gönderildi. Babasının tahta geçmesinden sonra da Manisa sancak beyi oldu. Yavuz Sultan Selim‘in 1520 de ölümü üzerine tahta geçen Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarında bazı ayaklanmalar başgösterdi. Yavuz Sultan Selim gibi güçlü bir hükümdarın ölümü üzerine eski Memluk devlet adamlarından Şam valisi Canberd Gazali bağımsızlığını ilan etti. Gene eski bir Memluk beyi olan ve valisi olduğu Halep’in anahtarlarını Yavuz Sultan Selim‘e teslim etmesine karşılık kendisine Mısır verilen Hayırbay’ı da başkaldırmaya kışkırtan Canberd Gazali nin amacı eski Memluk Devleti’ni yeniden kurmaktı. Hayırbay, Gazali’ye katılmadığı gibi onun isyanını padişaha bildirdi.

Süleyman I’in gönderdiği kuvvetler, Halep kalesini kuşatmış olan Canberd Gazali’yi yenerek isyanı bastırdı (1521). Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktığı sırada Macaristan’a elçi olarak gönderdiği Bahram Çavuş’un, Macar kralı Lajos II tarafından öldürülmesi üzerine, ordusunun başına geçerek Macaristan seferine çıktı. Fatih Sultan Mehmet döneminde kuşatılmış olmasına karşın elde edilemeyen Belgrad’ı kuşatan Kanuni Sultan Süleyman kaleyi kısa sürede ele geçirdi (1521). Belgrad’la birlikte birçok kale Osmanlıların eline geçti.

Kanuni Sultan Süleyman bundan sonra Fatih Sultan Mehmet döneminin sonuna doğru kuşatılmış ama alınamamış olan Rodos üzerine yürüdü. Marmaris üzerinden adaya geçerek karadan ve denizden Rodos kalesini kuşatıp, kaleyi ve adayı Malta Şövalyelerinin elinden aldı (1522). Rodos adasıyla birlikte Oniki ada ve Bodrum kalesi de Türklerin eline geçti. Alman imparatoru Karl V (Şarlken) Osmanlılarla savaşabilmeleri için şövalyelere Malta adasını verdi. Kanuni Sultan Süleyman, Yavuz Sultan Selim döneminden beri sadrazam olan Piri Mehmet Paşa’yı emekliye ayırarak hasodabaşısı İbrahim Ağa’yı sadrazamlığa getirdi. Kendisinin sadrazam yapılmamasına üzülen Ahmet Paşa da o sırada karışıklık içinde bulunan Mısır valiliğine atandı. Mısır’a giden Ahmet Paşa, Memluk beyleriyle anlaşarak devlete karşı ayaklandı ve bağımsızlığını ilan etti. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman, Mısır’da düzenin sağlanması için sadrazam İbrahim Paşa’yi gönderdi ve ayaklanma bastırıldı (1524). Batıda Belgrad’ın fethiyle Macaristan, Osmanlılara açılmıştı. Macar kralı, Kanuni Sultan Süleyman’e karşı, akrabası olan Avusturya arşidükü ve Alman imparatorundan da destek alarak, düşmanca davranıyordu. Ayrıca Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunu ve İspanya Krallığını elde eden Şarlken’e yenilen ve tutsak olan Fransa kralı François I, Habsburglara karşı Kanuni Sultan Süleyman’den yardım istedi (1525).

Belgrad üzerinden hareket eden Osmanlı ordusu, Macar ovalarına girdi. Macar kralı Lajos II, Osmanlıların ilerleyişi karşısında geri çekilmekle birlikte, savaşa hazırlandı. Mohaç’ta yapılan meydan savaşında Lajos II, savaş alanında öldü, Macar topraklarının çoğu Osmanlıların eline geçti (1526). Budin’e giren Kanuni Sultan Süleyman, Macar Krallığı’na son vermeyerek, Erdel beyi Zapolya Janos’u Macar kralı olarak atadı.

Kanuni Sultan Süleyman’in Macaristan seferi sırasında Anadolu’da başlayan Baba Zünnun isyanı ve öteki isyanlar kısa sürede bastırıldı (1527). Lajos II’nin öldürülmesi ve Osmanlıların Macar topraklarını ele geçirmeleri Avusturyalıları ve Almanları Osmanlılarla karşı karşıya getirdi. Kanuni Sultan Süleyman’in Macar kralı olarak atadığı Zapolya Janos’a karşı, ölen kralın kayınbiraderi olan Avusturya arşidükü Ferdinand Macar tahtında hak ileri sürdü. Padişahın Macaristan’dan çekilmesiyle Budin’ e yürüyen Ferdinand, kenti elde etti. Kanuni Sultan Süleyman, Zapolya Janos’un yardım istemesi üzerine ordularının başında Viyana seferine çıktı (1529). Budin alınarak Zapolya Janos yeniden tahta getirildi. Osmanlı orduları Avusturya topraklarına girerek Viyana’yı kuşattı (1529). Ferdinand’ın Almanya’ya çekilmesinden sonra da kent Osmanlılara karşı savunuldu. Avrupa Hıristiyanlık dünyası kuşatmadan dolayı büyük bir heyecana kapıldı ama kuşatma toplarının getirilmemesi ve kışın yaklaşması, Kanuni Sultan Süleyman’in kuşatmayı kaldırmasına yol açtı. Zapolya janos’un duruma egemen olmaması üzerine Ferdinand yeniden Budin’e yürüdü, ancak başarı elde edemedi. Kanuni Sultan Süleyman, Avusturya arşidükü ve ağabeyi Alman imparatoru Şarlken’e bir meydan savaşı yapmak amacıyla, 1532’de Alman seferine çıktı. Kuzeydoğu Macaristan ve Avusturya’da birçok kale Osmanlıların eline geçti. Ancak Ferdinand ve Şarlken, Kanuni Sultan Süleyman’in karşısına çıkma cesaretini gösteremediler. İran seferine çıkmayı tasarlayan padişah Avusturya’nın barış isteklerini kabul etti ve 1533’te barış yapıldı. Bu barışla Avusturya, Osmanlıların üstünlüğünü ve Zapolya Janos’un Macar krallığını kabul etti. Osmanlı Devleti’ne elinde bulundurduğu Macar toprakları karşılığında vergi vermeyi kabul etti.

Kanuni Sultan Süleyman, Avusturya ile anlaşma yaptıktan sonra doğuya yöneldi. Doğu Anadolu’daki yerel beylerin bazılarının İran Safevilerinin denetimindeyken Osmanlılara, Osmanlılara bağlı olan bazılarının da Safevilere sığınması İran’la ilişkilerin bozulmasına yol açmıştı. Kanuni Sultan Süleyman’in 1534’te Safeviler üstüne gönderdiği sadrazam İbrahim Paşa İran topraklarına girerek Tebriz’i aldı. Kanuni Sultan Süleyman’de asıl Osmanlı ordusuyla İran’a girdi.Kanuni Sultan Süleyman, Safevi hükümdarı Şah Tahmasb’ın İran içlerine çekilmesi üzerine, ordusuyla Zagros dağlarını aşarak Bağdat üzerine yürüdü. Kent savaşsız olarak teslim oldu (1534). Kışı Bağdat’ta geçiren padişah Irak’ın yönetimini düzenleyerek, 1535’te İstanbul’a döndü (bu sefere Irakeyn seferi denir).

Fransa kralı François I, daha Kanuni Sultan Süleyman Irakeyn seferindeyken, elçisini, Alman imparatoruna karşı yardım istemek için göndermişti. 1535’te Fransa’ya ilk kapitülasyonlar verildi ve Fransızlar birçok ayrıcalık kazandılar. Kanuni Sultan Süleyman’in bu anlaşmadaki asıl amacı Fransız dostluğunu kazanarak Avrupa-Hıristiyan birliğini parçalamak, Avusturya, Almanya ve İspanya tahtlarını ellerinde bulunduran Habsburglara karşı, Avrupa da bir müttefik elde etmekti. Bu arada Kanuni Sultan Süleyman, 14 yıldır sadrazamlıkta bulunan İbrahim Paşa’yı, kendisine duyulan güveni kötüye kullanması nedeniyle idam ettirdi (1536). Bu sırada Barbaros Hayreddin Paşa İstanbul’a gelerek, sultanı olduğu Cezayir’i Osmanlı Devleti’ne katmıştı. Kanuni Sultan Süleyman de Şarlken’in Akdeniz’deki gücünü kırmak amacıyla Barbaros’u kaptanı deryalığa atadı. 1537’de Barbaros Hayreddin Paşa denizden, Kanuni Sultan Süleyman karadan olmak üzere Korfu adasını kuşattılar (bu sefere Avlonya ya da Korfu seferi denir).

Padişah 1538’de Boğdan seferine çıkarak buradaki yönetim boşluğunu giderdi. Aynı yıl Barbaros Hayrettin Paşa da Andrea Doria’nın komutasındaki Avrupa Hıristiyan birleşik donanmasıyla karşılaşmak için Akdeniz’e açıldı. İki donanma Preveze sularında karşılaştılar (1538), yapılan deniz savaşında Avrupa Hristiyan birleşik donanması Preveze sularını Barbaros’a bırakmak zorunda kaldı. Böylece Barbaros Hayreddin Paşa ve yetiştirdiği ünlü Türk amiralleri sayesinde Akdeniz, 50 yıl süreyle, Türk denizcilerinin egemenliğine girdi. Gene 1538’de Mısır valisi Hadım Süleyman Paşa, Kanuni Sultan Süleyman’in buyruğuyla Hindistan’daki yerel hükümetler üstündeki Portekiz baskısını kaldırmak ve Osmanlılardan istenen yardımı götürmek amacıyla Hint seferine çıktı.

1540’ta Macar kralı Zapolya janos un ölümüyle Osmanlı-Avusturya barışı bozuldu. Zapolya Janos’un oğlu Sigismond’un krallığını tanımayan Ferdinand’ın Budin’i kuşatması üstüne Süleyman I, Macaristan seferine çıktı. Yolda Avusturya kuvvetlerinin yenilerek Budin’in kurtarıldığı haberini alan padişah, seferi sürdürerek Budin’e geldi. Macaristan’ın güney ve orta kesimlerini doğrudan Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti haline getirdi. Macaristan’ın doğusunu Erdel beyliğine bağladı. Kuzey Macaristan ise Avusturya’da kaldı (1541). Padişahın Budin den ayrılması üzerine Ferdinand, Budin’i yeniden kuşattıysa da başarılı olamadı ve geri çekilmek zorunda kaldı.

Kanuni Sultan Süleyman, Edirne’de hazırladıklarını tamamlayarak Estergon seferine çıktı (1543), Avusturya’nın elinde bulunan Estergon başta olmak üzere, birçok Macaristan kalesini Osmanlı topraklarına kattı. Estergon seferi yapıldığı sırada Barbaros Hayreddin Paşa da padişahtan aldığı buyruk üzerine Kutsal Roma-Germen imparatoru Şarlken’in elinde bulunan Nice’i, Osmanlıların müttefiki olan Fransızlarla birlikte kuşattıysa da, Fransız donanmasının gevşekliği yüzünden kuşatma başarılı olamadı (1543).

Kanuni Sultan Süleyman doğuya yapacağı seferler için, Avusturya ile barış yaptı. İran şahı Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mirza’nın Osmanlılara sığınması ve İran’ın sınır saldırısında bulunması, padişahın İran üstüne ikinci sefere çıkmasına yol açtı. Van Kalesi Safevilerden geri alındı ve Tebriz işgal edildi(1548). Kanuni Sultan Süleyman, İran topraklarında ilerleyerek Tahmasb ile bir meydan savaşı yapmak istedi ama İran Şahı Osmanlı ordusu önünden çekildi. Padişah 1549 kışını Halep’te geçirdi. Bu arada Gürcüler üstüne kuvvet gönderilerek Safevilere yardım ettikleri için cezalandırıldı.

1551‘de Osmanlı-Avusturya barışı bozuldu ve yapılan savaşlarla birçok Avusturya kalesi elde edildi. Bu savaşların birçoğu Rumeli beylerbeyi Sokullu Mehmet Paşa ile vezir Kara Ahmet Pasa yürüttü. Osmanlı Devleti’nin batıda Avusturya ile uğraşmasını fırsat bilen Şah Tahmasb’ın yeniden Van gölü bölgesine saldırılarda bulunarak Van, Ahlat ve Erciş yörelerini ele geçirmesi ve Erzurum’u kuşatması üzerine Kanuni Sultan Süleyman, 1553 sonbaharında üçüncü İran seferine çıktı. Bu seferin Sadrazam Rüstem Paşa’nın kışkırtmasıyla Şehzade Mustafa sorununun çözülmesi için yapıldığı da söylenir. Gerçekten de Kanuni Sultan Süleyman, Konya Ereğlisi’nde elini öpmek için ordugaha gelen veliaht şehzade Mustafa’yı boğdurttu. Aynı sefer sırasında öteki şehzade Cihangir de öldü. Böylece Kanuni Sultan Süleyman’ın Bayezit ve Selim olmak üzere yaşayan iki oğlu kaldı. Kanuni Sultan Süleyman, sefer mevsiminin geçmesi nedeniyle kışı Halep’te geçirerek. 1554 ilkbaharında Diyarbakır, Erzurum, Kars yoluyla İran topraklarına girdi. Padişahın İran şahını meydan savaşına çağrısı sonuçsuz kalınca Revan, Karabağ ve Nahçıvan Osmanlı ordusu tarafından ele geçirildi (bu sefere Nahçıvan seferi denir).

Azerbaycan’dan Doğu Anadolu’ya dönen Kanuni Sultan Süleyman’e gelen Safevi elçilerinin önerdikleri barış kabul edilerek
Amasya Anlaşması yapıldı (1555). Bu arada Osmanlı Süveyş donanması Portekizlilere karşı Hint Okyanusu’nda çarpışırken, kaptanıderya Piyale Paşa komutasındaki donanma da Akdeniz’de Avrupa birleşik donanmasına ve gücüne karşı mücadeleye girdi. Barbaros Hayreddin Paşa’nın başarılarını sürdüren Osmanlı donanması, Avrupa-Hristiyan donanmasını Cerbe deniz savaşında yendi (1560). Aynı yıllarda Kanuni Sultan Süleyman’in oğulları Bayezit ile Selim arasında saltanat kavgası sürmekteydi. Kanuni Sultan Süleyman çatışmayı önleyemeyince Selim’i destekledi, yenilen Bayezit İran’a sığındı. Uzun görüşmelerden sonra Osmanlılara geri verilen şehzade Bayezit öldürüldü. Böylece şehzade Selim (Selim II ya da Sarı Selim) Osmanlı tahtının tek varisi olarak kaldı. 1560’ta Almanya tahtından çekilen Şarlken’in yerine Avusturya arşidükü Ferdinand imparator olarak yıllardır süregelen savaşlara son verip Kanuni Sultan Süleyman’dan barış isteyince, 1562’de Osmanlı-Avusturya ve Almanya barışı yapıldı. Aynı zamanda İspanya krallık tacını da taşıyan Şarlken’den sonra yerine geçen oğlu Felipe II’nin, Akdeniz egemenliğini Osmanlılardan geri almak ve Cerbe yenilgisinin acısını çıkartmak için Osmanlı egemenliğinde bulunan kıyılara Malta şövalyeleriyle birlikte saldırması üzerine, Osmanlı ordu ve donanması Malta adasını kuşattı (1565). Trablusgarb valisi Turgut Reisin (Paşa) öldüğü bu kuşatmada ada elde edilemeyince, kuşatma kaldırıldı. 1566’da Piyale Paşa, daha önceleri vergi vermekte olan Sakız adasını Osmanlılara bağladı. Bu sırada barışı bozan Avusturya’ya karşı Kanuni Sultan Süleyman, onüçüncü ve son seferi olan Zigetvar seferine çıktı.

Kırk altı yıldır Osmanlı tahtında bulunan ve 73 yaşında,hasta olan hükümdar, Avusturya’nın elinde bulunan Zigetvar kalesinin elde edilmesini istedi. Çok sağlam olan kaleyi kuşatan Osmanlı ordusu birçok saldırıdan sonra kaleyi ele geçirdi; ancak Kanuni Sultan Süleyman kale düşmeden önce öldü. Ata binemediği için Zigetvar seferine arabayla giden padişahın sefere katılmasını, orduya cesaret vermesi için sadrazam Sokullu Mehmet Paşa istemişti. Kalenin ele geçmesinden sonra da padişahın ölümünü ordudan gizleyen Sokullu, ölüm haberini ancak Belgrad’da açıkladı. Bu arada şehzade Selim’e haber göndererek Belgrad’a gelmesi sağlandı ve Selim II Osmanlı tahtına oturdu. Kanuni Sultan Süleyman’ın cenazesi İstanbul’a getirilerek Süleymaniye Camisi avlusundaki türbesine gömüldü (1566).

KANUNİ DÖNEMİNDE DÜŞÜNCE VE SANAT YAŞAMI

Osmanlı tahtında en uzun süre oturan Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı İmparatorluğu devlet yönetimi, bilim ve kültür alanlarında en yüksek ve güçlü düzeye ulaştı. Kendisi de bir ozan olan ve Muhibbi takma adıyla bir divanı bulunan Kanuni Sultan Süleyman sanatçılar ve bilim adamlarını koruyan bir padişahtı. “Kanuni” ünvanını kendisine Fatih Sultan Mehmet’in Kanunnamesini dönemin gereklere uygun olarak geliştirmesi ve düzenlemesi nedeniyle verildi. İktisat ve devlet düzenlerinde de kimi değişiklikler yapıldı. Süleymaniye Camisi ve külliyesi, Üsküdar Camisi ve külliyesi gibi camiler ve külliyelerle birçok bina ve kurum onun döneminde yapılarak Osmanlı ülkesi bayındır bir duruma getirildi.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , ,

Kanuni Sultan Süleyman Seferleri

SÜLEYMAN I., Kanuni (1495 – 1566)

Osmanlı padişahlarının 10.’sudur. Yavuz Sultan Selim‘in tek oğludur. Annesi Hafsa Valide Sultan, Kırım Hanı I. Mengli Giray’ın kızıdır.

Kanuni Süleyman babasının sancakbeyi bulunduğu Trabzon’da Kanuni Süleyman doğdu. Babası şehzadeyken «sancağa çıktı», yani vali oldu; büyükbabası olan Kırım Hanı’nın himayesinde Kırım’daki Kefe Sancakbeyliğine getirildi. Babası padişah olunca veliahtlığa yükseldi, babasının uzun İran ve Mısır seferlerinde ona İstanbul’da Edirne’de vekalet etti. 1520’de Yavuz’un beklenmeyen ölümü üzerine 25 yaşında tahta geçti.

Kanuni’nin 46 yıllık saltanatı hemen hemen hep savaşlarla geçmiştir.

Kanuni’nin Seferleri

Belgrad Seferi — Genç hükümdarın ilk büyük çaptaki başarısı Belgrad’ın alınması oldu. Belgrad, Kanuni’nin ataları II. Murat, II. Mehmet (Fatih), II. Bayezit tarafından kuşatılmışsa da, düşürülememişti. Burası Macaristan’ın kilidi, önemli kalesiydi. Şiddetle savunulan şehir, 29 ağustos 1521’de fethedildi. Kanuni, şehirden ayrılmadan, yerli Hıristiyanlar’dan 21.000 işçi kiraladı, şehrin imarını emretti. 5 ay süren bu ilk seferinden 19 ekim 1521’de İstanbul’a döndü. Yemen hükümdarının İstanbul’da bekleyen elçileri Yemen’in de padişaha tabi olduğunu bildirdiler.

Rodos Seferi — 1522’de Kanuni, Fatih ve M. Bayezit zamanlarında ele geçirilemeyen Rodos’u almak azmindeydi. Çok çetin bir kuşatmadan sonra Rodos alındı, buradaki Saint-Jean Şövalyeleri devletine son verildi. Kanuni, 1523’te babasından kalan büyük vezir-i âzam (başbakan) Piri Mehmet Paşa’yı emekliye şevketti ve yerine Makbul İbrahim Paşa’yı getirdi.

Mohaç Seferi — Bu sıralarda V. Karl (Şarlken) Avrupa’da egemenlik kurmak ihtirasındaydı. Almanya İmparatoru ve İspanya Kralı sıfatıyla Avrupa’nın birçok ülkelerini ele geçirmişti. Yakın akrabası olan Macaristan Kralı II. Lajos (Lâyoş)u da Osmanlı İmparatorluğuma karşı kışkırtıyordu. Fransa Kralı I. François’nın İmparator’a esir düşüp Kanuni’ den imdat istemesi üzerine Kanuni 1526’da üçüncü seferine çıktı, Macaristan’ın güney kesiminde, Tuna kıyısında Mohaç denilen yerde, 2 saat içinde, tarihin en kesin sonuçlu örnek meydan savaşlarından birini kazanarak Macar ordusunu yok etti(Mohaç Meydan Savaşı). Böylece genç hükümdar, beş yüzyıldan beri Avrupa’nın büyük devletleri arasında bulunan Macaristan’ı haritadan siliyor, artık Osmanlı devletinin batı sınırı, Viyana kapılarından başlıyordu. Avrupa, Kanuni’ ile V. Karl arasında iki büyük nüfuz bölgesine ayrılmıştı. Bütün Avrupa devletleri, iki taraftan birinin nüfuzuna geçmek zorunda kalacaktı.

Bec (Viyana) Seferi — Mohaç’tan sonra Büyük Macaristan Krallığı parçalanmış, asıl Macaristan’la, Türkler’in «Erdel» dedikleri Transilvanya, Osmanlı devletinin eline geçmişti. Eski Macaristan kırallığına ait topraklar arasında bulunan Bohemya, Moravya, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan’ı ise Charles-Quint’in kardeşi Arşidük Ferdinand işgal etmişti. Almanlar, asıl Macaristan’la, Transilvanya’yı almak istiyorlar, hele eski krallığın başkenti Budapeşte’nin Osmanlılar elinde bulunmasını istemiyorlardı. Kanuni’nin 4. seferi bu şartlar içinde açıldı.

Kanuni 1529 mayısında sefere çıktığı sırada «Bec»i (Viyana’yı) almayı düşünmemişti. Yalnız, Türkler’le meydan savaşında boy ölçüşmeye kalkmanın çılgınlık olduğunu kavrayan İmparator, Kanuni’nin önünden çekildi. Bunun üzerine Kanuni, Viyana’yı kuşatarak Almanlar’ı cezalandırmak istedi (Birinci Viyana Kuşatması). 16 ekimde kuşatma kaldırıldı, Türk akıncıları bütün Orta Avrupa’yı İsviçre’ye kadar taradılar.

Almanya Seferi — 1532’de Kanuni yeniden Almanlar’ın üzerine yürüdü. Padişahın bu 5. seferinde Osmanlı ordusu 200.000 kişiydi, 400 topu vardı. Avusturya’nın ikinci büyük şehri olan Graz alındıktan sonra İmparator’ un ordusu boş yere arandı. Çünkü V. Karl’ın Türkler’e karşı meydan savaşı vermeye niyeti yoktu. Birçok kaleler, 100.000 esir alındıktan sonra, 7 ay süren bu seferden 21 kasım 1532’de İstanbul’a dönüldü.

Irakayn Seferi — Kanuni’nin 6. seferi o devrin Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra dünyanın en güçlü devleti olan İran’a (Türk Safevi İmparatorluğu’na) karşı yapıldı Bu sefere «Irakayn (İki Irak) Seferi» denilmiştir; çünkü, hem Arap Irakı (bugünkü Irak), hem de Acem Irakı (Doğu Iran, Hemedan bölgesi) fethedilmiştir.

Vezir-i âzam Damat Makbul İbrahim Paşa, İran üzerine sefere çıkmak üzere, 23 ekim 1533’te İstanbul’dan ayrıldı. 11 haziran 1534′ te de Kanuni, başka bir ordu ile, ikinci cephe açmak gayesiyle İran üzerine yürüdü. Önce Van’ı, arkasından Yavuz’dan sonra ikinci defa Tebriz’i fetheden İbrahim Paşa, İran’ın bu eski başkentinde Kanuni ile buluştu, iki ordu birleşmiş oldu.

Kanuni, Hemedan’ı, dünyanın en ünlü şehirleri arasında bulunan Bağdat’ı da aldı, Irak’ ta Safeviler’in egemenliğine son verdi. Kuzey Irak daha Yavuz devrinde fethedilmişti. Böylece bütün Irak alınmış, Osmanlılar yeni bir denize, Basra Körfezi’ne de çıkmış oluyordu. Bu sıralarda, 22 ağustos 1534’te, Barbaros’un da Tunus’u aldığı haberi geldi.

Kanuni’nin bu’büyük ve çetin seferi tam 1,5 yıl sürdü. Bu seferle Doğu Anadolu’da İran’ın elinde bulunan son parçalar, Erzurum’ la Van da alındı; Türkiye’nin bugünkü doğu sınırına erişilmiş oldu; Anadolu birliği kesin şekilde gerçekleşti. Irak, bu arada Bağdat, Basra gibi çok önemli merkezler Osmanlı İmparatorluğu’na katıldı. Yalnız, Osmanlı ordusu çekilir çekilmez Safeviler Doğu İran’ı geri aldılar.

Korfu Seferi (İtalya Seferi) — Kanuni, 1536 martında İtalya üzerine sefere çıktı. Bu 7. seferinde V. Karl’ı İtalya’dan vurmaya karar vermişti. Bu arada Venedik’le de savaşmak gerekiyordu. Korfu Adası’na asker çıkarıldı. 3. vezir Damat Lutfi Paşa, Pulya’yı (İtalya’nın topuğunu) Fatih devrinden sonra ikinci defa işgal etti. Barbaros da İtalya ve İspanya kıyılarını yaktı, yüzlerce düşman gemisini ele geçirdi. Kanuni’nin bu seferi 6 ay sürmüştür.

Boğdan Seferi — Boğdan (Moldavya) Romen Beyliği’nin ayaklanması üzerine açıldı. 4,5 ay süren bu seferde, Boğdan’ın topraklarının bir kısmı elinden alındı. Bu seferde Kanuni’nin, düşman toprağında olmalarına rağmen, bir Hıristiyan’ın evini yağmalayan iki Türk askerini idam ettirmesi ünlüdür.

Budin Seferi — Kanuni, Budin’e (Budapeşte’ye) giderek Macaristan’ın idare şeklini kökünden değiştirdi, bir beylerbeyilik (eyalet) olarak İstanbul’a bağladı. Kanuni’nin bu 9. seferi 5 ay sürmüştür.

Estergon Seferi — Bir yıl süren bu seferde, Viyana ile Budin arasındaki en önemli kale olan, Türk akıncılarının bundan böyle başlıca merkezlerinden biri haline gelen Estergon, Almanlar’dan geri alındı. Bali Paşa’nın 24 kasım 1542’de kazandığı bu büyük zafer, Macaristan’ı Alman İmparatoru’nun istilasından kurtarmıştı. Yalnız, Almanlar’ın giriştiği o taarruzun cezasını vermek gerekiyordu. Kanuni’nin bu seferi (1543) maksadı sağladığı gibi, Macaristan’ı Osmanlı İmparatorluğu’na daha sıkı bağlarla bağladı. Bu sıralarda, 1543 yazında, Barbaros da batıdan V. Karl’a (Şarlken)e ağır darbeler vurdu, Nice’i aldı, Roma’ ya 15 km. yaklaştı, Fransa’yı himayesine aldı.

19 haziran 1547’de Almanya – İspanya ile barış yapıldı; V. Karl, en ağır şartları kabul zorunda kaldı; Osmanlı devletine yıllık haraç vermeyi bile taahhüt etti. Avrupa’da Osmanlı İmparatorluğunun nüfuzu şahikasına çıktı, Habsburglar’ın itibarı azaldı. Lehistan, Rusya, Fransa, bazen İngiltere ile Venedik, Osmanlı devletinin nüfuzuna girdiler. Venedik, Rusya ve Lehistan Osmanlılar’a yıllık vergi veriyor, Fransa, Osmanlı devletinden büyük para, silah yardımı görüyordu.

İran Seferi — Artık Kanuni için, yeniden Doğu’ya, İran’a dönmek kalıyordu. 27 temmuzda Tebriz’i alarak üçüncü defa Safeviler’e baş eğdirdi.

Bu sıralarda Salih Paşa, Fas’ı Osmanlı imparatorluğuna bağlarken, Turgut Paşa da Libya’yı, Korsika’yı alıyordu. Hint Okyanusu’nda Portekizlilerle de büyük savaşlara girişilmişti. Piyale Paşa, Akdeniz’de Osmanlı egemenliğini devam ettiriyor, büyük deniz zaferleri kazanıyordu.

Nahcuvan Seferi — Kanuni, 1553’te üçüncü defa İran üzerine yürüdü. Karabağ’ı, Nahcuvan’ı aldı. İki yıla yakın süren bu 12. seferinden dönerken Kanuni, 35 yıl içinde Osmanlı İmparatorluğu’nu 7,3 milyon km2’den 13,7 milyon km2’ye çıkarmış, hemen hemen iki kat büyütmüş bulunuyordu.

Zigetvar Seferi — 1565’te Malta kuşatmasından bir sonuç alınmaması üzerine Kanuni, yeniden savaş durumuna geldiği Almanya üzerine yürüdü. Kuzey Macaristan’da Almanlar’ın elinde çok önemli bir kale olan Zigetvar’ı almak üzere 1 mayıs 1566’da sefere çıktı. 5 ağustosta kale kuşatıldı. 29 ağustosta ihtiyar padişah, etrafındakilerin ağlayarak yalvarmalarına rağmen, hasta hasta atına binip askerlerini teftişe çıkmak ihtiyatsızlığını gösterdi. Hastalığının şiddetlenmesi üzerine gene yatmayı kabul etmedi, kuşatma işleriyle uğraştı. 2 eylülde dış kale düşürülmüş, 3 eylül sabahı iç kaleye çepçevre ateş verilmişti. Kanuni Sultan Süleyman 6 eylül 1566 gecesi öldü. 71 yaşındaydı. 46 yıldan beri tahtta idi ki, bu, Osmanlı padişahlarının en uzun saltanat süresidir.

Vezir-i âzam Sokullu Mehmet Paşa, Kanuni’nin ölümünü ordudan gizledi. Padişahın hayatta bulunan tek oğlu Şehzade Selim (II. Selim) Belgrad’a gelinceye kadar da gizlilik devam etti. İstanbul’a getirilen cenaze, Süleymaniye Camisi’ndeki türbeye gömüldü.

Kanuni’nin Kişiliği

Kanuni, Osmanlı tarihinin en büyük hükümdarlarından biridir. Bütün Osmanlı tarihinde devletin onun devri derecesinde haşmet ve şevketin zirvesine ulaştığı görülmez. Avrupalılar’ın «Magnifique», «Magnificent» (Muhteşem), Türkler’in adaletinden, yaptırdığı kanunlardan dolayı «Kanuni» dedikleri bu hükümdar, imparatorluğu büyük bir refah ve mutluluğa kavuşturmuştu. Osmanlı hükümdarları içinde Fatih’ten sonra en büyük devlet ve siyaset adamı, Fatih ve Yavuz’dan sonra da en büyük asker olan Kanuni, bilgin ve sanatkardı. «Muhibbî» mahlasiyle yazdığı büyük divan, XIX. yüzyılda torunlarından II. Mahmut’un şair kızı Adile Sultan tarafından bastırılmıştır. «Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi – Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi» beyti, Kanuni’nindir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , ,

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (SAV) Hayatı

Hz. MUHAMMED, (570 – 632) sonuncu peygamber ve İslam dininin kurucusudur. Mekke’de doğdu. Babası Abdullah (545-570), Hz. Muhammed doğmadan 25 yaşında ölmüştü. Anası Amine, Vehb İbni Abd Menâf ile Berre binti Abdu’l Uzze’nin kızıdır; 576 yılında Peygamber 6 yaşında iken pek genç ölmüştür. Peygamber, büyükbabası Abdulmuttalib’in himayesinde kaldı ise de, o da 577 yılında öldü. Peygamber’i, amcalarından Ebu Talib (ölümü: 619) büyüttü. Ebu Talib Hz. Ali’nin babasıdır.

Peygamber, Mekke’nin en büyük ailesi olan Kureyş’tendi. Dedesi Abdulmuttalib’in babası Haşim, Kureyş’in bir dalına adını vermişti; onun için Peygamber’in soyu «Haşimiler» diye anılır. Haşim’in babası Abdu’l Menaf, Kureyş kabilesine adını veren Kureyş’in torunlarından, Kureyş de Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in çok uzak torunlarındandır. Sami kavimlerin secere tertibindeki hiçbir millette görülmemiş titizlikleri, Peygamber’in soyuna dair etraflı bilgimiz olmasını sağlamıştır.

Peygamber, «Muhammed, Ahmed, Mustafa» gibi birkaç adla anılır. Batı (Oğuz) Türkleri, «Muhammed» adını, saygı olmak üzere, yalnız Peygamber’e ayırmışlar, başkalarına önce «Mehemmed», sonra «Mehmed» demişlerdir.

Peygamber, gençliğinde, bütün Hicaz’da son derece doğru, haksever olarak ün kazanmış, «Muhammedu’l-Emin» diye anılmıya başlamıştır. Babasından bir şey kalmadığı için bir hayli fakirdi; yalnız, çok soylu bir aileden olduğu için itibar görürdü. Hz. Muhammed, 595 yılında yani 25 yaşında, 40 yaşlarında çok zengin bir dul olan Hz. Hatice ile evlendi, eşinin kervan ve ticaret işleriyle uğraştı.

Hz. Muhammed 40 yaşlarına yaklaşırken üzerine bir durgunluk, bir hassasiyet, ancak «olağanüstü» kelimesiyle ifadesi kabil bir tefekkür hassası geldi. Mekke yakınlarında Hira Dağı’na çekilip uzun müddet tabiatla baş başa kalmaktan gittikçe daha fazla zevk alır olmuştu.

Muhammed’e İlk Vahyin Gelişi

610 yılında, (İslâm dininin başlama tarihidir) Hz. Muhammed’e Büyük Melekler’den Cebrail vasıtasıyla Allah’tan «vahiy» geldi. Hz. Muhammed tarife sığmaz bir heyecan içinde evine döndü. Bütün vücuduna titreme gelmişti. Eşi Hz. Hatice’ye kendisini sıkıca örtmesini söyledi. Mühim bir şey olduğunu anlayan Hz. Hatice, hiçbir şey sormadan, Peygamber’i evde bulunan bütün örtülerle örttü. Bir müddet sonra doğrulan Peygamber, «Yaradan Rabbinin adıyla oku!» âyetini okudu, ayetin nasıl vahyolunduğunu anlattı. Bunun üzerine Allah’ın, Hz. Muhammed’e peygamberlik verdiği anlaşıldı.

Bu vahiyden sonra tam 3 yıl bir daha vahiy gelmedi. Peygamber, en büyük heyecan, sıkıntı, şüphe ve üzüntüyle yeni vahiy bekledi. 3 yıl sonra gene Hire Dağı’ndayken vahiy geldi, artık arkası kesilmedi. Hz. Peygamber okuyup yazma bilmezdi ama, vahyolunan ayetler, hafızasına adeta kazılırdı, yıllarca sonra bir hecesini değiştirmeden tekrar ederdi. Vahyolunan ayetleri Müslümanlar ezberlerler, yazmasını bilenler de yazılı hale koyarlardı.

Müslümanlığın Yayılması

Yeni din, Mekke’de büyük muhalefetle karşılandı. Çünkü Müslümanlık puta taparlığı kökünden kaldırıyor, insan hakları üzerinde akıl almaz inkılaplar yapmak istiyordu. Hz. Peygamber’e önce Hz. Hatice, sonra Hz. Ebu Bekir, Peygamber’in kölesi ve manevi oğlu Zeyd iman etti. Az zamanda yeni dinin müminleri çoğaldı. Bunlara «Allah’a teslim olan» anlamına «İslâm» dendi. Hz. Peygamber’in amcası Ebu Talib’in oğlu Hz. Ali ile Kureyş’in Emevi ailesinden Hz. Osman‘ın da Müslüman olmaları üzerine, yeni din, iyiden iyiye kuvvet buldu.

Bu sıralarda Arabistan, görülmemiş bir ahlahsızlık, cehalet içindeydi. Onun için, Peygamber’den önceki Arap tarihine «Cahiliye Devri» denir.

İslam dini, Hristiyanlığı ortadan kaldırmak iddiası, ile ortaya çıkıyordu. Nasıl Hz. İsa, Yahudi dinini kaldırmak istemişse, Hz. Peygamber de eski dinlerin bozulması, Allah’tan gelen saf şeklini kaybetmesi üzerine, Allah tarafından insanlığa gönderilmişti. O çağlarda yegane tektanrılı, bütün insanlığa hitap eden din olan Hristiyan dini az zamanda bozulmuş, Allah’ın bir kulu olan Hz. İsa’ya tanrılık kondurulmuş, tek, bölünemez bir varlık olan Allah, üçe ayrılmak istenmişti. Bütün bunlara rağmen, İslam dininin görüşüne göre, Hz. Peygamber’e kadar «Hak dini» gene Hristiyanlıktı. Ancak, Hristiyanlık, Tanrı görüşüyle de, hukuk sistemiyle de artık insanlığın ihtiyacını layıkıyla karşılayamıyordu Bununla beraber, her ne kadar sonradan pek çok tahrif edilmişse de, Tevrat ve İncil gibi kutsal kitapları olan Yahudilik ile Hristiyanlık, İslam dinince hoş görülüyordu. Putataparlık ise böyle değildi, boş inanca dayanıyordu. İnsanlığı Müslümanlar’ın «Allah» dediği Tektanrı’ya inanmaya davet gerekiyordu. Yeni din, bir ahlak ve akıl diniydi.

Mekke’den Medine’ye Göç

Müslümanlık, bütün peygamberleri Allah tarafından gönderilmiş elçiler olarak kabul ediyordu. Bunlardan kendilerine ilahi vahiy yolu ile «Kitap» verilenlerine «Resul», öteki peygamberlere «Nebi» deniyordu. Hz. Peygamber’den sonra en büyük peygamber Hz. İsa, sonra Hz. Musa, sonra da Samiler’in atası olan, Sümerler zamanında insanlığı Tanrı’ya inanmaya davet eden Hz. İbrahim’di.

Küçük Müslüman cemaatinin Mekke gibi bir sapıklık yurdunda gördüğü baskı o derecede fazlalaşmıştı ki, Hz. Peygamber, bir kısım müminlerin, İslam dini kesin zafere ulaşıncaya kadar Habeşistan’a göçmelerine izin verdi. Bir süre sonra baskı daha da arttı. Hz. Peygamber, annesi tarafından ilgili bulunduğu Medine şehri halkının davetini kabul etti. Bütün Müslümanlar Mekke’yi bırakıp Medine’ ye yerleştiler. 24 eylül 624’te Medine’ye varan Müslümanlar için o gün, tarihlerinin dönüm noktası oldu. Çünkü o gün, aynı zamanda bir İslam devleti de başlamış bulunuyordu. Bu devletin başı, Hz. Peygamber’di.

İslâm dini 12 yıllık Mekke devresinde oldukça gelişmişti. 10 yıllık Medine devri ise, gerçek bir zafer devri oldu. Medineliler’in çoğunluğu yeni dini kabul etti. Mekke’den göçenlere «Muhacirun (Göçmenler), Medineli Müslümanlar’a ise «Ansar» (Yardımcılar) dendi.

Bedir, Uhud, Hendek Savaşları

Hz. Peygamber’in Medine’ye göçünden 2 yıl sonra Bedir mevki yakınlarında Mekkeli putataparların 3.000 kişilik ordusu, Peygamber’in 305 kişilik kuvveti tarafından mucizevi bir şekilde, kesin olarak bozguna uğratıldı. Ertesi yıl bu savaşın öcünü almak isteyen Mekkeliler, yeniden Müslümanlar’ın üzerine yürüdülerse de Uhud Dağı’nın eteklerinde Peygamber’in 700 kişilik kuvveti, Kureyş ordusunu bozguna uğrattı. Bu vuruşmada, Hz. Peygamber de yaralandı.

Uhud Savaşı’nda Müslümanlar’a Bedir’dekinden biraz daha çok zarar ve zayiat verdiren Mekkeliler, bu sefer 10.000 kişilik bir ordu topladılar; Medine üzerine yürüdüler. Bu büyük kuvveti karşılayacak kadar askeri olmayan Peygamber, vuruşmayı kabul etmedi. Medine’nin etrafını çepeçevre hendeklerle çevirtip savunma savaşına geçti. Bu tarz savaşmayı bilmeyen Mekkeliler, hiçbir sonuç alamadan akıbetlerinden korktukları için ağırlıklarını bırakarak yarı bozgun halde çekildiler. Bu savaşa «Handak» (Hendek) Savaşı denir.

Bu başarıyı gören birçok Arap kabilesi Müslüman oldu, yeni din, Hicaz’ın birçok yerine yayıldı. 628’de Mekkeliler’le Hudeybiye Barışı yapıldı. Bu barışla Mekkeliler, Peygamber’i yeni bir dinin, aynı zamanda bir devletin başı olarak tanımak zorunda kaldılar. Bu, Mekke putataparlığının sonuna yaklaştığına işaretti. 629’da Yahudi dininden olan Araplar’ın elinde bulunan Hayber Kalesi fethedildi. Böylece, Medine Müslüman devleti fetihlere, genişlemeye başladı.

630 yılı ramazanında Hz. Peygamber, 10.000 kişiyle Mekke üzerine yürüdü. Yolda Müslüman olmuş kabilelerden 2.000 asker daha kendilerine katıldı. Mekke, korkusundan savunamadı. Hemen hemen hiç kan dökülmeden Müslümanlar, Arabistan’ın en büyük, en kutsal şehrine girdiler. Hz. Peygamber, kendi eliyle Kabe’deki putları kırdı. Bütün Mekke, İslam dinini kabul etti.

Mekke alındıktan sonra bütün Arap kabileleri islam dinine katıldı. Yeni dini kabul etmeyenler ise, Mekke üzerine yürümeye hazırlanıyorlardı. Hz. Peygamber daha önce davranıp bunları Huneyn mevkinde karşıladı. Hz. Ömer ile Hz. Ali’nin kahramanlıkları sayesinde zafer Müslümanlar’da kaldı. Bu olay üzerine Kızıldeniz üzerindeki limanlarla Tâif yazlık şehri de Müslüman oldu.

Hz. Muhammed Bizanslılar’a Karşı

Bu sıralarda Bizans İmparatoru Heraklius’un büyük bir ordu ile Müslümanlar’ı ezmek üzere Arabistan’a yürüdüğü haber alındı. Hz. Peygamber, Bizanslılar’ı karşılamak üzere, 30.000 kişiyle Tebük’e (Arabistan’ın Suriye sınırına) kadar geldi. Bizans ordusundan eser görünmedi. Yalnız Suriye’ye kadar bütün Arabistan fethedilmiş oldu. Böylece Hint Okyanusu’ndan Suriye Çölü’ne, Kızıldeniz’den Basra Körfezi’ne kadar uzanan geniş ülkelerde, önemli bir İslam devleti kurulmuş oluyordu.

Bundan sonra ölümünün yaklaştığını anlayan Hz. Peygamber, Müslümanlar’ı «Veda Haccı» denen hacda Mekke’de topladı. Bu sırada Allah’dan: «Bugün sizin dininizi kemaline getirdim; size nimetimi tamamladım, ve size din olarak İslam’ı seçtim» ayeti indi.

Hz. Peygamber, Veda Haccı’ndan sonra 8 haziran 632’de vefat etti. Medine’ye gömüldü. Mezarına «Ravza-i Mutahhara» denir. Yerine, İslam dini ve devletinin başkanı olarak, en sevgili arkadaşı ve İslam dinini ilk kabul eden erkek olan Hz. Ebu Bekir seçildi.

Peygamber’in erkek çocuğu yaşamadı. Kızlarından Hz. Ali ile evlenen Hz. Fatima, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i dünyaya getirdi. Hasan soyuna «Şerifler», Hüseyin soyuna «Seyyidler» denir. Bu soylar ilk yüzyıllarda kesilmiş, kaybolmuştur.

Hz. Peygamber, çeşitli İslam kavimlerinin dillerinde, bilhassa Arapça, Türkçe ve Farsça’ da, akıl almaz genişlikte bir edebiyata konu olmuştur.

kaynak:nkfu

Etiketler, , ,

Hun İmparatoru Atilla Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Atilla; Batı Hun hakanı (395-453).

Hükümdarlığı: 434-453.

Muncuk’un oğludur. Gençliğinde bir süre barış rehinesi olarak aşağı Tuna kıyısındaki Novae’de (Sviştov) kaldı. Babası öldükten sonra, amcası Rua’nın yanında yetişti ve Hun Devleti’nin iç ve dış sorunlarını iyice inceledi. Devlet yönetimini kardeşi Bleda ile birlikte üstlendi. 445’te kardeşinin ölümüyle Batı Hun Devleti’nin tek egemeni oldu. İlk işi olarak Bizanslılarla Konstantia (ya da Margos) barışını imzaladı. Aetius ile birleşerek, yağmacı toplulukları ezdi. Öte yandan batı kanadındaki Oktar, Necker Irmağı kıyısındaki Burgondları yenilgiye uğratarak yaklaşık 20 bin kişiyi öldürdü. Değişik cephelerde başarılı savaşlardan sonra Burgondlar, Bavyeralılar, Futhaaglar, Franklar, Türingler, Langobardlar Hun egemenliğini tanıdı ve imparatorluğun sınırları Kuzey Denizi ile Manş Denizi kıyılarına kadar ulaştı.

Bizans’ın Hun ülkesinden kaçan kaçakları geri vermemesi, bazılarım yüksek yerlere ataması. Yunan tüccarlarının Hunları aldatması nedeniyle 440’ta Bizans üzerine yürüdü. Belgrad ve Niş üzerinden Trakya’ya gelen Attila, İmparator II. Theodosius’un Margos Antlaşması koşullarına uyacağı konusunda güvence vermesi üzerine. Tuna kıyısındaki kaleleri almakla yetindi. Bir süre sonra antlaşmayı bozan Bizans üzerine ikinci kez yürüdü. 447’de Sofya, Filibe, Preslav ve Lüleburgaz kalelerini ele geçirdi. Başka bir kol, Termopil ve Tesalya’yı geçtikten sonra, Bizans başkentini kuşatmak üzere doğuya yöneldi. Büyükçekmece’ye yanaşan Hun Ordusu’nun korkusuyla imparator, ağır koşullar içeren bir anlaşmayı imzaladı.

200 bini bulan büyük ordusuyla Macaristan’dan batıya yöneldi. 451’de Ren Irmağı’nı üç koldan geçerek Galya’ya girdi. Aynı yıl Metz ve Rheims’i ele geçiren Hun Ordusu, bugünkü Paris yakınında bulunan Aurelianum (Orleans) Kenti’ne ulaştı. 451’de burada yaptığı ve 24 saat süren savaşta. Roma Ordusu dağıldı ve Komutan Aetius kaçtı. Galya’yı baştan başa ezip geçerek Macaristan’a döndü. Ertesi yıl 100 bin kişilik bir orduyla Alpleri aşıp Venedik Ovası’nda ilerleyerek Roma yakınındaki Ravenna’ya yaklaştı. Korkuya kapılan imparatorun gönderdiği Papa Leo’nun Roma’yı bağışlaması isteğini kabul ederek geri döndü. Doğu ve Batı Roma’ya diz çöktüren Attila, son olarak Sasaniler üzerine yürüme hazırlığı içindeydi. Evliliğinin ilk gecesinde, tam olarak saptanamayan bir nedenle aniden öldü.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Büyük İskender Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Büyük İskenderBüyük İskender; (III. Aleksandros), Makedonya kralıdır (Makedonya, Pella/İÖ 356 – Babil İÖ 323).

Makedonya kralı II. Philippos’un (Filip) oğludur. Ünlü filozof Aristoteles’ten sanat, felsefe ve siyaset dersleri aldı (İÖ 343-340). İlk kez 16 yaşındayken devlet yönetiminde görev aldı; babası Byzantion (İstanbul) seferdeyken kral naipliği yaptı ve Thrak kabilelerinin başkaldırılarını bastırdı. Babasının Aigai’de öldürülmesi üzerine, III. Aleksandros adıyla tahta çıktı. Boyotya’ya gitti ve ayaklanmaya hazırlanan kentlerin yeniden bir araya gelmesini ve olası bir kanlı savaşı önledi. Yunanistan’da birliği (Helen Birliği) sağlayan İskender, Makedonya’ya saldırmak niyetinde olan Thrak ve Kelt kabilelerine karşı sefer açtı. Tuna Irmağı’nın karşı kıyısına geçerek Triballer, Getler ve Keltlerle savaştı. Makedonya’nın kuzeybatı komşusu İlliryalılarla savaşırken Thebai ayaklandı. Tapınaklar ve şair Pindaros’un evi dışında bütün Thebai’yi yerle bir eden İskender, halkı da köle olarak sattırdı. Başta Atina olmak üzere, ayaklanan öteki kentleri bağışladı, Makedonya’ya döndü. Perslere açacağı savaşı planladı; Küçük Asya’ya geçtikten sonra, öncelikle Batı Anadolu kıyı kentlerini ele geçirmeyi amaçladı. Makedonya ve Yunanistan’ın güvenliğini sağlamak amacıyla generali ve arkadaşı Antipatros’u Makedonya’da bıraktı. Yaklaşık 30-34 bin piyade ile 5 bini aşkın atlıdan oluşan kara ordusu ve müttefik kentlerden topladığı 160 gemilik deniz gücüyle Hellespontos’u (bugün Çanakkale Boğazı) geçerek Anadolu’ya çıktı (İÖ 334). İlion’a giderek Troya Savaşı kahramanlarına saygıda bulunduktan sonra Granikos (Biga Çayı) yöresinde Perslerle savaşa girişti ve yenilgiye uğrattı. Güneye doğru inen İskender, Lidya Satraplığı’nın merkezi Sadres’e girdi. Aralarında Ephesos (Efes) ve Smyrna’nın (İzmir) de bulunduğu Aiolia ve İonia kentleriyle Magnesia (Manisa) ve Tralles (Aydın) de karşı koymadan teslim oldular. Pers Donanması’na güvenerek İskender’e karşı koyan Miletos (Millet) Kenti kuşatıldı ve kısa sürede Makedonyalıların eline geçti. Halikarnassos (Bodrum) dışında tüm Karya kentleri İskender’e boyun eğdiler; Halikarnassos’u ise güçlü bir savaştan sonra ele geçiren kral, tüm kenti yaktı. Kışın bastırmasına karşın, Makedonya Ordusu, Likya sınırına doğru ilerlerken 30 kadar kent İskender’e teslim oldu.

İÖ 333 kışı başında Pamfilya’ya geçen İskender, Perge (Murtuna) ve Side’de (Selimiye) iyi karşılandı. Side’ye kadar bütün kıyı kesimini eline geçiren İskender, kışı geçirmek üzere Frigya’ya giderken dağlık alanda kurulu Termessos’u (Güllük) kuşattıysa da doğal kale durumundaki kentin alınmasının güçlüğü karşısında kuşatmayı kaldırdı, Frigya Krallığı’nın başkenti Gordion’a (Yassıhöyük) geldi. İÖ 333 ilkbaharında Ankyra’dan (Ankara) hareket eden Makedonya Ordusu, Kappadokya’nın bir bölümünü ele geçirdi. Kilikya kapılarını (Gülek Boğazı) geçen İskender, İssos’ta ilk kez Pers Kralı III. Darius’un komutasındaki orduyla çarpıştı. İskender’in kendi üzerine yürüdüğünü anlayan Darius, savaş alanından kaçtı. Dağılan Pers Ordusu geri çekildi. Savaş alanı yakınında İskender, Alexandria (İskenderun) Kenti’ni kurdu. Darius’un barış önerisini geri çevirdiği gibi, Damaskos’taki (Şam) hazinesine de el koydu. Makedonya’ dan yola çıktığından bu yana sürekli para sıkıntısı çeken İskender’in İssos Savaşı’ndan sonra para sorunu kalmadı. Mısır’ı aldıktan sonra (İÖ 332-331) Nil Deltası’nda Alexandria (İskenderiye) Kenti’ni kurdu. Tigris (Dicle) Irmağı doğusunda Gavgamela yakınında Arbela’da (Erbil) yeniden Darius ile savaştı; Pers başkentlerinden Persepolis’i gele geçirdi (İÖ 331/330). Darius’ un ölümünden sonra derslerin doğu satraplıkların (İÖ 330/327) ve İndus Irmağı’na kadar olan ülkeleri ele geçirdi. Daha sonra batıya dönerek Babilonya’ya (Babil) geldi; Arabistan seferine haznianırken sıtmadan öldü; Mısır’a getirilerek önce Memfis’de, sonra İskenderiye’de gömüldü.

İskender, krallığı süresinde Adriya Denizi’nden İndus Irmağı’na, Aral Gölü’nden Mısır’a kadar uzanan, üzerinde çok çeşitli toplumların yaşadığı topraklarda egemenlik kurdu. Askerlik alanında bir bütünlük sağlamasına karşın, ortak bir devlet örgütü kuramadıysa da ele geçirdiği topraklarda komutanları yeni krallıklar kurularak Hellenistik Çağı başlattılar.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Amr bin As Kimdir

Amr bin AsAmr bin As, Arap komutanıdır (573-663). Önceleri İslam dinine şiddetle karşı çıktıysa da Mekke’nin ele geçirilmesinden önce 629/630’da Müslüman oldu. Hz. Muhammet onu Zatu’s Selasil’e gönderilen ordunun komutanlığına getirdi. Sonra da Oman’a vali atadı.

Hz. Ömer döneminde Suriye’deki fetih harekatına Yermuk ve Ecnadeyn savaşlarına katıldı ve Hz. Ömer tarafından Filistin’e vali atandı. Daha sonra Hz. Ömer’in buyruğuyla Mısır’ı alınca oranın valisi oldu. Mısır’da mahkemelerin kuruluşuna ve vergilerin düzenli bir biçimde toplanmasına ön ayak oldu. Sonradan Kahire adını alacak olan Fustat Kenti’ni kurdu. Hz. Osman döneminde bu görevinden alındı. Hz. Ali ile Muaviye arasındaki çekişmede Muaviye’nin yanında yer aldı ve Sıffin Savaşı’nda mızrak uçlarına Kuran-ı Kerim yapraklarını asma hilesine başvurarak Muaviye’yi yenilmekten kurtardı. Hz. Ali’nin hakemi Ebu Musa el-Eş’ari ile Hz. Ali ve Muaviye’nin ikisinin birden halifelikten uzaklaştırılmalarına karar verdikleri halde sonradan ikinci bir hileyle Muaviye’yi halife ilan etti.

Hizmetleri nedeniyle Muaviye tarafından yeniden Mısır Valiliği’ne getirildi. 661’de Haricilerin düzenlediği bir komplodan rastlantı sonucu ölümden kurtuldu.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , ,

Andrea Doria ve Denizcilik Kariyeri

andrea doriaAndrea Doria, Cenevizli amiral ve condottieri.(Cenova Körfezi’nde Oneglia 1466 – Cenova 1560).

Küçük yaşta denizciliği benimsedi; genç bir deniz askeri olarak papanın ve çeşitli İtalyan prenslerinin hizmetine girdi. Cenova’yı egemenlikleri altında tutan Fransızların Korsika’yı ele geçirmelerine yardımcı oldu (1503-1506). 1512’de Fransızlar Cenova’dan atıldıktan sonra da Ceneviz Donanması’nın başına getirildi; Osmanlılar ve Kuzey Afrikalı korsanlarla savaşmak için Akdeniz’e açıldı. Ancak bu sularda Hıristiyan ticaret gemilerinin güvenliği sağlama amacına ulaşamadı. 1522’de Kutsal Roma Germen İmparatoru V. Karl, kuvvetlerinin Cenova’yı alması üzerine Fransa’nın hizmetine girdi, Marsilya’yı imparatorluk askerlerinin eline düşmekten kurtardı (1524).

Ancak 1525 Pavia Meydan Savaşı’nda I. François, imparator V. Karl’ın eline tutsak düştükten sonra Papa VII. Clementius’un hizmetine girdi, Kanuni Sultan Süleyman’ın girişimiyle Fransa kralı özgürlüğüne kavuşunca yine François’nın buyruğu altına dönüp Fransa adına Cenova’yı fethetti (1527). Ancak paraca anlaşamadığı kralın hizmetinden ayrılarak imparatora katıldı ve 1528’de Cenova’yı ele geçirip Habsburg Hanedanı’nın korumasının altında bir cumhuriyet yönetimi kurdu. V. Karl ona Melfi Prensi ünvanını verdi. İmparatorluk amirali olarak Türklere karşı birkaç deniz seferi yönetti; Mora kıyısındaki Koran Kalesi’ni ve Patras’ı aldı. V. Karl’ın Tunus’u ele geçirmesinde katkısı bulundu (1535).

Ancak, Avrupa’nın o zamana kadar gördüğü en güçlü ve sayıca kalabalık Birleşik Haçlı Donanması’nın baş amirali olarak katıldığı Preveze Deniz Savaşı‘nda Kaptanıderya Barbaros Hayrettin Paşa karşısında yaşamının en büyük yenilgisine uğradı; canını ve gemisini zor kurtardı (1538). 1541’de V. Karl ile birlikte yine Osmanlılara karşı giriştiği Cezayir Seferi’nde büyük bir yenilgiye daha uğradı. Yaşamının son yıllarında düşmanı olan Cenovalı aileler onu devirmek için bazı düzenlere başvurdularsa da başarılı olamadılar. Karşıtlarını acımasızca cezalandırdı.

1555’te bir daha denizlere açılmamak üzere Cenova’ya döndü. Donanmasının komutasını en büyük yeğeni Giovanni Andrea Doria’ ya bıraktı. Akdeniz’i Hıristiyanlığa kazandırmak için Osmanlılara karşı verdiği deniz savaşlarında bir varlık gösterememekle birlikte tarihin en büyük denizcilerinden biri olarak anılır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

Barbaros Hayrettin Paşa Hayatı ve Zaferleri

Barbaros Hayrettin PaşaBarbaros Hayrettin Paşa en büyük denizcilerimizden biridir. Asıl adı Hızır Reis’tir. XV. – XVI. yüzyıl arasında (1473 – 1546) arasında yaşamış, Akdeniz’de düşman donanmalarıyla çarpışmış, zaferden zafere koşmuştur.

Barbaros, Eceovalı Yakup adında bir sipahi subayının oğludur. Yakup Ağa, 1462’de, Midilli Adası’nın fethi sırasında, Fatih Sultan Mehmet’in sipahileri arasında bulunmuş, fetihten sonra da Midilli’de yerleşip kalmıştır. Orada dört oğlu dünyaya geldi. Bu çocukların adları İshak, Oruç, Hızır, İlyas’tı.

Barbaros (Hızır), kardeşi İlyas’la deniz seferleri yaparken, Rodos yakınlarında, gemileriyle birlikte, Rodos Şövalyeleri’nin eline tutsak düştü. Bir süre, Rodos zindanına kapatıldıysa da, bir kolayını bulup, kaçmayı başardı. O sıralarda, Oruç da kendi başına gemiciliğe başlamış bulunuyordu.

Barbaros, Rodos korsanlarının elinden kurtulduktan sonra, bir süre Antalya’da Şehzade Korkut’un hizmetinde çalıştı. Sonra, Korkut’un da desteğiyle, ağabeyisi Oruç’la birleşerek, Akdeniz’ de seferlere başladı.

İKİ KARDEŞ… İKİSİ DE DENİZCİ

Bir süre sonra, iki kardeş, Tunus’taki Cerbe Adası’na giderek, burayı kendilerine üs yaptılar. Düşmanlardan ele geçirdikleri ganimetlerin beşte birini Tunus hükümdarının hazinesine bağışlayarak, kalede barınma iznini aldılar. Bundan sonra, düşmanlarına karşı savaşlarını günden güne genişleterek, büyük şan, ün kazanmaya başladılar. Akdeniz’deki Ceneviz, Venedik, Fransız, İspanyol kıyılarını hedef tutuyorlar, bu ülkelerin gemilerini bozguna uğratıyorlardı. 1516’da, İspanyollar’ın elinden Cezayir Kalesi’ni almayı başardılar, burada küçük bir hükümet kurdular.

Oruç Reis hükümetin başına geçti. Ancak, pek kısa bir süre sonra, Cezayir Araplar’la İspanyollar’ın saldırısına uğradı. Oruç Reis, düşmanla vuruşurken, Tlemsen’de şehit düştü (1519).

BARBAROS’UN YÜKSELİŞİ

Barbaros Cezayir’de kalmıştı. Ölen ağabey’sinin yerini alarak, hükümetin başına geçti. O sıralarda, Yavuz Sultan Selim de, Mısır’ı almıştı. Barbaros, Kuzey Afrika’daki durumunu sağlamlaştırmak için, Cezayir’i Osmanlı Devleti’nin emrine bıraktı. Yavuz Sultan Selim de, buna karşılık, Barbaros’a Beylerbeyi unvanını verdi. Ayrıca, ikibin yeniçeri, toplar, daha başka savaş araçları gönderdi.

Barbaros artık bir Osmanlı paşası olmuştu, durumu büsbütün kuvvetlenmişti. Bundan dolayı, karşılaştığı düşman saldırıları da artmıştı. Ne var ki, Barbaros, bütün bu saldırıları püskürtüyor, giriştiği her savaşta üstün geliyordu. Çevreye saldığı korku, dehşet oranında, ünü de büyüyor, adı, hikayeleri bütün Akdeniz kıyılarına yayılıyordu.

YENİLMEZ DONANMA

Sultan Selim ölmüş, Kanunî Sultan Süleyman tahta geçmişti (1520). Yeni Padişah, Akdeniz’i egemenliği altına alabilmek için, o zamanlar Osmanlı Devleti’nden sonra Avrupa’nın en güçlü devleti sayılan İspanya ile çarpışıyordu. Kendisine yardımcı olması için, Barbaros’u İstanbul’a çağırdı.

Barbaros, donanmasıyla birlikte geldi. Herbiri bir deniz kurdu olan 18 kaptanını da yanında getirmişti. Bunun üzerine, Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros’u Kaptan-ı Derya (Deniz Kuvvetleri Başkomutanı) yaptı.

Barbaros Hayrettin Paşa, 13 yıl bu görevde kaldı. Birbiri ardınca kazandığı şanlı zaferlerle Osmanlı Donanması’nı yenilmez bir güç haline getirdi.

BARBAROS’UN ZAFERLERİ

Barbaros Hayrettin Paşa Yunan adalarından bir çoğunu, Kandiye’yi, Messina’yı, İtalya’nın birçok kıyı şehrini almıştır. Ayrıca, Avrupalıların denizlerde düzenledikleri Haçlı Seferlerini de bozdu. Akdenizin o çağlardaki en değerli amirali sayılan Andrea Doria‘yı ünlü Preveze Deniz Savaşında yenerek Türk denizclik tarihinin en şanlı sayfalarını yazdı.

Preveze Deniz Savaşı‘na katılan Haçlı Donanması, Barbaros’un donanmasından, sayıca, kat kat üstün durumdaydı. Gene de, Barbaros, düşman gemilerinin çoğunu batırmayı başardı. 1538 eylülünün 28’inde meydana gelen Preveze Deniz Savaşı, dünyanın en zorlu deniz savaşlarından biri, Türk denizcilerinin göğsünü kabartan zaferlerin en büyüğüdür.

Bu savaş, Barbaros’un Akdeniz’de yenilmez, müthiş bir güç olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oldu. Bu savaştan sonra, başta Venedikliler olmak üzere, Akdeniz’de kıyısı bulunan bütün devletler, Osmanlı Imparatorluğu’yla iyi geçinmenin yoluna baktılar. Bu arada, Venedikliler, 300.000 altın savaş tazminatı vererek, barış yaptılar.

KRALLAR KURTARAN KOMUTAN

Fransa Kralı I. François, Kanunî Sultan Süleyman’dan yardım istediği zaman, Barbaros, Osmanlılar’ın denizlerdeki egemenliğini bir kez daha bütün dünyaya kabul ettirdi. Donanmasıyla Nice (Nis)e giderek, orayı aldı. V. Karl (Şarlken)’in donanmasını darmadağın ederek, Fransız hükümdarını kurtardı.

Barbaros, Osmanlı hükümetine birçok zaferlerle birlikte, Cezayir’i, Tunus’u da kazandırmıştır. Ayrıca, kendisinden sonra uzun zaman Akdeniz egemenliğini elinde tutan büyük Türk denizcilerini yetiştiren de odur. Barbaros 1546 temmuzunun 4’üncü günü, yetmiş üç yaşında, İstanbul’da öldü; Beşiktaş kıyılarına gömüldü.

Bugün Beşiktaş’ta, Barbaros’un yattığı yerin yakınında bir anıt vardır. Yelkenli bir gemi biçiminde yapılmış olan bu anıt büyük Türk denizcisinin adını saymak, saygı ile anmak için 1944 yılında dikilmiştir. Her yıl Denizclik Bayramında (1 Temmuz) burada törenler yapılır ve heykele çelenkler konulur.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Kont von Molke Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Kont von MolkePrusyalı ünlü bir askerdir. Otuz yıl Prusya genel kurmay başkanlığında bulunmuştur. XIX. yüzyılın son yarısında yetişen en büyük strateji dehası sayılır.

Moltke Mecklenburg’da doğdu. Eski bir Alman ailesinden olan babası, Napolyon Savaşları’nda varını yoğunu kaybetmesi üzerine Danimarka uyrukluğuna geçmişti. Moltke, Kopenhag’daki Kraliyet Askeri Akademisinde okudu, 1818’de subay olarak Danimarka ordusuna katıldı. Dört yıl sonra Prusya ordusuna geçti, 1832’de Prusya genel kurmayı dairesinde görev aldı.

1835’te İstanbul’a gelen Moltke, Osmanlı hükümetinin hizmetini girdi. İstanbul’da iki yıl kalarak Türkçe öğrendi. Yenilikler yapmak için çalışan II. Mahmut Moltke’ye çok değer veriyordu. Rumeli seyahatinde onu da yanına aldı. Moltke 1838’de Mısırlı Mehmet Ali Paşa’ya karşı yapılan sefere müşavir olarak katıldı. 1839’da bu görevden istifa etti, aynı yıl II. Mahmut da öldüğü için Berlin’e döndü. Prusya ordusunda devamlı olarak çalışmaları sonunda 1858’de Genel Kurmay Başkanlığı’na yükseldi.

Moltke son derece ileri görüşlü büyük bir askerdi. Genel kurmay başkanı olarak, 1864’te Danimarka, 1866’da Avusturya, 1870’te Fransa ile olan savaşları yönetti. Bu savaşların hepsinde de kesin başarı kazandı. Söylendiğine göre, bir gece yarısı, subayın biri onu uykudan uyandırarak Fransa – Prusya savaşının başladığını söyleyince, Moltke hemen çekmecesini açmış, önceden hazırladığı savaş planlarını çıkarmıştır. Gerçekten bu savaş Moltke komutasındaki orduların büyük başarısı ile sonuçlandı, 1870 eylülünde Fransız orduları Sedan’da bozguna uğratıldı. Bir ay sonra da Metz’in düşmesi, Prusya ordularının Paris’e girmesi üzerine Moltke’ye, Mareşallik rütbesi ile birlikte, Kont unvanı da verildi. Moltke 1888’e kadar genel kurmay başkanlığında kalmıştır.

Moltke’nin yeğeni olan Helmuth von Moltke (1848-1916)’de 1906’da Alman Genel Kurmay başkanı olmuş, 1914 sonunda Alman ordusunun Marne Savaşı’nda Fransa’yı düşürememesi üzerine görevinden alınmıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

Napolyon Bonapart Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

napolyon bonaportNapolyon Bonapart, I. Napolyon (15 Ağustos 1769 – 5 Mayıs 1821), tarihin büyük bir askeri dehası olarak kabul edilen ünlü Fransız imparatorudur. Fransa’da imparatorluk idaresinin, Bonaparte hanedanının kurucusudur. Fransızların tarih boyunca yetiştirdikleri en ünlü sima olan Napolyon «le Grand» (Büyük) diye anılır.

Napolyeon, 1769’da, aslında İtalyan olan bir aileden, Korsika Adası’nın Ajaccio şehrinde doğdu. General Charles Bonapart ile Laetitia Ramolino’nun ikinci oğludur. Harb okulundan topçu subayı çıktı. 1793’te Toulon’da İngilizler’e karşı giriştiği başarılı savaşlarla kendini gösterdi, yüzbaşılıktan generalliğe yükseldi. 1794 İtalya seferinde Avrupa çapında ün kazandı. 1796’da İtalya’daki Fransız kuvvetlerine başkomutan oldu. Montenotte, MilIesimo, Mondovi, Lodi, Castiglione, Arcole, Rivoli meydan savaşlarında üst üste düşmanı bozgunlara uğrattı. Hele Rivoli’de kazandığı zafer çok büyüktü. Sayıca az olan kuvvetleriyle düşmanın pek üstün kuvvetlerine karşı kazandığı bu başarılar, Avrupa’da hem şaşkınlık, hem korku uyandırdı. Büyük Friedrich’ten sonra askerlik tarihinde yeni bir devrenin açıldığı anlaşılıyordu.

Napolyon 1798’de Mısır seferine çıktı, Piramitler Meydan Savaşı’nda Osmanlı ordusunu dağıttıktan sonra Mısır’ı ele geçirdi. Suriye’yi alıp oradan ya İstanbul’a, ya da Hindistan’a yürümek isteyen General Bonaparte, Akkâ’da Cezzar Ahmet Paşa’ya yenildi. Mısır’da da tutunamayıp Fransa’ya döndü.

Napolyon Fransa Diktatörü

Napolyon, 1799’da, askeri bir hükümet darbesiyle, Paris’te iktidarı ele aldı, «Birinci Konsül» unvanı ile Fransa devletinin başına geçti; «VIII. Yıl Anayasası» denen yeni bir anayasayı yürürlüğe koydu. 1800’de Kuzey İtalya’da Marengo Meydan Savaşı’nda Fransa’nın azılı düşmanı Almanya (Avusturya)yı yendikten sonra 1802’de «Ömür Boyunca Konsül» ilan edildi. Yeniden anayasayı değiştirdi; «X. Yıl Anayasası»nı yürürlüğe koydu.

Napolyon bu sırada, Fransa’yı yeni kurumlar ile donattı; Fransa Bankası’nı kurdu, üniversiteleri devrin ihtiyacına uygun şekilde düzenledi, «Legion d’Honneur» nişanını çıkardı. Medeni Kanun’u yaptı, maliyeyi düzeltti. Tamamen diktatörce davranışlarla bütün Fransa’yı kendine bağladı. 18 Mayıs 1804’te «Fransız İmparatoru» ilan edildi. Yeniden anayasa değişti; «XII. Yıl Anayasası» yürürlüğe girdi. Böylece «I. Napolyon» olan General Bonapart, bundan sonra Fransa’ya barış yüzü göstermemecesine Avrupa tarihinin o zamana kadar görmediği bir yayılma siyasetine başladı.

Rusya Seferi

Austerlitz, Iena, Eylau, Friedland, Eckmühl, Wagram meydan savaşlarında Avusturya, Prusya, Rusya kuvvetlerini sayıca daima az ordusu ile yok ettikten sonra, İngiltere, Rusya ve Osmanlı dışında bütün Avrupa’yı eline geçirdi. Kardeşlerini İspanya’ya, Hollanda’ya, Vestfalya’ya, eniştesini Napoli’ye kral yaptı. İspanya’daki çete savaşında itibarının sarsılmasından korktuğu anda, görülmemiş çapta «Büyük Ordu» denen ordusu ile 1812’de Rusya seferine çıktı. Borodino Meydan Savaşı’nda Rus ordusunu yok ettikten sonra Moskova’ya girdi. Yalnız, Ruslar, geri çekilirken, geçtikleri her yeri yakmışlardı. Napolyon, bu durum karşısında, aç kalmamak için, kışın Rusya’ dan çıkmak zorunda kaldı. Yolda ordusu fena halde hırpalandı. Napolyon soğuktan, hastalıktan, çete savaşlarından kuvvetlerinin büyük bölümünü kaybetti, perişan şekilde Paris’e zor ulaştı.

Elba’ya Sürgün

Napolyon, hala Avrupa’nın önemli bölümünü elinde tutmak şartı ile, barış yapabilecek durumdaydı. Yalnız, düşmanlarına tamamen boyun eğdirmek hırsına kapılmıştı, yeniden savaşa girişti. 1813’te Leipzig Meydan Savaşı’nda yenildi. İngiliz-Rus-Avusturya-Prusya birleşik kuvvetleri Paris’e girdiler. Napolyon Elba Adası’na sürüldü.

Napolyon bu ilk sürgünde ancak 10 ay kaldı, 26 şubat 1815’te adadan kaçtı, Fransa’ ya çıktı. Paris’e gelip tahta geçti; Kral XVIII. Louis Fransa’dan kaçmak zorunda kaldı.

İkinci Sürgün

Napolyon, Müttefikler’e baş eğdirmek üzere harekete geçti, 18 haziran 1815’te Belçika’da Waterloo Meydan Savaşı‘nda İngiliz – Prusya kuvvetlerine yenildi. Paris’e geldi. Tahtı bırakması için zorlandı. İngilizler tarafından Saint-Helena Adası’na sürüldü 6 yıllık acıklı bir esaretten sonra burada 1821’de 52 yaşında öldü. Sonradan 1840’ta cenazesi törenle Fransa’ya getirildi; Paris’te Invalides’e gömüldü.

Ölümünden çok sonra Napolyon’un doğal bir ölüm ile değil de arsenikle zehirletilerek öldürüldüğü iddiası ortaya atıldı. Uzun tartışmalara yol açan bu iddianın ne derece doğru olduğu bugün için kesin olarak anlaşılamamıştır. İngilizler tarafından Atlas Okyanusu’ndaki Saint-Helena adasına sürgün edilen İmparatorun yeniden kaçıp Fransız tahtını ele geçirmesinden korkulduğu için bu şekilde ortadan kaldırılmasına lüzum görüldüğünü ileri sürenler olmuştur.

Napolyon genç bir generalken, Josephine de Beauharnais ile evlenmşti. Çocuğu olmadığı için, 1809’da onu boşadı; ertesi yıl Avusturya Arşidüşesi Marie-Louise ile evlendi. Ondan tek çocuğu oldu. II. Napolyon adı ile kısa süre tahta dahi çıktı. Ancak oğlunun sonu babasından dah ahazin olmuş ve 21 yaşında vefat etmiştir.

Napolyon, gerçek bir askeri ve idari deha sahibiydi. Büyük askeri hatiplerden biriydi. Saint-Helena’da hatıralarını yazmıştır. Devrinde Fransa, İngiltere’den, geçici olarak, dünyanın en büyük devleti imtiyazını aldı; 1799’dan 1812’ye kadar Fransa Cumhuriyeti, dünyanın en güçlü devletî oldu ki, bu güce ondan sonra bir daha erişememiştir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

Hacı İlbeyi Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında Hayatı ve Başarıları

Hacı İlbeyiHACI İLBEYİ (Ölümü: 1364), Osmanlı devletinin kuruluşunda birinci derecede yararlık gösteren en büyük Türk komutanlarından biridir. Karesi Beyliği komutanlarından iken Orhan Gazi’nin bu beyliği alması üzerine Osmanoğulları hizmetine geçti. Osmanlıların ilk fetihlerinde bulunduktan sonra Veliaht Süleyman Paşanın idaresinde Rumeli’nin alınması hareketlerine de katıldı.

Türkler’in Rumeli’yi almakla, Avrupa’da son derece önemli bir köprübaşı tuttuğunu, Çanakkale Boğazı gibi dünya stratejisinin düğüm noktalarından birine hakim olduğunu gören Avrupa devletleri Osmanlı Türkleri’ne karşı ilk Haçlı seferini hazırladılar. Papa V. Urbanus’un tertip ve teşvikiyle Avrupa’nın en büyük devletlerinden olan Macaristan, henüz kendisinden bir hayli uzakta bulunan Türkler’e karşı Haçlı seferi işini üzerine aldı. Macaristan’ın etrafında Sırbistan ve Bosna krallıkları, Eflak (Romanya) Prensliği gibi Balkan devletleri toplandı. Bağlaşık ordunun başkomutanı Büyük-Macaristan Kralı V. Layoş’tu; yanında Sırbistan Kralı V. Uroş, Bosna Kralı I. Tvrtko ile daha başka Balkanlı prensler de bulunuyordu. Bağlaşıkların kuvveti 100.000 kişiydi; o devre göre pek büyük bir askeri kuvvetti.

Türkler, Edirne’den sonra 1363’te Filibe’yi de almışlar, Meriç’in güneyindeki bütün topraklara hakim olmuşlardı. Haçlılar ertesi yıl (1364) Türk topraklarına girdiler, Edirne yakınlarına kadar geldiler. Bu tarihten başlayarak «SırpSındığı» diye anılacak olan yerde karargâh kurdular. Bizans, Haçlılar’ın başarısından emindi, Türk tehlikesinden kurtulacağından dolayı sevinç duyuyordu. Bu sıralarda Türk kuvvetleri meşguldü, az çok gafil avlanmıştı. Türk ordusunun toplanmasına kadar düşman Edirne’ye girebilir, hatta daha fazla ilerleyebilirdi.

Sınırın korunması ile görevli bulunan Hacı İlbeyi bunu anladı, başaramadığı takdirde en büyük sorumluluklara maruz kalacağını bildiği halde, son derece cüretkar bir karar verdi. Emrinde 10.000 kişilik bir kuvvet vardı. Bunlar o zamanlar Osmanlılar’ın sonraki askerî teşkilatı olmadığından, bir «gazi-derviş» (gönüllü) ordusu idi. Hepsi atlıydı, Rumeli fetihlerinde pişmiş, tecrübeli askerlerdi. Genişleme zamanlarına mahsus hummalı bir enerji taşıyorlardı. Hacı İlbeyi, pek dahice bir çabuk kavrama ile, güneş doğmadan biraz önce, üç koldan büyük Haçlı ordusuna saldırma emri verdi. Uyumakta olan Haçlılar, esas Türk ordusunun baskınına uğradıklarını sandılar. Bu şaşkınlık içinde, Hacı İlbeyi, pek başarılı manevralarla, Haçlılar’ı kılıçtan geçirdi. Türk kılıcından kurtulan birkaç perişan birlik Meriç’e can atarken suda boğuldu. Büyük-Macaristan Kralı, birkaç kişiyle ırmağı zor geçip canını kurtardı.

Sırp Sındığı zaferi, Türk devletinin artık bütün Avrupa ölçüsünde bir kuvvet olduğunu gösterdi. Bu, Osmanlılar’ın ilk büyük meydan savaşıydı. Muzaffer komutanı Hacı İlbeyi, zaferden birkaç ay sonra öldü. Zehirlendiğine dair bir rivayet vardır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , , ,

Perikles Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

PeriklesPERİKLES (M. Ö. 499 – M. Ö. 429)

Eski Yunanistan’da Atina’lı tanınmış bir devlet adamıdır. Çağının Zenon, Protagoras gibi ünlü düşünürlerinden ders almış, genç yaşta zekâsının parlaklığı ile dikkati üzerine çekmişti. Dürüstlüğiyle de ün salmıştı, zengin olmasına rağmen, basit bir hayat yaşıyor, vaktinin büyük bir kısmını Sokrates, Aspasie, Phidias gibi sanat ve fikir adamları ile geçiriyordu. Siyaset hayatına atılınca da, halkın tarafını tuttu. Karşılaştığı güçlüklere rağmen, düşündüğü yenilikleri gerçekleştirmek için çalıştı. Halkın desteklemesiyle yükseldi, tam on beş yıl üst üste başkomutan seçildi.

O sıralarda Atina Persler’le (İranlılarla) savaştaydı. Spartalılar’ın yüz çevirmesi Atina’yı zor bir durumda bırakabilirdi. Perikles, ilerisini görerek, M.Ö. 447’de Persler’le Kallias Barışı’nı yaptı. Onun bir başka başarısı da Spartalılar’la imzaladığı 30 yıllık barış oldu. Perikles, böylece, Atina devletine barış ve bayındırlık getirdi. O kadar ki M.Ö. 446 – M. Ö. 431 yılları arasındaki parlak çağ «Perikles Çağı» diye anılır, hattâ M.Ö. V. yüzyıla «Perikles Yüzyılı» denir.

Yalnız, Perikles, bütün gayretlerine rağmen, savaşı gene önleyemedi. Spartalılar’la yapılan otuz yıllık barış antlaşması M.Ö. 431′ de fesh olundu. Böylece, 27 yıl sürecek olan Peloponez Savaşları başladı. Spartalıiar Perikles’in sürgün edilmesini istediler, çünkü savaşın planlarını Perikles yapmıştı. Atinalılar var güçleriyle dayanıyorlardı. Yalnız, doğudan erzak getiren bir gemiyle Atina’ya veba salgını yayıldı, halkın üçte biri bu salgında kırıldı. Önce oğullarını, kız kardeşlerini, dostlarını kaybeden Perikles de bu salgında öldü.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Yavuz Sultan Selim Kimdir

Yavuz Sultan Selim
SELİM I., [Yavuz] (10 Ekim 1470, Amasya – 22 Eylül 1520, Çorlu)

Osmanlı padişahlarının 9.’sudur. II. Bayezit’in oğlu, Fâtih Sultan Mehmet’in torunudur. Amasya’da doğdu, 53 yaşında, İstanbul’da şirpençeden öldü.

«Yavuz» diye anılan 1. Selim, şehzadeliği sırasında Trabzon valisiydi. Kendisinden yaşça büyük olan Korkut ve Ahmet adlı kardeşlerinin devlet büyükleriyle anlaşarak padişah olmaya hazırlandıklarını duyunca, başına asker toplayarak Rumeli’ye geçti. Babası II. Bayezit’le savaşa tutuşup, onun askerlerini elde etti. Yeniçeriler «Biz Sultan Selim’i isterük!» diyerek onun tarafına geçtiler.

I. Selim, böylece yendiği babasını tahttan indirdi ,1512’de tahta çıktı. Sonra kardeşleri Saruhan valisi Korkut’la, Amasya valisi Ahmet’le çarpışarak, onları da ortadan kaldırdı.

Din ve Mezhep Kavgaları

I. Selim, tahta çıktığı sırada din ve mezhep kavgaları, Osmanlı devleti için büyük bir tehlike haline gelmişti. Yavuz, hem bu tehlikeyi önlemek, birliği kurmak, hem de babası zamanında, amcası Sultan Cem’in açtığı dertlerin önünü almak için çok şiddet gösterdi. Osmanlı tarihleri, din birliğini kurduğu, daha sonra «Halife» unvanını da aldığı için, I. Selim’in kan dökücülüğünü bağışlarlar.

I. Selim, babasını ve kardeşlerini ortadan kaldırdıktan sonra, Osmanlı sınırları içinde tek mezhep olarak Sünniliği seçti, şiîliğin koruyucusu olan İran hükümdarı Şah İsmail’le savaşa hazırlandı. Önce, Osmanlı sınırları içinde şiîliği kabul edenlerin listesini yaptırıp, önde gelenlerden 40 bin kişiyi kestirdi. Sonra Şah İsmail’in üzerine yürüdü.

Çaldıran ve Mercidabık Savaşları

Yavuz Selim 1514 ağustosunda Çaldıran ovasında Şah İsmail ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Hazinesini, karısını, çocuklarını ele geçirerek, Şah’ın başkenti olan Tebriz’i de aldı. Dönüşünde Diyarbakır, Van, Bitlis taraflarını, Dulkadıroğulları’nın devletini ortadan kaldırarak Maraş’ı, Elbistan’ı da Osmanlı topraklarına kattı, bu arada Erzurum’la Erzincan’ı da aldı.

Yavuz, 1516’da, Şah İsmail’in tarafını tutan Mısır Kölemen (Memlûk) Sultanı Kansu üzerine yürüdü, Halep yakınlarında Mercidabık’ta Mısır ordusunu yendi. Sultan Kansu bu savaşta öldü. Halep, Malatya ve Antep’i alan Yavuz Selim, Şam’a yürüdü. Gazze’de bir savaş kazandıktan sonra Suriye ile Filistin’i aldı, sonra da Mısır’a girdi.

Yavuz Selim Halife

Bir yıl kadar Mısır’da kalan, Kölemenler’in son sultanı Tomanbay’ı da yenen Yavuz o zaman Mısır’a bağlı olan Hicaz’ı, daha sonra Kölemenler’in elinde oyuncak olan son Abbasî Halifesi El Mütevekkil’den halifeliği de aldı (1517). El Mütevekkille akrabaları İstanbul’a gönderildi. Mütevekkil, Yedikule’de hapsedildi. I. Selim’in ölümüne kadar orada kaldı. Yavuz Selim’in Osmanlı sultanlarına miras bıraktığı Halifelik 407 yıl bu hanedanın elinde kaldı. I. Selim, bu büyük ve kazançlı savaşlardan sonra İstanbul’a dönünce, büyük bir donanma hazırlamaya başladı. Bu arada orduyu da inzibat altına aldı. Selim’in ya Rodos Şövalyeleri’ne karşı hazırlandığı, ya da İran üzerinden Hindistan’a yürümek, babasının dedesi Yıldırım Bayezit’i yenen Timur’un torunlarından öç almak istediği söylenir. Yavuz Selim, bu hazırlıklarla uğraşırken Çorlu ovasında şirpençeye yakalandı. Yarayı basit bir çıban sanarak önem vermedi. İstanbul’da bu hastalıktan ölerek, adını taşıyan caminin yanındaki türbeye gömüldü.

I. Selim, 8 yıl tahtta kaldı. Uzunca boylu, geniş yapılı, sert yaradılışlı bir adamdı. Osmanlı sultanlarının çoğu gibi uyuşuk, zevkine, şehvetine düşkün değildi. Kolayca kan döktüğü gibi, bilginlere, doğru sözlü insanlara da saygı gösterirdi. Divan şairlerinin iyilerinden sayılır. Oldukça kuvvetli Türkçe şiirleri vardır. Farsça şiirleri de kudretlidir. Osmanlı sultanları arasında sakalsız olan ilk padişah Yavuz Selim’ dir, ikincisi II. (Genç) Osman’dır. Hemen her yönü ile öteki padişahlardan ayrılan I. Selim’in giyinişi de değişikti. Başına değişik bir kavuk giydiği gibi, üzerine dar, sade elbiseler, ayaklarına da dizlerine kadar çıkan yumuşak çizmeler giyerdi. Ayrıca sol kulağına bir inci küpe takardı. İstanbul’da Sultan Selim Camisi’nin yanındaki türbesinde gömülüdür.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , ,

İsmet İnönü Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

İsmet İnönüİsmet İnönü ( 24 Eylül 1884, İzmir – 25 Aralık 1973, Ankara),

Yakın tarihin en büyük Türk devlet adamlarından biridir. Kurtuluş Savaşı’nda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında büyük rol oynamıştır.

İsmet İnönü 24 Eylül 1884’te İzmir’de doğdu. Babası Malatya’lı Hacı Reşit Bey, annesi müderris Hasan Efendi’nin kızı Cevriye Temelli’dir.

Mustafa İsmet 5 yaşına kadar İzmir’de kaldı. Memuriyeti nakledilen babası ile birlikte Sivas’a giderek ilkokula orada başladı. Bir yıl sonra da Askeri Rüştiye’ye girdi. On yaşındayken burasını tamamlayarak Mülkiye İdadisi’ne devama başladı. Babasının İstanbul’a nakledilmesi üzerine Halıcıoğlu’ndaki Topçu İdadisi’ne yazıldı. 1900’de Topçu Harbiyesi’ne girdi. 1903’te mülâzim-i sani (teğmen) olarak birincilikle mezun oldu. Harbiye’den erkânıharp sınıfına ayrılan Mustafa İsmet Pangaltı’dakî okula devam etti, 1906’da kurmay yüzbaşısı oldu.

İsmet İnönü’nün askerlik hayatı Edirne’den başlar. Burada bir yandan II. Ordu’da vazife görürken, bir yandan da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Edirne’deki faaliyetlerini idare ediyordu. 1908 yılında kolağalığına terfi etti, 1908’de Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki Kongresine katılarak Mustafa Kemal (Atatürk) le görüştü. 31 Mart İhtilalini bastırmak için İstanbul’a gelen Hareket Ordusu’na Edirne’den katılan tümenin kurmay başkanlığını yaptı.

1910-1912 yıllarında Yemen’deki kuvvetlerin kurmay başkanlıklarında bulunan İsmet İnönü 1913’te İstanbul’a çağırıldı. Balkan Savaşı dolayısıyla Bulgarlarla yapılan barış görüşmelerindeki heyetimize askeri müşavir olarak katıldı. 1914 seferberliğinde kurulan I. Ordunun kurmay heyetine tayin edildi, o yıl rütbesi kaymakamlığa yükseltildi. Bir yıl sonra İkinci Ordu kurmay başkanlığına tayin edildi. 1915’te rütbesi miralay (albay) oldu. O sırada II. Ordu komutanı olan Atatürk’ le savaş alanında işbirliği yaptı, daha sonra 4. Kolordu Komutanı olarak Kafkas Cephesinde, 20. ve 3. kolordu komutanlıkları göreviyle de Suriye ve Filistin cephelerinde savaştı. I. Dünya Savaşı mütarekesinde Harbiye Nezareti Müstaşarı sıfatı ile Sulh Hazırlığı Komisyonu başkanlığında bulundu.

Kurtuluş Savaşı’nda

İnönü, Millî Mücadele yıllarında, Atatürk’ le işbirliği yapmış, 16 mart 1920’de İngilizlerin İstanbul’u işgal etmeleri üzerine, kaçarak Ankara’ya gitmiştir. 9 nisanda Ankara’ya varan Miralay İsmet, Birinci Büyük Millet Meclisi’ne Edirne Milletvekili olarak katıldı, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye (Genel Kurmay) başkanlığına seçildi.

İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı’nda, Garp Cephesi Şimal Grubu komutanı bulunduğu sırada, asi Çerkez Ethem kuvvetlerine karşı harekâta girişti. 1921 ocak ayının ilk günlerinde bu kuvvetleri dağıtması üzerine Büyük Millet Meclisi’nce mirlivalığa yükseltildi, o tarihten sonra da İsmet Paşa diye anılmaya başlandı. İsmet Paşa, aynı yılın ilk aylarında düşmanın İnönü mevkiinde yaptığı taarruzları bozguna uğratması üzerine Umum Garp Cephesi Kumandanı oldu . Savaşın kazanılması üzerine de Mudanya’da yapılan mütareke konferansında Türk başmurahhası olarak vazife gördü. 31 ekim 1922’de Dış İşleri Bakanı oldu. Türk başmurahhası sıfatiyle Lausanne (Lozan) Konferansı’na katıldı. 24 temmuz 1923’e kadar süren müzakereler sonunda Lozan Barış Antlaşmasını imzaladı.

Cumhuriyet Devrinde

Cumhuriyetin ilânının ertesi günü, 30 ekim 1923’te İcra Vekilleri Heyeti Reisliğine (başbakanlığa) getirildi. Başbakanken rütbesi birinci ferikliğe yükseldi. 1927’de kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Soyadı kanununun çıkması üzerine «İnönü» soyadını alan İsmet Paşa on beş yıl müddetle başbakanlık etti, 1937 yılının temmuzunda bu görevden ayrıldı.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk’ün yanı başında, onun en yakın arkadaşı ve sağ kolu olarak çalışan İnöny, başbakanlığı sırasında da, Atatürk’ün kararlaştırdığı devrimleri gerçekleştirmek için bütün gayretiyle çalıştı, şapka devriminden harf devrimine, ekonomik kalkınmalardan endüstri alanındaki hamlelere kadar Cumhuriyet hükümetinin başbakanı olarak verimli faaliyetlerde bulundu. Bu arada, güttüğü «demiryolu siyaseti» ni başarıyla yürüterek, yurdu demir ağlarla ördü.

Atatürk’ün ölümünün ertesi günü, 11 kasım 1938’de toplanan Büyük Millet Meclisi, İsmet İnönü’yü Türkiye Cumhuriyeti’nin II. Başkanı olarak seçti. İnönü Atatürk’ün aziz nâşınin ebedî istirahat yerine konulduğu 21 kasım 1938 günü Türk milletine hitaben yayınladığı beyannamede, milletin Ulu Ata’ya karşı olan ölmez duygularını şu sözlerle dile getirmiştir:

«Devletimizin bânisi, milletimizin sadık hâ-dimi, insanlık idealinin âşık ve mümtaz siması, eşsiz kahraman Atatürk; vatan sana minnettardır.»

II. Dünya Savaşı’nda

İnönü, II. Dünya Savaşı yıllarında, güttüğü tarafsızlık siyasetini başarıyla yürüktü. Yurdumuz, İngiltere, Fransa ve Amerika safında yer almıştı; bununla birlikte, İnönü’nün çizdiği siyasî plânlar sayesinde, Türkiye savaşa girmedi. Bu arada, İnönü’nün İngiliz Başbakanı Churchil ile Adana’da, daha sonra Churchill ve Amerikan Cumhurbaşkanı Roosevelt’ le Kahire’de yaptığı görüşmeler II. Dünya Savaşı tarihinin en önemli görüşmeleri arasında yer almıştır.

Savaştan sönra, İnönü, yeni kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’na Türkiye’nin de katılmasını sağlarken, öte yandan yurdumuzda çok partili demokratik hayatın başlaması için de kararını vermişti. 19 mayıs 1945 nutkunda bu yeni hayatın ilk müjdesini veren İnönü, aynı yılın 1 kâsımında, Büyük Millet Meclisi’ni açış nutkunda da yurdumuzda bir muhalefet partisinin eksikliğini belirtti.

İnönü’nün verdiği bu işaret üzerine, kendisinin başkanı bulunduğu C. H. P.’den başka birçok siyasi partiler daha kurulmaya başladı. Bu arada, 1946 başlarında D. P. kuruldu. 1947’de, partiler arasında baş gösteren buhranı önlemek üzere yayınladığı beyanname, siyaset tarihimizde «12 Temmuz Beyannamesi» diye ün kazanmıştır. İnönü bunda, yurdumuzda demokrasinin yürümesi için kesin karar verilmiş olduğunu açıkça belirtiyordu.

14 mayıs 1950 seçimlerinde C. H. P.’nin çoğunluğu kaybetmesi üzerine, İnönü, muhalefet lideri olarak çalışmaya başladı, T.B.M.M.’nde de Malatya milletvekili olarak vazife gördü. 1957’de iktidar partisinin aldığı antidemokratik kararlar karşısında İnönü, muhalefet lideri olarak, görevine daha büyük bir şevkle devam etti. 27 mayıs 1960 ihtilalinden sonra yapılan ilk seçimlerde (15 ekim 1961) C. H. P. nin B. M. M.’nde çoğunluğu alması üzerine, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından başbakanlığa getirilen İnönü, 24 yıllık bir aradan sonra, yeniden hükümet başkanı oldu.

Siyasî Şahsiyeti

İnönü, büyük bir komutan olduğu gibi değerli bir hükümet adamı, dünya çapında bir siyaset adamıdır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra milletimizin siyasî haklarını Batı devletlerine kabul ettirmek için Lausanne (Lozan) görüşmelerinde gösterdiği başarı tarihte ünlüdür. Bu arada, tartışmalarda gösterdiği metanete, siyaset ve hazırcevaplığa örnek olan şu konuşma tarihe geçmiştir:

İngiliz delegesi Lord Curzon, bir akşam, yemekte şöyle demişti:

— «Aylardan beri müzakere ediyoruz, istediklerimizden hiçbirini elde edemiyoruz, çünkü anlayış göstermiyorsunuz. Memleketiniz harap. Yarın geleceksiniz, bizden yardım istiyeceksiniz. İşte o zaman, sizin şimdi kabul etmediğiniz tekliflerimizi yeniden çıkarıp birer birer önünüze sereceğim.»

İnönü gülümsiyerek cevap verdi:

— «Biz bu sonuca büyük emeklerle vardık. İleri sürdüğünüz şartlar milletimiz bakımından haklıdır. Bunları mutlaka elde edeceğiz. Bu haklarımızı şimdi siz bize verin, sonra yardım istemeye gelirsek o zaman siz istediğiniz şartları ileri sürebilirsiniz.»

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , ,

Deli Hüseyin Paşa Hakkında Bilgi

Deli Hüseyin Paşa ( Ölümü 1695)

Ünlü bir Türk komutanıdır. Bursa Yenişehir’de doğdu. Saraya girerek eğitim, öğretim gördü. Görülmemiş kuvvetiyle, spora pek meraklı olan IV. Murat‘ın dikkatini çekti. 1632’de vezaret (mareşallik) rütbesiyle kaptan-ı deryalığa (deniz kuvvetleri komutanlığına) getirildi. 1634 Revan Seferi‘ne katıldı. 1635’te Mısır beylerbeyi (genel valisi) oldu; 2 yıl sonra azledildi. 1638 Bağdat Seferi’nde de IV. Murat’la beraber bulundu. Seferden sonra kubbe veziri (devlet bakanı), 1639 sonunda da sadaret kaymakamı (başbakan vekili) oldu. Sultan İbrahim’in tahta geçmesi üzerine ( 1640) yeniden kaptan-ı deryalığa getirildi. Bosna, Bağdat (Irak), Budin (Macaristan) beylerbeyliklerinde bulunduktan sonra, ikinci Vezir oldu.

Hüseyin Paşa, 17 parça gemiyle, 2 Ocak 1646’da Girit’e, adayı fethe çalışan Türk ordusuna yardımcı olarak gönderildi. Onun gibi tanınmış, cesur bir komutanın adaya ayak basması, Türk ordusunda büyük sevinç uyandırdı. Aynı yılın 15 ağustosunda «Girit serdarı» unvanı ile başkomutan oldu. 14 kasımda Resmo Kalesi’ni Venedikliler’den aldı. Daha 6 kale fethederek adanın doğu yarısını Türk egemenliğine soktu.

Hüseyin Paşa 22 nisan 1647’de adanın merkezi olan, son derece berkitilmiş bulunan Kandiye’nin kuşatmasına başladıysa da hücumları bir sonuç vermedi. İstanbul’dan cephane gelmez olmuştu. Osmanlı’nın başkenti binbir kargaşalık içindeyken, Hüseyin Paşa, kendi imkanlarını kullanarak, Girit’te Türkler’in elinde bulunan bölgelerde teşkilat kurmak, bayındırlık eserleri yapmakla uğraşıyordu. 28 şubat 1656’da sadarete getirildiyse de 9 gün sonra arkadan gönderilen başka bir hatt-ı hümayunla sadaretten azledildiği bildirildi; az sonra bu makama Köprülü Mehmet Paşa getirildi.

Hüseyin Paşa 12 temmuz 1658’de Edirne’ ye gelerek Girit’teki durumu IV. Mehmet’e arzetti. Üçüncü defa kaptan-ı derya oldu, sonra Rumeli beylerbeyliğine getirildi. 1659’un ilk günlerinde, onun şahsında makamı için büyük bir rakip gören, askeri ününden ürken Köprülü Mehmet Paşa tarafından idam ettirildi. Yedikule’ye gömüldü. İdamı, genel bir üzüntü uyandırdı. Girit’te kendi parası ile 4 cami, 2 medrese, 1 tekke, birçok çeşme yaptırmıştır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , ,

Kılıç Arslan Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında


I. Kılıç ArslanI. KILIÇ ARSLAN (Ölümü: 1107)
Anadolu Selçuklu Devleti’nin üçüncü hükümdarıdır. Anadolu’da Türklüğün yurt edinmesinde en büyük rol oynayan simalardan biridir, Türkiye’nin kurucusu Selçukoğlu Süleyman Şah’ın oğludur. 1086′ da babası ölünce, kardeşi Melik Davut, Selçuk hükümdarı oldu. Bilindiği gibi Selçukluların Anadolu şubesi, Büyük Türk Hakanlığı tacını taşıyan aynı hanedanın «Büyük Selçuklular» denen dalına bağlıydı. Bu sıralarda Türk imparatorluk tahtında Alp Arslanoğlu Sultan Melikşah oturuyordu.

Prens Kılıç Arslan, İsfahan Sarayı’nda, Sultan Melikşah’ın nezaretinde dikkatli bir eğitim ve öğretime tabi tutulmuştu. Kardeşi Melik Davut, Anadolu’da birliği sağlayamamıştı; Türkmen beyleri ile çekişme halindeydi. Kılıç Arslan, babası Süleyman Şah’ın Anadolu seferlerine ve fetihlerine katıldığı için, Anadoluyu çocuk yaşından beri iyi tanıyordu. Kendi hakimiyeti altında Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde hüküm sürmekte olan 3 Türk krallığını, Dânişmentliler’i, Mengücekler’i ve Saltuklular’ı daha sıkı bir şekilde İznik’e bağlamaya çalıştı. Bu sıralarda I. Haçlı Seferi başlamıştı.

Haçlılar’a karşı

I. Haçlı Seferi’nin ilk dalgasını teşkil eden birkaç yüz bin Avrupalı, İznik’i Türkler’ den geri almak sevdası ile Anadolu üzerine yürüdü; Müslüman, Hıristiyan farkı gözetmeksizin önüne geleni boğazladı. 1096 eylülünde Kılıç Arslan, bu sürüyü İznik yakınlarında tamamen kılıçtan geçirdi. Fakat Haçlı Seferi’nin ikinci dalgası geliyordu. Bu sefer gelenler, Avrupa’nın bütün eli silâh tutanlarından, şövalyelerden, kontlardan, dukalardan müteşekkil 600.000 kişilik, gerçek bir orduydu.

Godefroy de Bouijlon’un başkomutanlığı altındaki Haçlılar, Bizans önlerine geldikleri zaman, sayıları 600.000’i bulmuştu. Yolda bu orduya bir sürü çapulcu katılmıştı. Güya Bizans’ı Türklerden kurtarmaya gelen bu sürü, İmparator Alexis Komnenos’u ürküttü. Genç ve muktedir imparator, bu Avrupalı barbarları başından def etmek için, aralarında aynı topraklarda yanyana yaşamaktan doğan bir yakınlaşma olan Türkler’le anlaşmaya taraftardı.

Balkanlar’da ve Güney İtalya’da Bizans egemenliğini tekrar sağlayarak Anadolu’nun kaybını telâfiye çalışan İmparator, Haçlı komutanları ile acele bir anlaşma yapıp onları Anadolu’ya yani Türklerin üzerine gönderdi. Yapılan anlaşmaya göre Haçlılar, Anadolu’da Türkler’ den koparabildikleri ülkeleri Bizans’a verecekler, ancak Anadolu dışında fetihler yaparlarsa, kendileri için alıkoyacaklardı.

Haçlılar, 1097 mayısında İznik’i kuşatmaya başladılar. Bunun üzerine Kılıç Arslan ile Haçlılar arasında geçen ve 10’a 1 nispetinde kuvvetler arasında cereyan eden meydan savaşında her iki taraf da büyük zayiat verdi. Düşmanın kahredici sayı üstünlüğü karşısında meydan savaşı vererek kesin başarı kazanmanın imkânsızlığını anlayan Kılıç Arslan, gerilla savaşı yapmak üzere çekildi.

Haçlılar, Eskişehir yönünde Anadolu’ya daldılar. 30 haziran 1097’de Haçlılar’ı Eskişehir’de karşılayan Kılıç Arslan, çok kanlı vuruşmalardan sonra düşmanı meydan savaşında yok edemeyeceğini kesin şekilde anladı. Yanında, başta babasının dayısı Dânişment Gazi olmak üzere en seçkin Türk komutanları bulunduğu halde, düşmanı, yürüyüş halindeyken, yaz Sıcağı altında vurmaya ve düşman birliklerini ayrı ayrı pusuya düşürerek yok etmeye başladı.

Bu sırada Türkler, aynı zamanda kudretli Bizans ordusuna karşı Anadolu’yu savunmak durumundaydılar. İmparator Alexis, fırsattan faydalanarak Batı Anadolu’yu, bu arada İzmir’i, Türkler’den geri aldı. Bu suretle Türkilerin sınırlarında önemli bir daralma oldu.

Türkler, Anadolu’nun merkez yaylasına sıkışarak en güç şartlar içinde vatan savunmasına koyuldular. Toros’taki Ermeni beyleri de durumu fırsat bilip Kilikya’da bir Ermeni devleti kurdular. İznik düştükten sonra başkent, Konya’ya alınmıştı. Doğudan gelen Türkler, Haçlılar’a karşı verilen zayiatı telâfiye çalışıyorlardı.

Haçlılar, Antakya’yı kuşatmak üzere Anadolu topraklarından çıktıkları zaman yarım milyon zayiat vermişlerdi; sayıları 100.000’e düşmüştü.

Ona Karşı Bir

İnsan gücünün üstünde çalışan genç Selçuklu hükümdarı, en zor şartlar içinde bile azmini kaybetmedi. Eskişehir’de yarım milyon Haçlı’yı bir arada görünce dehşet içinde kalan Türk komutanlarına Kılıç Arslan’ın söylediği şu sözler ünlüdür: «Gördüğünüz gibi göz alabildiğine dağlar, tepeler, ovalar, vâdiler düşman sürüleriyle dolmuş. Fakat ordumuzu, bu sürünün pençesinden kurtaracağız. Sözlerimi iyi dinler ve bana inanırsanız, yurdumuzu da kurtarırız».

Haçlı yazarlarından Guillaume de Tyr, Kılıç Arslan hakkında şöyle der: «Çok cesur, bilge, devlet işlerinde mahir ve tecrübeli büyük bir hükümdardır». Gerçekten Kılıç Arslan’ın karşılaştığı buhranla, tarihte pek az hükümdar karşı karşıya gelmiştir. Türk ordusunun on mislini bulan Haçlılar karşısında bir an bile azmi kırılmamış, en zor anlarda durumu kurtarmanın yolunu bulmuştur. Bu arada Bizans gibi büyük bir askerî devletle de savaşmakta olduğu düşünülürse, üzerine aldığı yükün büyüklüğü anlaşılır. Üstelik Anadolu içindeki Türkmen beylerinin bir kısmı da iç bağımsızlıklarına kavuşmak için Kılıç Arslan’a kafa tutmakta idiler. Fakat vatan savunmasında, bunların hepsi Kılıç Arslan’ın etrafında toplanmakta tereddüt etmemişlerdir. Çünkü mesele, Türkler için ölüm kalım dâvasıydı. Anadolu’nun çeyrek yüzyıl öncesi gibi yeniden bir Bizans eyaleti haline gelmesi, işten bile değildi. Türk devleti ortadan kalkabilir, Türkler, Fırat’ın ve Toroslar’ın öte tarafına atılırdı. Bu şartlarda Kılıç Arslan’ın azmini artıran tek unsur, doğudan Büyük Selçuklular’dan devamlı surette yeni göçebe Türkler’in Anadolu’ya gelmesiydi.

Kılıç Arslan, 15 yıl saltanat sürdü. 1107 temmuzunda öldü. Yerine oğlu Sultan Mesut geçti.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

Attila Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

AttilaAttila, Hun Türklerinin en ünlü hükümdarıdır. Dünya tarihinin en büyük ordu komutanlarından ve devlet teşkilâtçılarından biridir. Doğum, ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemekle beraber, aşağı-yukarı 400 – 453 yılları arasında yaşamıştır. Attilâ, amcası Ruga’nın ölümünden sonra, 434 yılında, ilkin ağabeyi Bleda ile birlikte hükümdarlık etti. O sırada Hun İmparatorluğu Karadeniz’den Ren’e kadar uzanıyor ve aşağı – yukarı bugünkü Güney Rusya’yı, Romanya’yı, balkanların kuzey bölümünü, Macaristan’ı, Avusturya’yı, Güney ve Orta Almanya’yı kaplıyordu. Attilâ’nin idaresindeki kısım İmparatorluğun Bizans sınırına dayanan parçasıydı. Bleda ise imparatorluğun batı bölümünde hüküm sürüyordu.

Attilâ, 44l’e kadar Hunlara bağlı çeşitli kavimler arasında merkezden idare düzeni kurmakla uğraştıktan sonra dikkatini önce Bizans, sonra da Batı Roma İmparatorluğu üzerine çevirdi. Bizanslılar’la olan Margus antlaşmasını bir bahaneyle bozarak, orduları ile Bizans sınırlarını aştı, imparatorluğun içinde bulunan Naissus (Niş), Philippopolis (Filibe) şehirlerine varıncaya kadar aldı (441 ). Ertesi yıl da Gelibolu yarımadasında Bizans ordusunu fena bir bozguna uğratarak ağır bir antlaşma yaptı (442 veya 443).

Atillâ, Bleda’yı öldürdükten sonra (4*5) Hun tahtımn tek sahibi kaldı. Bizansla barış antlaşmasını bozarak büyük bir ordu ile Trakya’ya saldırdı. Balkan yarımadasını ta Korinthos’a ve Bizans şehrine kadar istilâ etti. 449’da Bizans’a karşı düşman tutumunu değiştirerek o zamana kadar dost ve bağlaşık olduğu Batı Roma Imparatorluğu’na yöneldi. Daha önce Bizans’a yaptığı gibi Batı Roma Imparatorluğu’na karşı kibirli ve tehdit edici bir tavır takındı, ağır isteklerde bulundu. Bu istekleri ileri sürmekle, sadece, silâhlı bir çarpışma için bahane arıyordu.

Attilâ’nin Nişanlısı

Kolladığı fırsatı en sonunda buldu: Batı Roma imparatoru III. Valentinianus’un kız kardeşi Honoria, çocuklarının ileride Valentinianus’un çocuklarına karşı taht dâvacısı olarak ortaya çıkmaması için, ailesi tarafından evlenmemeye mahkûm edilmişti. Attilâ o sıralarda yeni tahta geçmişti. Honoria, belki de ailesinden öç almak için, Attilâ’ya bir nişan yüzüğü göndermişti. Fakat Attilâ prensesin teklifine cevap bile vermemiş ve iş yavaş yavaş unutulmuştu. Bu arada Honoria’nın kendi saray adamlarından birisiyle ciddi bir aşk münasebetine giriştiği meydana çıkmış, bunun üzerine ana imparatoriçe Placidia, kızını ilkin Bizans’ta, ondan sonra da Ravenna Sarayında hapsettirmişti.

Bunu haber alan Attilâ elçilerini Ravenna’ ya gönderdi, nişanlısı Honoria’nın hemen serbest bırakılmasını ve ileride karısına miras olmak üzere İmparator Constantius’un özel malının ve Batı Roma İmparatorluğunun yarısını istedi.

Attilâ Gallia Üzerine Yürüyor

Ravenna Sarayı Attilâ’nin bu isteğini geri çevirdi. Honoria’yı acele evlendirdi. Attilâ bir müddet daha isteği üzerinde ayak diredi. Sonra vazgeçti. Hattâ harb hazırlıklarını örtbas etmek için Ravenna Sarayı ile yeniden iyi münasebetler kurmaya çalıştı. Bu arada Bizans’ta II. Theodosios ölmüş, yerine Markianos geçmişti (450). Markianos, antlaşma gereğince Attilâ’ya ödemek zorunda olduğu vergiyi vermedi. Aynı zamanda, harb hazırlıklarına girişti. Bu hal Attilâ’yı Bizans’a saldırmaktan alıkoydu ve iki imparatorluğun birbiriyle anlaşmasına imkân vermemek için de bir an önce Batı Roma İmparatorluğu’nu çiğnemeye, Bizans’la hesaplaşmayı daha sonraya bırakmaya karar verdi. 451 yılı ocak ayında da Gallia üzerine yürüdü.

Kanlı Bir Çarpışma

Attilâ, Tuna boyundaki Roma şehri ve istihkâmlarını yıktı. Yolda, çeşitli Germen kı-rıntılariyle büyümüş olan yarım milyonluk ordusu ile, mart sonuna doğru, Ren’i geçti. Mayısta Batı Got Kırallığı’nın sınırına vardı. Temmuz başlarında da Catalaunum’da Roma-Batı Got ordusu ile karşılaştı. Dünya tarihinde Catalaunum veya Mauriacum Meydan Savaşı diye anılan bu büyük ve kanlı çarpışmada 165.000 kişi öldü, kesin bir sonuç alınamadı. Attilâ geri çekildi.

Attilâ’nin Ölümü

Attilâ ertesi yıl (452) tekrar İtalya’yı ele geçirmiye kalkıştı. Mediolanum (Milano), Pavia ve diğer birçok şehirleri zaptettikten sonra Roma yoluna girdi. Roma büyük bir korku içindeydi. Papa Leo, iki eski konsul’e birlikte, barış istemek için Attilâ’ya gitti. Attilâ’nin karargâhı Po ile Minicio’nun birleştiği yerde, Roma yolu üzerindeydi. Hun ordusunu açlık ve salgın iyice hırpalamış, bundan başka Markianos’un, Hun ülkesine saldırdığı haberi de gelmişti. Attilâ heyeti iyi karşıladı. Yıllık vergi karşılığında geri çekilmeyi düşünüyordu. Son olarak, Honoria ile onun payını kendisine vermedikleri takdirde tekrar Roma üzerine yürüyeceğini söyliyerek onları tehdit etti. Fakat tehdidini yerine getiremedi. Ertesi yıl tam yeni karısı İldiko ile evlendiği gece burun kanamasından öldü.

Attilâ’nin Mezarı Nerede?

Attilâ’nin ölümü üzerine çok büyük bir yuğ töreni yapıldı. Cenazesi kıral sarayının önünde kurulan büyük bir Jjoek çadırda, süslü bir katafalk üzerine konuldu En seçkin Hun yiğitleri savaş oyunları oynadılar. Hun şairleri güzel bir sagü söylediler. Çadırın etrafında bir daire teşkil eden Hun savaşçıları bu saguyu elemli sesleriyle tekrar ettiler. Attilâ bundan sonra gömüldü.

Attilâ’nin mezarının nerede olduğuna dair elde hiçbir kesin belge yoktur. Attilâ’dan yüz yıl sonra yaşamış Got tarihçisi Jordanes’e göre, Attilâ’nin cesedini, törenden sonra, altın, gümüş ve demirden hazırlanmış bir tabuta koymuşlar, suyunu geçici olarak başka bir yatağa akıttıkları bir ırmağa gömmüşler, ondan sonra ırmağı yeniden eski yatağına götürerek mezarın yerinin ebedi bir sır olarak kalması için mezarı kazmış olan uşakları da okla vurup öldürmüşlerdir.

Attila’nın mezarı Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde aranmıştır. Hun hükümdarının başkentinin Macaristan’da olduğuna bakılırsa mezarının da aynı yerde olması gerekir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , , ,

János Hunyadi Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

János Hunyadi; (d. 1407 ?, Hunyad, Erdel -ö. 11 Ağustos 1456, Belgrad), Osmanlılara karşı savaşan Macar komutan, 1446’dan 1452’ye değin Macaristan valisidir.

Eflâklı bir aileden gelen Hunyadi’nin babası Woyk (ya da Vajk) Kral Sigismund’dan Hunyad Şatosu’nun (bugün Hunedoara’da, Romanya) topraklarını aldı. Kırk köyü içine alan bu bağış Hunyadi ailesini küçük soylular sınıfının üst kademelerine yükseltmişti. Jânos gençliğinde 12 atlı savaşçıdan oluşan bir birliğin başında şövalye olarak büyük soylulara hizmet etti. Kuzey Sırbistan prensi Lazarevic ile Sigismund’un en iyi askerlerinden Phillippo Scolari’nin yardımıyla Hunyadi’ye sarayın yolu açıldı. Kısa süre sonra, sınır boylarındaki askeri başarılarıyla kendini göstermiş bir soylunun kızı olan Erzsébet Szilâgyi ile evlendi, İtalya ve başka ülkelere yaptığı gezilerde krala eşlik etti. Milano’da condottiere (paralı asker komutanı) Françesco Sforza ile tanıştı, askerlik sanatının İtalya’daki yeni uygulamalarını inceledi. Daha sonra Bohemya’da Jan Hus yandaşlarının geliştirdiği savaş teknikleri hakkında bilgi edindi.

Ülkesine geri döndüğünde, Macaristan’ın güneyindeki en iyi asker sayılıyordu. Henüz yüksek düzeyde bir görevi olmamakla birlikte, gittikçe yoğunlaşan Osmanlı saldırılarına karşı 50-100 silahlıya komuta etti. 1439’da Osmanlı orduları Sırbistan’ı ele geçirince Macaristan doğrudan istila tehlikesiyle yüz yüze geldi. Hunyadi, sürekli saldırılara uğrayan Severin’e (bugün Romanya’da), bân (kralın yerel temsilcisi) olarak atandı. Bu görevdeki başarılan karşılığında hızla yükseldi, toprak ve başka gelir kaynaklarıyla ödüllendirildi. Erdel voyvodalığına (özel vali), Belgrad komutanlığına, Ternes (bugün Timiş, Romanya) kontluğuna ve bütün güney sınırlarının savunulmasından sorumlu komutanlığa getirildi.

Sigismund’un damadı olduğu için aynı zamanda Macaristan krallığını da elinde tutan Habsburg hanedanından Alman kralı II. Albrecht’in ölümünden sonra Hunyadi, Osmanlılara karşı bir Haçlı seferini etkin ve güçlü biçimde destekleyeceğini umduğu Polonya kralı III. Wladystaw’in (Macaristan’ da I. Ulâszlo) kral seçilmesi için çalıştı. Hunyadi’nin Haçlı seferi 1443-44 sonbahar ve kış aylarında gerçekleşti. Hunyadi, aralarında Hus savaşlarına katılmış deneyimli Çeklerin de bulunduğu 10-12 bin dolayında asker topladı. Feodal yükümlülükler aracılığıyla asker toplamanın güvenilmez ve verimsiz bir yöntem olduğunu kavrayan Hunyadi, büyük çaplı düzenli bir ordu kuran ilk Avrupalı komutanlardan biri oldu. Osmanlı işgali altındaki Sırbistan topraklarına girildikten sonra ordudaki asker sayısı 30 binin üzerine çıktı. Ekimde Tuna’yı geçen birlikler Niş’i (bugün Yugoslavya’da), Sofya’yı (bugün Bulgaristan’da) ve bazı Osmanlı kalelerini ele geçirdiler. Şubat başında Bosna, Hersek, Sırbistan, Bulgaristan ve Arnavutluk’ta Osmanlı gücünü kırmış olarak Buda’ya döndüler.

Avrupa’da Osmanlılara karşı o güne değin görülmemiş bir başarı kazanan sefer Hıristiyan dünyasında büyük coşku yarattı. Sultan II. Murad’ın barış istemesi üzerine 10 yıllık bir ateşkes kararlaştırıldı. Ama bir Venedik filosunun Osmanlıların yeniden Avrupa’ya geçmesini önlemek amacıyla Çanakkale’ye gittiği öğrenilince anlaşma bozuldu. Temmuzda Macar ordusu, geri kalan Osmanlı güçlerini Avrupa’dan sürüp atmak üzere saldırıya geçti. Ama Venedik filosu Çanakkale’ye ulaşmayı başaramayınca, sultan büyük bir orduyla Avrupa’ya geçti ve sayıca azınlıkta kalan Hristiyan güçlerini 10 Kasım 1444’te Varna’da bozguna uğrattı. Kral öldürüldü, Hunyadi ise zor kurtuldu.

1446’da Hunyadi, Kral V. Lâszlo Postumus reşit oluncaya değin ülkeyi yönetmek üzere vali seçildi. İçeride nüfuzlu soyluların dışarıda da İmparator III. Friedrich’in sürekli engellemelerine karşın düzeni yeniden kurdu. 1448’de Arnavut müttefikleriyle bağlantı kuramadan Kosova’da Osmanlı ordusuyla karşılaştı ve buradaki zorlu savaşı yitirdi. II. Mehmed (Fatih) 1456’da Belgrad’ı kuşattı. Hunyadi Belgrad Kalesi’ne erzak ve silah yığdı, paralı askerlerden oluşan oldukça büyük bir ordu oluşturdu; kötü donanımlı ve düzensiz bir köylü ordusu da ona katıldı. Hunyadi’nin birlikleriyle birlikte bu eğitimsiz ordu 22 Temmuz 1456’da zafer kazandı. Ama Hunyadi birkaç gün sonra, birliklerinde yayılan bir salgın hastalığa yakalanarak öldü. Küçük oğlu 1458’de I. Mâtyâs adıyla Macaristan kralı oldu.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , ,

Barbaros Hayrettin Paşa Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında

Barbaros Hayrettin PaşaBarbaros Midilli’de yerleşmiş olan Yakup adlı bir sipahinin oğlu olup asıl adı Hızır idi. Kendisinden başka Baba Oruç, İlyas ve İshak adlarında daha üç kardeşi vardı. Bunlardan en büyükleri olan Baba Oruç o sırada Akdeniz’de korsanlık yapıyordu.

Hızır Bey ile kardeşi İlyas Bey de beraber çalışıyorlardı. Bir gün gemileriyle Yunanistan’a giderken Rodos korsanları tarafından yakalandılar. İlyas Bey, Hızır Reis’in gözü önünde şehit edildi. Kendisi de yakalanarak forsaya atıldı. Bir hayli zaman gemilerde kürek çekti. Sonunda bir kolayını bularak forsadan kaçtı. Antalya’ya gelerek Yavuz‘un kardeşi olan Antalya valisi Korkut Sultan’a sığındı. Onun verdiği gemilerle Akdeniz’e açılarak Rodoslulardan öcünü aldı. Bundan sonra Tunus’a ağabeyi Oruç Reis‘in yanına gitti. Üç kardeş orada birleşerek korsanlığa başladılar. Tunus hükümdarı bunlara gemi ve bir de kale verdi.

Bu üç kardeş, Akdeniz’de yaptıkları korsanlıkla bir yandan zenginleştiler, bir yandan da ünlerini artırdılar. İspanya, İtalya ve Şarlken’in gemileriyle savaşarak Akdeniz’i haraca bağladılar. Bir süre sonra da kendi hesaplarına Cezayir’i alarak oraya yerleştiler. Şarlken bu üç kardeşi Cezayir’den çıkartmak için büyük bir donanma gönderdi ise de yenildi.

Oruç Reis, Cezayir’de hükümet sürerken, İspanyollarla ve yerli kabilelerle çarpışarak topraklarını genişletti. Sonunda bir savaş sırasında kardeşi İshak Bey’le birlikte şehit düştü. Yalnız kalan Hızır Reis ağabeyi Baba Oruç’un Avrupalılar dilindeki adı olan Barbaros adını aldı. Fakat İspanyolların kendisini sıkıştırmaları üzerine o sırada Mısır’ı alan Yavuz’dan yardım istedi. Cezayir’i Osmanlı devletine sundu. Yavuz kendisine değerli bir kılıç ile 2 000 yeniçeri gönderdi ve Anadolu’dan istediği kadar levent yazmasına izin verdi.

Böylelikle Osmanlı devleti hizmetine giren Barbaros, Kanuni‘nin Akdeniz-de Şarlken’e karşı savaşa karar verdiği bir sırada istanbul’a çağrıldı. 25 gemi ile yola çıkan Barbaros birçok değerli hediyelerle istanbul’a geldi. Donanmasını Galata önünde demirledikten sonra 18 arkadaşıyle birlikte Kanunî’nin katma çıktı. Önce kendisi, sonra da öteki kaptanlar Kanunî’nin elini öptüler. Padişah, Hızır Reis ve arkadaşlarının bütün kahramanlıklarını biliyordu. Onun için hepsine ayrı ayrı iltifat etti. Barbaros’a oturması için yer gösterdi. Konuşma sırasında sözü Akdeniz seferine ve o sırada Akdeniz’in en büyük amirali olan Cenevizli amiral Andrea Doria‘ya getirdi. Bunun üzerine Barbaros:

— O herifin lakırdısı olur mu? Bu kadar vakittir arıyorum! Benden kaçıyor! Padişahım emrederse gemilerini havaya uçururum! dedi. Barbaros‘un bu sözünden çok hoşlanan Kanunî ona kendi korsanlık adı ile seslenerek:

— Hızır Bey! Sen bu dinin en hayırlı oğlusun! Allah senden razı olsun! Sana Hayreddin ismini verdim! dedi. Bundan başka kendisini Cezayir beylerbeyi ve Kaptan-ı derya yaptı.

Bu suretle adı Hayreddin olan ve Osmanlı Kaptan Paşalığına getirilen Barbaros, bundan sonra ölünceye kadar bu makamda kaldı ve Türk milletine pek büyük hizmetler etti.

Preveze Deniz Savaşı (1538):

Barbaros, Osmanlı Kaptan Paşası (Amiral) olduktan sonra Ege denizinde henüz Osmanlı egemenliği altına girmeye ne kadar ada varsa aldı. Bu sırada Şarlken Akdeniz’de Osmanlılara karşı savaşa başlamıştı. Bütün Hıristiyanlar, başta Papa olmak üzere, İspanya, Venedik, Malta ve öteki İtalya şehirleri Türklere karşı büyük bir Haçlı donanma hazırlamışlar ve komutasını da Cenevizli amiral Andrea Doria’ya vermişlerdi.

Barbaros, Ege denizinde dolaşırken düşman donanmasının Yunan kıyılarında olduğu haberini aldı. Hemen yanında bulunan gemilerle onları yakalamaya koştu. Düşmanı Preveze körfezi önünde yakaladı, işte burada dünyanın en büyük deniz savaşlarından biri oldu. Bizden daha çok kuvvetli ve sayıca üstün olan düşman donanması, Barbaros’un ustaca manevralarıyla büyük bir bozgunluğa uğradı (1538) Andrea Doria kendisini zorla kurtardı.

Barbaros bundan sonra her yerde Şarlken’in gemilerini aradı. Kanuni ‘nin emriyle Fransızlara yardım ederek onlarla birlikte Nice şehrini kuşattı. Ölünceye kadar denizlerde dolaştı (1546). Türbesi Beşiktaş’ta, kendi adı ile söylenen iskele yanındadır .

Türk denizcilerinin en büyüğü olan Hayreddin Paşa, memlekete yalnız büyük zaferler ve ülkeler hediye etmekle kalmamış, aynı zamanda Murat Reis, Turgut Reis, Piri Reis, Salih Reis, Seydi Ali Reis gibi her birisi bir büyük denizci olan değerli kaptanlar da yetiştirmiştir.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , , , ,

Alp Arslan Aslen NERELİ , kimdir , kaç yaşında ,biyografisi , hakkında Hayatı

Alp Arslan; (d. 20 Ocak 1029 – ö. 25 Kasım 1072, Barzam Kalesi), Büyük Selçukluların ikinci hükümdarıdır (1063-72). Saltanatı devraldığında Horasan ve Batı İran’dan oluşan Büyük Selçuklu topraklarına Gürcistan, Kafkasya ve Anadolu’nun büyük bir bölümünü kattı.

Alp Arslan, Horasan valisi Çağrı Bey’in oğlu ve ilk Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey’in yeğeniydi. 1059’da babası, 1063 te amcası öldü. Amcası çocuksuz olduğundan Alp Arslan, İran’ın güneyindeki Kirman dışında, hanedanın tüm mülkünün tek vârisi oldu; çok geçmeden kardeşlerinden birinin elinde bulunan Kirman’ı yasal devlet biçiminde kendine bağladı. Kuzeni ve rakibi olan Kutalmış ile Tuğrul’un eşlerinden birinin oğlunu da kolayca saf dışı etti.

Sonradan egemen olduğu geleneksel İslam topraklarının dışında doğmuş olan Alp Arslan, buraların yönetimini, veziri Nizamülmülk‘e bıraktı; Nizamülmülk, Melikşah zamanında da aynı görevi sürdürecekti. Alp Arslan Irak üzerindeki denetimini korumakla birlikte, halifeliğin merkezini barındıran bu ülkeden uzak durdu. Amacı, halifelikle çıkar çatışmalarına fırsat vermemek, Tuğrul’un son dönemindekilere benzer karışıklıklardan kaçınmaktı.

Alp Arslan kendinden önceki Büyük Selçuklu hükümdarıyla aynı doğrultuda bir politika izledi. Orta Asya’da, Hindistan’ın dağlık bölgelerindeki üslerinde kıstırılmaları zaten pek güç olan Gazne hükümdarlarıyla barışçı bir ilişki sürdürürken Maveraünnehir’deki Karahanlılara karşı zor kullanıyordu. Asıl başarının kendisini beklediği batıda ise, daha karmaşık bir durumla karşı karşıyaydı. Bir yandan, koruyucusu olduğu, Bağdat’taki Sünni Abbasi halifesinin kabul etmediği İsmaili Fatımi sapmasını bastırmak üzere Mısır’a yürümek kararındaydı. Öte yandan, askeri gücünün, Türkmenler üzerindeki etkinliğinin sürmesine bağlı olduğunun farkındaydı. Türkmenleri ise her şeyden önce kâfirlere karşı açılacak cihadın başarısı ve Hıristiyan topraklarına düzenlenecek akınlar ilgilendiriyordu. Alp Arslan’ın Bizans ve doğusundaki komşuları üzerine düzenlediği seferler özerk Türkmen gruplarının saldırılarıyla genişledi. 1064’te Ani’yi ve Kars’ı alarak sınırları bir ölçüde belirginleştirdi ve Türkmenlerin Aras Irmağı boylarındaki otlaklarda kesin denetimini sağladı. Türkmenlerin ganimetlerini yığmak üzere her seferinde İslam topraklarına dönmelerine karşın, Türkmen akınları Bizans savunma sistemini zayıflattı ve Türklerin Anadolu’yu fethetmelerine ortam hazırladı. Öte yandan, bu akınlara tepki olarak Bizans da Suriye ve Kafkasya’da karşı hareketlere girişti ve sonunda taraflar görüşme masasına oturdu.

Artık Bizans cephesinin yeterince güvenlikte olduğu kanısını edinen Alp Arslan, Mısırlı isyancıların ve Sünni Abbasi halifesinin isteğiyle Fatımilere karşı büyük seferini başlatmaya karar verdi. Abbasi tarafına geçmekte geç kalan Mirdasilerin elindeki Halep’e saldırmaya ardından da Suriye’yi işgal etmeye hazırlanırken, Bizans imparatoru Romanos IV. Diogenes’in güçlü bir orduyla Kafkasya’daki artçı güçlerine saldırmakta olduğunu öğrendi. Hemen geldiği yoldan dönerek, Ağustos 1071’de, Malazgirt’te rakibinin karşısına çıktı. Sayısal üstünlüğüne karşın moral bozukluğu içinde olan Bizans ordusu, küçük ama inançlı Büyük Selçuklu kuvvetleri karşısında bozguna uğradı. Akşam olduğunda, Bizans ordusu yenilmiş ye tarihte ilk kez bir Bizans imparatoru bir İslam hükümdarına tutsak düşmüştü. Alp Arslan’ın amacı Bizans İmparatorluğu’nu yıkmak değildi; sınırların yeniden tanımlanması, imparatordan düzenli haraç ve ittifak sözü kendisi için yeterliydi. Ama, Malazgirt Savaşı’yla, Anadolu Türkmen fetihlerine açılmış oldu.

Alp Arslan 1072’nin sonunda Karahanlı sınırına döndü ve Barzam Kalesi’nde bir tartışma sırasında tutsaklardan biri tarafından ölümcül biçimde yaralandı. Parlak Malazgirt zaferinin ardından bir tutsağın eliyle gelen ölümü, ahlakçılara iktidarın yalnız Tanrı’ya ait olduğunu söylettirecek kadar sıradandı. O sıralar 17 yaşında olan oğlu Melikşah’ın Nizamülmülk’ün gözetimi altında yerini almasını vasiyet etmişti.

Adını çevreleyen görkeme karşın, Alp Arslan’ın değerlendirilmesi güç bir kişiliği vardı. Müslümanların gözünde büyük bir önder, bir eğitici, dürüst ve hiyanete asla göz yummayan bir insandı. Hıristiyanlarsa, ününü oğlu Melikşah’ınkiyle karşılaştırarak, Alp Arslan’a daha olumsuz yaklaşırlar. En gözde uğraşının fetih olduğu, ilim ve ülkenin yönetimi gibi konuları vezirine bıraktığı anlaşılmaktadır.

kaynak:nkfu

Etiketler, , , , , , , , , , ,